Soruşturma: Irak'ta Amerikan İşgali Üçüncü Yılına Girerken Ortadoğu'yu ve Dünyayı Nasıl Bir Gelecek Bekliyor?
1-) ABD'nin Ortadoğu ve dünya hakimiyeti planları açısından;
2-) Irak'ın geleceği açısından;
3-) İslam dünyasının geleceği açısından nasıl değerlendiriyorsunuz?
Amerika, İkinci Dünya Savaşı'ndan galip çıkan tek ülkedir. Zira adı geçen savaşın galiplerini de mağluplarını da Amerika belirlemiştir. Sırasıyla Tahran, Yalta ve Potsdam konferanslarına baktığımızda bunu açıkça görürüz. Elbette bunun önemli nedenleri vardı. Bu nedenlerin başında; Amerika'nın 1 Eylül 1939'da başlayan savaşa, Aralık 1941'de girmesidir. Aradan geçen iki yıl içerisinde savaşan tarafların mümkünü-çaresi kesilmişti. Diğer yandan Amerika hem zengin, hem de silah üreten bir ülke idi. Daha o tarihlerde hem konvansiyonel, hem de nükleer silahları üretebiliyordu. Bir başka önemli husus da Amerika'nın savaş bölgesine uzak oluşudur. Bu yüzden kendi ülkesi ve halkı devam eden savaştan Avrupalılar ya da Ruslar kadar etkilenmedi.
Aslında İkinci Dünya Savaşı, sonuç olarak dünyaya tek bir süper güç armağan etti, o da Amerika'dır!
Amerika, savaş sonrası, en çok savaştığı, mağlubiyetlerini tayin ettiği Almanya ve Japonya gibi ülkeleri ekonomik olarak destekledi. Ama müttefiki olan İngiltere'ye bunlar kadar ilgi göstermedi. Çünkü İngiltere'yi kendisine rakip görüyordu ve Osmanlı sonrası Ortadoğu'ya hakimiyetini kabullenemiyor, petrol bölgelerine kendisi hakim olmak istiyordu.
Gerek İkinci Dünya Savaşı ve gerekse İsrail'in kuruluşunun desteklenmesi, Amerika'yı adım adım Ortadoğu'ya yaklaştırıyordu. Çünkü Amerika'nın hedefi imparatorluktu, küresel güç olmaktı. Amerikalı Dr. Mikel Lind, kendisi ile yapılan bir röportajda: "'Üçüncü Amerikan İmparatorluğu' fikri ile neyi kastediyorsunuz?" şeklindeki bir soruya şu cevabı veriyor: "Birinci Amerikan İmparatorluğu, Amerika-İspanya savaşından sonra İspanya'yı mağlup edip, İspanya'nın Güney Amerika ve Karaib Denizi'ndeki bazı sömürgelerini ele geçirdiğimizde kurulmuştu. İkinci imparatorluk yine aynı şekilde İspanya'nın elinde olan Filipinleri ele geçirdiğimizde kuruldu. Ve üçüncü imparatorluk 59 yıl önce İkinci Dünya Savaşı'nda Almanya, Japonya ve İtalya'yı yendiğimizde kuruldu…" Röportajın ilerleyen kısmında: "Ortadoğu, İsrail ve petrol faktörleri nedeniyle Amerika'nın ilgi alanı içerisindeydi. Bu nedenle, Sovyetlerin çöküşü, Ortadoğu'nun Amerikan İmparatorluğu'nun bir parçası olması yolunda ilk adımdı." diyor. (el-Mecelle, 31 Mart - 6 Nisan 1996, sayı 842)
Hasılı Amerika, bugün, Osmanlı sonrası Ortadoğu topraklarına ve imkanlarına sahip çıkmak istiyor. İsrail'e destek vermesi, Türkiye ile Marshall yardımından bu yana müttefik olması, ikili ilişkiler, NATO vs. tüm bunlar Ortadoğu ve dolayısıyla petrol nedeniyledir.
İran İslam Devrimi, Amerika'nın Ortadoğu emelleri için bir inkıta dönemidir. Devrim sonrası 8 yıl süren İran-Irak Savaşı da bugünler için tetiklenmişti ve adı geçen savaş petrol geliri bir hayli yüksek olan ve yine silah üretmeseler de ekonomik güçleri yerinde olan iki ülkeyi bir hayli yıprattı ve özellikle Irak'ı hazır lokma haline getirdi. Birinci Körfez Savaşı (17 Ocak 1991) adeta Irak'ın, parçalanmış Irak'ın; etnik, mezhebi ve toprak ayrışımını tayin etti. 12 yıl, Kuzey Irak, Güney Irak ve Bağdat merkezli yapılanma Mart 2003'teki müdahalenin altyapısını oluşturdu. Ancak Mart 2003'te başlayan İkinci Körfez Savaşı, Amerika açısından bir paradoksu da beraberinde getirdi. Amerika zannediyordu ki; Irak halkının Saddam'a karşı oluşu, kendi yanında yer alacağını da beraberinde getiriyordu. Fakat durum hiç de Amerika'nın beklediği gibi olmadı. İki yıllık işgal bırakınız direnişi bitirmeyi, bilakis direnişin dinamiklerini artırdı. Ve burada yine Amerika'nın en büyük yanılgısı direniş odaklarının Saddam yanlısı güçler olduğuna inanmasıdır. Oysa işgale karşı direnişin odakları arasında hem milli refleksler, hem İslami refleksler mevcuttur ve bunların direkt olarak Saddam'la ilgisini kurmak da güçtür.
Amerika'nın Irak'ı işgali, öncesinde de Afganistan'ı işgali gerek İslam camiası tarafından ve gerekse dünyanın diğer ülkeleri açısından ne inandırıcı ne de güven verici bulundu. Özellikle Amerika'nın bölgedeki en önemli müttefiki Türkiye'nin 1 Mart tezkeresini reddetmesi Amerika açısından büyük bir darbe oldu.
Amerika'nın bugün için Irak'ta, Afganistan'da yaptıkları hiçbir şekilde tasvip görmüyor, üstelik onun demokrasi, özgürlük, terörle mücadele vs. söylemleri de ciddiye alınmıyor. Irak'ta yapılan 30 Ocak seçimlerinin de bir fiyasko olduğu herkes tarafından bilinmekte.
Özellikle Irak'ın geleceği açısından bu işgal belki de ciddi ayrışmalar, parçalanmalar, etnik ve mezhebi anlamda kaoslar oluşturabilir. Bilhassa Kuzey Irak'taki Kürt bölgesinin Amerika'yla birebir ilişki içerisinde olması, dini ve tarihsel gerçekleri göz ardı eden uçarı Kürt liderleri Talabani ve Barzani'nin ortaya koydukları, bugüne kadar olanlardan çok daha farklı ve vahim sonuçlar doğuracaktır. Dün Irak'taki Kürt halkının isyan etmesi için meşru nedenleri vardı. Saddam ya da Baas yönetimi ve keza Baas öncesi yönetime isyanın haklı nedenleri vardı. Ama bugün işgalcilerle bir olup hem kendi ülkelerindeki diğer gruplara ve hem de Türkiye, İran, Suriye gibi komşu ülkeleri yok sayan bir tutum hiçbir şekilde meşru olamaz. Sel gider kum kalır misali, yarın er ya da geç işgalci Amerika bu toprakları terk edecek ve bu Kürt grubu yine eskiden kimlerle birlikte yaşıyorsa onlarla yaşamaya mecbur kalacak. İşte o zaman ciddi ve hem de Irak'ı da aşan gelişmeler yaşanacaktır.
Bir başka netameli gelişme Şii vakıasıdır. Mukteda Sadr ve yandaşlarını bir kenara koyarsak, Şiiler de ciddi şekilde işgalcilere karşı direnmedi ve bugün uyduruk 30 Ocak seçimlerinde almış oldukları %47,6 oya güvenerek çıkışlar yapmaktadırlar. Amerika, belki de İran Devrimi sonrası Şia'nın merkezi konumuna gelen Kum'u pasifize etmek için Necef'i merkez haline getirmeyi isteyebilir. Bu bile İran ile Irak Şiileri arasında bir kaosa neden olabilir. Ve tabii ki Irak denkleminde en karmaşık olanı Sünni Araplar ve Türkmenlerin konumudur.
İşin burasında Filistin meselesi gündeme gelmektedir. Başkan Bush, bir şekilde Mahmut Abbas'a Filistin Devleti'ni kurdurtmak istiyor. Ancak bunun fiziki altyapısı mevcut değil. Çoğunluğu Ürdün'de yaşayan Filistinlilerin, Filistin topraklarında iskan edecekleri yer yok. Zira bu topraklarda Yahudi yerleşimciler yaşıyor. Yerleşimcileri çıkartmak mümkün gözükmüyor. O zaman sembolik olarak işgal altındaki topraklardan bir kısım Yahudi yerleşimci çıkartılır, işgal altındaki toprakların %25-28 arası miktarını ve yine Ürdün'ün önemli bir kısmını içerisine alacak, Doğu Kudüs'te Müslümanların mukaddeslerine ulaşabilecekleri bir toprak üzerinde Filistin devleti kurdurabilirler. Ürdün'ün geri kalan kısmı ise Sünni Arapların yoğun olduğu Bağdat ve devamına ilave edilerek Bağdat merkezli bir Sünni yapılanmaya gidilebilir. Tabii ki siyasal açıdan Irak'ın federatif mi, konfederatif mi bir yapıya kavuşacağını şimdiden kestirmek güçtür.
Tüm bu oluşumların, işgalin, parçalanmanın, milli, ırki ve mezhebi isteklerin öne çıkmasının yanında bir başka gerçeklik de vardır ki o da İslam gerçeği. Unutmayalım ki adı geçen topraklarda asırlar boyu insanları birbirlerine yaklaştıran en temel bağ İslam bağıdır. İşgal ile birlikte, her geçen gün bu bağ daha bir ön plana çıkmaktadır. İlerleyen zaman dilimleri içerisinde yalnız Irak değil, tüm İslam coğrafyası İslami duyarlılıkla hem birbirlerine yaklaşacaklar, hem de işgale karşı İslam ortak paydasında buluşmayı benimseyeceklerdir. Başka çareleri de yok zaten… Adına Sünni direniş denilen işgal karşıtı direniş aynı zamanda geleceğin buluşma adresini de veriyor; İslam ve İslam'ın öncelikle Sünni yorumunda buluşmak.