Yvonne Haddad, Amherst'e Massachusetts Üniversitesi İslam Tarihi kürsüsünde profesördür. Orta Doğulu Araştırmaları Derneği'nin eski başkanı olan yazar, İslami hareketler ve ABD'deki Müslümanlar hakkında birçok incelemenin sahibidir.
Haziran 1967 Savaşı'ndan çeyrek yüzyıl sonra, Orta Doğu'nun ideolojik manzarası ciddi şekilde değişti. İslami diriliş revaç bulurken, 1967'de hakim olan Arap milliyetçiliği ve sosyalizmin çekiciliği hızlı bir şekilde güç yitirdi. İslamcı1 ideoloji savaş vasıtasıyla ortaya çıkmadı, fakat savaşın sonucu İsrail ve ABD'nin daha sonraki politikalarıyla geçerlilik kazanacak gibi görünen bir anlayışı tasarlamak ve tanımlamak için bir çerçeve temin etti.2
İsrail'in Mısır'a saldırısı -İslamcıların literatüründe el-udvan kavramıyla yani saldırganlık, haddi aşma hareketi olarak değerlendirilir- ve Batının savaşa tepkisi ve bu tepkinin kötü sonucu birçok Müslüman arasında nefret uyandırmaya devam etti. Daha önceki çatışmalardaki Arap mağlubiyetlerinden sömürgecilik sorumlu tutulurken,3 1967'de Araplar kendilerini ve liderliklerini suçlama eylemine girdiler. Mağlubiyetin sebeplerinin algılanması siyasi ilişkilere ve ideolojiye göre çeşitlilik arzediyordu.
Liberaller ve laikler mağlubiyetin, "geri kalmışlıklarının" temel sebebi olan geleneğe esaretten kendilerini kurtaramamalarının bir sonucu olduğunu iddia ettiler. Onlar modern dünyada başarının ve Avrupa'yla başbaşa olmanın tek yolunun demokratikleşme ve Batılılaşma anlamına gelen modernleşme olduğuna inanıyorlardı.
Sosyalistler geleneğe bağlılığın bu durumdan sorumlu olduğunu onaylarken mağlubiyetin İslamcı güçlerle uzlaşmanın sonucunda ortaya çıkan melez karakterli İslam sosyalizminin bir sonucu olduğunu ileri sürdüler. Gelecekte başarılı olmanın tek yolu, Arap milliyetçiliği ve İslam sosyalizmini başarısız deneyimler olarak reddetmek ve mükemmel işleyen devrimci Marksist laik bir programı hayata geçirmekti.
İslamcılara göre ise savaş, gelişme ve modernleşmeye ulaşmanın vasıtaları olarak teşvik edilen yabancı ideolojilerin vaatlerine duyulan yanlış güvene bir cezaydı. İnançtan sapmanın boyutları çok büyük olduğu için mağlubiyet yakıp yıkıcı olmuştu.
1967 mağlubiyeti Arap dünyasındaki İslami dirilişin gelişmesinin kesinlikle tek sebebi değildir. Buna karşılık değişim anı, ümmetin ve Arap ulusunun ferdi ve toplumsal hafızasında kriz noktası olarak belirtilen bu mağlubiyet önemli bir olay haline gelmişti. Uluslararası düzenin soruna Araplarca adil kabul edilebilecek bir çözüm getirmedeki başarısızlığı, İsrail'in Arap devletleri pahasına güçlenmesi, Soğuk Savaş'ın dinamikleri ve İsrail'in dini kimlik üzerine kurulu bir devlet olduğu anlayışının artması güçlü olabilmenin biricik yolunun İslam'dan geçtiği çağrılarını kuvvetlendirdi. Savaş egemen milliyetçi ve sosyalist gündemin iflasını kanıtladı. İslamcılık kendisini kesin bir zaferin vaadiyle bir alternatif olarak sundu.
Bu makalede İslam dışında bir kurtuluş ve alternatif olmadığını söyleyenlerin çekiciliğini artırırken birçok Arap'ın başarısızlık ve çaresizlik duygularını pekiştiren Orta Doğu'daki olayları gözden geçirmeye çalışacağım. Ayrıca bu çalışma Ezher İslami Araştırma Akademisi'nin 4., 5.v e 6. toplantılarının raporlarını göz önüne alarak savaşa ilk İslami tepkiler literatürünü analiz edecektir.4 1960'ların başlarında Mısır Devlet Başkanı Cemal Abdünnasır tarafından yeniden organize edilen akademi, devletin kendi ideolojisini uygulamak, savunmak ve haklı göstermek umuduyla çeşitli programları geçeli kılmak için İslami bilgiler sağlamakla görevlendirildi. Konferans bildirileri ve ileri sürülen yorumlamalarda özetlenen İslami tepkiler "resmi İslam'ı" temsil ediyorken, bu kavrayışlar on yıl sonra İslamcıların hakim söylemi için bir temel olma vazifesi gördüler. Akademi toplantılarının tebliğleri mahiyet itibariyle polemiksel eğilimliydi. Çünkü bu raporlar inananların duygularına inerek onları sabır ve sebatla davranmaya ve davalarına kendilerini adamaya teşvik ediyor.
İslamcılık: Çeyrek Yüzyıllık Güçsüzleştirmeye Tepki
1970'ler ve 80'ler boyunca Soğuk Savaş'ın meydana getirdiği siyasi hava, Birleşmiş Milletlerin kendi kararlarını uygulamadaki bariz yetersizlikleri, işgal edilmiş bölgelerde "oldu bittiler yaratmayı" hedefleyen İsrail'in politikaları ve faaliyetleriyle hızlanan olaylar zinciri, bu tür hareketlere Amerika'nın verdiği kararlı desteğin algılanması ve Arap uluslarının İsrail'in 1967 başarısına karşılık olarak etkili tedbirler almadaki başarısızlıkları Arap-İsrail anlaşmazlığında İslamcı görüşü inanılır kıldı:
Arap ulusu Filistin mücadelesinde ortak bir görüşe sahip olamamıştır. Bu mücadele bazen şeref yani milliyet meselesi, bazen gasp edilmiş toprak ve mülk, mahrum bırakılmış insanların mücadelesi veya işgal edilmiş olma duygusuyla birbirlerine bağlanmış insanların mücadele meselesi, bazen de milletler oyununun bir parçası olarak değerlendirildi. Bu anlayışların hiçbirisini reddetmemekle birlikte, İslam tüm bu nedenleri çatışmanın temel nedeni olarak görmektedir. Filistin mücadelesi İslam'ın temsil ettiği Hak ile, Siyonizm ve destekçileri ile uluslararası istikbar, ateizm ve Haçlı seferciliğinin temsil ettiği Batı arasındaki bir mücadeledir.5
İsrail'in Kudüs'ü ve çevresini Yahudileştirme gayreti İsrail'in Filistin halkını reddetmesinin altını çizen dini faktöre ışık tutar. Ayrıca 1969'da Mescid-i Aksa'da Avusturyalı fundamentalist bir Hıristiyan tarafından başlatılan yangın şu anda doğrudan tehdit edilen Kudüs'ün dini önemini defalarca belirtmek için bir fırsat sağlamakla kalmadı, aynı zamanda İslam dünyasının büyük potansiyelinden yararlanmak için anlaşmazlığı İslamileştirme ihtiyacını ortaya koydu.
İslam Konferansı Örgütü İslam'ın kutsal yerlerine karşı ortaya çıkan bu tehdidin bir sonucu olarak 1969'da kuruldu. Bu örgüt hukuki ve kanuni meselelerle ilgili mevzuları müzakere etmek için çeşitli ülkelerden ulemayı bir araya getiren İslam dünyası Birliği [Rabıta]'nden farklı olarak eğitim, kültür ve politika konularıyla ilgilenen hükümet yetkililerini topladı.6 Başkan Nasır'ın İslam Konferansı'na katılmadaki gönüllülüğü zayıflığının kabulüydü; çünkü bu gönüllülük önceki politikalardan anlamlı bir ayrılmaya delalet ediyordu. Nasır 1967'de Suudi Arabistan ve İran tarafından teklif edilen ve İslam Konferansı'nın bir müjdecisi olan "İslam Paktı"na ateşli bir şekilde muhalefet etmişti. Nasır; paktı, kendisini NATO'nun bir aracısı durumuna getiren bir hile ve emperyalist güçler ABD ve İngiltere tarafından tahakküm edilen Bağdat Paktı'na bir kılıf olarak görmüştü.7 Nasır için İslam Konferansı Örgütü'ne katılmak, Arap Birliği dışındaki İslam ülkelerinden daha geniş bir destek ihtiyacının kabulünü gösteriyordu.
1970'lerdeki çeşitli olaylar Arap güçsüzlüğünün, bağımlılığının ve mağlubiyetinin devamlı hatırlatıcıları olarak gelmişti. 1973 Arap-İsrail Savaşı, Mısır basınında ABD'nin İsrail'i desteklemek amacıyla yaptığı müdahaleyle tersine dönen bir Arap zaferi olarak tanımlanır. Süveyş Kanalı ve Bar Lev Hattı'nın ilk olarak geçilmesi Arapların savaş teknolojisini kullanabileceklerini ve etkili bir şekilde savaşabileceklerini kanıtlayarak Araplar üzerindeki utanç örtüsünü kaldırdı. Birçokları bu geçişi İslami bir zafer olarak algıladı; çünkü o Bedir (İslam'ın ilk zaferi) kod adını taşıyordu ve "Allah-u Ekber" sloganını kullanıyordu.8 Diğer taraftan ne Sovyetler Birliği, ne de ABD'nin 1967'de İsrail tarafından işgal edilen bölgeyi kurtarmak için Arap çabalarına aktif olarak destek vermemesi Arapların yalnızlık duygusunu artırdı ve Araplar ve İsrail'le ilgili ilişkilerde Batı ve Sovyetler Birliği tarafından kullanılan çifte standardın başka bir şekli olarak değerlendirildi.
İlaveten 1975'te Lübnan İç Savaşı'nın başlaması, Arap milliyetçiliği ve sosyalizmine daha ciddi bir darbe indirdi ve Hıristiyan Arapların Arap ulusuna bağlılıkları hususundaki şüpheleri haklı çıkardı. Lübnanlı Hıristiyan milislerin Lübnan'daki Müslümanlara ve Filistinlilere karşı İsrail'le işbirliği yaptığı anlaşıldı. İç savaş ve dinamikleri İslamcılar arasında İslam'a karşı bir Hıristiyan-Yahudi komplosu olduğu görüşünü kuvvetlendirdi.
Likud Partisi'ni ve Menahem Begin'i iktidara getiren 1977 İsrail seçimleri Arap-İsrail anlaşmazlığında resmi seviyede bir dönüm noktası teşkil etti. Begin işgal edilmiş bölgeleri İncil'deki Judea ve Samaria isimleriyle zikretmede ısrarlı davranıyor ve bölgeye sahip olmanın ilahi bir takdir olduğunu iddia ediyordu. Böylece özünde siyasi ve bölgesel olan anlaşmazlığa dini bir boyut eklemiş oldu. İşçi Partisi sessiz ilhakını barış kelimeleriyle ifade etmede oldukça dikkatliyken, Begin coşkulu bir içimde düşmanın yok edilmesi çağrışımlarına yol açıyordu. Birçok İslamcının gözünde anlaşmazlık artık Yahudilerle Yahudi olmayanlar arasındaydı.
Begin bir Filistin direniş gücü olan Filistin Kurtuluş Örgütü'nü yok etmede oldukça istekliydi. Bu durum onun İsrail'in uzun vadeli sert cezalandırıcı tedbirler uygulama kapasitesini gösterme isteğini artırdı. Bu vaziyet İsrail'in Irak, Ürdün ve Tunus'ta giriştiği saldırılar ve 1978'de Güney Lübnan'a girmesiyle açıklık kazandı. Güney Lübnan'a karşı yapılan bu harekat Lübnanlı bir subay olan Saad Haddad'ın kuvvetlerinin Hiyam Camii katliamını yapmalarına yeşil ışık yakmıştı. Saad Haddad, İsrail'in kendi ilan etmiş olduğu "güvenlik bölgesinde" İsrail'in vekilliğini yapan Güney Lübnan Ordusu'nu organize etmişti.9
Bu esnada 1979 İran Devrimi'nin başarısı İslamcılara sarsılmaz imanın ve Allah'ın davasına teslim olmanın en güçlü düşmanı bile alt edebileceğini gösterdi. Bu devrim inanmış bir halkın Siyonist ve Amerikan güçleri tarafından desteklenen ve silahlandırılan en kuvvetli bir zalimi devirebileceğini gösterdi ve inananlar için Kur'an'ın kesin zafer vaadini onayladı.
"Müslüman" Batı Beyrut'un vahşice bombalanmasını da beraberinde getiren Lübnan'da 1982'de İsrail tarafından işgal edilmesi, Şabra ve Şetila katliamlarıyla en yüksek noktasına ulaştı.10 FKÖ'ye söz vermesine rağmen Amerika'nın masum kurbanları korumadaki başarısızlığı ve Arap ve Müslüman devletlerin bu durumu parmaklarını kıpırdatmaksızın seyretmeleri halkın çaresizliğinin bir göstergesiydi. Devam edegelen bu kriz birçok İslamcının gözünde Hizbullah dışında hiçbir gücün İsrail güçlerine karşı koymak için bir irade ve kuvvete sahip olmadığının açık kanıtlarını oluşturdu. Bu durum yalnızca İslam'ın halka güç verebileceği ve İsrail'e karşı mücadele edip, onu yenilgiye uğratabileceği görüşünü güçlendirmişti.
Bazı İslamcılar 1990-1991'deki Çöl Kalkanı ve Çöl Fırtınası Operasyonu'nu "Çöl Tuzağı Operasyonu" olarak isimlendirdiler. Çünkü onlar bu operasyonları İsrail'in ciddi bir düşmanının ortadan kaldırılmasının vasıtaları olarak görüyorlardı. Batı yani ABD'nin İsrail'i silahsızlandırmaksızın Irak askeri gücünün yok edilmesinde ısrar etmesi İslamcı dünya görüşünü destekler mahiyette gözüküyordu. Bu İslamcı görüş "İsrail meselesi"nin11 temelinde dini düşmanlık ve fanatizmin yattığını ileri sürmektedir. Bazıları ise, bu durumu İslam'ı yıkmak için Haçlı-Yahudi çabalarının devamı olarak görüyordu.12
Dini Diriliş ve 1967 Savaşı
Savaşlar genelde, ölüm ve yok oluşla tehdit edilen halkların dini inançlarını yoğunlaştırıcı eğilime sahiptirler; 1967 Savaşı ise üzerine savaşılan toprağın kutsal tarihi göz önüne alındığında, daha önemli bir etkiye sahiptir. Bu savaş sadece Müslüman halkın dini duygularını kuvvetlendirmedi; aynı zamanda Yahudi ve Hıristiyan fundamentalistlerin ve aşırı uçların da dini duygularını kuvvetlendirdi. Her grup savaşın sonuçlarını inançlarının öğretileriyle uyumlu olarak değerlendirdi. Tek tanrılı dinlerin (İslamiyet, Yahudilik, Hıristiyanlık) kutsal kitapları Allah'ı kainatın, kaderin ve tarihin hakimi olarak tanımlarlar. Allah olaylara hakimdir. Milletlerin ortaya çıkışı ve yok oluşu, medeniyetlerin gelişmesi ve gerilemesi, savaş galibiyetleri ve mağlubiyetleri Allah'ın takdiri ilahisinin ya da lütfunun bir sonucu olarak algılanır.
1967'den sonra Yahudi ve Hıristiyan fundamentalistlerin inanç ve faaliyetleri İslami tepkiyi ateşlemede etkili olmuştur. Savaş, İsrail ve ABD'deki bazı aşırı Yahudi gruplarının cazibesini artırmıştır. Bu gruplardan biri olan Gush Emunim'ın kurucusu (Haham) Abraham İsacc Ha-Cohen Kook Yahudilerin Amalek'i ortadan kaldırmak için Allah tarafından yönetildiklerini düşünüyordu. Onun taraftarları Amalek'i Filistin'in Müslümanları ve Hıristiyanları olarak tanımlamaktaydılar.13 Bazılarının "Brooklyn Kovboyları" olarak isimlendirdiği Kook'un taraftarlarının büyük bir çoğunluğu ABD'dendi. Bu kişiler göçmen hareketinde oldukça aktiflerdi ve Filistin topraklarını ele geçirerek ve Yahudi savunma Birliği'nin kurucusu Haham Meir Kahane'yi de etkiledi. Meir Yahudi olmayan Filistin halkından, sökülüp atılması gereken bir kanser olarak bahsediyordu.14 İşgal altındaki bölgelerdeki aşırı Yahudilerin militan aktiviteleriyle birleşen bu düşünceler Müslümanların öfkesini kışkırtmaya devam etti.
Savaş aynı zamanda ABD'deki Hıristiyan fundamentalistler ve Mısır Kıptileri arasında yeni bir coşkunluğu harekete geçirdi. Savaş ABD'de Pat Robertson'un haçlıvari televizyon kampanyasının olduğu kadar, Moral Ajority hareketinin de çekiciliğini arttırdı. Her ikisi de savaşı tarihte belirleyici bir olay, Millenium'u* müjdeleyen ilahi bir müdahale anı olarak değerlendirdiler. Robertson'un yaptıkları özellikle önemlidir. Çünkü o İsrail işgali altındaki Güney Lübnan'daki Star of Hope televizyon istasyonu aracılığıyla kendi dünya görüşünü savunmaya devam ediyor ve bu yayınlar İsrail'de olduğu kadar, Lübnan, Ürdün, Suriye ve Kuzey Suudi Arabistan'da da izlenebiliyordu. Pat Robertson savaşın Hıristiyan iktidarının sona erdiğini gösteren Allah'ın bir işareti olduğunu ısrarla belirtiyordu. Bu durum ABD'nin Vietnam'da kaybetmesiyle belirginleşmişti ve artık Yahudi hakimiyetinin dönemi başlıyordu. Robertson bu yüzden dinleyicilerinden yalnızca dünya çapındaki kampanyasını desteklemek için yardımlar göndermelerini istemiyor, aynı zamanda el-Aksa'nın yıkılması için dua etmelerini de istiyor. Böylece aşırı sevinç için gerekli bir ön şart olan Yahudi tapınağı inşa edilerek İsa'nın ikinci gelişi hızlandırılabilir.
Hem Temple Mount Vakfı ve Kudüs'teki Uluslararası Hıristiyan Elçiliği gibi diğer fundamentalist Hıristiyan grupların, hem de Pat Robertson'un mabedin yeniden inşa edilmesi yönünde yaptıkları vurgu havanın gerginleşmesine yardım etti. Bu vurgu Hıristiyanların da İslam'ın ve onun kutsal yerlerinin yıkılmasıyla meşgul oldukları düşüncelerine haklılık kazandırdı.15 Bu düşünceler 1969 el-Aksa yangınıyla aşırı hızlı bir şekilde arttı.
Son iki yüzyıl boyunca Müslümanlar İslam'ın öğ8retilerinin zamanın ihtiyaçlarıyla uyumlu hale getirilmesi teşebbüsü olarak tanımladıkları inanç ihyasıyla meşgul oldular. Hz. Muhammed'in hadisine göre Allah her yüzyılda bir inanç yenileyicisi olan bir müceddit gönderecektir. Müceddidin görevi inancı kültürel eklemelerden temizlemek ve bu inancı oluşum dönemindeki gelenekler uyarınca yeniden teşkil etmekti. Bu işleri vahyedilen İslam ile yaşanılan İslami hayat arasında yakın bir uygunluğu devam ettirme amacıyla yapacaktır.
Bu yüzyılda İslami ihyacı çabalar sömürge yönetimi altında Batı'yla tecrübe edilen yakın karşı karşıya gelmeye bir tepki haline gelmiştir. Sömürge yönetimi küstah ve otoriterdi. Üstelik Batı bu küstah sömürgeciliğini, bir ahlaki zorunluluk, Avrupa'nın aydınlanması aracılığıyla dünyanın geri kalan kısmıyla paylaşılması gereken bir medenileştirme misyonu gibi gösteriyordu. Batılı sömürgeciler yalnızca İslami kültürel örnekleri aşağılamadılar, onlar ayrıca dinin kendisini gerici ve tepkici olarak tanımladılar. Din, sosyal geriliğin en önemli bir sebebiydi. Müslüman ülkelerdeki Hıristiyan misyonerler İslam'ı İsa karşıtı olmakla suçladılar. Misyonerler ayrıca modern dünyaya katılmak için Müslümanları Hıristiyan olmaya davet ettiler.
Mısırlı Abduh ve öğrencileri gibi ihyacılar 20. yüzyılın ilk yarısında inancın ıslah ve tecdit edilmesiyle uğraştılar. Onlar İslam'ı Avrupai modern, liberal ve insancıl ilke ve değerlere göre yeniden yorumlayan önemli bir külliyat oluşturdular. Nasır rejimi kitleleri gelişme için harekete geçirme çabasında tecdit terimini yeni bir uyarlamaya tabi tuttu. Tecdit görevi bu işin ehli olmayan çok sayıda insana yüklendi. Bu kişilerin arasında bulunan kabine üyeleri inancın yeniden yorumlanmasını temin etmekle yükümlü tutuldular. Böylece inanç, devlet ideolojisi olarak benimsenen Arap-İslam sosyalizmiyle uyumlu hale getirilecekti. Tecdit modernleşmeyle eş anlama gelirken ataların taklit edilmesiyle zıt anlama geliyordu.
1970'lerin sonlarından itibaren "İslami uyanış" Müslümanlar arasında artan bir şekilde tecdit kavramının yerini aldı. İslami uyanış İslam'ı modernleştirmek yerine modernliği İslamlaştırmayı teklif ederek tecdit ve ıslahın ilk dönemlerinden ayrılır. Daha önceki nesiller içsel bozulma ve yabancı müdahalesi problemlerine cevap veriyorlardı. Fakat şu andaki tehdit aşırı tahakkümcü, baskıcı ve işgalci çevrelerden geliyordu. ABD tarafından desteklenen İsrail, Müslümanları bağımlı bir halde tutmakla görevli olarak görülüyor. İslami uyanışın şu andaki literatürü sadece mücadelenin seciyesi ve tonuyla farklılık arzetmez İslami uyanış ayrıca yeni gerçekliklerden de bahsetmeye çalışır. İslami uyanışın savunucuları görevlerini sosyal, siyasi, ekonomik ve kültürel alanlarda mevcut sorunları çözücü olarak görürler. Onlar daha önceki ihyacıların çalışmalarını kuşatıcı olmaktan ve meseleyi asıl noktasından ele almaktan uzak olan yabancı fikirler yamasının ürünleri olarak değerlendirdiler. İslami uyanışçıların hedeflerinden birisi Orta Doğu'daki anlaşmazlıkların altını çizen asıl meselelere karşı Müslümanları duyarlılaştırmaktır. Tunus İslami hareketinden Raşid el-Gannuşi'ye göre "1967 Savaşı gözlerimizdeki perdeyi kaldırmıştır. Biz ne Amerika, ne de Rusya'nın ilkelerle ilgilenmediklerini fark ettik. Onların politikaları (bize karşı) kinleri ve küçümsemelerinden ibaretti. Sadece yeni bir düzen, İslami bir düzen İslam ümmetinin yeniden canlanması için gerekli olan potansiyel ve arzuyu geri getirebilir. Batı ya da Doğunu taklit edilmesi boşunadır.16
Bununla birlikte olayların dini olarak yorumlanması 1967 Savaşının kendisiyle başlamadı. Uluslararası topluluğun İsrail kuvvetlerinin çekilmesinde başarısız olması 1930'lardan beri İhvan-ı Müslimin tarafından dile getirilen görüşlere haklılık kazandırdı. İhvan-ı Müslimin'in Mısırlı kurucusu Hasan el-Benna Filistin Davası'nı popülerleştirmişti. Bunu da Filistinlilerin İngiliz idaresi altında karşılaştıkları aleyhte davranışları anlatan şeyleri yayınlayarak yapıyordu. Hasan el-Benna Arap dünyasının laik önderliğinden farklı olarak Filistin'deki anlaşmazlığın dini önemini anlamıştı. Onun yayınları 1936 Filistin ayaklanması hakkındaki haberleri içeriyordu.17 Ayrıca bu yayınlar Şeyh İzzeddin el-Kassam'ın sürdürdüğü cihadı vurguluyordu. El-Kassam Filistin'deki Yahudi göçüne karşı olan Filistin direnişinin ilk lideriydi ve 1935'te İngiltere tarafından öldürülmüştü. 1948'de Mısır, Ürdün ve Suriye'den gelen İhvan-ı Müslümin'in gönüllüleri bağımsız bir İsrail devleti oluşturulmasına karşı yapılan mücadeleye katılmışlardı.
İhvan-ı Müslimin literatürü İsrail devletinin kurulmasından önceki Siyonizme karşı bu gönüllülerin yapmış olduğu direnişi över.18 Bugün işgal edilmiş bölgelerde Hizbu't-Tahrir, İslami Cihad ve HAMAS (İslami Direniş Hareketi) tarafından temsil edilen İslamcı güçlerin hepsinin İhvan-ı Müslimin'le bağlantıları vardır. HAMAS, İntifada'ya fazlasıyla katılmıştır. Onun resmi belgeleri İslami direnişi Haziran 1967 öncesine dayandırır. Fakat bu tarihin, çatışmanın gerçek boyutlarıyla görülmesini hazırlayan yenilginin yol açtığı bugünkü uyanışı simgelediği kabul edilir.19
İslamileşme: İnanç Krizine Bir Tepki
İslamileşme bir bakıma savunmacı bir tedbirdir. Birçok Müslüman kriz zamanlarında teselli ve refah için Allah'a yönelmişlerdi. Bunu liderliklerinin İsrail güçlerinin hakimiyetinin üstesinden gelmedeki yetersizlikleri sebebiyle oluşan tükenmişlik, umutsuzluk ve çaresizlik duygularını hafifletmek için yapıyorlardı.
1967 mağlubiyeti diğer bir açıdan ciddi dini ve teolojik sorular arzediyordu. İsrail'in üstünlüğü yolundan sapmışlığın bir suçu olarak Müslümanlara ilahi bir gazap işareti miydi? Allah niçin kafirlerin kutsal yerleri ele geçirmelerine izin vermişti? Allah niçin insanları düşmanlarına karşı yalnız bırakmıştı? Ya da daha ciddi olarak şu soruluyordu: "Her şeye kadir olan Allah'ın iradesi bir roket-atar, bir uçak, radyasyon ya da bombalarla mağlup mu edilmişti?"20
Ezher'den Hasan Me'mun mağlubiyeti, Allah'ın Müslümanları yalnız bırakması ve mesajını dünyaya tebliğ etmesi için yeni bir cemaat seçmesinin nihai kararı olarak değerlendirmedi. O, mağlubiyeti Allah tarafından bir deneme ve doğru yola dönmeleri için bir uyarı olarak değerlendirdi. Me'mun'a göre iman yalnızca sözlü bir tasdik, zihinsel bir oluşum değildir. İman salih bir amel ve kalpten oluşan bir "hayat nizamı"ydı. İslam şekilci değildir. Onun asıl hedefi ibadet ve bağlılık içinde bir hayat için insanları gayrete getirmektir. O, vakıayı şu üslupla analiz etmiştir.
Arap ulusu ve Müslüman halkların yaşamış olduğu trajedi acı bir dini imtihandır; siyasi boyutu daha azdır. İnsanların mücadeleyi planlamada hata yapması ya da direnişten yılması mümkündür. Fakat Allah'ın kafirleri inananlar üzerinde hakim kılması söz konusu değildir. Müslümanlar çatışmalarla karşılaştıkları sırada Rableri onları terk ettiğinde ve onları (düşmanlarına) karşı yalnız bıraktığında oldukça şaşırmışlardı. Halbuki mağlup olmamız Allah'ın bize ihtarını gösterir. Çünkü bizler inananların bir davranışı olan dini sorumlulukları geri plana ittik. Allah ona geri dönmemiz için bizi cezalandırdı. O, kendisine geri dönmemiz için bizi ikaz etti.21
Benzer bir anlayış el-Aksa'nın yakılması teşebbüsünden sonra Mısır Başkan Yardımcısı Hüseyin el-Şafi tarafından ortaya konuldu. Allah'ın niçin düşmanlara bu tür hareketleri yapmaları için izin verdiğini sordu ve şöyle konuştu: "Allah gerçek durumumuzu görmemize yardım etmek için bizi belaya düşürmek istedi... Allah bu ciddi imtihanla bize şunları öğretmiştir: Öğretilerimizi düzelttiğimiz takdirde Allah da bizim hayatımızı ve geleceğimizi düzeltecektir."22
İnsanların hayatlarında bir dönüm noktası teşkil eden 1967 savaşına yapılan göndermeler inanç krizi hakkında bir şeyler söylemek için standart bir ölçü haline gelmiştir. Kendine özgü bir fundamentalist grup olan Usuliyyun'a katılmış olan bir Kuveyt Üniversitesi Sosyoloji profesörünün 1985'te verdiği bir beyanat buna bir örnektir. O hanım, babası hakkında şunları söylüyordu:
Babam, 1967'de Allah'a ve İslam'a olan inancını yitirdi. Hıristiyanlık ve Yahudiliğin üstün dinler olup olmadığını ve biz Müslümanların batıl olup olmadığını merak etmeye başladı. Babam Allah'ın neden onları üzerimizde söz sahibi kıldığını ve bizi bütün dünyanın gözü önünde neden küçük düşürdüğünü sorguladı. Onu ikna etmem birkaç yılı aldı. Fakat sonunda onu bu durumun inancımızın imtihan edilmesi olduğuna ikna ettim. Allah kendisine geri dönmemiz için Hıristiyanları ve Yahudileri kullanıyordu. Ayrıca şeriatın hükümlerine ve ona kulluğa dönmemiz için bizi uyarıyordu. Allah bizi cezalandırmıştı. Çünkü biz insan yapımı sistemlere inanmıştık, yani sosyalizme ve milliyetçiliğe. Babam şimdi güven ve huzur içinde.23
İslamileşme: Yahudileşmeye Bir Tepki
1967 savaşı bir başka açıdan birçok Müslümanın olaylara dini ifadelerle karşılık vermesine yol açmıştır. Çünkü, tehdit İsrail'in sınırları belli milli bir yurdu devam ettirmesi değildi. İsrail savaş esnasında işgal edilen mülkiyetin alıkonulması için ilahi bir doğrulama olduğunu iddia ediyordu. Bu iddialar Kitab-ı Mukaddes kullanılarak yapılıyor ve Araplara karşı savaş vaad edilen topraklar için zorunlu bir hareket olarak görülüyordu. Hahambaşı Nissım şunları söylüyordu:
Kudüs ve İsrail toprakları bizim için kutsaldır. Ülke Allah tarafından bize vaad edilmiştir ve bütün peygamberler onun bize döneceğini önceden haber vermişlerdir. Bu yüzden herhangi bir Yahudinin atalarımızın topraklarının herhangi bir parçasından vazgeçmeyi göz önüne alması yasaklanmıştır.24
Müslümanlarca kutsal sayılan Kudüs ve çevresinin ilhak edilmesi ve İsrail Savunma Bakanı Moşe Dayan tarafından yapılanın Kitab-ı Mukaddes tarafından tasdikiyle meşrulaştırılması Yahudi iddialarının doğruluğu ve inanırlığı hakkında ciddi ve yeni bir soru ortaya attı. Dayan şöyle diyor:
Yurt dışındaki insanlar Sina'nın, Golan Tepeleri'nin ve Tiran Geçidi'nin -Yahudi tarihinin kalbinde yatan Ürdün'ün batısındaki dağlık alan- İsrail için stratejik bir öneme sahip olduğunu bilmelidirler... Şayet siz Kitab-ı Mukaddes'e sahipseniz ve Kitab'ın insanlarıysanız, Kitab'ın topraklarına sahip olmalısınız. Bu ülke Kudüs, Hebron, Jericho ve civarında yaşamış olan Hahamların ve Hakimlerin yurduydu.25
İsrail Çalışma Bakanı Yigal Allon Golan Tepeleri'ne sadece tarihsel değil, dini bir önem de ekleyen şu sözleri söylemişti: "Golan, artık Hebron ve Nablus gibi eski İsrail'in bir parçasıdır. Jeptha orada hükmetmemiş miydi?"26
Müslüman aktivistlere göre bu ifadeler, sadece İslam'ın kutsal metinlerine ve vahye karşı meydan okumakla kalmıyordu, zira Tevrat'ın öğretilerinin Kur'an'a üstün olduğunu iddia etmekteydi. Ayrıca İslam'ın ilahi vaadin yerine getirilmesine ilişkin görüşüne, İslam'ın dünyada Allah'ın son vahyi oluşuna ve Müslümanların Allah'ın ve peygamberlerinin kutsal beldelerini korumakla görevli bir ümmet olduğu inancına da meydan okumaktaydı.
İsrail, Kudüs ve çevresini Yahudileştirme politikasını uygulamaya başladığında savaşın etkileri ortadan kalkmamıştı. Knesset [Yahudi Parlamentosu], Kudüs'ü İsrail'in başkenti ilan eden bir kanun çıkardı. Ayrıca aralarında Arap Belediye Meclisi'nin de bulunduğu bütün Arap sivil ve siyasi kuruluşları dağıttı. Batı Şeria ve Kudüs'te oturanları ayırmak için yeni kontrol noktaları oluşturuldu. Yahudi yerleşimi ile sınırlı bir bölge ilan edildi. 15.000'inin Kudüs'ten olduğu 200.000 Filistinli Batı Şeria'dan Ürdün'e İsrail tarafından otobüslerle gönderildiler.27 İsrailliler Arapların kendi istekleriyle ülkeyi terk ettiklerini iddia ediyordu. Fakat yeni kanıtlar onların çoğunun gerçekte bu işi yapmaya zorlandıklarını gösteriyor. Geride kalanlar İsrail vergi sistemine dahil edildiler. Çocukları şehrin Arap mirasını gözardı eden ders kitaplarını okumaya mecbur bırakıldılar. Hıristiyan ve Müslümanlar hukuki davalarını Yahudi mahkemelerine götürmek zorunda bırakıldılar.28 Bütün bu tedbirleri İsrail işgali altındaki Araplar "Arapları Yahudileştirme" amacının bir ifadesi olarak algılıyorlardı. Ayrıca bu tedbirleri şehrin üzerine "siyasi, idari, coğrafi, iktisadi ve eğitim" yönünden bir Yahudi kimliğini basmak için almışlardı.29
İsrailli yetkililer el-Aksa'nın batısındaki vakıf mülkiyetini yıkarak Müslümanların öfkesini arttırdılar. Yıkılan yerler arasında türbeler ve dini öneme haiz binalar olduğu gibi Mağribi bölgesindeki 130 tarihi ev de vardı. Ayrıca peygamberin miraçta kullandığı bineğe nispetle Mescid-i Burak adı verilen caminin de aralarında bulunduğu iki cami ve zaviyeler de bu yıkılan yerler arasındaydı. İsrailliler bu yıkımın ibadet eden Yahudilere kolaylık olsun diye Ağlama duvarı etrafında boş bir alan yaratma gayesiyle yapıldığını iddia ediyorlardı. Buna karşılık el-Aksa binalarının altında başlatılan arkeolojik kazılar Müslümanların şüphelerini artırdı. Müslümanlar bu tür hareketleri Mescid-i Aksa'nın temelini zayıflatma çabası olarak görüyorlardı. İsrailliler onları yıkmak ve yerlerine Yahudi partizanlarının inşa etmek istedikleri mabedi koymak istiyorlardı.30 Bu faaliyet İslam tarihi ve medeniyetinin eserlerini ortadan kaldırma çabası olarak algılanıyordu.31
İsrailli yetkililer ayrıca 5 Haziran 1967'de şehirde olmayan Müslüman ve Hıristiyan Arapların mülkiyetlerine el koydu. İsrail 1950 Sahipsiz Mülkiyet ve 1953 Toprak Edinme kanunlarına dayanarak sur içindeki 595 eve sahip çıktı.32 Kudüs'ün Arap Belediye Başkanı ruhi el-Katip Kudüs'ün Yahudileştirilmesi adlı kitabında bu tür hareketlerin bir dökümünü çıkarır. Bu yıkım faaliyetleri 1949'daki IV. Cenevre Antlaşması'nın ihlali anlamına geliyordu.33
Ayrıca Yahudilerin Harem-i Şerif'te ibadet yapmalarına izin veren mahkeme kararları Müslümanlara yapılan zulmü artırdı. Müslümanlara yapılan diğer bir zulüm Hz. İbrahim ve ailesinin gömülü olduğu Hebron'daki İbrahim Camii'nin önemli bir kısmının sinagoga çevrilmesiydi.34 Devlet yarıca el-Aksa'nın Mağrip Kapısı'nın kontrolünü eline aldı. Devlet Müslümanların denetimi olmaksızın turistlerin buradan geçmesine izin veriyordu. Müslüman yetkililer İsraillileri kutsal yerlere kasıtlı olarak saygısızlık etmekle suçladılar. İsrailliler açık saçık giyinmiş kadınların bölgede dolaşmasına izin veriyorlardı. Müslüman yetkililer botlarını çıkarmaksızın mescide giren İsrailli askerleri de protesto ettiler. Benzer şikayetler, İsrail otoritelerinin Kutsal Sepulcher Kilisesi'ne ve Müslümanların yüzyıllardır korudukları diğer Hıristiyan türbelerine karşı saygısız ve edepsiz davranışlara yöneldiği zaman da Müslüman yetkililer tarafından dile getirilmekteydi.
Dayan'ın savaştan hemen sonra İsrail'in Kudüs'teki kutsal yerlerle ilgilenmek için yetkili olduğunu ısrar etmesi, Ezher'deki Müslüman yetkililer tarafından batıl ve edebe aykırı olarak değerlendirildi. İsrail'in bu tür bölgelere karşı takınmış olduğu tavır ortadaydı.35 Müslüman yetkililer İsrail'in kutsal yerlerin koruyucusu olmaya ehil olmadığını iddia ettiler. Çünkü İsrailliler Yahudi olmayanlara karşı saygısızlardı. Bir yazar bunun kasıtlı bir öç alma olduğunu söylüyordu: "İsrail işgalden itibaren kutsal yerlere zarar vermeye başladı; çünkü İsrail onların kutsallığına inanmıyordu. Gerçekte İsrail ne Hıristiyanlığı, ne de İslam'ı kabul ediyordu.36
İsrailli liderlerin ülke hakkında tarihi haklar iddia eden ifadeleri İslamcıların İsrail'in yayılmacı politikaları korkusunu artırdı. Bu korku bazı yazarların tepki göstermesine neden olmuştu. Onlar İsrail'in "Nil Nehri'nden Fırat Nehri'ne" kadar uzanacak olan Büyük İsrail'i yaratma hedeflerine karşı uyarıda bulunuyorlardı. Bu yazarlar Yahudi Siyonizminin kurucusu Theodor Herzl'in şu sözünü alıntılıyorlar: "Kuzey sınırı Kapadokya (Türkiye)'nın karşısındaki dağ, Güney sınırı Süveyş Kanalı olmalıdır."37 Bazı İslamcılar İsrail'in bu yerlere göz diktiğine ve onlara el koymayı planladığına inanıyorlar. Bu düşünce 7 Ağustos 1951'deki Yahudi Ulusal Fonu toplantısında Hahambaşı Yehuda Maimom'un bir ifadesi referans alınarak onaylanıyor: "İsrailliler Mısır Nehri'nden Fırat Nehri'ne kadar olan bütün İsrail toprağını kurtarmalıdırlar."38
İslamileşme: Siyonist Meydan Okuyuşa Karşı Ezher'in Tepkisi
1967 Savaşı'ndan kısa bir süre sonra toplanan Ezher İslami Araştırma Akademisi; IV. Konferansı çalışmasının önemli bir kısmını, İsrail'in Mısır'a saldırısına ayırdı. Arap ve Arap olmayan uluslara mensup ulema Kudüs'ün kaybının uluslararası bir tepkiyi gerektirdiği kanısındaydı.39 Delegeler Arap milliyetçilerini ve sosyalistlerini Arap-İsrail anlaşmazlığına dini bir açıdan bakmadaki gönülsüzlükleri nedeniyle suçladı. Delegeler bu kişileri kendilerini kandırmakla daha da kötüsü, özellikle Müslümanları aldatmak için tasarlanmış Batılı anlayışlara ses çıkarmamakla suçladılar.
Batılı araştırmacılar ve politikacılar başlangıçtan beri Filistin meselesini siyasi sahaya hapsetmede oldukça dikkatli olmuşlardır. Çünkü bu, meseleyi esas özelliğinden uzaklaştırmak ve diğer kesimin yani İslam dünyasının öfkesinden sakınmak için yapılmış bir çabaydı. Arap yazarlarının çoğunluğu da benzer bir üslupla aynı imajı tanımladılar. Çünkü onlar ya meselenin özünü anlayamıyorlardı ya da emperyalistler tarafından tasarlanan bir üslupla tartışmaya hevesli Arap dünyası yetkililerini memnun etmek istiyorlardı.40
Bazı konuşmacılar Arap hükümetlerinin çatışmanın dini boyutunu ısrarla ihmal ettiklerini bıkkınlıkla ifade ettiler. Onlar diplomatik oyuna bir son verilmesi çağrısında bulundular.
Çünkü diplomatik oyun bu probleme ve onun var oluş gerçekliğine cevap bulmak için çeşitli vasıtalar içinde boğulup gitmeye neden oluyor. Mesela uluslararası kuruluşlar ve konferanslar aracılığıyla Filistinli Arapların haklarının talep edilmesi ya da İsrail'in bir ekonomik boykota tabi tutulması... Kesin zafer, meselenin özüyle bağlantılı olmak ve bu meseleyi İslam'a, Müslümanlara ve Doğu ve Batı'daki bütün İslami kuruluşlara ilişkilendirmektir... Biz bütün İslam dünyasına tehlike çanlarını çaldıracak bir mesaj göndermeliyiz.41
IV. Konferans farz olarak tanımlanan iki karar çıkardı. Birincisi, her Müslüman ferde İslami bilgi aramayı emretmesi; ikincisi ise, cihad yapmayı emretmesidir. Cihad batılla savaşmak için Müslüman ümmetlerin yapması gereken mecburi bir görevdir.42 İslami bilgi ve yükselen bilinçlilik İslami kimliğin gelişmesi ve Müslüman milletler arasındaki birliğin oluşturulmasına temel teşkil etmesi için gerekli görülür. Her Müslüman ihtiyaç duyulan araştırmayla acil olarak ilgilenmeye kendini mecbur hissetmelidir. Ayrıca her Müslüman İsrail'in ülke ile ilgili iddialarına karşı halkı uyandırmak ve bilinçlendirmek için de kendini mecbur hissetmelidir.43
Kararlar Filistin'de Arap ve İslami yerleşme ve tarihle ilgili ciltlerce dokümanlar oluşturan bir grup alim tarafından yönlendirilmiştir.44 İsrail Filistin'deki Arap ve İslami mevcudiyetin izlerini silmek için çalışmalar yapmaya başladığında, tepki sadece Arap-İslam mevcudiyetine bir kanıt sağlamak için yapılmamıştı. Ayrıca Arapların şehri inşa ettiği ve orada başarılı bir medeniyet oluşturduklarını kanıtlamak için yapılıyordu bu tepkiler. Araştırma İsrail Çalışma Bakanı Allon'un beyanatlarına doğrudan cevap vermeye teşebbüs ediyordu. Allon şöyle demişti: "Dünya şehrin sonunda kendisini inşa eden ve onu kutsal yapan ulusa geri döndüğü gerçeğine kendisini alıştırmalıdır." Söylem 1967'den sonra İsrail'in Yahudi yerleşimiyle sınırlandırdığı bölgelerde Filistinlilerin oturma haklarından, Müslümanların bölgenin kültür ve medeniyetine yapmış oldukları katkının dokümanlarının fiziki bir delil olarak oluşturulması yönüne doğru değişti. Haçlılardan beri ilk defa Kudüs ve Mescid-i Aksa'nın İslami yaşayış için dini öneme haiz olduğu hakkında kitaplar yazılıyordu.45
İslamlaşma: Hıristiyan ve Yahudi Militarizmine Karşı Bir Tepki
İslamcılar ideolojilerini, Müslümanlara karşı giriştikleri güçsüzleştirme ve yok etme politikalarıyla bilinen Yahudi, Hıristiyan ve ateist militan güçlere karşı bir tepki olarak tanımladılar.46
Şu bilinmektedir ki, bize karşı açılan savaş Yahudi ve Hıristiyanlardaki, onların içindeki emperyalistleri kastediyorum, dini fanatizmden kaynaklanmaktadır. Bu dini fanatizmi püskürtmek için yapılan mücadele, paralelinde dini bir duyarlılık geliştirilmedikçe asla başarılı olamayacaktır.47
Daha sonra Ezher'de şeyh olacak olan Muhammed el-Fahham İsraillileri, bir zamanlar onlara barınak ve geçim vasıtaları sağlayan insanlara düşman kesilen nankörler olarak nitelendiriyordu. Avrupa yüzyıllardır Yahudilere zulüm ve baskı uygularken Müslüman milletler bu insanlara kapılarını açarak "onları bu imha hareketlerinden korumuşlardır." Aralarında yaşamalarına ve onların "huzur, şeref ve itibar" ile zenginleşmelerine izin vermişlerdi.48
Müslüman ülkeler, diğer milletlerin çok çeşitli saldırılarıyla karşı karşıya kalan Yahudiler için her zaman güvenilir bir barınak olmuştur. Sonuçta kaçan Yahudilere kucak açmışlar, onlar Müslümanların koruma ve himaye etmedeki faziletleri dolayısıyla meslek ve ticaretlerini geliştirebilmişlerdir. Buna karşı çoğu Yahudi, Araplar ve Müslümanlar tarafından onlara verilen bu desteğe teşekkür etmeyi başaramadılar. Onlar öylesine nankördüler ki zenginliklerinin kaynağı olan velinimetleri tarafından onlara gösterilen merhameti de inkar ettiler. Bu tutumun bir sonucu da son yıllarda yaşadığımız şiddetli krizdir.49
Ezher'in IV. Konferans tutanakları göstermektedir ki, 1967 başlarında araştırma akademisinin çoğu üyesi İslam'a karşı İsrail'in Batı desteğini, Yahudi-Hıristiyan (veya Siyonist-Haçlı güçleri) komplosunun bir parçası olarak teşhis etmeye başladı. Bu nedenle onlar Haçlı savaşları sırasında Müslümanlarca şahit olunan Hıristiyan dini tutuculuğu ile siyonist fanatizmi arasında bağlantı kurmaya çalıştılar. Avrupa emperyalizmi o zamana kadar genellikle kaynaklar ve pazarlar üzerindeki Batı baskısı olarak anlaşılırken, artık "Batılı Hıristiyanların Doğulu Müslümanlara karşı gerçekleştirdikleri Haçlı Savaşlarının gizli imajı" olarak tasvir ediliyordu.50 Müslümanlar Batının neden dini azınlıklara (hem Müslüman, hem de Hıristiyan) karşı ayrımcı bir tutum sergileyen bir devleti destekleyebildiğini bir türlü anlamıyorlardı. Hıristiyanların, "İsa'yı çarmıha Yahudilerin gerdiği gerçeğine inanmalarına rağmen, İslam'a karşı savaşmaları için bu fanatiklere önemli bağışlarda bulunmalarının" ancak dini bir saikle açıklanabileceğine inanıyorlardı. Şartsız Batı desteğini, hatta Lincoln ve özgürlük ülkesi Amerika'dan bile sürekli silah ve Müslümanlarla savaşacak gönüllülerin gönderilmesini ancak İslam'a karşı uzun vadeli bir Hıristiyan nefreti açıklayabilirdi.51
Haçlılar imajının kullanımı 1967'densonra baskın hale geldi. Genellikle bu fenomenle I. Dünya Savaşı sırasında Arap topraklarını zapteden Avrupalı iki generalin beyanatları arasında bir bağ kurulmuştur. Büyük Britanyalı General Edmund Allenby'in, "Haçlı seferleri amacına ulaşmıştır"52 dediği nakledilmiştir. Fransız generali Henri Joseph Eugene Gouraud'un Şam'a girdikten sonra Selahaddin'in mezarını ziyaret ettiği ve "Selahaddin, biz geri döndük" dediği nakledilmiştir. Her iki durum da pek çok kişinin, Osmanlı İmparatorluğu'nun parçalanması ve İsrail'in Arap dünyasının kalbine yerleştirilmesiyle ulus-devletlerin oluşturulmasının altında yatan dini dürtüler olarak algıladığı şeylerin sembolü olmuştur.53
Bazı Müslümanlar, misyonerlere ait yazılarda şunu gördüler ki: İsrail'in eylemlerinde Hıristiyanların da suçlu olduğunu gösterir kanıtlar mevcuttur. Mesela Muhammed el-Gazali, bir İngiliz Katolik dergisi olan Tablet'de, Haçlıların yaptıkları ve onların sonlarını hazırlayan stratejik hataları açıklayan ve F. Anderson'a ait olan bir yazıdan alıntı yapar. Anderson İsraillilerin de aynı hataları tekrar etmemeleri için bazı tavsiyelerde bulunmaktaydı. Çünkü, İsrail'in bugünkü sınırları ile 1099'da Kudüs'ün fethinden sonraki Haçlı Krallığı'nın sınırları benzeşmekte idi. Haçlılar Müslüman liderlerin ayrılığa düşmesini fırsat bilerek Doğu'ya girmişlerdi. Orada insan gücü sıkıntısı çekmeseler ve sınırlarını Şam'ı da içine alacak şekilde genişletselerdi; daha uzun bir süre kalabileceklerdi. Anderson Şam'ı işgal etmedikçe ve sürekli bir insan gücü kaynağına sahip olmadıkça, benzer bir tehlikenin onları da beklediğini söyleyerek İsraillileri uyardı.54
Diğer Müslüman yazarlara göre, uluslararası organizasyonların ve dünyanın İsrail'in tecavüzünü engellemedeki başarısızlığı cihadı zorunlu kılmıştır. Cihada başvurulmalıdır, çünkü Batının saygı gösterdiği tek vasıta kuvvettir. Ezher'deki konferanslara katılanlar İsrail'in eylemlerinden dolayı, Kur'an'da cihadı teyit eden ayetlerin bu durumda tamamen uygulanması gerektiği noktasında fikir birliğine vardılar. Bu eylemler, "Arap ve İslam topraklarına olan saygısızlığı, Müslümanların ve Arapların ülkelerinden kovuluşunu ve korumasız yaşlı, kadın ve çocukların zalimce bir şiddetle öldürülmelerini" kapsıyordu. Bu şartlar altında cihad bütün Müslümanlara farzdı. Güç kullanılarak alınan bir şeyin geri iadesi ancak aynı şekilde davranarak talep edilebileceğinden, güç kullanımı artık kaçınılmaz olarak tanımlandı.55
El-Aksa'ya girişilen saldırıya cevap olarak yine birçok ses cihadın gerekliliğini vurguladı. Muhammet el-Fahham şöyle diyordu:
"İslam barışa çağıran ve insanlara arasında samimiyet ve karşılıklı sevginin ilerlemesi için can atan bir din olmasına karşın koşullar ölçülü ve uygun bir tepkiyi zorunlu kılmaktadır." Kur'an'ın şu mesajı zikredilmektedir: Size karşı savaşanlarla Allah yolunda savaşın, ancak aşırıya gitmeyin.56
Bu tema İsrail ve Batı'ya karşı "sadece kuvvet adaleti sağlar" şeklinde büyüyen bir inanca delalet eden bir şekilde, mevcut adaletsizlikten yılgınlık gösteren diğer yazarlarca da defaatle tekrarlanmıştır. İslam Araştırmaları Akademisi Genel Sekreteri Muhammed Abdurrahman Bisar, konferansta şöyle diyordu: "Bu güçlükleri azimle ve ehil bir şekilde göğüslemek, yankılar uyandıran konuşmalar yapmakla, derin bilgilerle yazılmış belgelerle, çözümler yayınlamakla, makaleler hazırlamakla veya ateşli ifadelerde bulunmakla gerçekleştirilemez."57
Devlet Başkanı Nasır İsrail'in uzlaşmaz tavrına rağmen uluslararası toplumun, kararlarını uygulamadaki yetersizliğinden veya isteksizliğinden bıkmış görünüyordu. 1969'da el-Aksa'nın kundaklanmasından sonra Savunma Bakanı Muhammed Fevzi'ye yazdığı bir mektupta şöyle diyordu:
Ayıplamada bulunmanın ve bu tecavüzü ifade etmenin faydasız olduğunu anladık... Herhangi bir kaynağın soruşturma yapmasını veya adaleti tesis etmesini beklemek boşuna olur. Sadece insanlığa meydan okuyan değil, aynı zamanda Allah'ın kendi evi olarak tespit ettiği ve etrafını kutsadığı bu kutsal yerleri karşısına alarak, kibir ve delilikle haddi aşan bir düşmanla karşı karşıyayız.58
El-Aksa'ya saldırı, dini duyguları artırabilecek tek şey olan dini bir provokasyon olarak tanımlandı.
İsrail'in Mescid-i Aksa'yı yakması nihai meydan okumak olarak kalacaktır... Çünkü bu trajedi insanların sürülmesi, toprakların gasp edilmesi, Ortaçağ'a özgü toplu cezalandırma araçlarının kullanılması, Araplara karşı Napalm ve zehirli füzelerle savaşmaları için Amerikan, Rus ve İngiliz gençlerinin getirilmesiyle bitmemişti. Durum çok daha tehlikelidir. Düşmanlarımız başlıca kaynağımız, gücümüzün en büyük kaynağı olan öğretimizi tehdit etmekteler. Kendimizi kapasitemiz ölçüsünde maddi güç bakımından silahlandırdık. Düşmanlarımız da Mescid-i Aksa'yı ateşe vererek bizi manevi güç bakımından silahlandırdı.59
Bu şartlar altında cihad, sadece İsrail'in emanete tecavüz ettiği ve Filistinlilere karşı saldırganlık yaptığı için değil, fakat uluslararası toplumun anladığı tek dil olması dolayısıyla da haklılık kazanmıştır.
Dünya ne geçmişte, ne de şimdi güçten hiç vazgeçmedi. Büyük devletler Asya, Afrika ve Latin Amerika'da şiddet ve zulmün her türlüsünü işlemektedirler. Dünyanın her tarafına dağılmış askeri kamplar gücün uluslararası meselelerde meşru bir silah olduğunun ve Batılı insanın lüks ve konforunun veya büyük devletlerin aç gözlülüğünün savunulmasında gücün kullanılmasının (Batı medeniyetinin mantığına göre) bahşedilmiş meşru bir çaba görüldüğünün apaçık bir ifadesidir.60
Sonuç
Temmuz 1967 Savaşı'ndan çeyrek yüzyıl sonra, şeriatın toplum düzenlenmesinde meşru bir çatı haline gelmesini gittikçe artan bir şekilde isteyen Arap kitlelerinin büyük bir bölümü arasında İslamcılık baskın dünya görüşü haline gelmiştir. İslamcılar İsrail'in bir Yahudi devleti meydana getirmesinde olduğu gibi kendilerinin de inancın değerleri ile boyanmış özel bir kültür meydana getirmek için İslamcı bir devlet teşkil etmeye hakları olduğunu iddia ediyorlar. Onlar sömürgeci müdahale ve tahakkümün sona ermesi ve Filistin halkının memleketlerine dönmeleri yolundaki meşru haklarının tanınması için uğraşıyorlar. İslami literatür; Haçlıların vahşi saldırılarından, Müslümanlara ya Hıristiyanlığa geçme ya da sürgün veya idam edilme alternatiflerinin sunulduğu, İspanya'daki Engizisyon Mahkemeleri'ne kadar mazlum Müslüman imajı ile doludur. Sömürge idaresinin kötü muamelelerinin kanlı mirası, Hıristiyan misyonerlerinin Müslümanları dinlerinden döndürme çabaları ve İsrail'in tahakkümünü korumayı ve Arapların bağımlılıklarını ve güçsüzlüklerini devam ettirmeyi amaçlayan mevcut Orta Doğu politikaları altında mağdurluk devam etti. Onlar kendi dünya ve toplumlarını tanımlamaları için Müslümanların Müslüman olmaları hakkını istiyorlar.
İslamcılar, Filistin halkının İsrail ve ABD tarafından yaygın bir zulme uğratıldığı inancıyla hareket etmektedirler.61 İslamcılar İsrail'in 1967'den beri takındığı uzlaşmaz tavrını ve BM Güvenlik Konseyi'nin 242 nolu kararını, bu kararı içeriğinin gerektirdiği gibi uygulamadaki isteksizliğini, ABD'nin sadece askeri ve mali yardımıyla değil, aynı zamanda BM'de dünya kamuoyunun, meseleyi adil bir şekilde çözümlemesinden uzaklaştıracak vetolar yoluyla -ki İslamcılar bunu açık bir destek olarak nitelendiriyorlar- İsrail'i güçlendirmesinin bir sonucu olarak görüyorlar. Yahudi halkının Avrupa'da işkenceye maruz kalmış insanlar olduğunun farkında olarak kabul edemeyecekleri şey: Aynı Batılı güçlerin Avrupa'nın günahlarının kefaretini Filistinlilere ödettirmeye çalışmasıdır.62
İslamcılar için sorun Filistin sorunu değil, İsrail sorunudur. Filistin, hareketin merkezi bir unsurudur. Bu aynı zamanda Müslümanların, geleceklerini belirlemede bütün haklara ve eşit statülere sahip olarak tanınmaları için bir taleptir. Adaletin kasti olarak engellenmesi olarak algılanan 25 yıl Filistin halkını İslami adaleti istemek için ateşledi. Bölgede hakları iade etmek konusunda ABD'nin, BM'nin ve bölgedeki mevcut siyasi yönetimlerin vaatlerini yerine getirmemelerinin Müslümanlar üzerinde yarattığı ümitsizlik devam ederken meselenin çözümünün adeta sonsuza ertelenmesi çok sayıda genç Müslümanın İslamcıların saflarına katılmalarına sebep olmaktadır.
Çeviren: Murat Yörükoğulları – Yusuf İnce
Dipnotlar:
1- Bu çalışmada "İslamcılar" terimi, Arap dünyasında, Müslüman Kardeşler ve dallanmalarını da içeren çeşitli İslami grupların kendilerine ad olarak kabul ettikleri "el-İslamiyyun" teriminin karşılığı olarak kullanılmıştır. Bu gruplardan bazılarının, kendilerini "fundamentalist" teriminin Arapça karşılığı olan "usuliyyun"dan kabul etmesine rağmen, İslam'ın ideolojik yorumları gelenekçilerden ılımlılara, liberallere ve Müslüman solculara göre farklılık arzeder.
2- Mesela, bk.: Hasan Me'mun, "Konferansı Açış Konuşması"; Kitabü'l-Mu'tamari'r-rabi: el-Müslimun ve'-Udvani'l-İsraili [IV. Konferans Kitabı: Müslümanlar ve İsrail Saldırganlığı], (Kahire: Ezher, 1986), s. 12.
3- 1948'de İsrail Zenabü'l-İsti'mar, (koloniciliğin uç noktası) olarak algılanıyordu. Mısır Dışişleri Bakanı Muhammed Selahaddin, İngiliz Elçisi Ronald Campbell'e "Genel kanı İngiltere'nin bu devleti sınırlarımızda, böğrümüzde bir diken ve Mısır'ın işgal altında olmasına ve kendini güçlendirmeye ve kaynaklarını kullanmaya kendini adayamaz durumda kalmasına ve uluslararası konumunu dolduramamasına sebep olacak ebedi bir tehlike olarak kurduğu yolundadır." Tarık el-Bişri, el-Müslimun ve'l-Akbat fi İtari'l-Cemaati'l-Vataniyye [Ulusal Topluluk Çerçevesinde Müslümanlar ve Kıptiler], (Kahire: el-Haya el-Amme el-Mısriyye li'l-Kitab, 1981), s. 621. Ayrıca bkz.: İsmail el-Faruki, Islam and the Problem of Israel [İslam ve İsrail Sorunu], [Türkçesi için bkz.: Risale Yay.], (Londra: Avrupa İslam Konseyi, 1980), s. 72.
4- 1967 Savaşı'ndan sonra toplanan IV. Konferans, 1968'de toplanan V. Konferans ve 1969'da Mescid-i Aksa'yı yakmaya yönelik bir teşebbüsten sonra toplanan VI. Konferans.
5- Ziyad Ebu Ganime, el-Hareketü'l-İslamiyye ve Qadiyyat Filistin [İslami Hareket ve Filistin Meselesi], (Amman: Matba'atü'n-Nuru'l-Namudhaciyye, 1989), s. 16.
6- Abdullah el-Hasan, The Organization of the Islamic Conference: An Introduction to an Islamic Political Institution [İslam Konferansı Örgütü: Bir İslami Siyasi Kuruma Bir Giriş], (Herndon, VA: İslami Düşünce Enstitüsü, 1988). Harry F. Kern, "İslam Konferansı Örgütü", Arab-American Affairs, 20 (Bahar 1987).
7- İslami paktlar karşıtı bir münakaşa için bkz.: İslami Meseleler Yüksek Konseyi, Islamic Pact: An Obvious Trick [İslami Pakt: Apaçık Bir Aldatmaca], (Kahire: Ezher, 1966). Nasır'ın 1967 Bahar Bayramı'ndaki konuşmasına da bakılabilir, Foreign Broadcast Information Service, Daily Report, 3 Mayıs 1967.
8- Savaşın bir değerlendirmesi için bkz.: Yvonne Haddad, Contemporary Islam and the Challenge of History [Çağdaş İslam ve Tarihin Meydan Okuması], (Albany: State University of New York Press, 1981), 3. bölüm.
9- Mescide sığınmış yaklaşık 70 kişi İsrail askerleri ve Haddad'ın güçleri tarafından öldürüldü. Ziyad Mahmut Ali, Ida'el-Yahud li'l-Hareketi'l-İslamiyye [Yahudilerin İslami Hareket Düşmanlığı], (Amman: Daru'l-Furkan, 1982), s. 30. Mezalim hakkındaki Batılı kaynaklar için bkz.: Israel Shakak, "Mektup", Economist, 10 Temmuz 1982; Hiyam'daki olayları Irnee Besson Guardian (Londra)'da anlatmakta; Noam Chomsky, Toward a New Cold War [Yeni Bir Soğuk Savaşa Doğru], (New York: Pantheon, 1982), s. 396-397. Hiyam'da olanlar İsrail basınında da yazıldı, fakat Enformasyon Bakanlığı'ndan bir yetkili, yazılanları eleştirdi. İsrail, Müslüman duyarlılığını alevlendirmekten korktuğu için operasyonu bir sır olarak tutmayı ummuştu. "Hıristiyanların 1978'deki gaddarlıklarından haberimiz vardı ve biz buna ses çıkarmadık... Bu kanı ellerimizle akıttık." diye yazıyordu Moşe Hazani. Moşe Hazani, Yedi'ot Aharonat, 30 Eylül 1982, Noam Chomsky'nin The Fateful Triangle [Uğursuz Üçgen]'inde alıntıladığı gibi, (Boston: South End Press, 1983), s. 191.
10- Kahan raporunda özetlendiği gibi mezalim ve İsrail'in suçluluğu üzerine kısa bir rapor için bkz.: Uzi Benziman, Sharon: An Israeli Ceasar [Şaron: İsrailli Bir Sezar], (New York: Adama Books, 1985), s. 254-255. Metnin tamamı için bkz.: "İsrail Soruşturma Komisyonu'nun Beyrut'ta Mülteci Kamplarındaki Olaylar Hakkındaki Nihai Raporu", Journal of Palestine Studies 12, no. 3 (Bahar 1983).
11- Bkz.: Faruki, Islam and the Problem of Israel.
12- Yvonne Yazbeck Hadda, "Çöl Kalkanı/Çöl Fırtınası Hareketi: İslami Bakış Açısı", Phyllis Bennis ve Michael Moushabeck'in birlikte derledikleri Beyond the Strom [Fırtınanın Ötesi] isimli eser içinde, (New York: Olive Branch Press, 191), s. 248-260.
13- Charles S. Liebman ve Eliezer Don-Yehiya, Civil Religion in Israel [İsrail'de Sivil Din], (Berkeley: University of California Press, 1983), s. 200-204. Aynı zamanda Bkz.: David J. Biale, "Mistisizm ve Siyaset: Abraham Isaac Ha-Cohen Kook'un Mesihi İdeolojisi", Peter H. Merki ve Ninian Smart'ın birlikte derledikleri Religion and Politics in the Modern World [Modern Dünyada din ve siyaset], (New York: New York University Press, 1983), s. 191-204; Ian S. Lustick, For the Land and the Lord: Jewish Fundamentalism in Israel [Toprak ve Tanrı İçin: İsrail'de Yahudi Fundamentalizmi], (New York: Dış İlişkileri Konseyi, 1988), s. 42-71.
14- Aviezar Ravitzky, The Roots of Kahanism: Consciousness and Political Reality [Kahanizmin Kökenleri: Bilinç ve Siyasi Gerçeklik], (Kudüs: Şazar Uriv, 1986); Meir Kahane, Uncomfortable Questions for Comfortable Jews [Rahat İçindeki Yahudilere Rahatsızlık Verici Sorular], (Secaucus, NJ: Lyle Stuart, 1987); Robert I. Friedman, The False Prophet: Rabbi Meir Khane-From FBI Informant to Knesset Member [Yalancı Peygamber: Haham Meir Kahane-FBI Muhbirliğinden Knesset Üyeliğine], (Brooklyn, NY: Lawrence Hill Books, 1990); Raphael Mergui ve Philipe Simonnot, Israel's Ayatollahs: Meir Kahane and The Far right in Israel [İsrail'in Ayetullahları: Meir Kahane ve İsrail'de Aşırı Sağ], (Londra: Saqi Books, 1987):; Yair Kotler, Heil Kahane, (New York: Adama Books, 1986).
*-Milennium: Kıyametten evvel barış ve selametin hüküm süreceği farzolunan bin yıllık devre. [ç.n.]
15- İsrail'deki Hıristiyan fundamentalist faaliyetler üzerine bir rapor için bkz: Grace Halsell, Journey to Jerusalem [Kudüs'e Yolculuk], (New York: Macmillan Co., 1981).
16- Yazar ile mülakat, Washington DC, Mart 1989.
17- 1936 Ayaklanması hakkında daha fazla bilgi için bkz.: Ian Black, Zionism and teh Arabs, 1936-1939 [Siyonizm ve Araplar, 1936-1939], (New York: Garland, 1986); W. F. Abboushi, The Unmaking of Palestine [Filistin'in Yok Edilişi], (Boulder, CO: Lynne Rienner Publishers, 1985).
18- Ebu Ganime, el-Hareketü'l-İslamiyye ve Qadiyyat Filistin.
19- Ahmed b. Yusuf, HAMAS: Hareketü'l-Mukavemeti'l-İslamiyye [HAMAS: İslami Direniş Hareketi], (Worth, IL: el-Merkezi'l-Alemi li'l-Buhus ve'd-Diraset, 1989), s. 8; yine aynı yazarın, el-Hareketü'l-İslamiyye dahilü'l-Hatti'l-Ahdar [Yeşil Hat'tın İçinde İslami Hareket], (Chicago: el-Müessesetü'l-Muttahide li'd-Diraseti ve'l-Buhus, tarihsiz), s. 5; aynı yazarın Hareketü'l-Mukavvemetü'l-İslamiyye [İslami Direniş Hareketi], (Worth, IL: el-Merkezi'l-Alemi li'l-Buhus ve'd-Diraset, 1990), s. 55-90. Ziyad Ebu Amr, el-Hareketü'l-İslamiyye fi'd-Deffi'l-Ğarbiyye ve Qita' Gazze [Batı Şeria ve Gazze Şeridi'nde İslami Hareket], (Acre: Daru'l-Esvar, 1989), s. 55.
20- Abdulhalim Uveys, Tariquna ile'l-Quds [Kudüs'e giden Yolumuz], (Kahire: Yayıncısı belli değil, 1974), s. 28.
21- Me'mun, "Konferansı Açış Konuşması", s. 12.
22- Hüseyin el-Şafi'i, el-Tarik ile'l-Mescidi'l-Aksa [Mescid-i Aksa'ya Giden Yol], (Kahire: Kitabü'l-Cumhuriyyeti'd-Dini, 1972), s. 26.
23- Yazarla yapılan mülakat, Kuveyt, 22 Haziran 1985.
24- Jerusalem Post 29 Ekim 1967, s. 8. Howard Koch Jr., Six hundred Days: A Reappraisal of the Arab-Israeli Conrontation since June 1967 [Altı Yüz Gün: 1967 Haziranından Bu Yana Arap-İsrail Gerginliğinin Yeni Bir Değerlendirmesi], (New York: Arap Enformasyon Merkezi, 1969), s. 51. Filistin'de Müslümanların mülkiyetlerini İsrailli otoritelere satmalarını yasaklayan çok sayıda fetva vardır. Bkz.: Fetva Ulema el-Müslimin bi tahrimi'l-Tenazul an ay cüz' min Filistin [Filistin'in Bir Parçasının bile Devredilmesini Yasaklayan Müslüman Ulemanın Fetvası], (Kuveyt: Kuveyt Islah Cemiyeti, 1990).
25- Jerusalem Post, 10 Ağustos 1967, s. 1. Koch'un da iktibas ettiği gibi, Six Hudred Days..., s. 51.
26- Jerusalem Post, 16 Ağustos 1967, s. 6. Koch'un da iktibas ettiği gibi, Six Hudred Days..., s. 51.
27- Cumhurbaşkanı Haim Herzog 200.000 kişinin nakledilmesini, Kudüs'ün Arap Belediye Başkanı Ruhi Hatib'in ricasıyla yürütülen insaniyetperver bir çaba olarak nitelendirdi. Ruhi Hatib, bunu yalanlamaktadır. İsrail basınında Hezog'un nakil evraklarını imzalamaktan bir askerin sorumlu olduğu sözünü de içeren yalanlarıyla çelişen iki yazı geçenlerde yer aldı. Bkz.: "İsrail Cumhurbaşkanı 1967'nin 'İsteğe Bağlı Nakilleri'ni Açıklıyor", New From Within, 5 Aralık 1991, s. 9-11.
28- İşgal altındaki topraklara uygulanan İsrail kanunlarının bir analizi için bkz.: Raja Şehadeh, Occupier's Law: Israel and the West Bank [İşgalci Kanunu: İsrail ve Batı Şeria], (Washington DC: Filistin Araştırmaları Enstitüsü, 1985). Jan Metzger, Martin Orth ve Christian Sterzing, This Land Is Our Land: The West Bank under Israeli Occupation [Bu Toprak Bizim Memleketimiz: İsrail İşgali Altında Batı Şeria], (Londra: Zed Press, 1980). Nasır H. Aruri, Occupation: Israel Over Palestine [İşgal: Filistin Üzerinde İsrail], (Belmont, MA: Arap-Amerikan Üniversitesi Mezunları Birliği, 1983). Konstantin Obradoviç, "İsrail İşgali Altındaki Filistin ve Diğer Arap Topraklarında İnsan Hakları İhlalleri", Inalienable Rights of the Palestinian People [Filistin Halkının Devredilemez Hakları], (Londra: Outline Books, 1985) içinde, s. 164-204. Bu son neşriyat, Filistin sorunu hakkındaki 1983 BM Uluslararası Konferansı'nda sunulan veya elde mevcut olan dokümanların toplanmış halidir.
29- Ruhi Hatib, The Judaization of Jerusalam
30- İsrail Savunma Kuvvetleri Başhahamı Haham Shlomo Gören Harem-i Şerif topraklarında, el-Aksa ve Kubbetu's-Sahra'yı çevreleyen alanda bir ayin düzenledi. İbranice "Kudüs'teki Aksa Mescidi Süleyman Mabedi'nin yeri üzerine bina edilmiştir. Bu mescid bizim malımızdır." yazılı pankartlar taşıyan mutaassıp göstericileri gösteren olayla ilgili bir fotoğraf çoğaltıldı. İzzeddin Hatib el-Temimi, el-Quds fi daw' el-Akideti'l-lslamiyye, [İslam Öğretisinin Işığında Kudüs], (Amman: Vizaretü'l-Evkaf ve'ş-Şu'un ve'l-Mukaddesati'l-İslamiyye, 1979), s. 115.
31- Ruhi Hatib, Tahvid Medinetü'l-Quds, [Kudüs Şehrinin Yahudileştirilmesi], (Amman: Vezaratü'l-Evkaf, 1979), s. 26. Mahmad el-Abidi, Qudsuna, [Kudüsümüz], (Kahire: Matbaatü'l-Cebalavi, 1972), s. 19; Temimi, el-Quds fi daw', s. 90-92; Muhammed Ali Ebu Hamza, el-Mescidi'l-Aksa el-Mübarek ve ma Yatahaddadu.hu min Hafriyyet el-Yehud, (Kutsal Aksa Mescidi ve Onu Tehdit Eden Yahudi Kazıları), (Amman: MektebetÜ'l-Risaletü'l-Hadise, 1982), s. 56. Ebu Hamza, Indiana, Bedford'tan mabet için mermer satın alınması ile ilgili gazete makaleleri naklediyor.
32- Mihail Maksi, el-Quds Ebm'l-Tarih, [Tarih'te Kudüs], (Kahire: Matba'at Ramsis, 1971), s. 97.
33- Hatib, Judaization, s. 57. Bir tahmine göre 1967 ve 1974 yıllan arasında İsrail, Batı Şeria ve Kudüs'te 19.152 ev yıktı. Louise Cainkar, House Demolitions and Sealings, [Evlerin Yıkılması ve Mühürlenmesi], (Chicago: Filistinliler'in Hakları İçin Bilgi Merkezi, 1986), s. 4.
34- 1981 ve 1982'de Yahudi ayinlerini kutsal İslami mahallerde yapma teşebbüsleri hakkında malumat için bkz.: Aruri'nin Israel ouer Palestine eserinde yer alan Peter Demant'ın "İsrail'in Bugünkü Yerleşim Politikası" başlıklı yazısı, s. 151, Militan Yahudi gruplarının el-Aksa'ya girme ve ayin yapmak için çeşitli teşebbüslerin bir listesi için bkz.: "Yahudi'nin Dinsel Taşkınlığı: Tevrat'tan Kılıca", Risaletü'l-Cihad, 103, no. 10 (Ekim 1991), s. 32-38. Tamimi, el-Quds fi daw', s. 115.
35- Face the Nation adlı bir ABD televizyon programında 11 Haziran 1967, Dayan; "Tabii ki üç din için de kutsal bir yer olmakla beraber, Kudüs ancak İsrail'in başkenti olursa ve tamamen bizim kontrolümüzde ve bizim devletimizde olursa biz aynı zamanda sadece tüm dinlere özgürce İbadeti garanti etmekle kalmayıp, Kudüs'e gerçekten barışı getirebiliriz. Ben buna kişisel olarak herkesten daha fazla inanıyorum." diyordu.
36- Maksi, el-Quds ebrü'l-Tarih, s. 101.
37- Marvin Lowenthal, The Diaries of Theodor Herzl, [Theodor Herzl'in Günlükleri], (New York: Dial Press, 1956), s. 124.
38- Jerusalem Post'un yazdığı gibi, 8 Ağustos 1951, s. 2.
39- Hazır bulunanlar Cezayir, Bahreyn, Çin, Mısır, Eritre, Hindistan, Endonezya, Irak, Japonya, Ürdün, Kenya, Kore, Kuveyt, Lübnan, Libya, Malezya, Fas, Nijerya, Kuzey Yemen, Umman, Filistin, Filipinler, Senegal, Sierra Leone, Somali, Sovyetler Birliği, Sudan, Suriye, Togo, Türkiye, Uganda ve Yugoslavya'dan dini liderlerdi.
40- Kamil Bekir, "Filistin Meselesinin Aslı", Kitabu'l-Mu'tamar el-Rabi': el-Mûslimun ve'l-Udvan el-lsrail içinde, (Kahire: Ezher, 1968), 2. cilt, s.129-130.
41- A. g. e., s. 138.
42- Seyyid Nevfel, "Siyonizm ve Filistin", aynı eser içinde, s. 174-178.
43- "İlk Oturumun Karar ve Tavsiyeleri", aynı eser içinde, s. 394-397.
44- Bkz.: Temimi, el-Quds fi daw', s. 19; Abdulhami Hasan, "Şerefler Şehri", Abdulhalim Mahmud'un Beytü'l-Makdis fi'l-islam, (İslam'da Kudüs] içinde (Kahire: Mecmuatü'l-Buhus el-islamiyye, 1969), s. 49. Muhammed M. el-Fahham, "Kudüs'ün Restorasyonu", İslam Araştırma Akademisi'nin Beşinci Konferansı, (Kahire: Ezher, 1971), s. 35. Daha sonra Ezher Şeyhi olan Abdulhalim Mahmud şöyle yazıyor: "İsrailliler bugün hangi hakla onun kendi kutsal şehirleri olduğunu iddia ediyorlar? Eğer tarihi haklarla ise, tarih onların tarihinin on sekiz yüz yıl önce yok olduğunu gösteriyor. Eğer inşası ile ise, tarih onu müslümanların inşa ettiğini gösteriyor. Eğer mülkiyet hakkı ile ise, tarih müslümanların onun on iki yüzyıldır sahibi olduğunu gösteriyor." Mahmud, Beytü'l-Makdis fi'l-Islam, s. 17. Yine bkz.: Hay'atü'l-Qudsü'l-îlmiyye, Keşşafü'l-Buldan el-Filistiniyye, [Filistin Şehirlerinin Kayıtları, (Kahire: Matba'at el-Cebalavi, 1973); Kamil J. el-Asali, Islamic Mausolea and Cemeteries in Jerusalem, [Kudüs'teki İslami Türbe ve Mezarlıkları, (Amman: el-Albait Vakfı, 1981); Abdullatif Tibavi, el-Quds el-Şeriffi Tarihi'l-Arab ve'l-lslam, (Arap ve İslam Tarihinde Kudüs-ü Şerif), (Amman: Vizaretü'l-Evkaf ve'ş-Şu'un ve'l-Mukaddesetü'l-îslamiyye, 1981); Muhammed Sabih, el-Quds ve ma'rakatuna el-Kübra, [Kudüs ve Büyük Mücadelemiz], (Kahire: Darü'ş-Şebab, 1971); Abdulhamid Kişk, el-Butula fi Zilli'l-Akide, (Doktrinin Gölgelediği Kahramanlık), (Kahire: Matba'atü'l-Fecele el-Cedide, 1969).
45- Bir hadise göre, "Peygamberler tarafından inşa edilen Kutsal Ev'in içinde bir peygamberin ibadet etmediği veya bir meleğin ziyaret etmediği bir avuç parçası bir yer bile yoktur." Mahmud, Beytü'l-Makdis, s. 11,66-70; Hasan, "Medinetü'l-Emced", s. 28. Orta Çağ'a özgü bir pasajın İngilizce çevirisi için bkz.: Burhaneddin el-Fazeri, "Kudüs ve Filistin'in Faziletleri Üzerine", Velid Halidi'nin derlediği From Haven ta Conquest, [Sığınaktan Fethe], (Washington DC: Filistin Araştırmalar Enstitüsü, 1987) içinde, s. 31-33. Ayrıca bkz.: Abidi, Qudsuna, s. 114; Temimi, el-Quds fi daw', s. 37-38; Mısır Başkan Yardımcısı Şafii, "Arap Filistininin istimlak edilmiş bir toprak olduğunu düşünen kimse yanılgıdadır. Gerçekte o, zor durumda bırakılmış İslam dîninin bir parçasıdır. Siyonizmin Filistin'den sonra maksadı Mekke ve Medine ve Nil ve Fırat arasında kalan topraklardır." Şafii, el-Tarik ilâ el-Mescid'ül-Aksa, s. 29. Aynı tema, Filistin'in işgalinin İslam için arzettiği ciddi tehlike hakkında uyarıda bulunan ve Abdulhalim Mahmud'un yazdığı bir kitabın önsözünde de yer almaktadır. "Filistin'in stratejik konumu, Mekke ve Medine'deki kutsal yerler için onu bir tampon yapmaktadır. Filistin'in bağımsızlığı ve güvenliği, kutsal yerlerin güvenliği ve İslami yükümlülüklerin yerine getirilmesi için bir zorunluluktur." Abdulhalim Mahmud, "Önsöz", Muhammed Şit Kattab'ın Ahdaf Israil el-Tavassuiyye fı'l-Büadi'l Arabiyye [İsrail'in Arap Dünyasında Yayılmacı Emelleri], (Kahire: Daru'n-Nasr li'l-Tiba'a, 1970) içinde, s. 4.
46- Yahudi ve Hıristiyan militarizmine tepki hakkında bir tartışma için bkz.: Yvonne Haddad, "İslami Alternatif, The Link, Eylül-Ekim 1982.
47- Muhammed el-Gazali Qaza'if el-Hakk, [Hakikat Okları], (Kuveyt: Menşurat Zat el-Selasil, 1984), s. 109
48- Mustafa Hilmi, Qavaid'l-Menkaci'l-Selefi, [Selefi Sistemin Esasları], (Kahire: Darul-Ensar, 1976), s. 28-29.
49- Fahham, "Restorasyon", s. 35; aynı yazarın "Konuşmalar", İslami Araştırmalar Akademisi'nin VI. Konferansı içinde, (Kahire: Ezher, 1971), s. 8-9.
50- Abdullah Kannun, "Müslümanlar ve Filistin Meselesi", Kitabü'l-Mu'tamar el-Rabi'... içinde, s. 36, 38.
51- Kannun, a. g. e., s. 38.
52- Bu alıntı yaygın olarak Haçlı-Siyonist teorisini desteklemek için kullanılır. Bir görgü tanığı Emile el-Ghury'dir, Filistin ebr sittin am [60 Yıl Boyunca Filistin], (Beyrut: Daru'n-Nehar, 1972), s. 30; Ürdün Prensi Hassan b. Talal olayın bir resminin kopyasını kitabında bastı, Palestinian Şelf Determination, [Filistinlilerin Self-Determinasyonu], (Londra: Quartet Books Ltd., 1981), s. 64-65. Ebu ilanıza, el-Mescid Aksa, s. 23.
53- Kannun, a. g. m., s. 36-37; Abidi, Qudsuna, s. 139.
54- Gazali, Qaza'if, s. 221-223.
55- Fahham, "Konuşmalar", Altıncı Konferans... s. 11.
56- 2/Bakara, 190. Fehham, "Konuşmalar", Altıncı Konferans..., s. 8.
57- Muhammed Abdurrahman Bisar, "Konuşmalar", Altıncı Konferans... (Kahire: Ezher, 1971), s. 24.
58- "Başkan Cemal Abdunnasır'ın Silahlı Kuvvetlere Mektubunun Metni, 23/8/1969"; Hawl Beytü'l-Makdis [Kudüs Hakkında] yeniden basıldı, (Kahire: el-Meclis el-A'la li'l-Şu'un el-Islamiyye, 1969), a. 4-5.
59- Şafii, el-Tarik ile'l-Mescidi'l-Aksa, s. 28.
60- Fehmi Hüveydi, Muvatinun, la zimuyyun, [Zımmiler Değil, Vatandaşlar], (Beyrut: Daru'l-Şuruq, 1985), s. 224.
61- Abdulhamid el-Sayih, Maza ba'de îhrag el-Mescid-i Aksa? [Mescid-i Aksa'nın Yakılmasından Sonrası Ne Olacak?], (Kahire: eş-Şa'ab, 1970), s. 23, 178, 180.
62- Gazali, Çaza'if, s. 223.