Ben ağıt yazmayı sevmem
Ölümden değil dirilişten yanayım
Ölümden değil ölüm sonrasından yana
Ağıt yazmaktan değil mevlüt yazmaktan yana
Sezai Karakoç (Ateş Dansı, s.624)
Bir edebiyat eserini iyi, kötü ya da vasat yapan nedir? Yüzyıllar boyunca bu soruya da pek çok farklı cevaplar verilmiştir. Kavrayış derinliği, hayata yakınlık, biçimsel uyum, evrensellik, ahlaki duruş, kelime bazlı yaratıcılık, hayal gücü genişliği ve özgünlük... Ancak bir edebî eserin büyüklüğünün nişanı sayılan bu kıstaslar hâlâ tartışılmakla beraber ortak bir kabul de gördü. “Netice itibariyle en özgün edebiyat eseri bile, diğer pek çok şeyin yanı sıra, kendinden önce gelen sayısız metnin kalıntılarından izler taşır. Edebiyatın ortamı dildir ve kullandığımız her sözcük önceden milyarlarca kez kullanıldığından rengi solmuş, yıpranmış kimi zaman da içi boşalmış bir vaziyette bulunur. Bununla birlikte... Noam Chomsky’nin hatırlattığı gibi, daha önce hiç duymadığımız, hiç kurmadığımız cümleler üretip durduğumuz da doğru.”1 Çünkü dil şaşırtıcı ölçüde ilahi mucizedir. Yapılan açıklamalar önemli olmakla birlikte, “Belki de bazı edebî pasajların neyi ne kadar iyi yaptıklarına dikkat kesilip çözümlemeye çalışırsak ‘Bir edebiyat eserini iyi ya da kötü yapan ne?’ şeklindeki soruya biraz daha ışık tutabiliriz.”2 Bu açıklamalar / notlar ışığında, Sezai Karakoç’un neyi ne kadar iyi, hatta niçin en iyi yaptığısorusuna cevap bulmak için, şiirlerine ve düşünce yazılarına yani eserlerine bakmak gerekir.
Yeniden başlamak yazma sanatına
Kat kat olup açılmak gök katına
İndirmek yeryüzüne Allah’ın rahmetini
Bir gül gibi sunmak dünya saltanatına
Harfleri ve sesleri sözleri kelimeleri
Kitapları getirmek Peygamber fıtratına
Merhameti en uç musikisi yapmak
Ve ölümü çevirmek diriliş hayatına
“Diriliş” başlıklı şiirinde de görüldüğü üzere Sezai Karakoç’unnazım olsun nesir olsun eserlerinin sebeb-i te’lifine bakıldığında, birçok bağlamda diriliş fikriyatını görüyoruz. Diriliş ruhunun/davasının yolunda sağlam bir bilgi, yeni bir dil ve kendine has kavramlar/ilkeler oluşturarak durmadan çabalayan, samimi, derdi olan bir Müslümanın gayretini görüyoruz. “Hep doğmak, yeniden doğmak, tekrar be tekrar doğmak” ifadesinde geçtiği gibi, hem edebî hem fikrî hem de “ve’l-ba‘süba‘de’l-mevt”teki kuvvetli bir itikadın, bir dirilişin sağlam gramerini görüyoruz.
Ruhumuzun içinde kar yağar
Anamızdan doğduğumuz geceden beri
Heybemizi emektar makinelere yükleriz
Fikirlerimizi tıfıl vinçlere
İri buğday tanelerinin trenleri yürüttüğünü bilmeyiz
Biz yangında koşuyu kaybeden atlarız
Biz kirli ve temiz çamaşırları
Aynı zaman aynı minval üzere katlarız
Biz koşu bittikten sonra da koşan atlarız
(...)
Ey yeşil sarıklı ulu hocalar bunu bana öğretmediniz.
Bu kesik dansa karşı bana bir şey öğretmediniz
(…)
Ey ulular sizin bana öğretmediğinizi
Ben zamandan öğrendim
Kuruyan hurma dalından öğrendim
Damıtılmış petrolden öğrendim
Yavrusunu arayan bir deveden öğrendim
Hapsedilmiş yarı yanık
Sancaklardan öğrendim
Yıkılmış taş kemerlerden öğrendim
Harap handan köprülerden öğrendim
(...)
Biz bir Hızır’ız ama belki bin Hızır gibi
Biliriz yeryüzünde bengisu illerini
Namazda yürüyoruz ışıldayan meşalelerle
Oruçta aydınlığız İsa’yla Meryem’le
(...)
Ülkendeki kuşlardan ne haber vardır
Mezarlardan bile yükselen bir bahar vardır
Aşk cellâdından ne çıkar mademki yar vardır
Yoktan da vardan da ötede bir Var vardır
Hep suç bende değil beni yakıp yıkan bir nazar vardır
O şarkıya özenip söylenecek mısralar vardır
Sakın kader deme kaderin üstünde bir kader vardır
Ne yapsalar boş göklerden gelen bir karar vardır
Gün batsa ne olur geceyi onaran bir mimar vardır
Yanmışsam külümden yapılan bir hisar vardır
Yenilgi yenilgi büyüyen bir zafer vardır
Sırların sırrına ermek için sende anahtar vardır
Göğsünde sürgününü geri çağıran bir damar vardır
Senden umut kesmem kalbinde merhamet adlı bir çınar vardır
Sevgili
En sevgili
Ey sevgili
Görüldüğü üzere ne kadar şiirlerinden kesitler alırsak alalım, Karakoç’un şiirinde gelişigüzel söylenmiş, mana verilmeyen, lügate iadesini bekleyen bir yığın kelime ile birkaç hayal kırıntısı yoktur. O, bir hakikat işçisidir. “Ben bir diriliş işçisiyim. Allah kentinin işçisiyim. Allah’ın övdüğü, beğendiği İslam toplumunu ören, toplumun örülen duvarında en küçük bir kum tanesi olmaktan öte öğüncüm olamaz.”3 sözleri ile “Uygarlığın ölüm ve intihar çıkmazına saplandığı bugün şair sesini yeniden yükseltmelidir. Tekniği ve bilimi, böylesine insanlık dışı bir meraya sürükleyenlere karşı, ayağa kalkmalı ve insanlığa yeni umut çığırını yöneltmelidir... İnsanlığı dünya cehennemine ve kıyametine yuvarlayanların önüne kayalar gibi dikilmelidir. Kutsal kitaptan hız ve ilham alarak insanlığın yeni mesajını en yoğun ifadelerle dillendirmeli, genel insanlık türküsünü yeniden ve yenilmez, ezilmez, aşınmaz ve aşılmaz bir şekilde yalancıları ve sahteleriyle değil, gerçeğiyle söylemelidir. Bir diriliş eri, ereni, piri olmalıdır yeniden şair. Diriliş ruhunun yeni bayrakçısı, sancaktarı. Çağın kulelerine, burçlarına, sesini, bayrak gibi ufukların gönderine çeken adam... Bizce şair Diriliş Günü adamıdır.”4 Karakoç, “Şiir, ruh pencerelerini Allah’a açtıkça şiirdir. Yoksa balmumundan peteklerdir, bal değil.” sözleriyle fikir atlasındaki diriliş ruhuna, düşüncesine, güçlü sesindeki kaynağa işaret ediyor.
Sezai Karakoç’un şüphesiz en güçlü yönü şair oluşudur. Bunun yanında iyi bir deneme yazarıdır. Merhum Cahit Zarifoğlu’nun ifadesiyle “onu derinlemesine anlamanın zorluklarına rağmen”5 diriliş merkezli şiirleri ve yazıları, akademi içinde ve dışında olmak üzere birçok yazar/araştırmacı tarafından tek tek tutamlara/dallara/damarlara ayrıştırılarak mikroskop altına tutulup tahlil edilmiştir. Başta şiirleri olmak üzere yazılarına yapılan atıflar, yakın ve yoğun okumalar sonucu ortaya çıkan külliyat son derece kıymetlidir. Bu çalışmalardan bazıları Karakoç’un şiirleri ve yazıları arasında tam bir uyumun olduğunu ortaya çıkarmış olmaları bakımından ayrıca kıymetlidir. Turan Karataş’ın, Eyüp Onart’tan aldığı satırlar bu hususu güzel bir şekilde ortaya koymaktadır:
“Her şeye rağmen onun düzyazılarının büyük bir kısmı şiirlerine yorum yapmayı kolaylaştırıcı açıklama niteliğindedir. Yazılardaki öz, şiirlerde asıl doluluğunu bulmuştur. Sezai Karakoç’un asıl yükü şiirinde toplanmıştır. Bu sebepten onu inceleyen bir göz, yazılarından geçerek şiirine gidip oradaki birikimi kavrayacak, bu kavrayıştan sonra duygu ile yüklü bir göz yazılardaki düşünce sistemini daha gerçek ve daha bütünlüğüne yakın bir şekilde gösterecektir.”6
Hayata Müslümanca bakan bir şair ve yazar olan Karakoç’un “arşın manifestosu” Kur’an, “öç değil öç kıran” Peygamber’in (s) sünneti ile kurduğu ilişki eserlerinde bir şah damar gibidir. Kurucu dinî metinlerden ilham almış diriliş şairinin fikirlerindeki “öz” ile şiirlerindeki öz’ün atıf zincirleri arasında iç içe geçmiş çok sayıda şiir, düşünce yazıları vardır. Bunu göstermek üzere biri şiir, diğeri deneme olan iki eserinden alınan aşağıdaki alıntılar bir örnek olarak gösterilebilir:
“Oruç, insanın katıldığı, her yıl bir ay katıldığı bir ruh şölenidir. Üstün insanların davetlisi olduğu bir tabiatüstü ziyafet, bir gök sofrasıdır... Gök armağanı oruç, gökten gelen armağanlardır oruç ve namaz.”7
“Armağan götürürüz kentlere
Gök armağanı Kur’an’ı
Açarız dünya önünde bu sofrayı”8
‘Gök armağanı oruç’tan‘ gök armağanı Kur’an’a bir gök sofrasının, dünya önünde açılan bir sofraya, metafizikten fiziğe doğru inen bir birliktelik içinde akan bir anlatım “İnsanlara yol gösterici, doğruyu eğriden ayırmanın açık delilleri olarak Kur’an’ın indirildiği ay olan Ramazan ayını…” (Bakara, 185) hatırla(t)mak, kıymetini bilmek içindir.
Sezai Karakoç’u konuşurken kısa da olsa örnek hayatına değinmeden geçmek vefasızlık olur: “Müslüman, İslam’ı öyle sağ ve diri, canlı yaşa ki seni öldürmeye gelen sende dirilsin”9 “İslam’dan çıkarılmış nurdan bir heykel gibi dolaşacaksın arzda, şimşek ve yıldırımlarla koruyacaksın nurunu.”10 sözleriyle, amelin inanca şahit olması gerektiğini hatırlatmıştır. İslami pratikte söz ve düşünme iç içedir. Düşünme işi bittikten sonra, o sözle amel etme başlar. “Öyle ki altında amel yatmayan söz dikkate alınmaz.”11 Kendisi de Hz. Ömer’in (ra) “İnandığınız gibi yaşamazsanız, yaşadığınız gibi inanmaya başlarsınız.” sözünü merkeze alarak amelin inanca şahit olduğu aydınlık bir hayatı yaşamayı tercih etmiştir. Vefatına kadar onurlu duruşundan taviz vermemiş, inancıyla yoğrulmuş, tertemiz bir hayata talip bir mümin olarak çarşılarda, kalabalıklar arasından sessizce geçip gittiği gibi, sessiz sedasız bir şekilde ebediyete irtihal etmiştir. “Ölüm geldi bana düğün armağan gibi” diyerek, “dünya sürgünü bitinceye” kadar, dünyaya tamah etmeyen, zerre menfaat için eyvallah demeyen onurlu insanı, 16 Kasım 2021 günü, ruh-u sükûnete, rahmet-i rahmana kavuşan bilge insanı, Rabbim rahmetiyle, mağfiretiyle ve cennetiyle mükâfatlandırsın.
Turan Karataş’ın “Karakoç’taki manevi insani hassasiyeti, eğriyi doğrudan ayırt etme keyfiyetini, iman etmenin en kılcal damarlarında bile nasıl kımıldadığını görmek için bu şiiri okumak gerekir.”12 dediği “Çatı” isimli şiir Müslüman vicdanının sesini en güçlü bir şekilde terennüm eden şiirlerin başında gelir.
ÇATI
Kaç aç varsa hepsi ben
Kaç hasta varsa hepsi ben
Kaç liman önlerinde dönen
İşsiz hamal hepsi ben
Kaç aşktan ters yüz edilmiş
Âşık varsa hepsi ben
Bütün çiçeklerle donanıp
Bütün insanlarla ölen
Atılmış kömür toplar
Annelerinin zoruyla çocuklar
— Başka çaresi ne annenin —
Çocuklarıyla yere çarpılan
Ben o çocuklarla yere çarpılan
Sevgili deyip yere çarpılan
Sedye taşımaktan kolu tutulan
Bu sessiz çılgın çalkantıda13
Günümüzde özellikle Müslüman coğrafyada zulümlere, haksızlıklara, insan ölümlerine kıyasıya tanıklık etmekteyiz. “İnsanın bu yerküredeki macerası en çok acının tanığı olarak gerçekleşmiş görünüyor.”14 Bu acıya tanıklık edip sessiz kalmak da zalimlere cesaret vermektedir. Karakoç, bütün ölümlerin acısını yüreğinde hisseden bir Müslüman hassasiyetiyle, şiddeti her gün artan, yeryüzünü fesada veren bütün zalimlerin, mazlumların/masumların dökülen kan ve gözyaşlarının içinde boğulacaklarını yüzlerinekarşı haykırmak gerektiğini hatırlatır.
“Allah’a inanma ışığı ve ona inanma aydınlığı... Sesimi yükseltirsem Allah’a inanma ışığı ve ona inanma aydınlığı için yükseltirim. Yoksa bunun dışında dünyada hiçbir şey ses yükseltmeye değmez.
Yaşamayı ve ölmeyi, mekâna ilişmeyi, zamana girmeyi, daha doğrusu zaman ve mekânla diyalog kurmayı, ancak ve ancak bu inanç uğruna göze alabilirim.
Aşktır o benim için.
Yoldur.
Anlamdır.
Sestir.
Ülküdür.
Varoluştur.”15
Dipnotlar:
1- Terry Eagleton, Edebiyat Nasıl Okunur, çev. Elif Ersavcı, İletişim Yayınları, İstanbul, 2021, s. 193.
2- Terry Eagleton, a.g.e., s. 207.
3- Sezai Karakoç, Diriliş Neslinin Âmentüsü, Diriliş Yayınları, İstanbul, 1979, s. 8
4- Sezai Karakoç, Edebiyat Yazıları I, Diriliş Yayınları, İstanbul, 2019, s. 75
5- Cahit Zarifoğlu, Zengin Hayaller Peşinde, Beyan Yayınları, İstanbul, 2012, s. 93
6- Turan Karataş, Doğu’nun Yedinci Oğlu Sezai Karakoç, s. 198
7- Sezai Karakoç, Samanyolunda Ziyafet, Diriliş Yayınları, İstanbul, 2020, s.11, 107
8- Sezai Karakoç, Gün Doğmadan (Ateş Dansı), Diriliş Yayınları, İstanbul, 2016, s. 281
9- Sezai Karakoç, İslam’ın Dirilişi, Diriliş Yayınları, İstanbul, 1979, s. 57
10- Sezai Karakoç, Diriliş Neslinin Âmentüsü, Diriliş Yayınları, İstanbul, 1979, s. 64
11- Taha Abdurrahman, Amel Sorunsalı, çev. Tahir Uluç, Pınar Yayınları, İstanbul, 2021, s. 71
12- Turan Karataş, Nizami Yürüyüş, Muhit Kitap, İstanbul, 2020, s.17
13- Sezai Karakoç, Gün Doğmadan (Körfez), Diriliş Yayınları, İstanbul, 2016, s. 109
14- İsmail Süphandağı, Dil, Şiir Hakikat, İz Yayıncılık, İstanbul 2018, s.162
15- Sezai Karakoç, Diriliş Neslinin Âmentüsü, Diriliş Yayınları, İstanbul 1979, s. 9