1- 7 Haziran Seçimlerinin ortaya çıkardığı en önemli sonuç AK Parti oylarındaki gerileme ve netice itibariyle AK Parti’nin tek başına iktidarının sona ermesidir. AK Parti neden kaybetti?
2- AK Parti’nin kaybetmiş olması bir bütün olarak İslami kesimin kaybetmiş olması anlamına gelir mi?
3- Önümüzdeki süreç içeride ve dışarıda İslami kimlik ve hassasiyet sahibi kesimleri ve mücadeleleri nasıl etkileyecek?
4- PKK/HDP’nin genelde Kürt halkının geniş bir kesiminde ve bilhassa da bölgede artan etkinliği Müslümanlar açısından ne ifade ediyor?
5- Bugüne dek çözüm sürecine yönelik bilhassa yürütülme tarzı itibariyle pek çok eleştiriler getirildi. Bundan sonra bu konuya nasıl yaklaşılmalı ve neler öne çıkartılmalıdır?
6- Seçimlerin sonuçlanmasından itibaren AK Parti’ye yönelik özeleştiri yapma çağrıları sıklıkla ifade edilmekte. Acaba İslami camianın da kendi açısından bir özeleştiri yapma sorumluluğu yok mudur?
1-
13 yıllık bir aradan sonra koalisyon hükümetleri yeniden ülke gündemine girmiş durumda. Koalisyon dendiğinde ilk etapta dış politika, eğitim politikaları, özgürlükler, hukukun işlemesi, askerî vesayet, küresel işbirlikçilik gibi önemsediğimiz kazanımlardan ziyade toplumsal hafızada büyük çoğunlukla enflasyonist bir ekonomik seyir, batık bankalar, rantçılık, gecelik repo ve faizlerin tavan yapması, maaşlı insanların alım gücünün düşmesi gibi olumsuzluklar akla gelmekte. Elbette bunun nedenleri geçmişte yaşanan acı tecrübelerden kaynaklanmakta. Seçim sonrası bazı analizlerde toplumun dört partiye de tek başına iktidar olabileceği oy potansiyelini vermeyerek, partiler/kimlikler arası bir uzlaşmaya ya da koalisyona işaret ettiği şeklinde yorumlarla daha doğrusu yönlendirmelerle de karşılaştık.
Oysa gerçek bu değil. İçinde yaşadığımız toplumun büyük kesiminin koalisyon hükümetlerine ilk önce ekonomik kaygılarla sıcak bakmadığını biliyoruz. Ve hatta AK Parti’nin kimlik ve politikalarından haz etmeyen kimi toplum ve sermaye çevrelerinin dahi bahse konu kaygılarını seçim sonrasında dillendirdiklerine de tanık olduk. Dolayısıyla ‘Toplumda seçim yorgunluğu var!’, ‘Seçimlerin ve seçim ekonomisinin bir maliyeti var!’ gibi üstü örtük ve AK Parti’siz koalisyonu zorlayan çevrelere ait propagandanın toplumda bir karşılığının olmadığını söyleyebiliriz. 13 yıldır ilk defa koalisyonla da olsa iktidar olabilmeye bu denli yaklaştıkları bir seçim sonucunun koalisyon dışında yeniden bir erken seçimi doğurması, özellikle CHP açısından en son istenecek bir seçenektir. Dolayısıyla Bahçeli’ye “Başbakan sen ol!” teklifleriyle yaklaşmaları, MHP’yi HDP’nin destekleyeceği bir hükümete ikna etmeye çalışmaları şaşırtıcı olmasa gerek.
AK Parti Neden Oy Kaybetti?
Önce bir ayrım yapmamız lazım. Değilse ümmet maslahatının karşısında yer alan blokun algı tuzağında buluveririz kendimizi. AK Parti seçimi kaybetmedi, bilakis seçimi birinci parti olarak kazandı lakin ciddi bir oy kaybına da uğradı. AK Parti’nin seçimi kaybetmesi başka bir şey, seçimde oy kaybetmesi başka bir şey.
Seçim sonrasında %41 oy alan AK Parti’nin seçimleri kaybettiğine dair çok yaygın bir basın/propaganda faaliyetine tanık olduk. Tek başına iktidar olamadığı için en fazla oy alan parti olmasının hiçbir kıymeti harbiyesi yokmuşçasına oluşturulan algı, AK Parti seçmenini de İslami kesimi de etkiledi. Oysa seçimin üzerinden on gün geçmeden anlaşıldı ki, AK Parti’siz bir hükümet seçeneği mümkün gözükmüyor. MHP’nin, HDP’nin içinde olduğu bir seçeneği asla desteklemeyeceği açıklamaları bu durumu daha da netleştirdi.
Diğer taraftan olası bir AK Parti-MHP veya AK Parti-CHP koalisyonunun başarılı bir hükümet icrası halinde toplumda koalisyon kavramına olumsuz bakma eğiliminin aşınabileceğini, böyle bir durumun da ilerleyen seçimlerde AK Parti’nin tek başına iktidar olabilme imkânını azaltabileceğini söylemek mümkün. Olası bir AK Parti-MHP koalisyon hükümetinin sair gerekçelerle başarısız olması durumunda ise en fazla zararı MHP’den ziyade AK Parti görür.
AK Parti’nin neden oy kaybettiğine dair çokça şey yazılıp çizildi. 7 Haziran seçimlerinde erimeyi sağlayan birçok faktörün bir araya geldiğini söyleyebiliriz:
a- Çözüm Süreci ve Kobani Olayları: AK Parti'nin başlattığı ve fıtri yönelimi ifade eden “çözüm süreci”, izlenen hatalı usul ve politikalardan ötürü Doğu ve Güneydoğu bölgesinde Kürt ulusalcılığının temsilcisi HDP/PKK yapılanmasının, kırsalda ve şehir merkezlerinde Kürt halkı üzerinde şiddet ve tehdit temelli örgütsel gücünü daha bir tahkim etmesine yol açtı. Bu çizgi, propaganda, algı oluşturma, örgütlülük becerisini özellikle Kürt ulusalcılığını ve yapılarını benimsemeyen halkı sindirmek için sonuna kadar kullandı. 6-8 Ekim olayları bölgedeki güvenlik zafiyetinin hangi boyutlara vardığını gösterdi. Çözüm sürecinin zaaflı politikaları neticesinde AK Parti, 7 Haziran'da bölgede ciddi bir oy kaybına uğradı. Benzer şekilde Kürt ulusalcılarının kendilerini Kürt halkının tek temsilcisi gibi göstermesi (kendilerini Kürt halkının tek temsilcisi gibi gösterme cüretkârlığı hususunda, çözüm sürecini yürüten hükümetin basiretsizliği HDP/PKK'nın çabalarından bir adım öndedir) zaten çözüm sürecine şüphe ile bakan veya kararsız kalan AK Parti seçmeninden bir kitleyi de MHP'den yana tercih koymaya itti.
b- Yükselen Kürt Milliyetçiliği: Seçimlerden önce de tanık olduğumuz ve hatta kimi İslamcı öbekleri de etkileyen milliyetçi bir dalganın varlığı aşikârdı. Elbette AK Parti'nin seçim öncesinde ve sürecinde izlediği hatalı dil ve üslubun da Kürt milliyetçiliğini belli oranda tetiklediğini ve Kürt ulusalcılarına propaganda malzemesi teşkil ettiğini söylemek mümkün. Ancak milliyetçi yükselişin tüm müsebbibinin hükümetin dili olduğunu iddia etmek gerçekçi olmaz. Bahse konu milliyetçi dalga, bölgenin sosyal iç dinamikleri ve aktörleriyle doğrudan ilgili. Diğer taraftan Kürt oylarının AK Parti'den kopmasının temel saikının yükselen milliyetçi dalganın değil, güvenlik zafiyetinin olduğu kanaatindeyim. 2014'te yerel seçim sonuçlarına göre AK Parti; Diyarbakır'da %35, Van'da ise %41 oy almıştı. 7 Haziran'da ise Diyarbakır'da %14,7, Van'da %20 civarında oy aldı. AK Parti'ye oy veren bölgedeki seçmenin yarısının bir yıllık bir süre zarfında milliyetçi dalgaya esir olduğunu sosyolojik açıdan söylemek mümkün mü?
Dolayısıyla 'Kürtler ihanet etti' minvalindeki ve Türk milliyetçiliğini besleyebilecek yaklaşımlara asla prim verilmemeli. Tersinden Orta Anadolu'da AK Parti'den MHP'ye kayan hatırı sayılır oyları da Türk milliyetçiliğinin yükselişine ve hatta 'Türkler de ihanet etti'ye bağlamamız gerekir.
Bu konuyla ilgili önemli bir hata da baraj meselesi. 12 Eylül kalıntısı anlamsız baraj, Kürt milliyetçiliğini besleyecek bir motivasyona dönüştü. Fazlasıyla cilalanıp parlatılan Demirtaş'ın seçim sonrası İstanbul'da gerçekleştirdiği kutlama mitingde kullandığı cüretkâr dil, barajı hormonlu oylarla da olsa ziyadesiyle aşan HDP/PKK çizgisine nasıl bir özgüven pompaladığının göstergesi oldu.
c- Gerçek ve Algı Arasında Yolsuzlukların Beslediği Tepkiler: 13 yıllık AK Parti iktidarı boyunca çok farklı kimlik ve meşrepten insanların oluşturduğu parti teşkilatı, akçeli işlere bulaşmaya müsait heterojenlikte bir yapıyı ifade etti. Özellikle belediyelerde yaşanan, malumu ilan olmuş akçeli işler epeyce bir süredir insanların tepkisini elbette çekiyordu. 17-25 Aralık algı operasyonu ile sembolleşen ancak temiz görüntü vermeyen bakanların Yüce Divan’a gitmelerinin engellenmesi ciddi bir hata idi. AK Parti'nin ya da bakanların aklanmaları için önemli bir fırsat olan bu süreç, muhalefet blokunun elinde önemli bir argümana dönüştü. Özellikle MHP'ye kayan ve AK Partili olduğu halde sandığa gitmeyen seçmenin tepkisi, yolsuzlukların üzerine gözle görülür gidilmeyişinden kaynaklandı. Davutoğlu'nun başbakan olduğunda 'İmarrantı haramdır, kardeşimiz de olsa kolunu koparırız!' söylemiyle komisyon kurulup haksız kazançların takip edileceğini deklare etmesine ve üzerinden sekiz ay gibi bir süre geçmesine rağmen bu doğrultuda görünür bir temiz siyasetin ortaya konulamaması, tüm toplumu yaraladı. Bülent Arınç ile Melih Gökçek arasındaki seçim öncesi yaşanan didişme dahi yaşanan kirliliğe dair fikir vermeye yetti. Ülke insanı özellikle 30 Mart yerel seçimlerine giderken, 17-25 Aralık operasyonlarıyla algı ve gerçeklik arasındaki yolsuzluk iddialarına prim vermedi; çünkü paralel yapının ihanetini gördü. Ancak 7 Haziran seçimlerine gelindiğinde AK Parti seçmeninin bir kesimi artık AK Parti'nin inandırıcılığına prim vermedi ve sandıkta tepkisini gösterdi. Sandıkta tepki göstermeyenler ise yolsuzlukların olmadığına olan inançlarından değil, kazanımların ve istikrarın tehlikeye girmemesi gerektiğine dair olan maslahatı ön planda tutmalarından dolayı oy verdiler.
d- Teşkilat Yapılanmaları, Aday Profilleri, Seçim Dili ve Çalışmaları: Aslında yukarıda izah etmeye çalıştığımız oy kaybı nedenlerinden daha vahimi teşkilat kadrolarıdır. Bir açıdan seçim sonuçları AK Parti'nin kendine çekidüzen vermesini sağlayabilecek bir hayrı da barındırıyor olabilir, Allahu âlem. Lakin AK Parti bunun için teşkilat kadrolarında önemli oranda değişikliğin kaçınılmaz olduğunun farkına varabilmeli ve uygulayabilmelidir.
Son seçimde iyice netleşen küresel ve yerel muhalif blokun 'başarılı' performansını bir kenara koyup değerlendirecek olur isek, AK Parti teşkilatında yer alan kadroların kahir ekseriyetinin üst ve dar kadronun kaygı, perspektif ve özverilerinden yoksun olduğunu vurgulamamız gerekir.
Ergenekon-Balyoz süreçlerinde, parti kapatılma davasında, Kürt ve Alevi açılımlarında, Kemalist vesayetin aşındırılmasında, çözüm sürecinde bölgenin temel dinamikleri olan İslami camianın kaygılarının dikkate alınmamasında, yargı-eğitim-emniyet bürokrasisindeki statükocu ve paralel kadroların tasfiyesinde (7 Haziran seçimlerinde Doğu ve Güneydoğu'daki emniyet lojmanlarından HDP ağırlıklı oyların çıkması ve Kobani olayları ile netleşen bölgedeki güvenlik zafiyetinin zirve yapması), Suriye-Filistin-Mısır'daki gelişmeler karşısında hükümetin politikalarını benimseme ve temsil edebilme, sosyal olayları takip etme konusunda mevcut kadroların ciddi yetersizlikler barındırdığını müşahede ettik. Az bir kısmı istisna mevcut kadrolarla, AK Parti'nin vizyonunu daha üst bir çıtaya taşıyabilecek bir yolculuk gerçekleştirebilmesi pek mümkün gözükmüyordu zaten.
İlaveten tüm bölgelerdeki seçim çalışmalarında ciddi bir atalet ve dil sorununun varlığı da oy kaybının önemli bir faktörü sayılabilir. İktidar yorgunluğunun ve körlüğünün beslediği, kimi zaman liyakatten ziyade dengelerin gözetildiği kadro ve aday seçimleri sandıkta en fazla tepki nedenlerinden biri oldu. Doğu ve Güneydoğu'da olduğu gibi Orta Anadolu'da da teşkilat ve sivil toplum kuruluşlarıyla gerçekleştirilen temayül yoklamaları dikkate alınmadı. Özellikle AK Parti'nin özgürlükler ve haklardan yana kazanımlarını önemseyen İslami öbek ve yapılarla nitelikli-istikrarlı istişari toplantılar yapılmadı. Yerel-küresel ölçekteki siyasal ve sosyal hadiselere ilişkin parti üst kademesinin ortaya koyduğu tutumların çoğunlukla il teşkilatlarında yansıması gerçekleşmedi. Özellikle gençlik ve kadın kolları, bölgelerdeki birkaç STK ve sendika ile vitrin kabilinden etkinliklerde yer almakla misyonlarının gerçekleşebileceğini vehmettiler. Misal olarak imam-hatip okullarının yapılanmaları, yeni nesil gençlere İslami aidiyet ve ufuk kazandırılması gibi konularda fiziki imkânlar STK/dernekçilik mantığına hapsolmuş sınırlı kurumlara tevdi edildi.
Seçim sürecinde hem Kürt hem de Türk milliyetçiliğini besleyecek zorlama argümanların özellikle zamansız ve 90'ların söylemini andıracak şekilde kullanılması da hata idi. Ümmetin ortak kazanımı olan Rabia kavramının, tek dil, tek bayrak, tek vatan, tek devlet argümanlarıyla dillendirilmesi, 'Kürt sorunu yoktur, kim var diyorsa haindir!' gibi bağlamı ve zamanı ile çok yanlış anlaşılmalara ve propagandalara malzeme teşkil edecek söylemlerden vazgeçilmeli idi. Yine 'Bakara-makara' gibi, toplumun İslami değerlerinin hafif meşrep kişiliklerce tahfif edilmesine rağmen, kadro olarak birlikte görüntü verilmesi de tepkileri biriktiren hatalardandı.
Seçim döneminde tüm bölgelerde ciddi bir atalet ve rehavet sözkonusu idi. Alan çalışmaları dar ve göstermelik nutuk atma ve ziyaretlere indirgenmişti. Özellikle Kürt illerinde durum güvenlik gerekçesi ile çok daha vahim boyutlara ulaştı. HDP ise bahse konu alan boşluğunu tepe tepe kullandı. Üstüne sandık güvenliğinin sağlanamamasından dolayı yaşanan müşahit boşluğu da eklenince, HDP bölgede adeta tek kale top çevirdi.
2-
Türkiye İslamcılığı, Sorumluluklarının Artacağı Yeni Bir Dönemin Eşiğinde
AK Parti'nin tek başına iktidar olamaması elbette İslami kesimin kaybettiği anlamına gelmez. Tabi burada İslami kesim derken çok geniş bir yelpaze söz konusu. AK Parti'ye bakış ve yüklenilen anlam açısından kabaca üç kesimden söz etmek mümkün:
İlk kesim siyasal mücadeleyi AK Parti'ye havale etmiş, dış politika konusunda ve vesayet blokunun atakları karşısında AK Parti üzerinden bir sahiplenme ve savunmayı, milli irade vb. platformlar üzerinden demeçler vererek savuşturan yapılardan oluşmakta. AK Parti'nin ümmet maslahatına uygun politikalarını 'İslami kimlik' ekseninde analiz edebilme zayıflığı, bahse konu kesimi AK Parti'nin ancak samimi takipçileri kılmakta. 7 Haziran öncesinde platformlar kanalıyla yapılan açıklamaların yerini, seçim sonrasında derin sessizlik ve moral bozukluğu aldı. Parti kapatılması sürecinde ve Gezi olaylarında olduğu gibi ne yapacağını bilememe ve moral bozukluğunun en fazla yaşandığı kesim de burası oldu.
İkinci kesim nicelik olarak az olsa da din usulüne hapsedilen siyasal retorikler açısından Türkiye İslamcılığının donuk düşünsel ve örgütsel öbeklerini ifade ediyor. Mücadele fıkhını, dilini ve durum değerlendirmesini (toplum-sistem) yenilemeyen bu öbekler içerisinde Suriye devrimini fiilen destekleyenler de mevcut. Bir tarafta Suriye cephesindeki cihadın desteklenmesi beklenirken sırf demokrasi kavramına olan 'mesafe'yi koruyabilme adına, hikmetli maslahatı gözetmeden Suriye devrimini ve devrimi yapan halkı türlü risklerine ve eksikliklerine rağmen destekleyen tek hükümet olan AK Parti'nin hayat memat savaşı olan 7 Haziran seçimlerine ilişkin tek bir gündem dahi yapılmaması nasıl bir tezatlıktır?
Her seçim arifesinde olduğu gibi Müslümanların gelecek tasavvuruna dair hikmetli ve istişari değerlendirmelerin yerini, ilgisizliğin beslediği siyasal ve sosyal gelişmelerden kopuk oy verme tartışmaları alırken, seçim sonrasında yaşanan suskunluk acaba üzüntüyü veya beklenmeyen bir durumu mu yansıtıyor; henüz meçhul. Olası bir siyasal süreçte kendileri de dâhil İslami kesimin yararlandığı kazanımların erimesi söz konusu olur da halen 'sistem dışı' kalma adına üzüntü/kaygı duyulmayacaksa zaten kaybetmekten bahsetmek de anlamsız olur. Tıpkı satranç oyuncusunun kendisini oyunun dışında görüp 'ben zaten kaybetmiyorum ki' demesi gibi garip bir durum!
İslami Mücadele AK Parti Yokken de Vardı
Üçüncü kesim ise içerde özgürlükler ve haklar konusunda, dışarda ise İslami hareketlerin ve halkların onurlu direnişleri neticesinde elde edilen kazanımları istikrarlı ve uzun İslami mücadelelerinin meyveleri olarak görüp, 7 Haziran seçimlerinde içerde ve dışarda tüm bu kazanımların gerilemesi/erimesine dair kaygı taşıyan, tedirginlik duyan yapılardır. Tıpkı Cafer b. Ebu Talip öncülüğünde Habeşistan'a var olabilme ve açılım kaygısı ile hicret etmiş Müslümanların, kendilerine alan açan Necaşi kralına darbe yaparak iktidardan düşürmeye çabalayan kendi toplumunun darbecilerine karşı Necaşi'yi aktif olarak desteklemeleri örneğinde olduğu gibi.
Bu yapılar dışarda veya içerdeki her bir kazanımı-kaybı, tüm dünya Müslümanlarının ve İslami hareketlerin kazanım-kayıpları olarak görmekteler. Dolayısıyla AK Parti'nin seçimden iktidar partisi çıkmamış olması elbette mücadelenin sona erdiği veya kaybedildiği anlamına gelmez. Bu kesimin İslami mücadelesi AK Parti yokken de vardı ve hatta kazanımların elde edildiği birçok kritik konuda bu kesimin istikrarlı çabaları AK Parti'nin önünü açmış, elini kolaylaştırmıştır. Yine bu kesim işlenen hatalar konusunda AK Parti'nin uygun dil ve araçlarla inzar edilmesini de emr-i bi'l maruf nehy-i ani'l münker çerçevesinde değerlendirmektedir.
Tutarlılık açısından; neden oy kaybettiğine dair vurgular yapıyor isek uygun kanallar ile eleştiri ve tavsiyelerimizi de dikkate alınacak kadrolara iletebilmeliyiz. Değilse sevinmeye de üzülmeye de hakkımız olamaz. Ve bundan sonraki süreçte İslami kesim çok daha özverili bir mücadele yürütmesi gerekecek.
3-
İslami Kesim Taleplerini Daha Güçlü Dile Getirmeli
Öncelikle AK Parti'nin oy kaybetmiş olmasından ötürü gerek yerli gerekse küresel ümmet düşmanlarının ağızları kulaklarına vardı. Bu açıdan seçim sonuçları içerde paralel yapının, Kürt ve Kemalist ulusalcıların dışarda ise İslami hareketlerin düşmanı Batı ve Doğu emperyalist blokun ümmet maslahatını ve kazanımlarını eritmeye yönelik politikalarına hız verecekleri bir motivasyona dönüştü.
Dışarda mazlumların, statüko-diktatör karşıtı hareket ve halkların sesi-hamisi olan AK Parti'nin, koalisyon durumunda seçim öncesine oranla dış politikasında duyarlılık ve iradesinde aşınma olması muhtemel. 2011 öncesinde olduğu gibi dengeleri fazlasıyla gözeten bir AK Parti profili, içerde ve dışardaki İslami kesimler açısından gerilemeyi ifade edecektir. Doğrusu en kötü durumda dahi içerde 28 Şubat yoğunluklu yasakçı bir sürecin yaşanabilmesi toplumsal dinamikler açısından mümkün gözükmüyor. İmam-hatipler, başörtüsü düzenlemeleri, kesintisiz eğitim, ant saçmalığı, Milli Güvenlik Dersleri gibi konularda yasakçı günleri görmeyiz, lakin bahse konu düzenlemelerin anayasal güvence altına alınabilmesi de muhtemel gözükmüyor artık. Bu açıdan İslami kesim rehavet zincirlerinden kurtulup, kazanımlarının daha fazla takipçisi olma sorumluluğunu omuzlamalı.
Koalisyon halinin AK Parti'nin Mısır-Filistin-Suriye gibi İslam coğrafyasında ümmet bilincini ve dayanışmayı yeşerten politikalarında zayıflamayı getirmesi de muhtemel. Bu bağlamda dünya kamuoyunda gündemleştirme çabaları olan Cumhurbaşkanı yalnızlaşacaktır. Elbette böylesi bir durumdan en fazla da Suriye direnişi ve muhacir kardeşlerimiz etkilenecektir. İslami kesimde Suriye konusuna olan ilgisizlik daha da artabilir, Allahu âlem.
4-
Kürt İllerindeki Kardeşlerimiz HDP/PKK Faşizmine Teslim Edilmemeli
Seçim sonuçları, HDP/PKK'nın cüretkârlığını ve bölgede tahakkümcü tavırlarının dozunu daha da artırmasını besleyecektir. HDP'nin, anlamsızlaşan barajın altına inmesi de bundan sonra muhtemel gözükmüyor. Kürt ulusalcılığı, LGBTİ, liberaller, CHP'den umudunu kesmiş sol ve Gezi nesli açısından 'ezilenlerin hamisi' payesi gibi seküler temelli bir kimlik ve rol biçilen HDP, Kürt ulusalcılığını aşan bir vizyonla artık Batı dünyasının da gözdesi olarak görevini icra edecektir.
Bu arka plandan hareketle HDP/PKK, bölgede otoriter kimliğini pekiştirecektir. Bu otoriter kimlik, seküler Kürt milliyetçiliğinin daha da yükselmesi riskini barındırıyor. Çözüm süreci ile dağdaki silahlı gücünü şehir merkezine yapılandıran örgütün önündeki en önemli engel; İslami yapılar, öbekler ve kanaat önderlerinin toplum üzerindeki inisiyatifleri ve çabalarıdır. Bu geçmişte de böyleydi ancak çözüm sürecinin yanlış muhatap ve güvenlik politikası, son olarak şehit Aytaç Baran örneğinde olduğu gibi gün ortasında dahi kendi politikalarına engel gördükleri İslami şahsiyetleri katletme cüretini pekiştirdi. Artan baskının okullardan sokağa işyerlerine ve hatta evlere kadar uzanması, özellikle İslami kesimin odağında olan çocuk-genç-üniversitelere yönelik İslami aidiyet ve bilinç kazandıran çalışmaların da büyük oranda kesintiye, erimeye uğraması anlamına gelir.
Bölge Müslümanlarının Kürt ulusalcılığının diktatoryal ve faşist iklimine teslim edilmemesi, Türkiye İslamcılığının temel gündem ve çabaları içerisinde yer almalı. Aksi halde kaybedenler bölge Müslümanları değil, bir bütün olarak Türkiye İslami mücadelesi olacaktır.
5-
Kürt Halkının Tek Temsilcisinin HDP/PKK Olmadığı Fiilen Gösterilmeli
Çözüm süreci devam ediyor olsa da olmasa da hükümetin acilen şu hususları ön plana çıkartması gerektiği kanaatindeyim:
a) Çözüm süreci bir bütün olarak cumhuriyetin kuruluşundan itibaren Müslüman ve de Kürt kimliğinin inkâr edilen haklarının iade edilmesi için başlatıldı. Geldiğimiz noktada kısmen anadil konusu hariç, inkârcı politikaların süreçle birlikte sonlandırıldığı açıkça, ancak 'devletçi' olmayan bir dille ifade edilmeli.
b) HDP'nin parlamentoda siyaset imkânlarının daha da artması ile artık silahların bırakılması sorumluluğunun HDP'de olduğu vurgulanmalı. Çözüm süreci ile gerçekleşen özgürlüğün anayasal güvence altına alınabilmesi için silahların ve silahlı güçlerin tasfiye edilmesi gerekliliğinin altı çizilmeli.
c) Güvenlik zafiyetini sonlandıracak, bölge halkının güvenlik kaygısı taşımayacağı emniyet ve asker yapılanmasının ivedilikle tamamlanması elzem. Bilhassa şehir merkezlerinde silahsızlanmayı sağlamak amacıyla silah edinilmesine yönelik kısıtlamaların sıkı denetimi yapılmalı, bu minvalde KCK yargılamalarında olduğu şekliyle değil ancak hukuki takibatların da yoğunlaştırılabilmesi için bölgedeki hâkim, savcı, emniyet, istihbarat yapılanmasının paralelden arındırılıp revize edilmesi gerekir. Zikrettiğimiz öneriler, bölgedeki kardeşlerimizin öncelikli olarak güvenliklerinin sağlanmasına yöneliktir.
d) Çözüm süreci devam etse de etmese de hükümet veya devlet kurumları, bölgedeki İslami kurumları ve kanaat önderlerini en az İmralı kadar muhatap almalıdır. Bahse konu muhataplık görünür olmalı, medya araç ve ajansları aracılığı ile gündem edilmelidir. İslami kesim, STK, sendika, kanaat önderlerinin görüşleri dikkate alınmalı ve uygulamaya geçirilmelidir. Kürt toplumunun tek temsilcisinin HDP/PKK olmadığı fiilî olarak gösterilmelidir.
e) Bölgede gerçekleşebilecek her türlü provokatif eylemlilikler hızlı kriminal çalışmaları ile sonuçlandırılıp kamuoyu ile paylaşılmalıdır. Bölgede STK, kanaat önderleri, vekiller, meclis izleme komiteleri gibi unsurların bileşkesiyle insan hakları izleme komitesi oluşturulmalı, HDP/PKK'nın propaganda amaçlı kullanabileceği tüm gelişmeler kamuoyu ile şeffaf bir şekilde paylaşılmalıdır. Bölge halkı doğru bilgilendirilip, propagandanın önü alınmalıdır.
f) Çözüm süreci devam ettirilecekse Öcalan'ın muhataplığı ön planda tutulup, Kandil'in seçim sonrasında HDP üzerinde iyice belirginleşen direktiflerinin pasifize edilmesine çalışılmalıdır.
g) Seçim çalışmaları doğrultusunda il teşkilatları, belediye başkan ve vekil adayları, kamuoyu ve STK teamüllerinin ön planda olduğu kriterlerle belirlenmeli. Bölgenin sosyal dokusunu ve dinamiklerini yakından takip edip analiz edebilecek liyakatte kadrolar belirleyici olmalıdırlar.
h) Seçim barajı ya tamamen kaldırılmalı ya da %5 gibi sembolik bir düzeyde kalmalı.
ı) Seçim dönemlerinde özellikle sahada yapılacak çalışmalarda güvenlik kaygısının taşınmadığı ve liyakatli çabaların ortaya konulduğu kampanyalar yürütülmeli.
i) Sandık müşahitlerinin görevlerini eksiksiz yapabilecekleri ve sandık güvenliğinin tesis edildiği kifayetle seçime gidilmesinin sağlanması.
6-
İslami Kesim Önce Kendisini Sonra AK Parti'yi Eleştirsin
AK Parti 7 Haziran seçimlerinden oy kaybı ile çıkmasa idi, büyük olasılıkla bugün tanık olduğumuz eleştiri oklarına bu denli hedef olmazdı. Burada kastettiğimiz bahse konu eleştirilerin değersiz olduğu değil, ciddi bir tutarsızlık ve sorumsuzluk illetinin İslami kesimde yer etmiş olduğudur. AK Parti'ye özeleştiri ve muhasebe çağrısı seçim sonuçlarına göre değil, icra ettiği politikaların adalet ve fıtrilik istikametine göre şekillenmeli.
İslami kesim en temelde şu özeleştiri ve muhasebeyi yapmalı; Türkiyeli Müslümanlar İslami mücadeleleri açısından ortaya çıkan imkânları ne ölçüde değerlendirdi veya değerlendiriyor? Yolsuzluklarla adı anılan AK Parti kadrolarıyla ilgili haklı olarak yöneltilen eleştirilerle birlikte, acaba kendilerinin iktidarla siyasal ve ekonomik ilişkileri, tüketim alışkanlıkları ve modern yaşamın popülist kuşatmalarıyla ilgili ne kadar özeleştiri yapıyorlar? Medya programlarından tatil anlayışlarına, gençlerin İslami bilinçlerinin yeşertilmesinden cemaat ilişkilerine kadar acaba ne kadar İslami ahlaka uygun bir yaşam tarzı sergileniyor? İslami kesimi de belli oranda kuşatan yozlaşmaların temel müsebbibi AK Parti mi yoksa kendi zaaflarımız mı? İslami kesimin çözüm süreci ve Suriye meselesine olan ilgisinin neden AK Parti'nin gerisinde kaldığına dair bir özeleştiri var mı? İslami camianın, kendisinin iddia ettiği ancak yapmadığı ve AK Parti'den beklediği icraatlar için eleştirme hakkı asla olamaz.
Rabbimiz bizlere, söylemleri ve eylemleri tutarlı muslihun adayları olarak can vermeyi nasip etsin. Âmin.