Iraklı çocuklara şeker dağıtan, şarkı söyleyen, onları eğlendiren yardımsever ve sevecen Amerikan askerleri görüntüleri yerini işkenceci, tecavüzcü, insanlıktan nasibini almamış sadist asker görüntüsüne bıraktı.
Bir yıl gibi kısa sürede tablonun sunumundaki bu keskin değişim, hiç şüphesiz Irak'taki direnişin seviyesiyle izah edilebilir. İlk günden itibaren kafalarına çuvallar geçirilen Iraklılar, yurtlarını ve değerlerini savunmayı yükselttikleri oranda muhatap oldukları davranışların dozu da artmakta.
Bağdat'ın hemen hiç direniş göstermeden düşmesi ve işgal sonrasında ekranlara yansıtılan "talan özgürlüğü" görüntüleri işgale karşı çıkan milyonlarda moral bozukluğuna neden olmuş, işgalcileri ve yandaşlarını ise epeyce keyiflendirmişti. Oysa tüm iğrenç görüntülere rağmen tablo tersine dönmüş durumda. Artık moralleri ve keyifleri bozulan işgalcilerin ta kendileri.
Özgürlük ve demokrasi götürdükleri Irak halkının kendilerini çiçek yerine mermi ve bombalarla karşılamaları yani umduğunu bulamama, bütün bu vahşet görüntüleri için yeterli neden sayılabilir mi?
Yalan, haksızlık ve hukuksuzluk üzerine bina edilen söylem ve eylemin, zulüm ve vahşet üreteceği önceden bellidir. Savaşın hiçbir gerekçesinin doğru olmadığı gün gibi açığa çıktı. İşgal gibi başlı başına fecaat bir eylemi icra edenler, erdemli davranışlarda bulunamaz. Tamamen yalan ve kaba güç üzerine kurgulanan operasyondan hayırlı amel sadır olamaz. Ama yine de "Bu kadarı da olur mu?" diyoruz doğal olarak. Oluyor, olmuş.
Eski Yunan'da Yunanca bilmeyen kimseye "barbaroi" (barbar) diyorlardı. Yunanca bilmemek, zihinsel egzersiz yapmamak, yeterince gelişmemiş olmak anlamına gelmekteydi. Yani Yunanca bilmemek, insan olmamak demek. Tarih ilminin kurucusu sayılan Heredot'a göre Hindistanlılar yamyam, Afrikalılar ise cüceydiler.
Romalılar, köleleri "eşya" sayıyorlardı. Bunların diğer eşyalardan tek farkları konuşmalarıydı. Yani konuşan eşya. Hatta ihtilaf anında bir nesnenin ikiye bölünmesi gibi kölenin bölünerek hak sahiplerine paylaştırıldığı ifade ediliyor.
Müslümanlar; yaratılışı, fıtratı gereği mesajı anlayamadan reddeden ve ikna olmaları mümkün olmayan cahil yaratıklar olarak telakki edildi Hıristiyan batılılarca. Haçlı seferlerinin en büyük amaçlarından birisi de masallardaki gibi zenginliğe sahip ama bu zenginliği kullanmayı bilmeyen barbarlardan bu servetleri almaktı.
1400'lerin sonlarına doğru Amerika kıtasına ilk defa çıkan İspanyollar, kıtanın yerli halkını 'insan' saymamışlardı. Yıllarca süren tartışmalardan sonra bunların ilkel yaratıklar olduklarına kanaat getirdiler.
Aydınlanma sonrası sömürgeleştirme çabaları, Avrupa'nın en muhalifleri tarafından bile ilkel insanlara medeniyet götürme çabası olarak değerlendirildi.
Bugün de medeni ABD askerleri, kendi başına özgürleşmesi ve demokratikleşmesi mümkün olmayan yarı insan, ilkel, taklitçi yaratıklara yardım etmek gibi ulvi bir amaç için binlerce mil teperek gelmiş, bin bir sıkıntıya göğüs germiş ama karşılığında kendilerinden bir çiçek bile esirgenmiş. Bu durumda bu ilkel varlıkların akıllarını başlarına getirmek, onları medenileştirmek gerekmez mi? Çıplak beden yığını arasından sırıtan, Iraklılara tasma takıp onları yerde sürükleyen askerlerin yaptıkları sadece bu.
Batı, istisnalar olmakla birlikte en başından beri kendi dışındakilerin kendisi gibi bazı haklara sahip olabileceğine ve kendisiyle eşit düzeyde durabileceğine ihtimal bile vermedi. Ama sorun çok daha derinde. İşkencenin, mızrak çuvala sığmaz hale geldikten sonra münferit değil, sistematik olduğunu kendileri kabul ettiler. Binlerce insanı bu derece vahşileştiren batının öteki algısıdır. George Bush'un "Bizden nefret ediyorlar. Bizim hayat tarzımıza saldırıyorlar." dediğinde sıradan bir ABD askeri bunu kuduz köpeğin insana saldırması gibi algılıyor. İnsanlara "yılanları sevin, onlara iyi davranın" dediğiniz de ne kadar insan yılanları ellerine alıp okşar severse Amerikan askeri de Iraklılara o kadar iyi davranır. Çünkü onların normal insan olduklarına inanmıyorlar. "Hayat koşulları kendi evlerindekinden çok daha iyi. Zaten biz gitmek istemeyeceklerinden korkuyoruz." diyordu Irak'taki askeri hapishanelerden sorumlu olan Tuğgeneral Janis Karpinski kendisiyle yapılan bir röportajda. Hangi hayvan barınağı, bir evden daha iyi olabilir ki? Iraklılar bulmuşlar güzelim hapishaneyi tabi ki boşaltmak istemezler!
İşkenceler, Müslümanların duyarlılıkları, hassasiyetleri gözetilerek uygulanıyor. Ne kadar şiddet kültüründen gelmiş olursa olsunlar, ne kadar sadist olursa olsunlar uygulanan yöntemler kendiliğinden bulunmuş yöntemler değil. İşkenceler; bölge insanlarını, Müslümanlarını tanıyan bilim adamlarının araştırmalarına dayanıyor. Nitekim işkence fotoğrafları boy boy yayınlanmaya başlayınca Tuğgeneral J. Karpinski, Ebu Gureyb Cezaevi'nin askeri istihbarat tarafından yönetildiğini, taciz ve kötü muamelenin fiilen resmi politika olduğunu ve sorgulamalara CIA ajanlarının da katıldığını belirtmek zorunda kaldı. Gazetelerin elinde bulunan binlerce fotoğraf ve video görüntüleri ile askerlerin itirafları da işkencenin sistematik ve emir-komuta zinciriyle uygulandığını teyit etmekte.
İşkencenin faş olmasından sonra Bush el-Arabia ve kiralık el-Hurra kanallarına çıkıp "Üzgünüz. Benim bildiğim Amerikalılar bunu yapmaz. Benim bildiğim Amerika tutkulu bir ülkedir." derken de yalan söyledi. Çünkü işkence ABD için vaka-yi adiyedendir. Tek başına Guantanamo bile bunun için yeterli delildir. ABD, işkenceci bir ülke olduğunu Uluslararası Ceza Mahkemesi'ne tavır alarak kendisi ortaya koymuştur.
Bush'un, Blair'in ve Rumsfeld'in özür konuşmaları basın-yayında neredeyse işkenceden daha fazla yer tuttu. "Bu büyük insanlar, ilkel yaratıklara yapılanlara kayıtsız kalmayarak büyüklüklerini gösterdiler" denilircesine manşetleri süsledi bunların ifadeleri.
Türkiye basınında da vahşetten bile ABD'ye pay çıkartma becerisi gösterildi. ABD sistemi öyle bir mekanizmaymış ki, diğer ülkelerin aksine olumsuzluk, anında ortaya çıkarılır ve giderilmesi sağlanırmış. Vahşeti bu sistem üretmiyormuş gibi, kasım ayında yapılan işkence fotoğrafları nisan ayına kadar elde tutulmamış, pazarlıklar sonuç vermeyince ve kamuoyuna sızacağı kestirilince yayınlanmamış gibi bundan ABD sistemine pay çıkarılıyor. Bize de Allah müstehakınızı versin demekten başka bir şey kalmıyor.
Bir de Celal Talabani tarafından açıkça dile getirilen, Saddam Hüseyin döneminde yapılanlarla bugün yaşanan "istisnai" durumları karşılaştırmak imkansız söylemi var. O zaman on binlerce kişiye işkence yapılırken, bugün sadece "istisnai" olaylar yaşanıyormuş. Saddam Hüseyin ve işkencecilerin aynı mekanlarda işkence ve zulüm yaptıkları vakıa. Ama bir başka vakıa da Saddam ve avanesinin bugün yapılıp edilenleri tahayyül bile edemeyecekleridir. Nitekim Ebu Gureyb'de 16 yıl kalmış bir mahkum, ABD'li işkencecilerin yaptıklarının çok daha vahşice ve alçakça olduğunu vurguladı. Kaldı ki Saddam diktatördü. ABD ise özgürlük ve demokrasi havarisi!
Başta da vurgulamaya çalıştığımız gibi ABD'nin uyguladığı dizginsiz şiddet, Irak'taki direnişin oluşturduğu hayal kırıklığının yansıması. Direnişin sembolü haline gelen Felluce de ABD tam bir yenilgi tattı. Günlerce sürdürdüğü ablukayı anlaşmayla kaldırmak zorunda kaldı ki bu, direnişçiler açısından büyük bir başarıdır.
ABD, kuzeyde Kürt halkının temsilcisi konumundaki KDP ve KYP'yle anlaşmış bulunuyor. Güneydeki Şiilerin de Saddam döneminde yaşadıkları acılar nedeniyle direniş göstermeyecekleri beklentisi içindeydi. Orta kesimde oluşturulacak Şii-Sünni çatışması da ABD'nin işini epeyce rahatlatacaktı. Bu amaçla provokatif eylemler düzenlendi. Ama şu ana kadar Sünni ve Şii Müslümanların basiretleri sayesinde bu hedef gerçekleşmedi. Tersine Mukteda es-Sadr'a bağlı Mehdi Ordusu, kitlesel eylemlerle ABD karşıtlığını göstermeye çalışan geniş Şii kitlesinden ayrılarak silahlı direnişe başladı. Askeri açıdan zayıf olduğu görülen Mehdi Ordusu'nun diğer Şii Müslümanları hala etkileme ihtimali var. Bu da ABD için işlerin çok daha fazla karışması demek.
Ayetullah Sistani başından beri işgale karşı net tavır takınmadı. Kitleler katledilirken Necef ve Kerbela'nın kırmızı çizgi olduğunu ABD askerlerinin buraya girmemesi gerektiğini söylemekle yetindi ve Mehdi Ordusunun da bu kentlerden çekilmesi gerektiğini bildirdi. Oysa kırmızı çizgi ABD'liler tarafından ihlal edildi ve yüzlerce Müslüman bu iki kentte katledildi.
ABD'nin işgalin başında yaptığı hesaplarının çoğu boşa çıktığı için Irak'tan çekilme ihtimalinden söz edilmeye başlandı. Fakat ABD, süpergüç imajını zedelememek için İkinci Dünya Savaşı'nda ve Vietnam'da yaptığı gibi kitlesel kıyımlar yaparak galip görüntüsü vermeye çalışacaktır. Ama bundan sonra gelişmeler nasıl cereyan ederse etsin, ABD kaybetmiştir!