- Şehit Fethi Şikaki'nin yakın arkadaşı olduğunuzu biliyoruz. Onunla ilgili anekdotlar aktarabilir misiniz?
Bismillahirrahmanirrahim. Allah'a hamd olsun. Rasulüne, âline ve ashabına selam olsun. "Bizim uğrumuzda cihad edenlere gelince elbette onları kendi yollarımıza eriştireceğiz. Hiç şüphe yok ki Allah iyi davrananlarla beraberdir." (Ankebut 69)
İslami Cihad Hareketi'nin öyküsü, Şehit Dr. Fethi Şikaki ile başlar. Onunla birlikte ilkin bir düşünce olarak başlamıştı. Şehid Şikaki, merhum Şeyh Ahmet Yasin'in kurduğu ve yönettiği Filistin İhvan-ı Müslimin Hareketi'nin bir üyesiydi. İsrail'in Gazze Şeridi'ni işgal ettiği 1967'den sonra da Filistin İslami Hareketi'nin kurucularından ve öncülerinden oldu.
70'lı yılların ortasında Dr. Fethi Şikaki önderliğinde benim de aralarında bulunduğum Mısır'da eğitim gören bir grup Filistinli öğrenci arasında ciddi tartışmalar başladı. Filistin'de ve bölgede İslami hareketin geleceği; "Karşılaşılan sıkıntılar, öncelikle yapılması gerekenler, Müslümanların oynayacağı rol, mücadele programımız, verilecek mesajın içeriği, İslami hareketin geleceği" gibi konularla ilgili fikrî müzakere niteliğinde yoğun diyaloglar yaşandı. Merhum Dr. Fethi Şikaki'nin bu müzakerelerin sürdürülmesinde ve mayalanmasında önemli bir rolü vardı. Filistin'de "İslami Cihad" fikrinin netleşmesinde de en büyük rol onundu.
Fethi Şikaki, İslami hareketin Filistin sorununa dönük bir duruşunun olması gerektiğini ifade eden, buna çağıran İslamcıların ilklerindendi. Bu itibarla Filistin sorunun, İslami hareketin merkezi sorunu olduğunu vurguluyordu. O dönemde Filistin sorunu, ulusal ve sol güçlerin önem verdiği bir konuydu. Filistin direniş hareketleri arasında İslami hareketin yok denilecek kadar zayıf bir rolü vardı. Müslümanlar daha ziyade tebliğ ve irşad faaliyetlerinde bulunuyorlardı. Filistin sorununa yönelik net bir söylem geliştirilemiyor ve pratik ortaya konamıyordu. Şikaki, Filistin sorununda ve mücadelesinde İslami hareketin etkili, sürükleyici, yönlendirici ve öncü bir konumunun olması gerektiği yönündeki görüşüyle öne çıktı. İşte bu düşüncenin ruhundan, omurgasından Filistin'de İslami Cihad Hareketi doğdu.
- Türkiye'de çok sorulan bir soru: İslami Cihad ile Hamas neden birleşmiyor? Görüş ayrılıkları nerelerden kaynaklanıyor?
HAMAS ile İslami Cihad Hareketi arasındaki ihtilafların tarihte kaldığını söyleyebilirim. Bana göre bugün bu ihtilafın nedenleri ortadan kalkmıştır. İslami Cihad Hareketi ile HAMAS arasında önemli fikri ya da siyasi bir ihtilaf kalmamıştır. Kişisel görüş ve düşünceme göre İslami Cihad ile HAMAS arasındaki ihtilaf, diğer birçok İslami hareketin ve Müslümanların yakındığı ihtilaflarla aynıdır.
İslami hareket mensupları ya da İslami gruplar arasındaki vahdete engel olan temelde üç sebep vardır: Birincisini fikrî sebep olarak tanımlıyorum. İkincisi ahlaki, üçüncüsü ise teknik ya da siyasidir. Bana göre içlerinden en tehlikeli ya da en önemlisi fikrî sebeptir. Çağdaş İslam kültüründe Müslümanlar arasındaki ayrışmalar ve ihtilaflar rahmet olarak algılanıyor. Birçok İslami grubun oluşması, İslam'ın ve İslami mücadelenin yararınaymış gibi ortaya konuyor. Bana göre bu düşüncede ciddi bir kafa karışıklığı söz konusudur. Genellikle araç çeşitliliği ile hedef birliği ve netliği birbirine karıştırılıyor. Oysa hedefin bir, açık ve net olması gerekir. Hedefin muğlâk, fulü ve belirsiz olması, beraberinde yöntem ve araç çeşitliliğini de getiriyor. Muğlâk ve belirsiz hedefler gölgesinde araçların ve yöntemlerin çoğalması, İslami grupların bölünmesine, parçalanmasına neden oluyor.
Herkesin bildiği, sınırlı, açık İslami bir hedef üzerinde Müslümanların aralarında ittifak etmesi, İslami grupların vahdetini ve birleşmesini sağlar. İslami grupların birleşmesi, çeşitli görüşlerin, farklı içtihatların olmaması anlamına gelmez. Tersine çok çeşitli görüşler, farklı çıkarımlar olmalı. Fakat bu görüş ve çıkarımlar kendi aralarında konuşulmalı, bundan sonra herkesi bağlayan ortak bir görüş, ortak bir bakış açısı oluşturulmalı. Bağlayıcı ortak görüş; grup, hizip, cemaatlerin artma imkân ve ihtimalini ortadan kaldırır.
Tarihi bir vakıa olarak ortadadır ki cemaatlerin ve hedeflerin çoğaltılmasıyla Müslümanların amaçlarına ulaşmaları mümkün değildir. Bunun için bizim bu sorunu fikrî, kültürel ve itikadi olarak çözmemiz gerekir. Çünkü Müslümanlar bir bütün, bir cemaat olmak zorundadır. Kur'an-ı Kerim'de, "ahzab=gruplar" ve "cemaatler" ancak kınama ve kötüleme bağlamında zikrediyor. Allahu Teala "Her hizip kendi yanında olanla övünüp böbürlenmektedir." (Müminun, 23/53; Rum, 30/32) diyor. Biz şer'i ve dinî olarak aramızda vahdeti sağlamaya, uzlaşmaya ve saflarımızı sıklaştırmaya memuruz. Fakat bu teorik izahı ve fikri netleştirmemiz gerekiyor.
Fikri ihtilaf, Müslümanlar arasında gruplaşmaya, parçalanmaya ve cemaatlerin sayısının artmasına neden oluyor. Her grubun bir görüşü, bir programı var; bunu ne zaman ve nasıl isterse öyle uyguluyor. Bence hedeflerimizin gerçekleşmemesinin ana nedenlerinden biri budur.
İşte bu fikri sebebin tartışılması, tahlil edilmesi ve çözülmesi gerekir. Bugün devletlerde meclisin, bütün görüşleri tartıştıktan sonra bir görüşü kabul etmesi ve bu görüşün herkesi bağlaması gibi; İslami hareketin de üzerinde tartışılmış, müzakere edilmiş ve fikir birliği sağlanmış siyaset, görüş ve programı olması gerekir. Bütün ülkelerdeki İslami hareketler; sorunları uzun, derinlikli, ilmi, kuşatıcı bir şeklide tartışmalı ve Yüce İslam'ın yararına bir fikir üzerinde ittifak etmeliler. Bu, gruplar arasında ayrılık, farklılık, çatışma ve parçalanmanın giderilmesi için ilk adımdır.
Bana göre ikinci sebep ahlakidir. Açık konuşmak gerekirse İslami hareketin içerisinde Müslümanların vahdetini engelleyen, özel çıkar, hedef ve amaçları olan unsurlar var. Bütün İslami gruplarda bulunması muhtemel bu toplulukların amacı, Müslümanların birleşmelerini, bir araya gelmelerini engellemektir. Bunlar ortaya çıkarılmalı, hedefleri deşifre edilmeli ve İslami hareketin saflarından çıkarılmalıdır. Bunlar, Rasulullah'ın döneminde, İslam tarihi boyunca olduğu gibi bugün de varlar. İslami vahdet düşüncesinin karşısında bütün güçleriyle duran bu insanlara meydan okunmalı, bunların faaliyetleri herkesin gözü önünde ifşa edilmelidir.
Üçüncü neden ise teknik bir sebeptir. Bazı kişiler ve hizipler arasındaki rekabet de aynı şekilde vahdetin oluşmasında birer engeldir. İslami hareket saflarındaki bazı unsurlar, gerçek güçlerinin ortaya çıkmasını ve zaaflarının anlaşılmasını engellemek için İslami vahdetin önünde duruyorlar. Bazıları kendi gerçek güçlerinin, kapasitelerinin ve imkânlarının ortaya çıkmasını istemedikleri için başkalarıyla karşılaşmaktan, tanışmaktan ve anlaşmaktan çekiniyorlar. Bu basit hesaplardan dolayı İslami vahdetin gerçekleşmesi önünde birer engel olarak duruyorlar.
Sonuç olarak en tehlikeli olanının fikri sebep olduğunu tekrar ediyorum. Çünkü fikrî sebep, İslami hareket mensuplarının ve liderlerinin çoğunun dayandığı temel nedendir. Bunlara göre zafer ve başarının gerçekleşmesi için vahdet gerekli ve zorunlu değildir. Fakat ben ısrarla şunu ifade ediyorum ki vahdet; olmalıdır, zorunludur ve hatta farzdır. Zira Müslüman grupların vahdeti, ortak hedefleri, planları, programları ve stratejileri olmadan İslami hedeflerin gerçekleşmesi mümkün değildir.
-Sizce İslami hareketler arasındaki ayrılıklar genelde ilkesel mi yoksa ve çıkar temeline mi dayalı?
Müslümanlar ve genelde insanlar arasındaki ayrılıklar, ilkesel ve çıkar temelli iki sebebe dayanır. İlkesel farklılıklar, insanlar arasında ihtilafa neden olabilir. Bazı samimi kimselerin ihtilafı, gerçekten de fikri, siyasi, ahlaki ve ilmi temele dayanıyor. Bu samimi insanlar, aralarındaki ilkesel farklılıkların, program ve siyaset ayrılığının, nihai hedefte İslam'ın yüce hedeflerinin gerçekleştirilmesine engel olduğu düşüncesiyle hareket ederler. Fakat bazı taraflar da kendi aralarındaki çıkar çatışmasından dolayı çekişiyorlar. Bu çıkarlar sadece kişisel, hizipsel, taraftarlık, ırki hatta sınıfsal değil. Bunun için maalesef insanlar eskiden de şimdi de çıkarlara dayalı ihtilafları, çekişmeleri bitiremiyorlar. Bunun için diyoruz ki eğer bir ihtilaf varsa bunun sahih fikri, siyasi, ahlaki, ilkesel sebeplere dayanması gerekir. Oysa taraflar, genelde kişisel, hizipsel ve nefsanî çıkarlardan dolayı ihtilaf ediyor.
- Bu konuşmada Müslümanlar arasında var olan asabiyetten söz etmiş ve asabiyeti ırki ve hizbi olarak ikiye ayırmıştınız. Bu bağlamda asabiyeti Müslümanların birliği önünde bir engel olarak görüyor musunuz?
Biz İslam'ın bir risalet, âlemlere (tüm insanlara) ilahi bir mesaj ve kıyamete kadar insanlar için son din olduğuna inanıyoruz. İslam; muayyen bir kavme, ırka veya taifeye mahsus asabi ve hizbî bir düşünce değildir. Bazıları İslam asabi bir düşünceymiş gibi, muayyen bir kavme, hizbe ve taifeye hasmış gibi davranıyorlar. Böylece İslam, risalete dayalı bir inanç olma, âlemlere rahmet olarak gönderilme, (Seni ancak âlemlere rahmet olarak gönderdik. [Enbiya 21/107]) ve semavi bir din olma rolünü kaybediyor, değerini yitiriyor.
Müslümanlar, İslami hareketler, İslami gruplar ve İslami mezhepler arasındaki sorunları düşündüğümüzde ihtilafın İslam'ın resmi sözcüsü veya İslam'ın sahibi gibi davranmaktan kaynaklandığı görülür. Arap Müslümanların İslam'ına Arapçılık karışmış; Türk Müslümanların İslam'ına Türklük, Farisi Müslümanların İslam'ına da Farisi asabiyeti karışmıştır. Cemaat ve hareketlerde de hizbi asabiyet hastalığı vardır. İlahi risalet, bu asabiyetlerin bulaştığı İslam tasavvurlarından beridir. Sanki İslam, herkes için ilahi bir mesaj olarak algılanmıyor. Oysa İslam her etnik yapıdan ve gruptan üstündür ve üst bir kimliktir. Tüm Müslüman halklar ve gruplar, İslam'ın sadece bir parçasıdır. Bu parçalar sonuçta bir bütün olarak İslam ümmetini oluşturuyor. İslam ümmetinin de nihayette tüm insanları bünyesine alan bir yapıya kavuşması gerekir. Müslüman bir şahsiyet asabi bir düşünceden hareket ettiğinde bu, onu taassuba, aşırılığa, şiddete, büyüklenmeye, tekfire kısaca bugün şikâyet ettiğimiz her türlü ihtilafa ve hastalığa yönlendirecektir. Bugün biz, bütün İslami güçlerin, bütün İslami tarafların bir araya gelmelerini ve yan yana durmalarını istiyoruz. Müslümanların, yuvarlak bir masa etrafında oturmalarını, sadece kendileri hak üzereymiş tasavvurunu bir kenara bırakarak, sorunlarını ve fikirlerini taassuptan uzak bir şekilde tartışmalarını istiyor ve bunun için çalışıyoruz. Bu ise ancak İslam'ın; herkes için risali, semavi bir din olduğu, Allah'ın onu birilerine değil herkese gönderdiği benimsenirse gerçekleşebilir.
- İslami mücadele yöntemi, değiştirilemez ilahi bir yöntem midir? Yoksa değişik yöntem ve metotlarla mücadele etmek mümkün müdür? Sizce İslami mücadele nasıl olmalıdır?
Allah, Kur'an-ı Kerim'inde "Kâfir olanlar da birbirlerinin yardımcılarıdır. Eğer siz onu (Allah'ın emirlerini) yerine getirmezseniz yeryüzünde bir fitne ve büyük bir fesat olur." (Enfal, 8/78) diyor. Bugün İslami hareket ve gruplardan istenen birbirleriyle dayanışma içinde olmalarıdır. İslamcıların, İslami hareket gruplarının birbirleriyle dayanışmadan İslami hedeflerin gerçekleştirilmesi, İslam devletinin kurulması ya da İslam'ın muzaffer olmasını düşünmeleri asla caiz değildir, makul de değildir. Eşyanın tabiatına da aykırıdır. Öncelikle belirttiğimiz gibi İslami hareket gruplarının; herkesi kuşatan bir plan, program ve öngörü oluşturmak için diyalog içinde olmaları gerekir.
İslami hareketin gizli yürütülmesi ile bazı gizli hususiyetlerin olması arasında büyük bir karışıklık var. Ben İslam'ın gizli örgütlere ihtiyacının olmadığına inanıyorum. Tersine İslami hareket mesajında, programında ve hedeflerinde açık ve net olmalıdır. Fakat bu, bazı gizli hususiyetlerin olmayacağı anlamına gelmez. Bazı iş, karar ve politikalar, yapıları gereği gizli olabilir. Açık, bağımsız, güçlü ülkelerde de özellikle "askeri" ve "güvenlik" denilen işler gizlidir. Hareketin bir bütün olarak gizli olması İslam'a, İslami çabalara engel oluyor. İslami çabanın görüntüsünü bozuyor. Bütün İslami çabalar, görünür; hedefleri, programları, siyasetleri açık ve net çabalar olmalıdır. İslami örgütler kapalı, yeraltı örgütleri değil; açık, siyasi örgütler olmalıdır. Ben İslam tarihinde de genel insanlık tarihinde de gizli örgütlerin hedeflerini gerçekleştiremediklerine inanıyorum. Tersine bazıları iyi, hayırlı niyetler taşımalarına rağmen olumsuz bir görüntüye sahip olmuşlar, aleyhlerine hükmedilerek tasfiye edilmişlerdir. İslam sürekli açıklık ister, insanların herhangi bir kapalılık, şüphe olmadan işlerin hakikatini anlamalarını ister.
- Sizce İslami mücadelenin nitelikleri nelerdir?
İslami mücadele, Allah'ın yarattığı insanı değerli kılma çabasıdır. İnsanları kula kulluktan kurtarıp kulların rabbi Allah'a kul yapma, dünya sıkıntılarından kurtarıp dünya ve ahiret saadetine ulaştırma gayretidir. Dinlerin baskısından İslam'ın adaletine ulaştırmaktır. İslam, insanlığa rahmet olarak indirilmiştir. İslami mücadelenin hedefi insanı kuşatan siyasi, ekonomik, toplumsal, ahlaki ve güvenlik şerlerinden onu kurtarmaktır. İslam insanın onuru, izzeti ile sağlam, sağlıklı bir atmosferde yaşamasını ister. Muhabbet, rahmet, adalet, eşitlik vb. güzel değerler çerçevesinde hüküm sürmesini ister. Bu yüzden İslami hareket mensup ve liderlerinin bu değerleri insanlar arasında gerçekleştirmek için kendileri de bu sıfatları kuşanmalıdırlar. Bu yüzden İslami mücadele verenler, insana hizmet etmek ve insanı diriltmek için çabalamadırlar. İnsanı; salih, değerli olmaktan ve sağlıklı, güzel bir atmosferde yaşamaktan alıkoyan bütün bağlardan kurtarmalıdırlar.
- Birçok İslami hareket, hedeflerini yakın vadeli olarak tespit ediyor ve bir an önce iktidara ulaşmayı ve güç elde etmeyi amaçlıyor. Bu konuda neler söylemek istersiniz?
Yeryüzünde temekkün etmek yani yeryüzüne hâkim ve iktidar olmak, Müslümanlara ilahi bir hedef, Allah tarafından verilmiş bir görevdir. Müslümanların yeryüzüne hâkim ve iktidar sahibi olmayı talep etmeleri, bunun için yeryüzünü imar etmeleri gerekir. Fakat yeryüzünde iktidar sahibi olmak; asla bugün insanların muzdarip oldukları imkân ve ayrıcalıklara sahip yönetime ulaşmak, yönetimi ele geçirmek anlamında değildir. Allah, Kur'an-ı Kerim'de, "Onlar (o müminler) ki, eğer kendilerine yeryüzünde iktidar verirsek (mekkennahum) namazı kılar, zekâtı verirler, iyiliği emreder ve kötülükten nehyederler. İşlerin sonu Allah'a varır." (Hac, 22/41) "Biz ise, o yerde güçsüz düşürülenlere lütufta bulunmak, onları önderler yapmak ve onları (mukaddes topraklara) vâris kılmak istiyorduk." (Kasas, 28/ 58) "Ve o yerde onları hâkim kılmak (numekkinnehum; Firavun ile Hâmân'a ve ordularına, onlardan (İsrailoğullarından gelecek diye) korktukları şeyi göstermek (istiyorduk)." (Kasas, 28/6) buyurmaktadır.
"Temkin"i terk etmemek, istemek, talep etmek, hiç kimsenin utanmaması gereken yüce İslam'ın hedefidir. Hatta bizi yeryüzüne hâkim kılması için gece gündüz Yüce Allah'a yalvarmamız gerekir. Hüküm ve iktidar sahibi olmadan adaleti, rahmeti, eşitliği kısacası dini yeryüzünde gerçekleştirmemiz mümkün değildir. Fakat İslami iktidar talebi, Allah'a dayanarak, bütün meşru İslami hedef, sorumluluk ve araçları üstlenerek olmalıdır. İktidara gelmek, güce sahip olmak, insanları yönetmek, iktidar imkân ve ayrıcalıklarından yararlanma anlamındaki bir "temkin" haramdır, caiz değildir.
İslami hareket mensupları, Allah'ın dininin ve Müslümanların yeryüzünde temkini ile hangi yol ve yöntemle, hangi ahlakla olursa olsun iktidara ulaşmayı birbirine karıştırıyorlar. İktidara ulaştıktan sonra İslami hedefleri gerçekleştireceklerini sananlar büyük yanılgı içindedirler. Biz gayenin araçları meşrulaştırmayacağını söylüyor ve buna inanıyoruz. Çıkar için iktidara değil, temkine ulaşmayı hedeflemeliyiz ve bu yolda araçlarımız meşru İslami şerefle, ahlakla, insanların faydasına olan şeylerle çelişmeyen araçlar olmalı. Bunun dışındaki yöntemlerle yönetime ulaşanlar. Allah'ın murat ettiği temkin hedefini gerçekleştiremezler. Nitekim bu yöntemlerle iktidara gelenlerin çoğu amaçlarından sapmışlardır. Yönetime tutunmaları. bölünmelerinin ve parçalanmalarının sebebi olmuştur. Fakat yeryüzünde temkini İslam şeriatını arayanlar, insanları iktidara taşımaya çalışanların, yönetimleri, mülkleri sağlıklı olmuş, bunlar insanların hidayetine, insanların Allah'ın dinine girmelerine vesile olmuşlardır.
- Islah kavramını nasıl açıklıyorsunuz ve toplumun ıslah edilmesinde "Kur'an nesli"nin rolünü nasıl görüyorsunuz?
Bazı İslami hareketler, dönüşüm ve ıslah ameliyesiyle bütün insanların ıslahının gerektiğini düşünüyorlar. Biz bu görüşte değiliz ve bunu, Kur'an-ı Kerim'den, peygamberlerin (a)'in hayatlarından, vatanlarını, toplumlarını değiştirenlerin hayatlarından çıkarıyoruz. Islah, tüm toplumun toptan ıslahını gerektirmez. Bir ümmet, kavim, insan topluluğunun yani aralarında dayanışan ve ıslah hususunda anlaşan bir topluğun varlığı ıslah ameliyesinin yapılması için yeterlidir. Buna karşılık küçük bir topluluk da insanların ifsadı için yeterli olabilir. Allahu Teala'nın şu sözünde olduğu gibi: "Bir ülkeyi helâk etmek istediğimizde, o ülkenin zenginlik sebebiyle şımarmış elebaşlarına (iyilikleri) emrederiz/onları yönetime getiririz; buna rağmen onlar orada kötülük işlerler. Böylece o ülke, helâke müstahak olur; biz de orayı darmadağın ederiz." (İsra, 17/16)
- "Emerna" kelimesi burada hangi anlamda kullanılmış?
Bu ayette geçen kelime emerna şeklinde okunursa emrederiz; başka bir kıraate göre emmerna şeklinde okunur o zaman da yönetime getiririz anlamında olur. Doğrusu da budur çünkü onlar yönetici, ileri gelenlerdir. İfsad ameliyesi, iktidardaki etkin küçük bir gruba ihtiyaç duyar. Buna karşılık mümin, muhlis, salih bir topluluk, insanları ıslah edebilir, insanların dine girmesini sağlayabilir. Biz ıslahtan bahsettiğinde Kur'an-ı Kerim'de şunu görüyoruz: "Allah bir kavmi kendilerinde olanı değiştirmedikçe değiştirmez." (Rad, 13/11) "Kavim" kavramının Kur'an-ı Kerim'de az bir insan topluluğu olarak zikredildiğini görüyoruz. Kur'an, bunun için kavm, ümmet, nas, müminun, kafirun, ehl-i kitab kelimelerini kullanır. Ancak kavim kelimesi insan topluluklarının az bir kısmını kapsıyor. Bunun için Allah Rasulü "Eğer yöneticiler, ileri gelenler salih olurlarsa insanlar da salih olur. Eğer yöneticiler bozulursa insanlar da bozulur." buyuruyor. Yani ıslah, mümin, sadık, muhlis, açık bir ıslah edici programa, açık bir görüşe, açık bir özelliğe sahip gruba ihtiyaç duyar. Eğer bunlar gerçekleşirse Allah, bu az topluluğu başarılı kılar.
Eğer bazılarının düşündüğü gibi ıslah ameliyesi, toplumun tek tek, fert fert, aile aile ıslahını ön görürse bana göre bu büyük bir yük ve sorumluluktur, gerçekleşmesi de zordur. Bu, Allah'ın sünnetiyle ve tarih boyunca dünyadaki ıslahatçıların öngördüğü yöntemle de çelişir. Bütün ıslah ediciler hatta Müslümanların dışındakiler davasına inanmış, ülkesine, ümmetine sadakatle bağlı kişiler tek başlarına da olsalar yakınılan sorunlardan, problemlerden, toplumsal haksızlıklardan, insanı kahreden unsurlardan toplumu, ülkeyi ve ümmeti kurtarabilir. "Çoğunluk", Kur'an-ı Kerim'de ancak yerme ve kınama bağlamında geçer. "Azlık" ise övgü ve saygı bağlamında geçer. Kısacası toplumsal değişim, ancak eğitimli ve nitelikli az sayıdaki insan grubuyla gerçekleşir. Zira insanların geneli tabi olma durumundadırlar. İnsanlara vaaz edenler iyi olursa iyiye, kötü olursa kötüye yönelmeye meyillidirler.
- Toplumla ilişkilerimiz konusunda nasıl bir perspektif öneriyorsunuz?
İslam bir rahmet, sevgi dinidir. İslam insanlar arası iletişimi sağlayan her türlü düzenlemeyi, yönlendirmeyi, yol göstermeyi onaylar. Bunun için Allahu Teala "Ey insanlar sizi bir erkek ile bir dişiden yarattık. Tanışasınız diye sizleri halklara ve kabilelere ayırdık." (Hucurat, 49/13) buyuruyor. İslam, insanların birbirleriyle Müslümanların insanlarla, insanların dinleriyle, kültürleriyle, inançlarıyla iletişim kurmayı teşvik eder. Bunun için Allah "Allah, sizinle din uğrunda savaşmayan ve sizi yurtlarınızdan çıkarmayanlara iyilik yapmanızı ve onlara âdil davranmanızı yasaklamaz. Çünkü Allah, adaletli olanları sever." (Mümtehine 8) buyuruyor. Bunun için insanlarla iyi iletişim, insanlara merhametli davranma; insanların kalplerini kazanmak, onları dalaletten kurtarıp hidayete eriştirmek ilk adımdır. İslam tarihini, Peygamberimizin, sahabelerinin yaşamlarını okuduğumuz zaman bahsettiğimiz bu davranışları benimsediklerini, gece gündüz bunları uyguladıklarını görürüz. İnsanların Allah'ın dinine girmelerinin arkasında da bu değerler vardır.
- Eski fıkıh anlayışından ve tefsirden bugün tam olarak istifade etmemiz mümkün görünmemekte. Kur'an'ı doğru olarak anlamak ve hayatımıza aktarmak için neler yapabiliriz?
Biz içtihadın durdurulmasının bugün muzdarip olduğumuz fikrî, siyasi hatta fıkhî geri kalmışlığımızda çok etkili olduğuna inanıyoruz. Yenilenmeyi ve içtihadı arzuluyoruz. İslam'ın tabiatı gereği tecdid bir ihtiyaçtır. İslam, sürekli daha iyiyi araştırmaya bizi teşvik eder. İslam düşüncesi denilen olgunun geri kaldığını görüyoruz. Bunun sebebi ise içtihadın durdurulmasıdır. Bugün kendilerine hatip denilenlerin müçtehit denilen âlimlerden daha fazla olduğunu görüyoruz. Biz sadece fıkıhçıların değil ümmetin ulemasının; şeri ilimleri, İslam kültürünü öğreten âlimlerle ekonomi, tıp, sosyoloji, siyaset, askeri konularda uzman âlimlerin çağın gereklerini karşılayan kapsamlı bir fıkıh üretmek üzere bir araya gelmeleri gerektiğine inanıyoruz. Tıbbi, sıhhi, askeri vb. bugünün sorunlarıyla ilgilenen bunlara çözüm üretmeye çalışan âlimlerin çoğunun içtihatlarının bir çözüm, bir hikmet görmüyoruz. Bütün âlimlere saygı duymakla birlikte bu çağdaş sorunlarla dünya çapında ya da bölgesel çapta büyük bir âlimler heyetinin ilgilenmesi gerekir. Bu şûra kurulu, sadece şeri ilimler âlimlerini değil kendisine itibar edilen tıp, iletişim, siyaset, güvenlik, ekonomi uzmanlarını da kapsamalıdır. Böylece, bugün insanların ihtiyaç duyduğu bütün sorulara cevap veren İslami, çağdaş bir fıkıh üretilir.
İslam fıkhının yenilenmesi konusunda bahsettiğimiz heyet, sadece istişari değil bağlayıcı bir organ olmalı. Sultanın sorularına cevap veren müftünün rolünü üstlenmemeli. Bilakis halkın taleplerine tam olarak cevap verir konumda olmalı. Bu heyetin yönlendirmelerine, kararlarına, fetvalarına, yayınlarına; yasama, yürütme ve yargı alanında bütün devlet müesseseleri anayasa mesabesinde uymak zorunda olmalı. Yani İslam fıkhının yenilenmesinde istişarenin önemli bir rolü vardır.
- Peki bahsettiğiniz heyet istişari bir kurul değil mi?
Hayır. Bugün istişari kurullar, bağlayıcı değildir. Devletin en önemli doktor, mühendis, komutan, ekonomist, şeri âlimleri kurulu oluşturur ve bu kurul devletin siyasi organlarından biri olur. Nasıl siyasi düzen; yasama, yürütme ve yargı güçlerinden oluşuyorsa bu heyet de bir güç, organ olmalıdır. Bu kurul, devletin stratejisini, genel stratejiyi belirler. Bu strateji, genel siyaset yürütme ve yasama organları tarafından tartışılır. Fakat bu heyet İslam siyasi nizamının bir parçasıdır. Devlette genel yol gösterici bir rolü vardır. Görüşlerini sunan, bazılarının kabul ettiği bazılarının ise kabul etmediği bağlayıcı olmayan bir heyet değildir. Herkesin kabul ettiği bir heyettir.
- Bahsettiğiniz bu model İslami hareketlerde de uygulanabilir mi?
Öncelikle her ülkede, her devlette bir İslami hareket olmalıdır. İslami hareketlerin olması doğru değildir. Nasıl adil bir yargı, seçilmiş bir kurul, seçilmiş bir liderden oluşan yürütme organı varsa aynı şekilde İslami hareket bu kurulu oluşturmalıdır. Bu aynı zamanda Allahu Teala'nın "Eğer bilmiyorsanız zikir ehline sorun!" (Enbiya, 21/7) ayetiyle de uyumludur. Kur'an-ı Kerim "ehle'z-zikr" ifadesini kullanır. Bu kavramı bugün somutlaştıracak olursak bütün uzmanlık alanlarını kapsayan kurul olarak tercüme edebiliriz. "Temkine" ulaştığında acilen İslami yönetimin bir organı olarak böyle bir kurulun oluşturulması gerekir.
- Kadınların İslami harekette nasıl bir rolü vardır?
Toplum erkeklerden oluşuyor ya da kadınlardan oluşuyor dersek topluma kötülük etmiş oluruz. İnsanların bir kısmı erkek, bir kısmı kadınlardır. Hayat bu iki eş olmadan devam etmez. Bunun için erkek ve kadının ıslahı aynı şekilde, aynı anda ve aynı yöntemlerle olmalı. Biz erkek olsun kadın olsun İslam'ın insana hitap ettiğine inanıyoruz. Kadını kötüleyen kültürler, kadını hayatın birçok alanından uzaklaştıran, kadına erkekten daha az hak tanıyan, kadının saygınlığını zedeleyen toplumlarda kadının hakları engellenirken aslında aynı zamanda erkeğin hakkını da engellemiş olur. Çünkü dediğimiz gibi kadın toplumun bir parçasıdır, erkeğin mürebbisi ve eğitenidir. Kadını kötü duruma düşürdüğünüzde haddi zatında erkeği de aynı duruma düşürmüş olursunuz. İslam kültüründe insan azizdir, değerlidir, şereflidir; kadın ve erkek haklarında eşittir. Görevlerinde eşittir. Sorumluluklarında eşittir. Bunun için, erkek ve kadın hakları arasındaki bu ayrım ve çatışmayı İslam doğru kabul etmez. İslam, insana genel, kuşatıcı tek bir bakış açısıyla bakar. Onu şerefini güçlendirmeye çalışır. İnsanın bu hayatta önemli, büyük bir rolü vardır. Kadının hakları azdır çünkü sorumlulukları azdır türünden sözler asla doğru değildir. Kadın da tamamen erkek gibi saygı görmeli hakları kendisine verilmelidir. Kadının erkek gibi haklara sahip olmadığı yönündeki şüpheli kanaatler ya İslam'ı tam olarak bilmemekten ya da İslam'a olan kinden kaynaklanıyordur.
- Siyasi bir soruyla devam edersek İslami Cihad'ın seçimlere katılmamasının sebepleri nelerdir?
Biz Filistin'de bu sorunu aramızda tartıştık. İslami Cihad'ın seçimlerle ilgili görüşü, seçimleri boykot ve seçimlere katılmamaktır. Hamas ve diğerlerinin saygıyla karşıladığımız görüşleri, bakış açıları var. Bir Müslüman ve Filistinli olarak Filistin alanında Müslümanlar olarak İslami Cihad ve Hamas'ın bir bakış açısı, bir görüş ve bir siyaset üzerine ittifak etmesini temenni ediyoruz. Bu benim kişisel görüşüm. Bu konuyu kendi aramızda görüşmemiz gerekir ki bu, herkesin kendi içtihadı, görüşü üzerinde kalmasından daha hayırlıdır.
İslami Cihad, Filistin'in hala tamamen işgal altında olduğunu söylüyor. İşgalci güç Filistin toprakları üzerindeki her şeyi kontrol ediyor. Herhangi bir hükümet ya da yönetim işgalin gölgesi altında gelecek ve işgalin gölgesinde kalacak. Bütün tasarruflarında, bütün siyasetinde ve kararlarında işgalin rehinesi olacak.
İkinci nokta olarak İslami Cihad Hareketi seçimler altındaki sistemin temel dayanağının Oslo Anlaşması'ndan kaynaklandığını düşünüyor. Oslo Anlaşmasını ise İslami Cihad, HAMAS, Filistin Halkı hatta diğer halklar reddediyor. Oslo Anlaşması Filistin halkının ve Filistin sorunun zararınadır. Seçimleri ortaya çıkaran kanunların ve anayasanın yapımına hiçbir şekilde İslami kesim katılmadı. Bu kanunlar ve bu siyasi dayanak gölgesinde seçimlere katılmanın Filistin sorununa yarar getirmeyeceğini aksine zarar vereceğini düşünüyoruz. Seçimler dünyaya Filistinlilerin bağımsız oldukları intibaını vererek İsrail işgalini hafifletecektir. Halka hizmet sunma, yolsuzlukla mücadele gibi her ne kadar iyi niyetler taşınsa da hedeflerin gerçekleşmesi işgalin gölgesi, kontrolü ve hegemonyası altında mümkün değildir. Çünkü işgalci güç, insanların hayatını kolaylaştıracak, geliştirecek her türlü ekonomik İslami çabanın önünde duracaktır.
Fakat seçimlere girmeden önce yeni durumu beraber müzakere ve istişare edip İslam'ın ve Filistin halkının faydasının nerelerde olduğunu kararlaştırmayı temenni ediyorduk. Seçimlere girmenin faydalı olacağı hususunda anlaşabilseydik beraberce girerdik. Seçimlere girmenin Filistin halkının yararına olmayacağını kararlaştırdığımızda da birlikte seçimleri boykot ederdik. En azından bir birimizin görüşlerini mazur görecek ortak bir noktada buluşurduk. Herkes kendi kararını verdi ve bana göre bu, Filistin İslami hareketinin geleceğine zarar verebilir.
- Hamas'ın iç baskılar karşısında projelerini gerçekleştirmesi mümkün mü?
Bütün içtenliğimle Hamas'ın hedeflerini gerçekleştirmesi için Allah'a dua ediyorum. İslami Cihad'ın ve Filistin'deki bütün samimi Müslümanların aynı şekilde davranacaklarını ve Hamas'a hedeflerini gerçekleştirmesi için yardımcı olacaklarını düşünüyorum. İslami Cihad'ın yayınladığı bildirilerde ve açıklamalarda bunlar kesin bir şekilde belirtilmiştir.
- Yani siz HAMAS'ı destekliyor musunuz?
Allah'tan onlar için başarı diliyoruz. Hamas yönetime ulaştı. Filistin'in ve Filistin halkının geleceği genel olarak Hamas'ın eline geçti. Hamas'a sahih bir çizgi üzerinde yürümesi için yardım etmeliyiz. Allah etmesin Hamas'ın başarısızlığı, hataları bütün Filistin halkına zarar verecektir. Her ne kadar seçimlerden önce ihtilaf ettiysek de seçimlerden sonra projelerini gerçekleştirmesi için Hamas'la dayanışmamız gerekir. Filistin halkının yaşamını kolaylaştırma, güvenliği sağlama, direnişi güçlendirme, halkın haklarını Siyonist düşmandan koparma hususlarında Hamas'la dayanışma içinde olacağız ve onlara yardım edeceğiz. Hamas'ın bütün olumlu adımlarını destekleyeceğiz.
- Irak'taki Müslümanlar arasında yaşanan çatışmalar konusunda neler söyleyebilirsiniz?
Bu çatışmaya büyük bir üzüntüyle bakıyoruz. Biz Sünni ve Şii bütün Iraklı kardeşlerimizden acilen bu çatışmaları, bu olumsuz ihtilafı durdurmalarını istiyoruz. Bu ayrılık ve çatışmanın sebebinin İslam, iman olmadığına inanıyoruz. Aksine sebebi cehalet ya da düşmanın siyaset ve entrikalardır. Bu yüzden Iraklı kardeşlerimizin bu bataklıktan çıkmalarını diliyoruz. Kanları, malları ve ırzları birbirlerine haram olan Müslümanlar olarak bu çatışmaları bir tarafa bakmalılar. Bunlar Sünnilerin, Şiilerin ve top yekûn Irak ezilmesine, imha olmasına sebep olacaktır. Irak'ta her gruptan samimi olanların seslerini yükseltmeleri ve ortaya çıkmaları saflarını sıklaştırmaları gerekir. Müslümanlar arasındaki muhabbetin tesisi, vahdetin tesisi ve acı veren, herkesi tarumar eden bu fitnenin giderilmesi için Irak halkının birlikte hareket etmesi gerekir. Özellikle Irak'taki İslami güçlerin elbirliği etmesi İslami bir sorumluluktur.
- Son olarak Türkiye'deki Müslümanlara neler söylemek istersiniz?
Dünyadaki bütün Müslümanlara şunları söylemek isterim: Müslümanların şunu anlaması ve onaylaması gerekir: Vahdet olmadan İslami çabalar boşa gider. Müslümanlar çabalarını birleştirmeli. Evrensel İslami bir strateji, siyasi öngörü üzerinde birleşmeden, birbirleriyle oturmadan, birbirleriyle müzakere etmeden, birbirlerine karşı müstağni kalmayı bırakmadan, mutlak hakikatin, gerçek doğrunun sadece kendisinde olduğu inancından vazgeçmeden (eğer böyle inanıyorsa imanını, akidesini tazelemedir) hedeflere ulaşmak mümkün değildir. Her ne kadar ihtilaf olsa da kardeşi Müslüman olarak sorumluluklar ve haklar hususunda kendisi gibidir. Her yerdeki İslami hareket müntesiplerinin birbirleriyle oturması, birbirleriyle sohbet etmesi, birbirlerini şekillendirmesi, tek bir siyasi görüş, strateji, ortak program ve dil oluşturmaları gerekir. O zaman bütün dünya Müslümanları tek bir ümmet, tek bir topluluk olarak algılar. Böylece Müslümanlar dünyada saygı görür.
Röportaj: Mustafa EĞİLLİ