İsrail'in Kuruluşunu Anlatan Dizi El-Menar'da
Hizbullah televizyonu el-Menar, Siyonizmin tarihini anlatan bir dizi yayınlamaya başladı. Uydu üzerinden yayın yapan el-Menar televizyonunda yayınlanan Suriye yapımı eş-Şetat "Diaspora" adlı dizide, Yahudilerin dünyaya egemen olma planlan anlatılıyor ve Siyonist protokoller İşleniyor.
Dizide özet olarak, "Siyonistlerin, 'vaat edilmiş topraklar'a yerleşme düşlerinin önünde engel olan Yahudi ya da diğer kişilere karşı en kötü biçimde davranmaktan sakınmadığı" anlatılıyor. Filistin'in Siyonistlerce nasıl işgal edildiğini tarihi belgelere dayanarak işleyen dizideki kahramanlar gerçek hayattan alınmış kişiler. Dizinin yönetmeni Nasır Ahdar, dizinin yapımında 250'ye yakın kaynak kitap ve belgelerden yararlandıklarını, bunların çoğunun da Yahudi kaynakları olduğunu belirtti. Ayrıca dizide 250 aktör ile bine yakın figüranın rol aldığını kaydetti.
ABD Başkanı Bush, uydu aracılığıyla Avrupa ve ABD'den de izlenebilen, 1812-1948 yılları arasında, manda yönetimindeki Filistin ve Avrupa'da geçen dizinin el-Menar TV'de yayınlanmasını kınadı ve anti-semitik olarak tanımladığı dizinin Suriye televizyonunda yayınlanmaması konusunda uyarıda bulundu.
Bugüne kadar hiç şikayet almadığını bildiren el-Menar televizyonu ise 26 bölümlük dizinin Yahudi kaynaklarına dayandığını, Yahudiliği değil Siyonizm'i hedef aldığını açıkladı.
Sudan'da Neler Oluyor?
Yirmi yılı aşkın bir süredir devam eden ve 2 milyon kişinin canına mal olan Güney Sudan meselesinin çözüme kavuşturulması için 26 Eylül 2003'te Kenya'nın başkenti Nairobi'de taraflar arasında anlaşma imzalandı. Anlaşmayı Sudan adına Cumhurbaşkanı Yardımcısı Ali Osman Taha, Güneyliler adına da Sudan Halk Kurtuluş Hareketi (SPLA) lideri Jhon Garang imzaladı.
Ancak otorite ve doğal zenginliklerin paylaşımı, Başkent sorunu, İhtilaflı en-Newbe Dağı, Mavi Nil ve Ebiy bölgelerinin statüsü gibi temel konularda henüz tam bir anlaşma sağlanamadı.
Anlaşmaya göre, altı yıllık bir geçiş süresi belirlendi. İlk üç yıl Sudan'ın yönetiminde Ömer el-Beşir olacak, ikinci üç yılda ise SPLA lideri Jhon Garang yönetimi devralacak ve bu süre sonunda uluslararası gözetim altında bir referandum yapılacak. Güneyliler isterlerse Kuzey'den ayrılabilecek.
Geçiş süresi boyunca Kuzey ve Güney'in iki ayrı başkenti olması öngörülüyor. Güneyliler, birleşme sağlanması halinde Hartum'un dışında bir başkent olmasını talep ediyorlar. Ayrıca Kuzey'de İslami esaslar geçerli olurken Güney'de laik bir yönetim olacak.
Geçiş sürecinde ülkede üç ordu bulunacak. Kuzey ve Güney ordularının yanı sıra ihtilaflı bölgede görev yapacak karma birliklerden müteşekkil üçüncü bir ordu daha oluşturulacak. Üç ordu da yasal ve eşit haklara sahip olacak. Güney'deki Sudan askerleri çekilecek. En-Newbe dağlarına ve Mavi Nil çevresine yayılmış durumdaki SPLA militanları da oralardan çekilerek ve 1956'da kuzey güney sınırı olarak kabul edilen hatta toplanacaklar.
Geçiş sürecinde Sudan hükümetine bağlı silahlı güçler ve SPLA'nın silahlı güçleri birbirinden bağımsız kalacaklar. Ancak her iki taraftan komutanların mevcut olacağı ve her iki silahlı gücü koordine edecek bir ortak savunma komitesi oluşturulacak. Ayrıca her iki silahlı güç de ulusal silahlı güçler olarak kabul edilecek ve kendilerine bu şekilde muamele edilecek.
Her iki tarafın katılımıyla oluşturulan karma birlikler altı yıl sonra gerçekleştirilecek referandumda bölge halkının Birleşik Sudan'ı tercih etmesi durumunda Güney bölgesine yerleşecek yeni Sudan ordusunun çekirdeğini oluşturacaklar. Güneydeki halkın ayrılmayı seçmesi durumunda ise geçiş sürecinde oluşturulacak ortak birlikler dağıtılacak. Daha önce kabul edilmiş olan ateşkesin, anlaşmanın imzalandığı tarihten itibaren tam bir barışa dönüşmesi için uluslararası denetim istenecek.
Sudan'ın ayrılıkçı Güneylilerle anlaşması halinde ABD, bu ülkeye uygulamış olduğu ambargo'yu kaldıracak ve terör listesinden çıkaracak. Görüşmelere arabulucu olarak katılan Powell, Sudan yönetiminden 'terörizm'le savaş konusunda kendilerine destek vermelerini ve Filistinli grupların Sudan'daki merkezlerinin kapatılmasını da şart olarak öne sürdü.
Öte yandan ABD ve İngiliz petrol şirketlerinin bölgeye akın ettiği belirtiliyor. Sudan sahip olduğu petrol, doğalgaz, altın, bakır gibi yeraltı zenginliklerinden dolayı emperyalist güçlerin hedefi halindeydi. Petrolünün sadece yüzde Tni kullanan Sudan'ın, günlük petrol üretimi halihazırda 300.000 varil olduğu belirtiliyor.
Hasan Turabi Serbest Bırakıldı
Sudan yönetimi, 13 Ekim 2003 tarihinde ülkedeki tüm siyasi tutuklularla birlikte muhalefetteki İslami Halk Cephesi lideri Doktor Hasan Turabi'yi de serbest bıraktı.
Hasan Turabi (71), 1989 yılında Ömer el-Beşir liderliğinde gerçekleştirilen askeri darbeyi desteklemişti. Ömer el-Beşir, 1999 yılında ihtilafa düştüğü Turabi'nin başkanı olduğu parlamentoyu feshetmişti. Turabi'nin ayrılıkçı Sudan Halk Kurtuluş Hareketi (SPLA) ile Londra'da bir anlaşma imzalaması üzerine el-Beşir tarafından 2001 Şubat ayında tutuklanmış ve darbe hazırlığı yapma suçlamasında bulunulmuştu. Turabi, ülkenin laikleştirilmesi tehlikesine karşı sürekli uyarılarda bulunuyordu.
Sudan Cumhurbaşkanı Ömer el-Beşir'in ülkenin geleceğini etkileyecek köklü gelişmelerin yaşandığı bir dönemde bu kararla muhalifleri yanına almayı hedeflediği belirtiliyor. Hatırlanacağı üzere 26 Eylül 2003'te Kenya'nın başkenti Nairobi'de ABD'nin arabuluculunda Sudan yönetimiyle ayrılıkçı Güneyliler arasında bir anlaşma imzalanmıştı.
Ömer Beşir'in baş danışmanı Gazi Salahaddin, tüm muhalefet partilerini ayrılıkçı Sudan Halk Kurtuluş Hareketi (SPLA) ile yapılan görüşmelere gözlemci olarak katılmaları çağrısında bulunmuştu.
Mısır'da Ulusal Diyalog Tartışması ve İhvan
Mısır'da iktidarda bulunan Ulusal Demokratik Parti İhvan-ı Müslim'in hareketini farklı siyasi partiler ve sivil toplum örgütlerinin katılımıyla gerçekleştirmeyi planladığı ulusal diyalog girişiminin dışında bıraktı. Başkan Mübarek'in başında bulunduğu Ulusal Demokratik Parti'nin bu tavrı ihvan sözcülerince eleştirilmekte. Hareketin parlamento grubunun sözcüsü Muhammed Mursi kitle tabanı bulunan her oluşumun dahil edilmesi gereken bu projeden dışlanmakla İhvan'ın marjinalize edilmek ve halka yasadışı bir imaja sahip olduğu izleniminin verilmek istendiğini belirtiyor. Son dönemlerde hareket mensuplarının pek çoğunun çeşitli suçlamalarla gözaltına alınmaları ve tutuklanmaları ve yine hareketin rehberi Memun el-Hudeybi'nin uzlaşma mesajlarının görmezden gelinmesi hükümetin İhvan'a karşı tutumunu sertleştirdiğini göstermekteydi.
Kahire Üniversitesi siyaset bilimi profesörü Mustafa Kamil Es-Seyyid gibi analistler İhvan'ı "siyaset sahnesindeki en etkili ve örgütlü güç" olarak tanımlamakta ve dışarıda tutulacağı bir reform programının baştan zayıf kalmaya mahkum olacağı öngörüsünde bulunmaktalar. Buna karşın resmi sözcüler ise İhvan'ın hariç tutulma kararına bu hareketin yasal statüye sahip bir oluşum olmamasını gerekçe göstermekteler.
Halbuki bu yaklaşım diğer güçlerin yasallığı tartışmasını da beraberinde getirmekte. İhvan 2000 yılında yapılan parlamento seçimlerinde 17 milletvekili kazanarak parlamentodaki en büyük muhalif bloku oluşturmuştu. Muhammed Mursi "eğer bu seçmen kitlesi yasallık ölçüsü sayılmayacaksa, Ulusal Demokratik Parti de dahil olmak üzere hiç kimsenin yasallığından söz edilemez" diyor.
Tabibler Odası üyesi ve aynı zamanda İhvan'ın siyaset üretim merkezi sayılan Mekteb-i İrşad departmanından Abdulmünim Ebul Futuh dışlama kararının kendileri için sürpriz olmadığını ama siyasal güçlere bir atıf yapılacaksa rejim tarafından hiç hazzedilmeseler de yazılı olmayan bir gereklilik olarak İhvan'ın da, komünistlerin de dahil edilmeleri gerektiğini vurgulamakta. Abul Futuh ayrımcı girişimin başka partilerce kabul edilmesini ise demokratik olmayan bir davranış olarak niteliyor ve solcu Tecammu ve sağcı Wafd partilerinin kendilerinin dışlanmasını sessizlikle karşılamalarını siyasi oportünizmle eleştiriyor.
Mahathir Yahudi Lobilerinin Hedef Tahtasında!
Malezya'nın başkenti Kuala Lumpur'da düzenlenen İslam Konferansı toplantısında Malezya devlet başkanı Mahathir Muhammed'in yaptığı konuşma özellikle Yahudiler hakkındaki değerlendirmeleri nedeniyle dünya gündemine oturdu. Başta ABD olmak üzere pek çok batılı ülke resmen Mahathir'i anti-semitizm ile suçlarken, Yahudi lobilerinin etkisiyle uluslararası medyada Mahathir aleyhine kampanya sürdürüldü. Küçük bir azınlık olmalarına rağmen Yahudilerin dünyayı yönettiklerine dair sözlerinden dolayı Mahathir'e yöneltilen eleştiriler arasında en dikkat çekeni ise şüphesiz Bush'a atfedilen çıkış oldu.
Beyaz Saray sözcüsü Scott McClellan İKÖ toplantısının hemen akabinde Bangkok'ta gerçekleştirilen Asya Pasifik Ekonomik Zirvesi'nde Bush'un sözlerinden dolayı Mahathir'i azarladığını söyledi. Oysa Mahathir, Papua Yeni Gine'den Malezya'ya dönüşünde "Bu çok büyük bir yalan. Beni azarlamaya kalksaydı, asıl ben onu azarlardım. " şeklindeki sözleriyle bu iddiayı yalanladı. Mahathir, Bush'u sadece yalan söylemekle suçlamakla da yetinmedi ve Irak savaşının gerekçesi olarak kullanılan kitle imha silahları yalanına da atıfta bulunarak, bu konuda dünyaya yalan söyleyen birinin kendisine söyledikleri konusunda da yalan söyleyebileceğini ifade etti.
22 yıldır sürdürdüğü devlet başkanlığını sona erdireceği tarihten 3 gün önce, 28 Ekim'de Kuala Lumpur'da düzenlediği basın toplantısında Mahathir Yahudiler aleyhine sözlerinden dolayı Amerikan senatosunun Malezya'ya yardımı durdurma kararına ilişkin olarak da "Farketmez. Paralarına ihtiyacımız yok zaten." şeklinde konuştu.
Gündemin bu tarz tartışmalarla saptırılmaya çalışıldığını söyleyen Mahathir asıl tartışılması gereken konunun APEC toplantısında dile getirdiği uluslararası finans rejiminin yeniden yapılandırılması çağrısı olduğunu söyledi. ABD merkezli Yahudi lobilerinin Malezya'ya yönelik turizm ve yatırım faaliyetlerinin boykot edilmesi çağrılarına da cevap mahiyeti taşıyan açıklamasında Mahathir sözlerinden dolayı kopartılan fırtınanın Yahudilerin dünya hakimiyetinin bir delili olduğunu da vurguladı. Mahathir sözlerini şöyle sürdürdü: "Yahudilerin dünyayı dolaylı biçimde yönettikleri bence doğru. Yahudiler hakkında bir şey söylediğiniz anda hemen anti-semitik olmakla suçlanıyorsunuz ve ülkeye yatırımcıların gelmesi engellenmeye çalışılıyor. "Eğer aleyhimizde konuşursanız, yatırımlarımızı çekeriz" yaklaşımı açıkça şantajdır ve biz bu şantaja boyun eğmeyeceğiz.
Pakistan Ordusu ABD'nin Savaşını Sürdürüyor!
El-Kaide örgütü adına yapılan bir açıklamayla General Perviz Müşerrefe yönelik tehditlerde bulunulmasının ardından bu örgüt ile Pakistan arasındaki çatışmalar yoğunlaştı. 28 Eylül'de el-Cezire televizyonunda yayınlanan ve el-Kaide'nin Üsame bin Ladin'den sonraki 2. adamı olarak bilinen Eyman ez-Zevahiri'ye ait olduğu söylenen teyp kasetinde, Perviz Müşerref ABD'nin Afganistan'a saldırısında işbirlikçilik yapan bir hain olarak niteleniyor ve Pakistan askerlerini "Amerikan çıkarları için Irak'a ölüme yollamaya çalışmakla" suçlanıyordu. Ez-Zevahiri Pakistan halkını bu "hain"e karşı birleşmeye ve İslam'ı ve Müslümanları korumaya çağırıyordu.
Pakistan hükümeti açıklamaya Dışişleri Bakanlığı sözcüsü Mesud Han'ın basın toplantısıyla cevap verdi ve "bu tarz tehditlere rağmen terörle mücadelenin sürdürüleceği" vurgulandı. Bazı Taliban sempatizanı İslami partiler de dahil olmak üzere Müşerrefin muhalifleri ise el-Kaide ile aralarına bir mesafe koyma ihtiyacı hissettiler. Cemiyet-i Ulema İslam'ın lideri Fazlurrahman "Zevahiri'den yada bir başka yabancıdan talimat alacak değiliz" derken; Cemaat-i İslami senatörü Hurşid Ahmed "Müşerrefin politikaları ile derin farklılıklarımız var ama iktidarı demokratik yollardan değiştirmeye çalışacağız" şeklinde konuştu.
2 Ekim tarihinde Pakistan ordusunun ülkenin Afganistan ile birleştiği kuzey sınırındaki kabileler bölgesinde barınan el-Kaide ve Taliban mensuplarına yönelik başlattığı geniş çaplı operasyonlar sonucunda 8 gerilla ile 2 Pakistan askerinin öldüğü ve 18 gerillanın da sağ ele geçirildiği açıklandı. Ordu sözcüsü öldürülen ve yakalanan militanların çoğunun yabancı ve birçoğunun da Çeçen olduğunu bildirdi. Pakistan devleti operasyonu terörle mücadele kararlılığının bir ifadesi olarak dünyaya duyurmakta gecikmedi. Öte yandan ülkedeki diğer unsurlar ise operasyondan duydukları rahatsızlığı dile getirdiler. Mevlana Fazlurrahman "el-Kaide ABD'ye karşı ama Pakistan ve Müslümanlarla bir alıp veremediği yok. Bu operasyon Pakistan'ın İslam dünyasındaki imajına zarar verecek" şeklinde eleştiride bulundu. Bölgenin genellikle Taliban'a destek verdiği bilinen halkı arasında da operasyon kaygıyla karşılandı.
Bilindiği üzere geçtiğimiz Haziran ayında General Müşerrefin Camp David'e yaptığı ziyaretin ardından Amerikan hükümeti Pakistan devletine terörle mücadelede kullanılmak üzere beş yıl içinde 3 milyar dolar yardım kararı almıştı. Halen bu paket Amerikan Kongresi'nde onay beklemekte. Operasyonun Kongre onayını hızlandıracağı yorumlan yapılmakta.