"İslam Fundamentalizminin Arka Planı: İman ve Amel Sosyolojisi" başlıklı çalışmanızın ana teması nedir?
Bu çalışmanın ana teması, İslam Sosyolojisi'nin esası olan iman-amel bütünlüğünden oluşmaktadır. Eğer iman, amel ile bütünleşmezse, kişi kusurlu bir imana sahiptir. Bu kusurlu iman, hatalı ve sahih olmayan bir İslam inancından kaynaklanabilir. Bu çalışma, İslami toplumlarda bulunan ve İslam'ın yanlış anlaşılmasından kaynaklanan trajik duruma işaret etmektedir. Bu yanlış İslam anlayışı; İslam'ı, dini merasimlerden müteşekkil bir konuma düşürmektedir. Örneğin İslam, müslümanlar tarafından yazılan kitaplarda açıklandığı ve de çocuklara öğretildiği üzere, "İslam'ın beş şartından daha fazla bir şey değildir. Açıklanan bu beş şartın yolu, kişiyi amele götürmektedir. Sonuç olarak, İslam dünyası, İslam dışı yönetim ve müslüman olmayan yöneticilerden zarar görmektedir, İslam'ın beş şartı, eğer dini merasimler olarak açıklanırsa kendi içinde bir son olarak anlaşılır. Ama doğrusu, bu beş şart kendi içinde bir son değil, son için bir vasıtadır. Örneğin İslam'ın ilk şartı olan KELİME-İ ŞEHADET. Bir başkasını Allah'a eş koşmamayı ifade ettiği gibi, Müslümanın yalnızca Allah'a itaat etmeye mecbur olduğunu da kastetmektedir. Kelime-i Şehadet'in ikinci cümlesi ise; bir başkası değil, sadece Muhammed (s) onun elçisidir. Benzeri şekilde, İslam'ın ikinci şartı olarak namazı aldığımızda, onun her namaz sonrasında Müslümanın İslami faaliyet için hazır olması gerektiğini vurguladığını görürüz. Namaz, Hıristiyanlık inancındaki gibi sadece bireysel kurtuluş değildir. Örneğin, adil halifeler zamanında İslam ordularının camilerde kıldıkları namazların savaşta çarpışırken kendilerine güven verdiği söylenir. Fakat bugün, İslam dünyasında, "İslam'ın beş şartı" Müslümanlara amel ilham etmediği gibi, tersine İslam'ı Hıristiyanlığın seviyesine düşürür. Ama İslam'da, amel, dini merasimlerden çok daha fazla bir şeydir. Her amel, İslam'ın etkisini toplum üzerinde artırmalıdır. Amelin gayesi, İslam toplumunun yani ümmetin kurulmasıdır. Bir ümmet sadece iki kişiyi kapsayacak kadar ufak olabileceği gibi, İslam dünyasının tümünü içine alacak kadar geniş de olabilir. Bundan dolayıdır ki, hiç bir müslüman, ümmetin kurulmasına karşıt rol üstlenemez. O halde imanın amelle olan ilişkisi birbirine bağlı bir ilişkidir. Bir başka deyişle, amelsiz iman olmaz ve imansız da amel. Eğer imansız bir amel varsa, bu İslam çemberinin dışındadır. Laik olabilir.
Bu ilke İslam toplumlarında nasıl tatbik edilir?
Bu ilkenin uygulanabilmesi için, müslüman bireyin İslam toplumlarındaki sosyal şartlardan ve yaygın toplumsal gerçekliklerden haberdar olması gerekir. Bu toplumsal gerçeklikler, kültür ve kurumlardan oluşur. Örneğin devlet, anayasa vs. Her toplum için birer kurumdur. Bunlar kendi sürekliliği için sosyo-politik kültürleri oluşturur. Kültürler karşılık olarak, bu kurumları güçlendirir. Tarihte İslam toplumları üç çeşit devlet yapısı oluşturmuşlardır. Monarşiliği meşrulaştıran 'sultanlık', ki hala bazı İslam ülkelerinde varlığını sürdürmektedir. Batılı ülkeler tarafından sömürgeleştirilmiş olan 'sömürge' modeli ve laik askeri ya da sivil rejimler tarafından geliştirilen ve İslam dünyasında egemen olan 'münafık' model. Bütün bu modeller, İslami görünmek için ya da kendi düzenlerini İslami açıdan meşrulaştırmak maksadıyla laik ya da İslam maskeli yapılar oluşturmuşlardır. Doğrusu bunların hiç bir İslami değildir ve asıl trajik olan, İslami toplumlardaki dar görüşlü Müslümanların bunlara İslamidir diye inanmasıdır. Devlet bu kimselere kusurlu imanları oluşturan İslam çeşidini öğretmiştir, işte bu yüzden kusurlu imana sahip bu müslümanlar devlet için hiç bir tehdit unsuru oluşturmamaktadırlar. Statükoyu rahatsız etmezler. Bazı durumlarda, bu ülkeler, dinin devletle hiç bir işinin olmadığını savunan entelektüeller üretir. Tüm bunlar İslam ülkelerinde, İslam'ın tahrif edilmiş bu yönüne inanan alt kültürler oluşturur ve bu yüzden iman amelden yoksun kalır. Yani, İslam toplumlarında, güçlü bir ümmet bilincinin eksikliği vardır. Kitabımda açıklamaya çalıştığım İslam Sosyolojisi esasının her düzeyde İslami öğreti ile birleşmeye ihtiyacı vardır, öncelikle her müslüman, kendi imanının özel bir bireysel dine ait olmadığına, fakat amel ile sonuçlanması gerektiğine inanırsa müslümanlar savaşın yarısını kazanmış olur. Bundan sonra yapılacak olan, Kitabın açıkladığı üzere ümmetin oluşması için amelin yönünü değiştirmektir.
Bazı İslam ülkelerinde, devletin "İslam Fundamentalizmi" diye tanımladığı benzeri İslami ümmetler ortaya çıkıyor ve devletin mevcut düzenine karşı tehdit oluşturduklarından baskı altında tutuluyorlar.
İmanı amele dönüştüren İslami toplumsal değişmenin metodolojisi nedir?
İslami toplumsal değişmenin metodolojisi Rasulullah'ın metodolojisinden çıkartılmak zorundadır. Müslümanlar sahih bir imanla, İslam toplumlarında karşıt bir sosyal gerçeklik (kurumlar ve kültürler) oluşturmak zorundadırlar. Yani, kendi yolunda radikal ve devrimci ufak bir ümmetin oluşturulması. Böyle bir ümmet, cinsiyet ayrımcılığından uzak olmalıdır. Hem erkekleri, hem de kadınları harekete geçirmek zorundadır, İslam dünyasında, günümüz mevcut harekete geçirmek zorundadır, İslam dünyasında, günümüz mevcut ayrımcılık, yaptığım eleştirilerden bir tanesidir. Birçok İslam toplumunda düşmanımız bizatihi devletin kendisidir, bundan dolayı Müslümanların toplumun her kesimini harekete geçirmeleri gerekir. Bu ümmetten gaye adil bir devletin kurulmasıdır. Günümüz İslam dünyasındaki genel İslami hareketler ile ilgili ikinci eleştirim şudur: Bu hareketler, İslam devletinin karakteri ile ilgili olarak, hilafet mi olmalıdır yoksa imamet mi olmalıdır vs. gibi konularda tartışma ve münakaşalara saplanıyorlar, çıkmaza giriyorlar. Bu safhada şekil o kadar da önemli değildir. Önemli olan özdür. Böyle bir adil sistemdeki İslami esas, İslam toplumlarındaki siyasal, ekonomik, yasal, eğitimsel ve toplumsal adaletsizliklerin kökünün kazınması olmalıdır. Her İslam toplumunda, eğer birisi adaletsizliklerin, haksızlıkların listesini çıkaracak olsa görecektir ki bu yığınlar dolusu olacaktır. Biz her adaletsizliğin yerine ne kadar İslam adaletini getirirsek, o kadar İslam için alan kazanmış oluruz. Fakat, elbetteki bunları söylemek yapmaktan daha kolaydır. Her noktada devlet Müslümanlara muhalif olacaktır. Çünkü devlet kazanılmış haklarını korumak için sahte bir toplumsal gerçeklik (kurumlar ve kültürler) yaratmıştır. O halde bir müslüman ne yapmalı? Cihad etmek zorundadır, Cihad el-Kıtal (silahlı mücadele), mücadelenin bir şeklidir. Askeri çözümden önce siyasi ve ideolojik çözüm de olmalı, ki bu da ümmetin oluşumu için Müslümanlara, imanlarını pratiğe geçirmelerini, imanın amel ile sonuçlanmasını öğretmektir. Bundan dolayı, birçok cihad şekli vardır. Siyasi, ekonomik ve eğitim düzeyinde cihad olabilir. Tüm bunlar aynı zamanda başlatılmalı, İslam toplumunun değişik seviye ve dilimlerini hedef almalıdır.
İslam sosyolojisi metodoloji ve teorisine göre müslümanlar nasıl eğitilebilecekler?
İslam Sosyolojisi uyarınca Müslümanların eğitimi için, beş İslami kavramın yeniden değerlendirilmesi ve yeniden idrak edilmesi gerekmektedir. Bunlar iman, amel, ümmet, adalet ve cihattır. Eğer İslam'ı, bir hareket olarak görmek istiyorsak, günümüz İslam dünyasındaki bütün İslami öğretinin temelini bunlar teşkil etmek zorundadır. Müslümanlara, İslami değişimin biriminin fert değil ümmet olduğu öğretilmelidir. Bireyselciliği merkez alan günümüzdeki birçok İslami eğitim şekli, ümmet oluşturmaya yönelmemektedir. Açıktır ki, tüm benzeri İslam eğitim şekillerinde bir bozukluk vardır, İslam'ın özel ve kişisel bir şeymiş gibi değerlendirilmesine bağlı olarak, müslümanlar adeta Hıristiyanlaştırılmaktadır. İslami değişim birimi aile, medrese, cami çevresinde yapılanır.
Tüm bu kurumsal yapılarda, çocukluklarından yetişkinliklerine kadar, Müslümanlara, daha önce söylenen beş kavrama bağlı olarak kendi değişik yaş seviyelerine göre eğitim verilmelidir. Değişik yaş gruplarına, kendi İslami eğitimleri verildiği gibi, değişik İslami değerlerin vurgulanması da gereklidir. Bunlar bilgi, birlik ve beraberlik, adalet, siyasi hayatta Allah'a itaat, ümmet ve biat gibi değerlerdir, İslami eğitimin doruk noktasında, İslami otonominin (özerkliğin) şartları öğretilmelidir. Bunlar bireyin, İslami değişim için bir birim oluşturmasına yetki veren Kur'an ile karşılaşmasından çıkar. Toplumsal şartlar Müslümanı, sosyal eksiklik için hazırlar. Ahlaki kurallar, yanlışı doğrudan ayırt etme amacını güder. Stratejik şartlar önsezi kurallarını, askeri işleri ve daha önce değişik seviyelerde açıklanan cihadın diğer çeşitlerini düzenler. Bu şartlar ya da İslami otonomi, bireylere içtihat edecek şekilde İslami düşünme yollarını aşılar, İslam dünyasındaki günümüz İslami hareketlerine yönelik üçüncü eleştirim, bu hareketlerin yeni yaratıcı içtihadi modellerden ziyade, İslam'ın geçmiş tarihindeki taklidi modelleri takip ediyor olmalarıdır. Modern çağın şartlarının ortaya çıkardığı yeni sorunlar için bu kaçınılmazdır ve İslam ülkelerinin yeni stratejilere ihtiyacı var. Rasulullah'ın sünneti bu bakımdan ele alınmalıdır. Allah'ın elçisi olarak gönderildiği İslam öncesi toplumda, putperestlik ve cahiliye engelini kırmak için yeni stratejiler üretmiştir. Putları kaldırdıktan sonra Kabe örneğinde olduğu gibi bazısını yeniden anlamlandırarak değiştirmiştir. Farklı durumlarda, İslam öncesi Arabistanı'nda var olmamış camiler gibi, yeni yapılar oluşturmuştur.
Günümüzde, Müslümanların hatırlaması gereken husus, İslam sosyolojisinin dinamik oluşudur ve modern koşullar dahilinde İslam toplumlarının, toplumsal gerçekliklerinden kayıtsız kalmadığıdır. Bu toplumlarda, Fesad fi'l-Ard (yeryüzüne fesad çıkaranlar) güçleri arasında sürekli bir çatışma vardır. Bu hakiki bir mücadeledir ve namaz kılınan seccadeler üzerinde değil, toplumun değişik kesimlerindeki mücadele sahalarında kazanılacaktır.
İslam Sosyolojisi'ni araştırmanın ne tür yararları vardır?
Çağdaş İslami mücadele havada kalmamaktadır, fakat değişik toplumsal koşullar göz önünde bulundurularak egemen toplumsal gerçeklikler iyi ayırt edilmelidir. Eğer birilerinin bu egemen toplumsal gerçeklikler konusunda algılaması sakat ise, mücadele etkili olmayabilir. İSLAM FUNDAMENTALİZMİNİN ARKA PLANI: İMAN VE AMEL SOSYOLOJİSİ çalışması, müslümanların, mücadelelerine başlamadan önce kendi toplumlarını siyasi ve stratejik açıdan iyi değerlendirmeleri için, toplumsal meselelerde kavrayışlarını keskinleştirme hususunda öncül bir kitaptır. Her müslüman bir asker olmak zorundadır; bir barış askeri, savaşa hazır bir asker, elinde kalemi olan ve bir aydın asker. Çağdaş İslam toplumlarında müslümanlar kendilerine açılan birçok savaşla karşılaşmaktadır ve müslümanlar buna hazır olmak zorundadır, İslam toplumlarında, İslam anlayışının toplumsal ürünü olarak bir sürü şekiller ortaya çıkmaktadır: Oryantalist İslam, Hizipçi İslam, idealist İslam, Materyalist İslam vs. gibi. Saf müslümanlar bu anlayışları benimsemektedir. Gerçek şudur ki, günümüz müslümanları kendilerine olan güveni kaybettiklerinden "İslam" etiketi taşıyan her şeye sarılmaktadır. Tutunmuş oldukları şeyler kısmen doğru, İslam Sosyolojisi müslümanların gözlerini, İslam'ın aydınlığına açmaktadır. O İslam'ın dünyaya bütüncül bir bakış açısını vermeye çalışır, İslam yeni bir toplum, devlet, kültür ve medeniyet yaratabilecek dindir. Toplumsal bir dönüşümün gerçekleştirilmesi için, İslam Sosyolojisi'nden haberdar olmak gerekir.
Röportaj: Mehmet Asutay