Galatasaray Üniversitesinde 22-24 Eylül günlerinde "İslam ve Laiklik" konulu bir kollokyum düzenlendi. Kollokyum Galatasaray Üniversitesi ile Uluslararası kuruluşlar olan E.R.İ.S.M. (Arap Olmayan Müslüman Akdeniz Toplumları Üzerinde Disiplinlerarası İnceleme Ekibi) I.N.A.L.C.O. (Doğu Dilleri ve Medeniyetleri Ulusal Enstitüsü) .I.F.E.A. (Fransız Anadolu Araştırmaları Enstitüsü) ve C.N.R.S. (Bilimsel Araştırmalar Ulusal Merkezi) işbirliğiyle gerçekleştirildi.
Çok geniş bir akademisyen, araştırmacı ve entellektüeiin katılımıyla gerçekleştirilen kollokyum kapalı kapılar ardında yapılan toplantıları andırır biçimde dikkatlerden uzak tutulmaya çatışıldı. İki buçuk gün süren kollokyuma dışardan izleyici olarak katılanların sayısı beş-altı kişiyi geçmiyordu, onlar da kollokyuma konuşmacı olarak katılan tanıdıkları vasıtasıyla öğrenenlerden oluşuyordu. Böylesine önemli bir kollokyumun niçin kamuoyuna ilan edilmediği kollokyumu düzenleyenlere, katılanlara ve konuşulanlara bakılınca anlaşılıyordu.
Ellibeş kişiden oluşan konuşmacılar arasında yukarıda ismini verdiğimiz kuruluşların temsilcileri; "Radikal islam" adlı kitabı Fransa'da yayımlanan ve oldukça ilgi toplayan, İslam dünyasındaki radika! İslami akımlar konusunda uzman olan Bruno Etienne; Kudüs İbrani Üniversitesinde görev yapan tarihçi Jacab Landau; Şerif Mardin gibi ünlüler Rahip Christiyan W.Troll, Kari Marx'ın torunlarından Frederig ve Longuet Marx ayrıca Türkiye'den Niyazi öktem; başörtüsü üzerine araştırmalarıyla dikkat çeken Nilüfer Narlı; Türkiye'de İslami oluşumlar ve Refah Partisi üzerine araştırmaları ve kitaplarıyla tanınan Ruşen Çakır ve Yaşar Nuri Öztürk gibi tanınmış simalar vardı.
İlk konuşmayı yapan Şerif Mardin kollokyum hakkında bazı açıklamalarda bulundu. Dünün ve bugünün İslam anlayışından bahseden Şerif Mardin Batı Afrika'dan Endonezya'ya kadar tasavvufi akımların çok etkili olduğunu ve İslam Dünyasında etkili olmuş şahsiyetlerin mesela Cemaleddin Afgani, Muhammed Abduh, Hasan el-Benna, Bin-Badis gibi müslüman önderlerin yetişme dönemlerinde hep tasavvufun etkisinde kalmış olduklarını belirtti. Şerif Mardin Türkiye'de ve diğer İslam ülkelerinde yakın zamana kadar, "Laiklik" konusunun taraftarları ve karşıtları arasında bir çekişme olmaktan öteye gitmediğini, bu konuda ciddi araştırma ve tartışmaların yapılmadığını, günümüzde ise "Laiklik" üzerine yapılan tartışmaların artık bu ülkelerdeki mevcut rejimlerin "meşruiyeti" tartışmasına dönüştüğünü söyledi. Bu açıdan bakılınca "Laiklik" tartışmalarının öneminin daha bir açıklık kazandığını belirten Mardin bu tartışmaların ciddi biçimde yapıldığı tek ülkenin Türkiye olduğunu söyledi.
Türkiye'de başörtüsü sorununun siyasi niteliğinden bahseden Nilüfer Narlı geleneksel başörtüsünden ayrı olarak özellikle üniversiteli genç kızlarda türbanın siyasi bir anlam taşıdığını, düzene ve kurumlarına karşı bir tepkiyi ve İslami bir düzene olan talebi ortaya koyduğunu belirtti.
Ruşen Çakır Türkiye gündeminden ve Refah Partisİ'nden bahsettiği konuşmasında "Laiklik" tartışmalarının kalbinin aslında demokrasi olduğunu, taraftarlarının da karşıtlarının da laikliği demokrasi yönünden ele aldıklarını, Refah Partililerin de laikliğe demokrasi çerçevesinde eleştiri getirdiklerini, temelde laikliğe değil Türkeye'deki laiklik uygulamasına karşı olduklarını ve bir kısım müslüman elit ve entellektüelin eskiden olduğu gibi demokrasiyi beşeri bir ideoloji olduğu için mahkum etmeyip ondan İslami hareketlerin lehine faydalandığını belirtti. Türkiye'de laik-Kemalistlerin çok cahil olduklarını, hiçbir şey okumadıklarını ama her karşıt fikre saldırdıklarını söyleyen Çakır İslamcıların ise daha çok okuduklarını ve gündemi takip ettiklerini vurguladı.
Galatasaray Üniversitesi Profesörlerinden ve aynı zamanda Galatasaray Lisesi mezunlarından Artun Ünsal ise "laik-müslüman!" tablosu çizdi ve "Biz hem müslümanız hem de Atatürk ilke ve inkılaplarına yürekten bağlı, milliyetçi ve laikiz. Tüm dini vecibelerimizi yerine getirmesek de Ramazan'da oruç tutar, Ramazan pidesini afiyetle yeriz ama içkimizi'de içeriz. Hepimiz laik eğitim veren okullarda yetiştik. Her sabah
(Türküm, doğruyum) diye "laik duamızı!" yapardık . Her şeye rağmen aslında biz Avrupalıyız " diyerek gelen Avrupalı konuşmacılar önünde adeta günah çıkardı.
En az onun kadar ilginç aynı zamanda traji-komik konuşmalardan biride Yaşar Nuri Öztürk'ün konuşmasıydı. Kollokyumun tek Türkçe konuşmasını yapan Öztürk'ün konuşması simültane olarak Fransızca'ya çevrildi. Demirci'den de örnekler aktararak laikliği savunan Öztürk sahih İslami anlayışa ulaşıncaya kadar laikliğin şart olduğunu. İslamın önündeki en büyük engelin ve bu yüzden de Kur'an'da en çok üzerinde durulan sorunlardan birinin din adına ortaya çıkan din sömürücüleri olduğunu, bunları engellemenin etkili yollarından birinin laiklik olduğunu,laikliğin bir amaç değil araç oldunu ve Kur'an'i İslama ulaşıncaya kadar takip edilecek bir yol olduğunu vurguladı. Beşeri ideolojilerin insana mutluluk getirmediğini, ilahi olanın yerini hiçbir şeyin tutamayacağını belirten Öztürk, Demirel'in verdiği şu örneği tekrarladı: "Laiklik bir süre için limana ne zehir getiren ne de nimet getiren gemilere izin vermez. İnsanlar zehir gelmesini engellemek için nimetten de olurlar ama bir süre sonra artık zehir yerine sadece nimet gelmeye başlar yani Kur'an İslamına geçilmiş olur." Kur'an Islamından bahseden Öztürk'ün laikliğin geçici de olsa İslama ulaşmak adına savunulmayacağını, Allah yolunda mücadele edip sebat etmek yerine böyle ertelemeci, ayetleri gizleyen, hali meşrulaştırıcı tavırlar sergilemenin hiç de Kur'an'i bir tavır olmadığını; Bu fikirleri savunmanın uluslararası düzenin müslüman halklara empoze etmeğe çalıştığı fikirlerle paralellik arzettiğini, kendisinin de katıldığı kolokyumun asıl amacının da laikliği benimseyen bir müslümanlık anlayışını oluşturmak peşinde olduğunu görmeyecek kadar algılama özürlü mü, yoksa Kur'an kelimelerini yerlerinden değiştirerek, ayetleri gizleyerek insanları Allah adıyla aldatmak konumuna düşmekten bir korkusu yok mu?
Jacop Landau ise İsrailde ki militan İslamcıların İsrail'in meşruiyetini ve varlığını tümden reddettiklerini, çok iyi örgütlenip her sahaya girdiklerini hatta yerel seçimlere bile katıldıklarını ama İsrail Devleti'nin meşruiyetini tanımak manasına geleceğinden genel seçimlere girmediklerini belirtti.
Daha sonraki konuşmacıların tebliğleri sadece Türkiye'yi değil Balkanlar, Kafkasya, Kuzey Afrika ve Orta Doğu'yu içine alacak şekilde genişledi. Bu kadar geniş bir coğrafyanın araştırma alanı olarak seçilmesi gelişen ve olası İslami hareketlerin ne öiçüde endişe uyandırdığının ve önemsendiğinin bir göstergesidir.
Amaçlanan henüz kaybedilmemiş bölgelerde "laiklik" tartışmasını başlatarak Şerif Mardin'in de belirttiği gibi, mevcut rejimlerin meşruiyetini kitlelere kabul ettirmek, İslami hareketlerin de dinamizmini zayıflatıp yönünü saptırmaktır. Konuşmacılardan Gerard Groc Türkiye'deki İslami akımların Mısır ve Cezayir'dekilerden farklı olduğunu, Türkiye'dekilerin daha ılımlı olduklarını, tartışmalara açık olduklarını bu yüzden henüz her şeyin kaybedilmediğini, bu ılımlı ortamın değerlendirilmesi gerektiğini vurgularken en son konuşan ve kollokyumu değerlendiren Bruno Etienne de aynı konulara vurgu yaptı ve konuşmacıların bazılarını at gözlüğü takmak ve olayları iyi değerlendirenlemekle suçladı. Etienne "Artık babadan kalma anlayışları "çağdışı gericiler, barbar müslümanlar" suçlamalarını bir tarafa bırakıp daha gerçekçi değerlendirmeler yapalım. Artık müslümanlar kendileri de bir köşeye çekilmiyorlar kadınlarını da örtüye sokup eve kapatmıyor, hayatın her alanına giriyorlar" dedi.
"İslam ve laiklik" konulu kollokyumun amacı bu konuda yine Boğaziçi Üniversitesi bünyesinde veya Fransız İstanbul Başkonsolosluğunda konu çerçevesinde yapılan konferans, açıkoturum ve sempozyumlardan farklı değildi.
Yapılmaya çalışılan, her şey kaybedilmeden Batılı oryantalistlerle yerli oryantalistler arasındaki İlişkileri geliştirebilmek, bilgi akışı ve iletişimle "laiklik tartışması" vb. konularda gündemin kaydırılmasıyla İslami bilinçlenişin önünü kesmektir. Ciddiye alınmaması, fakat amaçlarının iyi takip edilip ifşa edilmesi gereken bu tür yapay tartışmalarla İslami hareketlerin etkisi kırılmaya, yapay veya çarpıtılmış teorik tartışmalarla zihinler yönlendirilip son derece açık olan Kur'ani emirleri hayata geçirme çaba ve niyetleri bulandırılmaya çalışılmaktadır.
Metod olarak da bu politikanın teorik boyutlarını önce akademisyen ve entellektüeller arasında tartışıp, geliştirip kemale erdirmek; daha sonra da bu ifsad tuzağının kurulması için yerli oryantalistlerle yakın ilişki içinde bulunan bir kısım müslüman entellektüelin yönlendirilmesi düşünülmüştür. Tabii bu tartışmalar kişiler arasında kalmayıp ilerleyen zamanlarda medyaya ve kamuoyuna taşınacaktır.
Bu yüzden kollokyum mümkün olduğunca gizli tutulmuştur. Batılı oryantalistler sadece kendilerine en yakın gördükleri işbirliğine rahatça girebilecekleri yerli oryantalistleri davet etmişlerdir. Bu çerçevede ilginç bir tutum da şu olmuştur: Önce kollokyuma konuşmacı olarak davet edilen İhsan Süreyya Sırma'ya daha sonra kollokyuma katılmaması tebliğ edilmiştir. Her halde İhsan Süreyya Sırma ismini tesbit konusunda düşülen hatanın büyüklüğü çok rahatsız edici olmuştur ki, akademik nezaket ve ahlak ölçüleri aşılarak Sırma'nın katılımını iptal etme küstahlığı sergilenebilmiştir. Kollokyuma müslümanları temsil edecek bir tek kişi çağrılmamıştır. Kudüs İbrani Üniversitesinden "İsrail'de islami Militarizm" başlıklı tebliği sunmak için katılan tarihçi Jacob Landau, dışarıdan izleyici olarak katıldığı belli olan bizlere şüpheli gözlerle yaklaşıp ses kayıt cihazı ve fotoğraf makinesini göstererek "bunları kendimiz için mi, yoksa herhangi bir dergi için mi kullandığımızı" sorma ihtiyacı hissedecek kadar tedirginlik duymuştur. Buna ilaveten basına ve dışarıya haber sızdınlmaması, tebliğlerin tamamının "üçü İngilizce, diğerleri Fransızca" yabancı dilde yapılması kollokyumun dikkatlerden uzak tutulmaya çalışıldığının göstergeleridir.
Konuşmacıların da belirttiği gibi Türkiye "laikliğin" ciddi olarak tartışıldığı tek ülkedir. Yine Türkiye halkı müslüman olan ülkelerden laikliğin en iyi şekilde uygulandığı ülkelerden biridir; ayrıca geçmişinden kalan miras sonucu özellikle Balkanlar ve Kafkaslarla manevi bağları vardır. Bu toplantıda Bosna Hersek devletinden Aliya İzzetbegoviç'c yakınlığı ile tanınan İsmail Baliç'in yer alması ise düşündürücüdür. Baliç'c şimdiden abi devlet Türkiye sisteminin oturacağı rotayı gösterip Bosna'da nasıl bir düzen kurmalarının icazet yolu mu gösterilmek istenmiştir; yoksa Baliç bağımsızlık hülyası uğruna uluslararası güçlere güvence vermeye mi gelmiştir?
Türkiye'de gelenek ve göreneklerine bağlı, milliyetçi-muhafazakar bir İslam anlayışı tabii olarak laikliği de içinde barındıracak ve emperyalizmin çıkarları açından tehlikeli sayılmayan böyle bir model tarihi bağları olduğu ülkelere de örneklik teşkil edecektir. Abi devlet Türkiye yönetimi ise henüz laikliğin esnetilmesi gerekliliğini kavrayamamıştır. Ama siyasi partiler yelpazesinde bu modelin esasları üzerinde istisnasız bir konsensüs hali oluşturulmuş bulunmaktadır.