12-13 Ekim tarihlerinde İslâmî İlimler Araştırma Vakfı (ISAV)'nın Altunizâde Kültür Merkezi'nde düzenlediği tartışmalı, ilmî toplantıda "Gayb" kavramı çerçevesindeki tebliğler farklı eğilimlerdeki birçok akademisyen tarafından katılımcılara sunuldu.
İki günlük toplantının açılışını İSAV Başkanı Prof.Dr. Ali Özek yaptı. Özek konuşmasında ilmi çalışmaların değerinin bilinmesi gerektiğini vurguladı. Cahilliğin her konuda olduğu gibi, din alanında da büyük sorunlar doğurduğunu belirtti.
Başkanlığını Prof. Dr. Salih Tuğ'un yaptığı birinci oturumda ilk tebliği sunan Prof. Dr. Mehmet Sait Hatipoğlu, "Kur'an ve Sünnet Işığında Hz. Peygamberin Gayb'a Muttali Olması Meselesi" başlıklı konuşmasında, Resul döneminde mevcut olan eleştirel sorgulama zihniyetinin tarih içinde kaybolmasının ilerleyen zaman İçinde batıl inançların yer bulmasına sebep olduğunu belirtti. "Gayri metluv vahiy" diye bir vahyin mevcut olmadığını, Resulullah'a bildirilen gayb haberlerinin tüm müminleri ilzam eden korunmuş ve açık Kur'an vahyi olduğunu belirtti.
Sait Hatiboğlu, Resul'ün Kur'anî örnekliği olmaksızın Kur'an'ın yaşanamayacağını belirttikten sonra, metluv vahiy-gayri metluv vahiy ayrımını ilk kez İbn-i Şihab Zührî'nin yaptığını belirtti, İslam'ın hayata bakışında "din-din dışı" ayrımının değil "hayır-şerr" ayrımının olduğunu vurguladı. Hatipoğlu'nun konuşmasının ardından söz alan Prof.Dr. İsmail Karaçam bu ifadeler karşısında geleneksel düşüncelerinin sarsıldığını belirttikten sonra uzun ve ağdalı üslupla bir gayri metluv dersi verdi. Karaçam'ın bu tartışmayı ilk defa duyarcasına tepki göstermesi ise gözlerden kaçmadı.
Birinci oturumun ikinci konuşmacısı ise "Kur'an-ı Kerim'de Gayb Alemi" başlıklı tebliğini sunan Prof. Dr. Sadık Kılıç oldu. Kılıç; gaybın bilgiye değil inanmaya yönelik bir kavram olduğunu, şehadet alemindeki bizlerin gayb alanındaki varlıkları ancak sembollerle algılayabileceğimize değindi. Kılıç'ın hiçbir sahih delile dayanmaksızın Allah'tan başka kimselerin de gaybı bilebileceklerine dair görüşleri ve bunun sonucu olarak, sufilerin gayba vakıf oldukları iddialarını olumlaması gayb konusunda muğlak bir tablo çizmesine yol açtı. Sufilerin gaybı Allah'tan bağımsız bir şekilde bilebileceklerini ise onların Allah'la birleşmeleri ve onda kaybolmalarıyla açıklamaya çalışan Kılıç, gaybın panteist bir felsefeyle bilinebileceği iddialarına kapı aralamış oldu.
Sadık Kılıç'ın tebliğinin müzakerecisi olarak Prof. Dr. Halis Albayrak, konuşmasında bu panteist girişimlerin temelsizliğine dikkat çekti. Albayrak, İnsanın benliğiyle olan varoluşsal bağının temel olarak "gayb" ile olan bağı olduğunu vurguladı. Kur'an'ın bize gaybın içeriği hakkında bilgi vermek yerine gayb hakkında bilgi sahibi kıldığını belirten Albayrak, ifk olayı ve Mescid-i Dırar örnekleriyle Resulullah (a)'ın Kur'an dışında gayb bilgisine vakıf olmadığını ortaya koydu. Kur'an'ın gaybı bilin, araştırın gibi bir emrinin olmadığını bilakis bunu tersine Kur'an'ın şehadet aleminde kulluk bilinciyle Kur'anî hükümlerle amel edinilmesini istediğini belirttikten sonra, gaybi bilgiye sahip olmanın (en azından sahip olmaya çalışmanın) insanları sorumlu tutan bir yönünün olmadığı üzerinde durdu.
İkinci oturumda bu sefer tebliğci olarak konuşan Halis Albayrak'ın konusu Bakara Suresi 3. ayetinde geçen gayb ibaresinin anlam alanıydı. Ayetin "gayba iman" değil "gaybda iman" gizlide de riya yapmaksızın içtenlikle iman etmek" anlamına da geldiğini belirtti. Daha sonraki konuşmacı Doç. Dr. Muhsin Demirci, "Bir Bilgi Kaynağı Olarak Gayb" konulu tebliğinde Allah'ın dilediği Resuller dışındaki hiçbir kimsenin gaybı bilme iddiasının bir değeri olmadığını vurguladı.
Tasavvufi kaygılarla Demirci'ye karşı çıkan Prof. Dr. Yakup Çiçek ise geleneksek yüceltmeciliği korumak amacıyla çeşitli tevillere başvurdu. Örneğin Çiçek'e göre Resulullah'ın arkasında bir göz olduğu(!) doğruydu. Bu konuda Namaz kıldırdıktan sonra cemaatin ne yaptığını bildiğini öne süren Kur'an'a aykırı rivayetleri delil getiren Çiçek, aslında İfk olayında Resulullah'ın gaybı bildiğini ve Hz. Aişe'nin de masum olduğunu bildiğini ancak bunun ileride fıkıh literatürüne girmesi için sakladığını ileri sürdü.
Doç. Dr. İlyas Çelebi'nin Kur'an ve Sünnet'in okultizme bakışını anlattığı tebliğinde okultizmin (sırcılık) belli varlık teorilerini anlama biçimi olarak ortaya çıktığını, Ortadoğu'da Okültizm'i besleyen iki kolun varlığına dikkat çekti. Gnostik ve hermetik olarak adlandırılabilecek bu iki akımın farklı din ve kültürlerin içerisinde günümüze kadar varlığını koruduğunu anlattı. Çelebi'nin tespitlerine göre gnostizm Arap cahiliyyesinde kahinler ve sihirbazlar eliyle yoğun olarak uygulanıyordu.
Kur'an'ın okültizme savaş açtığını vurgulayan Çelebi İslam döneminde de Kur'an'dan uzaklaşıldıkça okultizmin yeniden İslam toplumları içinde boy gösterdiğini belirtti. "Bilinçli olarak gaybdan haber verdiğini söyleyen bir kimse şarlatan değilse açıkça bunu belirtmese bile yalancı peygamberlik iddia etmektedir." tespiti İlyas Çelebi'nin tebliğinin en can alıcı tespitiydi.
Üçüncü oturumda "Cayba İmanın Dini Temelleri" başlıklı tebliğini sunan Prof. Dr. Yusuf Şevki Yavuz, gayb konusundaki tek bilginin ancak vahiy olduğunu, modern bilimin peygamberlerin getirdikleri bilgileri yanlışlayamadığını ifade etti. Yavuz'un konuşmasında söz alan oturum başkanı Prof. Dr. Bekir Topaloğlu, gaybi bilgiler taşıyan vahiy dışı hadis rivayetlerinin Kur'an perspektifiyle incelenmeye ihtiyacı olduğunu belirtti.
Yrd. Doç. Dr. İsmail Albayrak, "Kur'an ve Tefsir açısından Hızır Kıssası ve Ledün İlmi." gibi gayb konusunda İslam tarihinde gerçekten önemli bir problem teşkil eden bir konuyu masaya yatırdı. Kıssada adı geçen Salih Kul'un rahmet ve ilim anahtar kavramlarıyla tanımlandığını belirten Albayrak, kıssanın gaybi bilgilerin peşinden koşmak ya da ledün ilmiyle gayba vakıf olmak değil sınav ve sabır eksenli bir mesajının olduğunu vurguladı. Kıssada Musa(a)'ın dışındaki kimselerin tepkilerinin anlatılmamasına dikkat çeken konuşmacı bu bilgiyle Musa ve Salih Kul'un yolculuğu esnasında diğer insanlarının onların farkında olmadığı sonucunu çıkarttığını anlattı. Salih Kul'un yaptığı her işi Allah'a izafe etmesine ve yaptığı her işte vurgunun ledün ilmine ya da salih Kul'un şahsına değil de Allah'a yapılmasının kıssanın Allah'ın egemenliğinin herşeyi kuşattığı mesajını yansıttığını belirtti. İsmail Hakkı Bursevî gibi sufi müfessirlerin batın-zahir ilim birlikteliğini savunup sonra da hiçbir delile dayanmayan batini bilgiyi zahire tercih etmelerini bir çelişki olarak ortaya koyan Albayrak, tefsircilerin gereksiz birçok malumatın içine daldıklarını ve kıssanın temel mesajını gözardı ettiklerini ortaya koydu.
Albayrak'ın tebliğinin müzakerecisi Yrd. Doç. Dr. Ramazan Biçer; kıssanın Kur'an bütünlüğünde değerlendirilmemesi sonucu sufilerin iddialarıyla batın-zahir ayrımına ve veli mi üstündür, Peygamberler mi üstündür tartışmalarına sebep olduğunu anlattı. Görünmeyen ve kesin olmayan öznel bilgi'nin ilim olamayacağını, bunun ciddiye alınamayacağını vurgulayan Biçer, sahabelerin bile her an saf bir kalple bulunamadıklarını dönemin tarihsel verileriyle anlattıktan sonra Resul ve sahabede olmayan özelliklerin kendine evliya diyenlerde nasıl olabileceğini sordu.
Oturumda söz alan İlyas Çelebi, Kur'an sonrası üretilen kavramlarla Kur'an'a yaklaşıldığında Kur'an'ın doğru anlaşılmayacağını, bu kıssa örneğinde de bunun çok bariz hissedildiğini belirtti.
"Şia ve Gali Fırkalarda Gayb Anlayışı" üzerine tebliğini sunan Prof. Dr. Mustafa Öz, Caferilik'te peygamberlere verilen gaybi bilgilerin asaleten olmasa da vekaleten imamlara da verildiğini kabul ettiğini anlattı. Oniki imamın meleklerin sesini duyduğu, gaybı bildikleri, ne zaman öleceklerini ve olmuş olacak herşeyi bildiklerini savunan Kafi'deki hadislerle şiadaki gayb anlayışına örnekler verdi.
Şia geleneğinde cifir, camia ve Mushaf-ı Fatıma isimli üç yolla gaybi bilgiler elde edilebileceği, gelecekle ilgili şifrelerin bu üç kaynakta yer aldığı, Allah'ın 73 harfli İsm-i Azam'ını bilene-gaybın kapılarının açılacağı gibi inanışlarının halen şii kültürde varlığını koruduğuna dikkat çekti.
Mustafa Öz, mutedil Şia'nın İsmailiye gibi gulat (aşırı) Şia gruplarını tekfir ettiklerini onlarla bir ilişkileri olmadıklarını belirttiklerini de vurguladı. Müzakareci ilyas Üzüm de Öz'ün Kafi'den naklettiği bilgilerin tüm Şia dünyasını bağlamadığını; günümüzdeki bir çok şii alimin bu hadisleri ve anlayışları Kur'an dairesinde ıslah etmeye çalıştıklarını hatırlattı. Üzüm, Şia'nın gayb algısını imamet anlayışı etrafında şekillendiğini belirtti.
Hind Alt Kıtasında Gaybın Bilinmesine İlişkin Görüşler'e dair verdiği tebliğinde Abdulhamit Birışık, Birelvî özelinde geleneksel yaklaşımların ne boyuta varabileceğini ortaya koydu. Birelvî'nin hilafet karşıtı ve İngiliz yandaşı gelenekçiliğinin Resulullah'ın her türlü gaybı bilmesinin mutlaklığını savunan bir anlayışı yaygınlaştırıp müslümanların gayb ve peygamber algılarını Kur'an dışı bir zemine çekme çabalarını vurguladı.
Şah İsmail Devlevî'nin anti-emperyalist çıkışı ve Hz. Peygamberin gayb bilgisinin Kur'an'la sınırlı olduğunu belirten görüşlerine karşı tasavvufî nur-u Muhammedi anlayışını savunan Birelvî akımının onu tekfir etmesiyle gelişen süreci ve geleneksel yobazlığın emperyalizme nasıl hizmet edebileceğini örnekleriyle anlattı. Bugün Pakistan'da Diobendîlerden sonra ikinci büyük cemaat olan tekfirci Birelvî akımına karşı Mevdudî'nin ıslah içerikli mücadelesine değindi.
Kapanış konuşmalarında Prof. Dr. AIİ Bardakçıoğlu'nun Peygamberin gaybı vahiy dışında da bildiğini iddia edenlerin aslında kendilerine pay çıkarmak için bunu iddia ettiklerini belirtmesi yerinde bir saptamaydı. Bardakçıoğlu'nun gayb hakkında "Bilinemezin bilinemez olduğunun farkında olma" olarak tanımladığı gayba imana vurgu yapması ise bir başka önemli vurguydu.