- İslam ümmetini yeniden ihya etmenin ve müslümanlar arasında vahdeti sağlamanın şartları nelerdir?
Esas itibariyle, İslam ümmetini yeniden ihya etmenin temel şartı İslami kavramları yeniden tanımlamaktır. Bununla gerçekten öze dönücü, esaslı bir yeniden tanımlamayı kastediyorum. Geçmiş yüzyıllarda yapılmış bazı yorumlar/içtihadlar şu an itibariyle bir mana ifade etmemektedir, donmuştur. Bu yorumların zamanı geçmiştir. Geçmişteki dönem için iyi olabilirler fakat İslam zaman içinde yaşamalıdır ve içinde yaşanılan zamanın problemlerine de cevap verebilmelidir. Biz şu an Gazali'nin karşılaştığı problemlerden farklı problemlerle yüz yüzeyiz. Bundan dolayıdır ki, bizler İslami kavramların yeniden tanımlanmasına şiddetle ihtiyaç duymaktayız. Bundan sonra, bu yeniden tanımlanmış kavramların insanlara öğretilmesi ve insanların kolaylıkla okuyabileceği ve öğrenebileceği şekilde yaygınlaştırılması gerekmektedir. Böylelikle gençler kolaylıkla İslamı anlayabilirler. İslami eğitimin kendisi yeniden düzenlenmeye muhtaçtır.
Mesela, İngiltere'deki müslüman azınlığı ele alalım. Burada yaklaşık bir ila bir buçuk milyon müslüman nüfus vardır ve hemen herkes akşamları okul arkasından medrese eğitimi görürler. Bunlar burada (medresede) ne öğreniyorlar? Kim olduklarını dahi bilmiyorlar. Güçlü bir Batı kültürü içinde yaşamaktadırlar. Bu insanlara İslami kavramları nasıl öğreteceksiniz? Bunların İslam eğitimi adına yaptıkları, Kur'an'ı ezberlemekten ibarettir.
Soruyu bir başka yönden ele alırsak, daha da ileri gidip İslam'ın ne olduğunu yeniden tanımlamamız gerek, İslam Nedir? Bir takım yeşil cübbeli, uzun sakallı, sarıklı hocaların İslam'ı tanımlamaya kalkıştıklarında, İslam'ın bir yaşam biçimi olduğunu söylerler. Gerçekleri görelim. Şu an ki İslam ülkelerinde İslam bir yaşam biçimi olarak mı algılanmaktadır? Bir İslam ümmeti var mıdır? Bundan daha geçerli bir tanımlama yapmak zorundayız. İslam'ın yeniden ihyası ile ilgili soruya gelince en basit haliyle şu hadisi ele alalım: "Kendisi için istediğini kardeşi içinde istemeyen tam olarak iman etmiş sayılmaz." Sadece bu hadis üzerinde düşünmek bile yeterlidir.
"Benim arabam olsun, senin olmasın; ben güç ve iktidar sahibi olayım sen köle olarak kalmaya devam et!" fikri sınıfsal farklılaşmalara götürür. Bu İslam mıdır? Hayır. Bu hadis üzerinde düşünmek bile İslam'ın ne olduğunu bize göstermektedir İşte İslam kardeşliği.
Eğer Türkiye'de, İran'da, Çeçenistan'da, Bosna'da, herhangi bir müslüman öldürülürken ben rahat bir şekilde evimde uyuyabiliyorsam, benim İslam anlayışımda yanlış olan bir şeyler var demektir. Televizyon kanallarında Çeçenistan'da ufak bir köyün, Rus kuşatması altında bombalandığını, roket yağmuruna tutulduğunu ve müslümanların katledildiğini gördükçe içim parçalanıyor. Bunları görüpte rahat uyuyabilir misiniz? Eğer biz bu katliamın devamına göz yumuyorsak hiç bir İslami hassasiyete/İslam kardeşliğine sahip değiliz demektir. Buna göz yumanlar, sakallı, cübbeli, sarıklı olsalar dahi, müslüman olamazlar.
Bu hadisten alacağımız temel ders, İslam kardeşliği olgusudur. Ben müslüman kardeşim için tanısam da tanımasam da, sahip olduğum güçlü kardeşlik bağlarıyla ona bir şey olduğunda harekete geçebilmeliyim. Şüphesiz ki, şu an kardeşlik duygularına sahibiz; fakat ekseriyetle bunlar milli duygulardır. Türk olmak, Pakistanlı olmak, İranlı vs. olmak gibi. Bunlar yanlıştır. Olması gereken İslam kardeşliğidir.
Bir toplantıda Endonezyalı bir düşünürle karşılaştığımızda bana Endonezya tipi İslam'dan bahsetmişti. "Bana bunu söyleme" dedim. "Ben Endonezya'dan geldiğin için değil, fakat müslüman olduğun için sana karşı kardeşlik duyguları besliyorum. Endonezyalı olabilirsin, Türk olabilirsin. Nereden olduğun önemli değil, müslüman olman yeterli."
Mezhepçilik yapmakla aslında kendi evimizi bölmekteyiz. Müslümanların yarısı Sünni, yarısı Şii. Şii ya da Sünni olmak bize İslam'ın öğrettiği bir kardeşlik midir? İslam bize ümmet olmanın temel şartı olarak bunları mı öğretiyor? İşte bu sebeplerden dolayı, İslami kavramların yeniden tanımlanması, İslami eğitimin büyük kitlelere aktarılması, milliyetçiliğin yok edilmesi, mezhepçiliğin ortadan kaldırılması lazımdır. Türk kültürü gibi, Pakistan kültürü gibi ayrımcılığa götüren şeyleri iyi arayıp bulmalı, ortadan kaldırmalıyız. Farklı kültürlerin var olduğunu kabul ediyorum; fakat kültür adı altında yapılan milliyetçiliği yok etmeliyiz. İslam kardeşliğine sahip olmadığımızdan dolayı, milli, mezhebi ayrımcılıklara düşmüşüz.
- İslami düşüncenin ihyası için ne tür bir eğitim sorusunun cevabı net değil. Ve mezhebi metodolojiler eğitimi etkilemektedir. Ne tür bir eğitim öneriyorsunuz?
- Sadece metodoloji açısından baktığımızda temel problem şudur. Biz müslüman gençlere düşünmeyi öğretmiyoruz. Kız veya erkek, eğitim gören bir müslüman, tarihi bir vakayı ele aldığında, tarihi ve yerleri ezberlemektedir. Vakanın arkasındaki motivasyonları öğrenmemektedir. Bizler vakanın arkasındaki motifleri düşünmeli sorgulamalı ve öğretmeliyiz. En basit ifadeyle çocukları düşünmeye sevk etmeliyiz.
Laik sistemdeki ordu eğitimini ele alırsak, ordudaki kardeşlik duygusunun semboller aracılığı ile öğretildiğini görürüz. Yine semboller aracılığıyla savunulan toprak parçası için ölebilmeyi öğretmektedirler. Bayrak, vatan, vs.'de olduğu gibi. İslam'ında bir takım sembolleri vardır. Selam, hilal, yeşil renk, vs. Bunların arkasındaki İslami gerçek nedir? Bunlar bir nevi Batı tipi sembolleştirmenin araçları olmuşlardır.
Batı tipi sembollerle hareket etmek, sizi düşünmekten alıkoyan Sadece Kur'an'ı ezberlemek, onu bir kutsal sembol olarak görmek muhtevasını düşünmemek, bâtıl eğitim tarzıdır. Çocuklarımıza düşünerek Kur'an okumalarını telkin etmeliyiz. Her gün anlamını kavrayarak ve düşünerek bir ayet okumak dahi önemli bir eğitimdir. Bir ayeti anlamışsan, bir başka ayet öğren. Fakat öğrenmeye devam etmelisin. Böylece İslamı harekete geçirebilirsiniz.
- Peki İslami Hareket kavramından ne anlıyorsunuz?
- İslami hareketi, imanı amele çevirme süreci olarak görüyorum. İslami hareket müslüman olduğunu söyleme ve uygulama sürecidir. Bu bağlamda ne yaptığınız, imandan ve amelden ne anladığınıza bağlıdır. Peygamber Allah'tan vahiy alıyordu ve hayata geçiriyordu. Onu kendine saklamıyordu. İmanını pratikleriyle ortaya koyuyor ve etrafındaki insanlarla bütünleşerek genişliyor, gelen vahyi böylelikle toplumsal hayata aktarıyordu.
Kur'an'da bizim "insanlar için çıkarılmış hayırlı bir ümmet" olduğumuz bildiriliyor. Çocuklarımıza ve gençlerimize, "hayırlı ümmetten ne anlıyorsunuz?, hayırlı olmanın şartlan nedir?" diye sormalıyız. Bu noktada farz edelim ki biz müslümanlar en hayırlı ümmetiz. O halde bunu düşünelim. Hayırlı olmanın şartı nedir? Çocukları bu sorunun cevabını araştırmaya sevk etmek bile yeterlidir.
- İslami hareketlerin farklılıkları, düşünsel ve kavramsal problemleri Kur'anı netlikleriyle mi yoksa kendi bölgesel ve coğrafik sorunlarıyla mı alakalı?
- İslami hareketler mezhep çeliş kilerinden, selefi şekilcilikten ne kadar arınabilmişlerdir? Peygamber efendimizin eğittiği insanların Kur'an anlayışına ne kadar yaklaşa bilmişlerdir.? Tabii ki burada oturup başkalarını yargılayamayız. Şu an İsrail tarafından evi yıkılan, kardeşleri öldürülen Filistin müslümanının karşı karşıya kaldığı durum çok farklıdır. Biz burada İstanbul'da otururken Güney Lübnan'da elinde kaleşnikof ile savaş halinde olan bir insanın Kur'an'ı ne kadar takip ettiğini sorgulamamız zamansız bir davranış olabilir.
Müslüman kardeşlerimizin ne yaptığı, bulundukları duruma göre tartılmalıdır. Ama İslam düşüncesinin ihyası ve Kur'an ile sorunlarımız arasında var olan kopukluklar konusunda da, yeteri kadar problemlerimizden arınabilmiş değiliz.
- İran İslam Devrimi, İslami bir harekettir ve bu hareketin manifestosunu bugün anayasasında görmekteyiz. İran'ın anayasasını okuduğumuzda, İslam birliğini teşkil etme konusunda İran'ın şiiliği bir engel teşkil etmiyor mu? Ki anayasa Şii esasları belirleyici kabul ediyor.
- Muhakkak ki, bu durum önemli bir engel teşkil etmektedir. Fakat şu an itibariyle kendi insanlarını harekete geçirebilmenin başka bir yolu da yoktur. Şu an Pakistan'ı ele alırsak, Şii olduğunu söylediğinde, seni öldürmeye hazır "Sipahi-sahabe" adlı sünni grup vardır. Kim bunlara şiileri öldürme hakkını veriyor? Kimdir bunlar?
İşte, hemen komşu ülkedeki bir kısım sünnilerin durumuna bakınız. İşte böylece şiiler "sipahi-sahabe" sünnilerini, sipahi-sahabelerde sadece şii olduğu için diğerlerini öldürebilmektedirler. Ne kadar aptalca bir şey! İran'ın bir geçmişi ve geleneği vardır. Buna bakarak İran'ın şii olmadığını söyleyemezsiniz. İslam dünyası da aynen Amerika gibi İran İslam Devrimine karşı çıkmaktadırlar. Sürekli oturup bu farklılıkları öne sürüp harekete geçmeyecek miyiz? Muhakkak bir takım çelişkiler olacaktır fakat bu bizim harekete geçmemize engel değildir.
Gerçekten bir problem var; fakat bu problem başka bir platform'da, başka bir zamanda çözülmelidir Ancak ortak düşmanımızın varlığı ve güçlü olduğu da hiç bir zaman unutulmamalıdır.
- İslam devrimi hedeflenen bir proje midir?
- Temel olarak İslam devrimi, İslami hareketin bir parçasıdır. Bir başka deyişle bir eylem olarak, bir hareketin nasıl hayata geçirileceğidir. Bu bir süreçtir. Benim hareketim bir devrime soluk verebilir ya da vermeyebilir. Bir dava olarak, bir siyasi eylem olarak, hareket devrime yönelecektir. Bunu sanki bir marksist hareket bağlamında ele alamayız. Bizim için enteresan olan nokta, hareketin hangi temeller üzerine oturduğudur. Apaçık bir şekilde devrimci bir karaktere sahip midir? Yoksa değil midir?
Meselenin özü, cahili yapının ortadan kaldırılması sürecinin nasıl gerçekleştirileceği ile ilgilidir. Bazı kimseler bunun sürekli Kur'an öğreterek ve insanları İslam'a döndürerek gerçekleştirileceğini söylüyorlar. Bazı kimseler ise ABD ve İsrail ile işbirliğinde görüyorlar bunun cevabını. Esas itibariyle ıslahat ve devrim kavramlarından ne anladığımızı içinde yaşanılan şartlara bağlı kalarak izah etmeliyiz. Bu şartların şu anki özellikleri nelerdir? Bu özelliklerin doğasında neler yatmaktadır?
Bir önceki neslin bu konuda neler düşündüğüne bakmalıyız. Acaba imam Humeyni devrim hususunda neler düşünüyordu? Ya da Mevdudi veya Hasan El-Benna devrim hususunda neler düşünüyorlardı? Hem Sünni, hem de Şii olmak üzere bir önceki nesil alimlerinin tanımları bize ayrı ayrı birer açıklama sunacaktır. Bu küçük bir parça olarak alınmamış, hareket sürecinin bir devamı olarak algılanmıştır. Hadisenin tabiiliği önemlidir. Eğer bir şey gerçekleştirmek istiyorsanız, gerçekleştirmeyi hedeflediğiniz şeyin doğasına bakmalısınız. Devrimin neticelenmesi değildir aslolan. Hareketin tarihsel sürecindeki işleyişi her zaman devrime götürmeyebilir. Ama önemli olan bu sürecin doğru işleyebilmesidir. Çünkü bu süreç hata kabul etmez. Bu sürecin bir bitiş tarihi yoktur. Biz İslami aşama dediğimiz seviyeyi aşamayız. Biz, bir İslam devleti değiliz.
- 'Islah' kavramıyla yaşadığımız yüzyılda kullanılan 'devrim' kavramları arasında nasıl bir irtibat düşünebiliriz?
- Islah, bu bozuk yapıyı değiştirmede çok basit bir kavram olarak kalır. Çünkü bu yapı, tahrip olmuştur, yıkılmıştır. Soruyu aslında bu yapının değiştirilmesinde öngörülecek esaslar nasıl olmalıdır diye yeniden ele almak isterim. Eğer bu bir İslam toplumu ise ki, o zaman bir problem yok demektir, ıslahattan bahsedilebilir. Fakat bu bir İslam toplumu değilse, neyi ıslah edeceksiniz. Tahrip olmuş yapı her zaman karşınızda durmaktadır. Çünkü temellerinde çarpıklıklar var ve sen de bu temelleri ortadan kaldırmıyorsun, işte bizim şu an içinde bulunduğumuz durum budur. Sadece yama dikmekle meşgulüz. Bir kısım müslümanlar öne çıkıyor ve biz toplumu bütün fertlerine varıncaya kadar değiştireceğiz, devrimi bundan sonra yapacağız diyorlar. Salih niyetlerimiz bir yana, bunu iyi düşünmek lazım. 65 milyon nüfusun en son şahsına varıncaya kadar dönüşümü beklemek hayalcilik olur. Sürekli bir karşılıklı çatışma ortamında bunu yaşayamayız. Önceliklerimizi ortaya koymak zorundayız. İyi tanımlamalı ve yerlerini karıştırmamalıyız. Amacımız açık olmalıdır.
- Fakat burada 'ıslah' kavramını ifsadın ortadan kaldırılması olarak kullanmalıyız.
- Elbette doğru. Bu şekilde kullanabiliriz. Fakat burada metodolojik olarak küçük bir grup içinde fesadın yok edilmesiyle 65 milyon arasındaki ya da İslam alemi arasındaki fesadın yok edilmesi arasında büyük fark vardır. Bizler aslında Batı'nın anestezi yaptığı, uyuşturduğu İslam cumhuriyetleriyiz.
- Devrimi öncelikle düşünsel ve yapısal alanda kazanmak ve İslam devriminin sürekliliği ifadelerinden ne anlıyorsunuz?
- Burada ısrarla iki süreçten bahsetmekteyim. Bunlardan bir tanesi ortadan kaldırmak - yok etmek süreci, diğeri ise, yeniden İnşa - imar sürecidir. Yok etme süreci; kendimizde bulunan bütün cahili anlayış ve tavırların ortadan kaldırılmasıdır. Şer güçlerle mücadele ortamında karşımızdaki iyi organize olmuş karşıt güçleri yok edebilmek için öncelikle kendi yapısal birliğimizi donatabilmeliyiz. Çünkü şu an için sahip olduğumuz güç, karşımızdakini değil yıkmak, sarsmaya dahi yetecek düzeyde değildir. İyi mekanize olmuş Rus savaşçılarının mücahidlere karşı kullandığı silahlara bakalım. Mücahidin kullandığı mermi, karşı tarafı etkilemiyor bile. Adamlar teknolojiyi en ince ayrıntılarına kadar kullanıyor. İstediğiniz kadar kaçmaya çalışın, adamın mevzi alanının dışına çıkmadıktan sonra...
Süreklilik, bir tecrübe aktarımı sürecidir. Yeteneklerin, yaratıcılığın, bilgi birikiminin, karakteristik özelliklerin aktarımıdır. En az onlar kadar bizim de yaratıcı düşünme serbestiyetine ihtiyacımız var. Adamların sahip olduğu teknoloji, seni uydularla evinde gözetlemeye bile imkan sağlıyor.
Müslümanlar olarak stratejik düşünme özelliğine sahip olmalıyız. Düşünsel mi, yoksa yapısal mı sorusunun cevabı, her ikisinin de paralel olarak aynı zamanda gerçekleşmesidir. Stratejik düşünme biçiminden kasdettiğim şey, kendi kayıplarını en aza indirmek, düşmanın kayıplarını en üst düzeye yükseltmektir.
- Sizce İran İslam Devrimi'nin izlediği aşamalarda tartışılması gerekenler nelerdir?
- Aslında imam Humeyni'nin vefatından sonra İran İslam Devrimi'nin hızını kaybetmekte olduğunu düşünüyorum. Tabii bunun yanında başka bir fakım yapısal etkenleri ilgilendiren sebepler de var. Çünkü şu an bizler bütünüyle bir post İslamî şartlar altında yaşıyoruz. İmam Humeyni gibi karizmatik bir liderin öncülüğünde gerçekleşen devrim, İmam Humeyni'nin vefatıyla birlikte karizmasını da kaybetmişe benziyor. Rafsancani ya da Hamaney bu karizmatik etkiyi sağlayamadılar.
- Toplumların her zaman İmam Humeyni gibi liderleri çıkarmaları zor olsa gerek. Her zaman bu tür karizmatik liderlere sahip olamamaları toplumların kaderi gibi görülüyor.
- Evet anlıyorum. Her zaman karizmatik liderlerin ortaya çıkmasını bekleyemeyiz. Önemli olan, devrimlerin bir şekilde kurumsallaştırılabilmesidir.
Belki karizmatik liderliği ortaya çıkarabiliriz. Fakat devrim, şahıslar üzerine inşa edilmemelidir. Eğer bir karizma etrafında devrim inşa edilecekse, bu Rasulullah'ın kendisi olabilir. İmam Humeyni ya da bir diğeri bundan sonra gelecektir. Bu karizma etrafında devrim ölümsüzleşecektir. Salman Rüşdi ile ilgili verilen fetva, her ne kadar İmam Humeyni vefat etmiş olsa da halen geçerlidir. İşte karizma böyle olmalıdır. Hareketleri etkilemeli ve yön vermelidir. Hz. Muhammed en büyük devrimcidir. İster radikaldi deyiniz, isterse fundamentalist. Savaş yapmış, savaşlara katılmıştır. Gerilla faaliyetleri yürütmüştür. Statükoya karşı mücadele vermiştir. Modern söyleme göre bu bir terörizmdir. Fakat bunu kim belirliyor?
Kur'an-ı Kerim bir yanımızdadır ve en büyük karizmatik lider olan Peygamber efendimiz sünnetindeki tüm çıplaklığıyla diğer yanımızda. Model budur. Ben onun sünnetini takip etmeli, onun taktik ve tekniklerini kullanmalıyım. Onun tekniği, Hizbullah'ın ya da bir başka örgütün tekniklerinden daha mı az önemlidir?
Fakat İmam Humeyni'nin karizmasını önemsememezlik etmiyorum. Yedi yıllık bir savaş dönemi, binlerce şehid, ekonomik sıkıntılar, ambargo ve bütün dünyanın boğmaya çalıştığı bir İslami devrim ancak bu kadar dayanabilirdi. Halen etkin bir devrim fakat vefatından sonra eski direnme ve dayanma gücünün aynı seviyeyi koruduğu söylenemez. Fakat bunu eleştirmiyorum ve eleştirmeyi de haklı görmüyorum.
- Lübnan Hizbullah'ı ve Filistin İslami mücadelesi, direniş ve devrim kavramları çerçevesinde nereye oturuyor?
- Bu hareketlerin her ikisi de direniş hareketidir. Lübnan devletinin Güney bölgesi İsrail tarafından işgal edilmiştir. Şu an burada kim savaşım vermektedir? Lübnan ordusu mu? Hem Lübnan devleti, hem de halk burada savaşanın Hizbullah olduğunu ve dolayısıyla kendi bayraklarını da pekala dalgalandırma hakkına sahip olduğunu bilmektedirler. Buradaki hareket bir süreçtir. Direnişle başlar, devrime gider. Eğer direniş yoksa, devrim de olmaz. Şu an halihazırda Lübnan'ın bir devlet başkanı var. Bir Sünni başbakan destekçisi olarak da Suudi Arabistan, dolayısıyla ABD Devletin yapması gereken şeyi Hizbullah yapıyor ve bu yüzden de Baalbek'ten Beyrut'a kadar olan bölgeye de kendisi hakimdir.
Bir zamanların devrimcisi Yaser Arafat şu an düşmanın bir taktiği olan kardeşi kardeşe kırdırma politikasının maşasıdır. İsrail ve A8D'nin stratejisini görebiliyor musunuz? Bir yanda Hamas diğer yanda FKÖ, birbirlerini kırmakla meşguller. Çok güçlü temelleri olmasına rağmen her ikisi de ahmakça bir stratejinin kurbanı durumundalar. Aileler şehadet kavramını özümsemiş ve çocuklarının şehadetiyle kıvanç duyuyorken, gelinen noktanın vehametini görebiliyor muyuz?