Ortadoğu'da atılan her adım tüm dünyanın ilgisini çekmeye devam ediyor. Zira tüm dinlerin, medeniyetlerin, hükümranlıkların ve ekonomik çıkarların kesişme merkezidir Ortadoğu. İsrail'in envanterinde iki yüzün üzerinde nükleer başlık taşıyan silah bulunuyor ve keza Rusya'nın bırakınız envanterinde nükleer, biyolojik ve kimyasal silah bulundurmayı, daha dün Moskova baskınını gerçekleştiren Çeçen savaşçılarına karşı tiyatro binasına biyolojik ve kimyasal silahlarla saldırdı. Oysa onlarca insanın ölümüne neden olan bu saldırı, 17 Haziran 1925 Cenevre Antlaşması'na göre yasaktı. Zira adı geçen antlaşmanın ikinci maddesi bu antlaşmayı imzalayan ülkelerin envanterinde veya yetki alanı içerisinde bulunan tüm toksin içerikli silah ve araçları dokuz ay gibi kısa bir sürede imha etmelerini gerekli kılmaktaydı. Rusya da bu antlaşmaya imza atan ülkelerden olmasına rağmen yasakları çiğnemekte bir beis görmedi.
Birleşmiş Milletler Teşkilatı Genel Kurulu tarafından 11 Aralık 1946 tarihinde alınan 96 sayılı kararla Jenosit yasaklanmıştı. Jenosit sözleşmesinin ikinci maddesinde jenosidin tarifi şöyle yapılır: "Jenosit, milli, etnik, ırki veya dini bir grubu kısmen veya tamamen imha etmek maksadıyla aşağıdaki fiillerden herhangi birinin irtikâp olunması demektir. a) Grup azalarının katli; b) Grup azalarının bedeni ve akli melekelerinin ciddi surette haleldar edilmesi; c) Grubun, bedeni varlığının kısmen veya tamamen imhasına müncer olacak hayat şartlarına kasten tabi tutulması... vs." Sözüm ona uluslararası bir kuruluş olan BM sadece güçlülerin zayıfları ezmesine imkan tanıyan işlevin dışında fonksiyonsuzdur. Bir tarafta toprakları fiilen işgal edilmiş Filistinliler, tüm insanlığın gözlerinin içine baka baka Yahudi/Siyonist güçlerce katlediliyor. Her türlü silah, araç ve gereç kullanılarak bir toplum imha ediliyor ve dünya seyirci. Amerika'nın ve BM'nin derdi, Saddam'ın mutasavver nükleer silah ve mühimmatına karşı Irak'a müdahale edebilmek için çabalamak. Diğer yandan Afganistan toprakları Amerikan emperyalizminin korkunç katliam, işgal ve baskınına neden oluyor. Dünya sessiz. Çeçenistan'da bir ulus yok ediliyor. Dünya sessiz. Bu misalleri çoğaltmamız mümkün ama, bugünü tarif için söylenecek söz; hakkın, adaletin geçerli bir dünya değil; gücün ve güçlünün egemen olduğu bir dünyada yaşadığımızdır.
Dikkat edilirse dünyadaki tüm oluşumlara rağmen, dünyanın gözü kulağı iki noktadadır. Bunlardan birincisi İslam, ikincisi de Ortadoğu... Niçin? Çünkü Sovyetlerin dağılmasının ardından dünyada tek alternatif sistem İslam ve bu dinin de en etkili olduğu coğrafya Ortadoğu. Ortadoğu ve İslam dünyası için ise; Filistin/Kudüs bir nirengi noktasıdır. Kudüs'ün kaybı İslam dünyası için tarassut kulesinin yıkılması demektir. Bu yüzdendir ki Filistin'e yönelik Siyonist saldırı ve işgal sıradan bir saldırı ve işgal değil, stratejik bir saldırı ve işgaldir. Amerika'nın ve neredeyse tüm Hıristiyan dünyasının artarak devam eden İslam karşıtı söylem ve eylemlerine karşı ve keza İslam dünyasının bir bakıma kırılma noktası kabul edebileceğimiz Filistin/Kudüs gerçeğine yönelik Siyonist ellerle irtikap ettikleri suçlara karşı İslam dünyası ne yapıyor veya yapabilir? İslam dünyası tabirini somutlaştırırsak, aslında devletler düzeyinde İslam dünyasından bahsetmemiz mümkün gözükmüyor. Tüm İslam dünyasında neredeyse İslami duyarlılık ve söylemler STK'lar ve cemaatler eliyle ortaya konulmakta.
Öyleyse Müslümanlar sorunların halli için, özellikle İslam dünyası için olmazsa olmaz cinsinden ehemmiyet arz eden Kudüs gerçeği için ciddi bir iletişim ağı oluşturmalılar. Her halükarda Siyonist işgale karşı direnen Filistinli direnişçilerin yanında yer almalıdırlar. Psikolojik olarak, her tetikçi gibi Siyonist tetikçilerin de mutlaka sonlarının geleceğine inanmalılar ve değerlerine sahip çıkmalıdırlar. Filistin/Kudüs meselesinin sadece Filistinlilerin omuzlarına yüklenmiş bir sorumluluk olmadığının bilincine varmalıdırlar. Ve Yüce Allah'ın devletleri değil, bireyleri hesaba çekeceğinin de bilincinde olmalıdırlar...