Irkçılık Türkiye'de güçlü köklere uzanan yaygın bir hastalık olup Suriyeliler ya da Afganlardan önce de çeşitli biçimlerde varlığını hissettiren ve hayatın içine yayılmış bir olgudur. Asıl besleyicisi ise cumhuriyetin kurucu değerleri şeklinde de ifade edilen resmî ideoloji Kemalizm'dir.
Kemalizm sadece devletin işleyişini değil, yaklaşık bir asırdır toplumun zihnini de şekillendirme çabasındadır ve ne yazık ki bu istikamette epeyce yol almıştır. Türklüğü, vatanı, toplumsal dokuyu savunma adı altında normalleştirilmeye ve meşrulaştırılmaya çalışılan bu marazi tutum ülkede yaşayan her kökenden insanın akıl ve ruh sağlığını doğrudan tehdit ederken, telafisi imkânsız yaralara yol açıyor. Hedef aldığı çaresiz, savunmasız insanları içe kapanmaya, ezikliğe, kendisine ve çevresine yabancılaşmaya maruz bırakırken güya adına konuştuğu savunucusu olduğu geniş kitleleri ise hak, hukuk, adalet gözetmeyen vicdansız yığınlara dönüştürüyor.
Türkiye'nin son yıllarda ülke dışından aldığı yoğun göç bu hastalığın alevlenmesine yol açtı. Esed rejiminin yaşattığı dehşetten kaçıp gelen Suriyelilerin sayısının yıllar içinde milyonları bulması ve buna ilaveten çok farklı coğrafyalardan külliyetli miktarda göçmenin hayata tutunabilmek için rotayı Türkiye'ye çevirmesi adeta cerahati patlattı. Buna ekonomik krizin sarsıcılığı da eklenince göçmenler kaçınılmaz olarak günah keçisi arayışının doğal hedefi haline geldiler.
Türkiye'de ırkçılık olgusunun Suriyelilerin yoğunluğuna ya da son dönemde Afganistan'dan Ortadoğu'dan veya Afrika'dan gelen göçmenlerin sayısındaki artışa indirgenemeyeceğinin altını kalınca çizelim. Resmî ideoloji zaten ırkçı nitelikte olup ırkçı eğilim ve tutumlara meşruiyet zemini sunmaktadır.
AK Parti'nin 20 yıllık iktidarı döneminde genelde dindar-muhafazakâr kadroların etkisiyle daha kuşatıcı politikalar izlendiği, insani ve İslami hassasiyetlerin nispeten öne çıktığı bir gerçektir. Bununla birlikte tüm bu süre zarfında Kemalist ideolojik tahakkümün alt edilememiş olması ve hatta son dönemlerde milliyetçi-devletçi söylemlerin daha da güç elde etmesi bu hastalığın da adeta atak yapmasını ve daha fazla görünürlük kazanmasını beraberinde getirmiştir.
Türk ırkçılığının ana beslenme damarı olan Kemalist ideolojinin ulus kurgusu toplumsal yapıyı İslami köklerinden yalıtmaya ve ümmet kimliğinden tümüyle arındırmaya yönelik bir çabayı yansıtır. Aynı zamanda da her şeyiyle örnek alınan, hayranlık duyulan Batı’ya tam manasıyla bir teslimiyeti içerir. Karşıtlık kavmî boyutuyla Arap kimliğinden daha ziyade İslam'a ve Müslümanlaradır. Nitekim ırkçılıkta sınır tanımayan pek çok kişi veya kesimin Suriye halkının katili ve Beşşar Esed'e duydukları sempati bu durumun göstergesidir. Baas ideolojisi gibi Arap ırkçılığını esas alan bir kadronun ve eylemlerinin Türk ırkçılarını pek de rahatsız etmemesi, bilakis hoşnutlukla karşılanması şüphesiz İslami kimliğe karşı düşmanlıkta aynı yerde durmalarındandır.
Ne yazık ki tehdidin büyüklüğüne rağmen yakın zamana kadar bu azgın tutum pek bir engelle karşılaşmadan zehrini yaymayı sürdürdü. Sokakta, medyada, siyasette okulda her yerde nefes saçmaya devam etti. Bilhassa sosyal medya mecrasını kullanarak derin algı operasyonlarına girişti ve bunda da epeyce bir yol aldı. Sahip oldukları medya organları aracılığıyla bir dizi yalanı sayısız kere tekrarlayarak zihinlerde güçlü bir tehdit imajı oluşturmayı başaran bu kirli güruhun faaliyetlerine yönelik duyarlı çevrelerden gelen uyarılar ve yasal tedbirler alınmasına yönelik çağrılar ise yakın zamana kadar görmezden gelindi.
Nefret dili eken ırkçı zihniyet basından siyasete okuldan sokağa kadar pek çok alanda boy göstermektedir. Bu zihniyetle mücadele de aynı şekilde kapsamlı ve yaygın olmak zorundadır. Örneğin ders kitaplarının farklı kimlikleri de kuşatıcı bir perspektifle gözden geçirilmesi bir ihtiyaçtır. Gayet kaba ve umursamaz bir tutumla medya diline yansıyan kabahat ve suçların etkinleştirilmesi alışkanlığına karşı duyarlılık bir ihtiyaçtır. Siyasetin popülist kaygılarla kurduğu sebep sonuç ilişkilerinin muhacirlere yönelik düşmanlığı körüklediğinin görülüp bunun terk edilmesi acil bir ihtiyaçtır. Muhacirlere yönelik nefret suçlarının ve ırkçılığın tecziyesine yönelik yasal boşlukların hiç vakit kaybetmeden doldurulması ise çok acil bir ihtiyaçtır.
Irkçılık denilen şeytan işi pislikle mücadelede İslami kimlikli yapıların, gönüllü kuruluşların, cemaat ve fertlerin, topluca ifade etmek gerekirse İslami camianın sorumluluğu devlet kurumlarından da farklı toplumsal kesimlerden de hiç kuşkusuz daha öncelikli ve daha ağırdır. Müslümanlar doğrudan sorunun birinci derecede muhatabıdırlar. Gerek ideolojik boyutuyla gerekse hedef unsurlar açısından saldırının hedefi durumundayız. Dolayısıyla bir ucundan tutarak değil, meseleye dört elle sarılarak sahip çıkma ve saldırganlığa karşı koymakla mükellefiz.