Filistin meselesiyle ilgili en önemli konulardan biri de Batı Yaka topraklarına inşa edilen ayırım duvarıdır. Duvar, BM nezdinde tartışma konusu olduğundan ve Lahey Adalet Divanı'na taşındığından uluslararası boyut kazanmış bulunuyor. Bu arada muhtelif insan hakları örgütleri tarafından gündeme getirilerek üzerinde tartışmalar yapılıyor. Dünyaya şekil ve yön verme iddiasındaki çağdaş sömürgeci güçler, gerçekleri görmeyerek taraflı bir tutum sergileseler de, bu duvarın büyük bir insanlık felaketinin ön hazırlığı olduğu apaçık ortadadır. Bu duvar aynı zamanda insanlık tarihine geçecek yeni bir kara leke ve en yaygın isimlendirmeyle 'utanç duvarı' olacaktır. Bu duvarın ne tür bir felaket hazırladığının iyi anlaşılabilmesi için bütün boyutlarıyla ortaya konmasının zorunlu olduğunu düşünüyoruz. Şimdiye kadar duvarla ilgili olarak muhtelif raporlar hazırlandı. Bu raporlarda çeşitli teknik bilgiler verildi. Biz de bu raporlardan yararlanarak İsrail işgal devletinin inşa etmekte olduğu ırkçı ayırım duvarını bütün boyutlarıyla tahlil eden ayrıntılı bir dosya ortaya çıkarmaya çalıştık. Bu çalışmanın pratik faydası ise bu bilgilerin sivil tepkilerin artmasına ve hazırlanan insanlık felaketinin önüne geçilmesi için aktif olarak bir şeyler yapılmasına vesile olması durumunda görülmüş olacaktır.
Güvenlik Sorunu ve İsimlendirme
İsrail işgal devleti, inşa etmekte olduğu duvarı 'güvenlik duvarı' olarak isimlendirmekte, dünya kamuoyuna bu isimle kabul ettirmeye çalışmaktadır. Bu ismi ve dayandırıldığı gerekçeyi tahlil etmeden önce isimlerin ve literatürün zihinlerdeki anlayışların şekillenmesinde büyük rol oynadığına dikkat çekmek istiyoruz. ABD'nin eski dışişleri bakanı Yahudi kökenli Henry Kissenger'in dile getirdiği bir husus da bu açıdan dikkat çekicidir. Kessenger, yine İsrail'in 'güvenlik duvarı' isimlendirmesiyle bağlantılı bir açıklamasında, ABD'nin bir isim ve kavramı yerleştirmek istediğinde dışişleri bakanının veya bu bakanlıktan bir üst yetkilinin mekik diplomasisine çıktığını, yerleştirmek istediği kavram ve isimle ilgili görüşmeler yaptığını, görüştüğü ülkelerin yetkililerinin de bazen bilinçli bazen bilinçsiz bir şekilde onun etrafında görüşmeler, tartışmalar yaptıklarını böylece o kavramın zihinlere kazındığını ve topluma mal edildiğini ifade etti.
İsrail'in burada 'güvenlik' isimlendirmesini kullanmasının belki yaşadığı güvenlik sorunuyla irtibatı olabilir. Ancak bu sorunun sebebi, toprakları ve hakları gasp edilen Filistinlilerin verdikleri meşru mücadele değil, haksız işgal ve gasptır. Eğer bu işgal ve gasp sona erer de gasp edilmiş haklar sahiplerine iade edilirse söz konusu sorun da sona erer. Ama gayri meşru işgal sürdükçe meşru mücadelenin gerekçesi de var olacak, dolayısıyla İsrail güvenlik sorunu yaşamaya devam edecektir.
İşin gerçeğinde bu duvar ırkçı anlayışa dayanan bir ayırım duvarıdır. Aşağıda izah edeceğimiz üzere, İsrail'in bu duvarla sadece güvenliği değil, halklar arasında irtibatı kesme ve demografik dengeleri Yahudilerin lehine çevirme gibi ırkçı temele dayanan hedefler de gözettiğinden, inşa ettiği duvarı da 'ırkçı ayırım duvarı' olarak isimlendirmek çok daha isabetlidir.
Berlin Duvarı'nın Bir Benzeri mi?
Malum olduğu üzere 'Berlin Duvarı' insanları bir duvarın arkasına atma ve onların dış dünyayla irtibatlarını kesme uygulamasının sembolü haline gelmiştir. Bu duvar aynı zamanda tarihe 'utanç duvarı' olarak geçtiğinden bütün dünya kamuoyunda kötü bir imajla anılmaktadır. Bu yüzden geçmişte anti-komünist propagandaların en önemli malzemelerinden biri olmuştur. Şu an Siyonist işgal devletinin Filistin topraklarına inşa ettiği duvarı meşru ve haklı göstermeye çalışan kapitalist dünya da komünist blok aleyhine yürüttüğü propaganda faaliyetlerinde bu duvarın oluşturduğu olumsuz imajdan sürekli yararlanmıştı. Söz konusu duvarın işte bu olumsuz imajı sebebiyle işgal devletinin inşa ettiği duvara karşı ortaya konan sivil tepkilerde genellikle 'Berlin Duvarı' benzetmesi yapılmaktadır. Ancak belli bir halkı dünyadan tecrit etme amacı itibariyle bir benzerliği olsa da bu duvar Berlin Duvarı'ndan çok daha kötüdür ki, Berlin duvarının yıkıldığı noktada yapılan bir sivil gösteride de bu husus vurgulanmıştır. Çünkü Berlin Duvarı, Doğu Almanya'nın kendi vatandaşlarının kaçak yollarla batıya geçmesini önleme amacıyla inşa edilmişti. Bu yönüyle bugün hâlâ pek çok ülkenin sınır hatlarında oluşturulan mayınlı bölgelerden daha insaflıdır. İşgal devletinin inşa ettiği duvar ise aşağıda vereceğimiz bilgilerden anlaşılacağı üzere aileleri bölmekte, çocukların okullarına gitmelerini önlemekte, binlerce insanın evleriyle arazileri arasına set çekmekte ve daha nice olumsuzluklara sebep olmaktadır. İşte bütün bu olumsuzluklarla ilgili özet bilgileri bu dosyada sizlere sunacağız.
Gerçek Amaç Güvenlik mi?
Yukarıda da ifade ettiğimiz üzere İsrail işgal devleti duvarla ilgili olarak sürekli 'güvenlik' gerekçesini kullanıyor. Bu gerekçesini inandırıcı kılabilmek için de bununla bağlantılı bir ismi zihinlere yerleştirmeye çalışıyor. Bu gerekçeye başvurmasının hem kendi toplumuna, hem de dünya kamuoyuna dönük sebepleri bulunmaktadır. Bütün bu sebepler ise temelde kendini haklı gösterme amacına yöneliktir. Ancak gerçekte işgal devleti açısından duvarın 'güvenlik' dışında çok önemli amaçları bulunmaktadır. Bunların en başta geleni ise yeni toprak gaspıdır. Çünkü, eğer ki tek ve gerçek amaç güvenlik olsaydı en azından duvarın BM kararlarında İsrail sınırları olarak gösterilen 'Yeşil Hat' üzerinden inşa edilmesi gerekirdi. Öyle olsaydı belki o zaman Berlin Duvarı'nın bir benzeri olabilirdi. Toprak gaspı gerçeği BM raporları başta olmak üzere muhtelif uluslararası kuruluşların raporlarında dile getirilmiştir. Bunun yanı sıra işgal devleti duvarı, emri vaki yoluyla Filistin tarafının beklediği tüm çözüm planlarının önüne set çekmek ve böylece kendi planlarını hayata geçirmek amacıyla değerlendirmek istemektedir. İşgal devletinin en önemli amaçlarından biri de Filistinlileri göçe zorlamak suretiyle ırkçı bir tasfiye gerçekleştirmektir. Bunların dışında da muhtelif amaçları bulunmaktadır ki, burada vereceğimiz bilgiler, bu amaçlara açıklık getirecektir.
Duvar Hakkında Bilgiler
İşgal devletinin duvarla bağlantılı amaçları ve duvarın Filistinliler açısından taşıdığı olumsuzluklar hakkında bilgi vermeden önce duvar hakkında bazı genel bilgiler vermemiz yararlı olacaktır. Duvar inşaatının başlama tarihi 16 Haziran 2002'dir ve 2005'te tamamlanması planlanmaktadır. Toplam maliyetinin 1.7 milyar dolar olacağı tahmin edilmektedir ve işgal devleti bu maliyeti karşılamak için ABD'den de yardım almaktadır. Uzunluğunun ilk plana göre 730 km olması hesaplanmıştı. Daha sonra 100 km.lik kısmının iptal edildiği açıklandı. Ancak bunun bir aldatmaca olacağı tahmin edilmektedir. Bitirilmesi durumunda uzunluk itibariyle Çin Seddi'nden sonra dünyanın en uzun duvarı olacaktır. Normalde duvar olarak bilinmektedir ancak söz konusu mesafenin tamamı duvar olmayacaktır. Bazı yerler beton duvarlardan, bazı kısımlar derin hendeklerden ve kanallardan, bazı bölümler elektrikli tel örgülerden oluşacaktır. Belli aralıklarla da gözetleme kuleleri konmaktadır. Beton duvar kısımlarının yüksekliği 8 m. olarak inşa edilmektedir. Enine ise 60 – 100 m.lik bir şeridi kaplamaktadır. Fakat bu kadarlık kısım duvardan oluşmuyor tabii ki. Bu ende bir şerit, duvarla bağlantılı girilmez hat olarak belirlenmektedir. Duvarın sadece yüzde 11'i, BM kararlarında İsrail sınırı olarak gösterilen Yeşil Hat'tan geçmektedir. Yüzde 89'luk kısmı ise yine BM kararlarında Filistin olarak gösterilen Batı Yaka topraklarının içinden inşa edilmektedir. Duvarın 45 km.lik kısmı Batı Yaka bölgesini kuzeyden kuşatmaktadır. Ayrıca bir kısmı da Gavru Ürdün bölgesini kuşatacak şekilde Batı Yaka'nın doğu kısmına inşa edilecektir.
Duvarın Filistinliler Açısından Pratik Zararları
İşgal devletinin Filistin topraklarına inşa ettiği ırkçı ayırım duvarı, belli bir bölgeyi çevreleyen alelade bir duvardan ibaret değildir. Filistinlilere pratik yönden büyük zarar vermesinin temel sebebi ise Batı Yaka'daki Filistin topraklarının içine inşa edilmesi ve bu bölgeyi muhtelif parçalara ayırmasıdır. Biz, duvarla ilgili olarak gerek Filistin'deki araştırma kurumlarının gerekse BM'nin hazırlamış olduğu raporlardan yararlanarak bazı bilgileri aktaracağız. Bu bilgiler duvarın doğurduğu pratik zararları net bir şekilde gözler önüne serecektir.
İşgal devleti duvarın inşaatı için 165 bin dönüm araziyi istimlak etti. Bunun 124323 dönümü özel mülk, 40460 dönümü kamu arazisidir. Bunlar sadece duvarın ve ona bağlı olarak kullanılmaz hale getirilen şeridin düzenlenmesi için gasp edilen araziler. Bu arazilerin bir kısmı askeri kararla, diğer kısmı ise doğrudan el konulması suretiyle gasp edildi. Normalde tüm BM kararlarında Batı Yaka bölgesi 'İsrail' dışında gösterildiğinden uluslararası hukuka göre İsrail'in bu topraklarda arazi istimlak etmeye yetkisinin olmaması gerekiyor. Ancak ne yazık ki aşağıda da dile getireceğimiz üzere bu konunun uluslararası hukuk platformuna taşınmasından bir sonuç çıkmamıştır.
Duvar Batı Yaka'nın bir bölümünü içte bırakıyor. Bu kısım duvarla 'Yeşil Hat' arasında bir kapalı bölge haline geliyor. Bu şekilde duvarın ötesinde kalan kısım Batı Yaka topraklarının yüzde 14.5'ini oluşturuyor. BM'nin konuyla ilgili raporuna göre bu bölgede hâlen 122 köy bulunuyor ve 247 bin kişi ikamet ediyor.
Duvarın içinde kalan arazilerin tümü evleri o tarafta kalanlara ait değil. Evleri duvarın dışında kalanların da birçoğunun o bölgede arazileri bulunuyor. Yani duvar o bölgede yaşayan insanların arazileriyle kendilerinin arasına da engel koymuş durumda. Bu şekilde dışta kalan 71 köyün arazisi duvarın ötesinde kalıyor. Bunun yanı sıra çalıştıkları kurumlar veya iş ortamları, okudukları okullar duvarın ötesinde, kendileri ise berisinde kalanlar var. Yine BM raporuna göre bu gibi sebeplerden 400 bin kişinin gündelik olarak duvarın ötesine geçmeleri gerekiyor. Bunlar da bölge halkının yüzde 30'unu oluşturuyor. Geçiş için getirilen prosedür ve zorluklar ise onlar için hayatı çekilmez hale getirecektir. Çünkü işgal devleti bu şekilde duvardan gündelik geçiş için özel bir izin belgesi alınmasını şart koşuyor. Bu belgenin alınabilmesi için de muhtelif şartlar var. Ayrıca özel bir rusum yani haraç isteniyor. Buna ek olarak belgenin her altı ayda bir yenilenmesi şart koşuluyor. İzin belgesi duvarın iç kısmında kalanlar için de gerekecek. Çünkü onların da diğer tarafta kalan kurumlardan yararlanabilmeleri, yakınlarını ziyaret edebilmeleri veya diğer tarafta kalan arazilerine ulaşabilmeleri için çıkmaları halinde geri dönebilmeleri için bu izin belgelerini kullanmaları gerekecek. Dolayısıyla söz konusu 400 bin kişiye duvarın iç kısmında kalan 247 bin kişiyi de eklediğimiz zaman Batı Yaka bölgesinde ikamet eden Filistinlilerin yüzde 50'den fazlasının böyle bir belgeye ihtiyaç duyacakları, dolayısıyla bölgedeki nüfusun yarıdan çoğunun duvardan doğrudan zarar göreceği anlaşılır.
Duvar Batı Yaka'yı üç ana bölgeye ayırıyor. Doğuda 1237 km2'lik kesim doğu güvenlik bölgesi olarak ilan ediliyor. Bu da tüm bölgenin yüzde 21.9'unu oluşturuyor. Bu bölgede 40 Yahudi yerleşim merkezi bulunuyor. Batıda 1328 km2'lik alan (tüm bölgenin yüzde 23.4'ü) batı güvenlik bölgesi ilan ediliyor. Bu şekilde güvenlik bölgesi ilan edilen kesimler tüm Batı Yaka'nın yüzde 45.3'üne tekabül ediyor. Bu ise bir oyundur. İşgal devleti bir emri vakiye getirerek Batı Yaka topraklarının yarıya yakın kısmına tamamen el koymaya çalışıyor. Böyle bir uygulama ise başta 'Yol Haritası' planı olmak üzere tüm masa başı çözüm planlarını geçersiz ve anlamsız hale getirmiş olacaktır. İşgal devletinin 'Yol Haritası' planını geniş zamana yayarak oyalama politikası gütmesindeki asıl amacının ne olduğu da bu olayla ortaya çıkmış olmaktadır. Yani işgal devletinin niyeti kesinlikle barış veya çözüm değil, bunu kendi gasp politikaları için ve gayri meşru işgaline meşruiyet kazandırmak için araç olarak kullanmaktır.
Duvar sebebiyle Batı Yaka'da ortaya çıkan üçüncü bölge ise zikredilen iki emniyet bölgesinin dışında kalan kesimdir ki, bu da tüm bölgenin yüzde 54.7'sini oluşturmaktadır. Ancak buralar da tümüyle Filistinlilere bırakılmıyor. Bu bölgedeki Yahudi yerleşim merkezlerinin korunması, hatta bu merkezlerin ayrıca özel duvarlar içine alınması planlanıyor. Hatta Gazze'deki yerleşim merkezlerinin boşaltılması durumunda oralara stratejik amaçla iskan edilmiş 7500 Yahudi yerleşimcinin de Batı Yaka'daki yerleşim merkezlerine nakledilmesi planlanıyor. Bu bölgedeki yerleşim merkezlerinin de etrafının çevrilmesi ve bu merkezlerin askeri yönden koruma altına alınan hatlarla birbirine bağlanması durumunda Filistinlilere bırakılan bölgeler de küçük gettolara, kantonlara ayrılmış olacak. Sekiz vilayet merkezinin bulunduğu bu üçüncü bölgenin zikrettiğimiz uygulama neticesinde 64 gettoya ayrılacağı tahmin edilmektedir.
İşgal devleti duvar inşaatı için Filistinlilere fiili yönden zarar vermeye de devam ediyor. 165 bin dönüm arazinin gaspına ek olarak 140 ev yıkıldı. 4400 ev de çeşitli şekilde zarar gördü. 400 aile (2323 kişi) duvarın arazilerinin üzerinden geçmesi sebebiyle sürgün edildi. 100 bin zeytin ağacı yine aynı gerekçeyle söküldü. Duvarın geçtiği şerit üzerindeki tarihi eserler de tamamen tahrip ediliyor.
Duvar sebebiyle Batı Yaka'daki muhtelif sektörler büyük ölçüde zarar görüyor. İş sahası daralıyor. İnsanların sosyal hizmetlerden yararlanmaları zorlaşıyor. En çok zarar gören sektörlerden biri turizm sektörüdür. Hz. İsa (a.s.)'ın doğum yeri olan Beytlaham'da nüfusun yüzde 65'i turizm sektöründe çalışmaktadır. Ancak bölgede hareketliliğin zorlaştırılması ve sınırlandırılması sebebiyle turizm sektörünün zarar görmesi, bu kadar insanın iş imkânlarını kaybetmesine yol açacaktır. Duvar yüzünden bazı tarihi mekânların yıkılması, bazılarının ise güvenlik alanı ilan edilen bölgede kalması da bu sektördeki çalışma alanlarını ciddi şekilde daraltacaktır. Bu bir örnektir. Diğer iş sektörleri açısından da benzer sıkıntıların ortaya çıkacağı tahmin edilmektedir.
Duvarın Filistinliler açısından taşıdığı en büyük risk ise su kaynaklarına el konulmasıdır. Çünkü bölgedeki su kaynaklarının yüzde 75'i duvarla çevrelenen kısmın içinde kalacak. Bu ise suyun büyük ehemmiyet arz ettiği bölge tarımı ve genelde hayat şartları açısından oldukça ciddi bir risk taşımaktadır. Bunun yanı sıra bölgedeki verimli arazilerin yüzde 23'ü de duvar bahanesiyle gasp edilmiş olmaktadır.
Bütün bu risklerin bölgede yaşayan halk açısından ileride açlık felaketinin sebeplerini hazırlayabileceği, bizzat BM tarafından hazırlanan raporlarda dile getirilmiştir.
Eğitimde Büyük Felaket
Irkçı ayırım duvarı sebebiyle zarar görecek en önemli alanlardan biri eğitim alanı olacaktır. Çünkü okulların bir kısmı duvarın bir tarafında, diğer kısmı öbür tarafında kalacak. Duvarın böldüğü insanların çocuklarının da önemli bir kısmının okulu duvarın öbür tarafında kalacağından her gün okullarına gidebilmek için işgalci güçlerin kontrolündeki geçiş noktalarından bir yandan öbür yana geçme eziyetini çekmek zorunda kalacaklardır. Bu şekilde 170 bin öğrencinin okullarına gidebilmek için gündelik olarak duvarın bir tarafından diğer tarafına geçmek zorunda kalacakları raporlarda dile getirilmiştir. Özellikle duvarın işgal devleti tarafında kalan ailelerin çocukları eğitim imkânlarından büyük ölçüde mahrum kalacak, çünkü özellikle orta ve yüksek derecedeki okullar şehir merkezlerinde, şehir merkezleri de duvarın dış kısmında kaldığından duvarla Yeşil Hat arasındaki bölgede yaşayan ailelerin çocukları bu okullardan yararlanmada büyük zorluklar çekeceklerdir. Duvar aynı zamanda Kudüs Üniversitesi'nin arazilerine el koyarak bu üniversitenin yürüttüğü eğitim hizmetlerine büyük zarar vermiştir.
Duvar ve Sağlık Felaketi
Duvarın yol açacağı pratik zararlar arasında sağlık hizmetlerine vuracağı darbeyi özellikle zikretmek gerekir. Özerk yönetim Sağlık Bakanı Cevad et-Tibi'nin 24 Şubat 2004'te, duvarla ilgili Lahey Adalet Divanı görüşmeleri münasebetiyle sunduğu raporda bu konuda ayrıntılı bilgilere yer verilmiştir. Her şeyden önce duvarın iç kısmında kalacak 247 bin Filistinli, sağlık hizmetlerinden büyük ölçüde mahrum bırakılacaklar. Çünkü önemli sağlık kurumları, duvarın dışında kalan bölgedeki şehir merkezlerinde bulunuyor. Ayrıca duvarın yol açacağı kantonlaştırma insanların bu hizmetlerden yararlanmalarını zorlaştıracak. Sağlık hizmetlerinin zorlaştırılmasının birinci derecede etkileyeceği ve zarar vereceği kişilerin başında ise beş yaşından küçük çocuklar geliyor. Çünkü bu yaştaki çocukların mutat bakıma ve düzenli sağlık hizmetlerine ihtiyaçları var. İkinci sırada ise yine mutat bakıma ve ilaca ihtiyaç duyan müzmin hastalarla hamile kadınlar geliyor. Ayrıca acil durumlar sebebiyle sağlık hizmetine ihtiyaç duyacakların da oldukça zor durumda kalacaklarını tahmin etmek zor değildir. Sadece sağlık hizmetlerine vuracağı darbe bile bu duvarın bir insanlık felaketi ve tarihe geçecek kara leke olduğunu ispat etmeye yeter. Sadece bu yönü bile uluslararası platformda duvarı inşa edenlerin haksız çıkarılması ve inşaatın durdurulması için yeterli gerekçe teşkil edebilir.
Aile Hayatına Verdiği Zararlar
Duvar, Batı Yaka'daki Filistin topraklarının içine inşa edildiğinden toprakları böldüğü gibi aileleri de bölmektedir. Çünkü yukarıda da dile getirdiğimiz üzere bölgede yaşayan Filistinli toplumun önemli bir kısmı duvarın içinde, diğer kısmı dışında kalacaktır. Bu ise çok sayıda ailenin yakınlarıyla irtibatının duvar vasıtasıyla kesilmesi anlamına geliyor. Ramallah'taki Merkezi İstatistik Teşkilatı'nın hazırladığı bir rapora göre duvarın geçtiği kesimde ikamet eden ailelerin yüzde 50.9'u duvar sebebiyle bölünüyor. Yani birinci derecede yakın akrabalarıyla ilişkileri kesiliyor. Geçiş için ağır prosedürler ve şartlar getirildiğini yukarıda belirtmiştik. Bu ise ailelerin birbiriyle ilişkilerinin son derece zorlaştırılması, akrabalar arasındaki ilişkilere ağır darbe vurulması anlamına gelir. Dolayısıyla duvar sadece bu yönüyle bile büyük bir insanlık felaketi ve kendi öz yurtlarında özgürce yaşamaktan başka talepleri olmayan Filistin halkına ağır darbedir.
Planlanan Duvar Sadece Bir Duvardan İbaret Değil
Burada duvarla bağlantılı olarak zihinlerde, güneyden kuzeye doğru uzanan ve bölgenin doğusuyla batısını birbirinden ayıran boylu boyunca uzanan bir duvarın canlanacağını tahmin ediyoruz. Gerçekte ise Batı Yaka bölgesini üç yönden kuşatmaya alan bir duvar planlanmaktadır. Önce bölgenin batısına, belirttiğimiz gibi bir kısmını içerde bırakan duvar inşa edilmesi planlanıyor. Sonra yukarıya yine bölgeyi kuzeyden kuşatan 45 km uzunluğunda bir duvar inşa edilmesi planlanıyor. Üçüncü merhalede ise Batı Yaka'nın doğusuna, bölgenin en verimli topraklarını içeren Gavru Ürdün bölgesini İsrail kontrolüne vermeyi amaçlayan bir duvar inşa edilmesi hedeflenmektedir. Bu durumda bölgenin batı ve kuzey hattı tamamen, doğu hattı ise yarıya kadar duvarla çevrilmiş olacaktır. Sadece kısmen Ürdün'le irtibatını sağlayan küçük bir sınır hattı duvar haricinde kalacaktır ki bu, bölgenin büyük ölçüde duvar kuşatmasına alınması anlamına gelir. Ayrıca Filistinlilere bırakılan bölgedeki Yahudi yerleşim merkezlerinin de etrafının müstakil duvarlarla çevrilmesi ve bu merkezlerin özel korumaya alınan yollarla birbirine bağlanması planlandığından, duvar bölgeyi küçük kantonlara çevirmiş ve her yönden askeri kuşatmaya almış, dolayısıyla dünyadan tecrit etmiş olacaktır.
Duvar, İrtibatı Kesme Planının da Bir Uygulaması
İşgal devletinin başbakanı Şaron, yine güvenlik gerekçesiyle Filistinli ve Yahudi halklar arasında irtibatı, ilişkiyi tamamen kesme planını gündeme getirmişti. Bütünüyle ırkçı anlayışa dayanan bu plan ilk tartışmaya açıldığında çeşitli tepkilere yol açtı. ABD de bu ilk tartışma merhalesinde göstermelik bir tepki gösterdi. Ama zaman içinde Şaron ve İsrail hükümeti bu planı normal bir şey olarak kabul ettirebilmek için belli aralıklarla gündeme taşıdı ve böylece kamuoyunun kabullenmesini sağlamaya çalıştı. Şimdi ırkçı ayırım duvarının aynı zamanda bu planın bir parçası olduğu vurgulanmaktadır. Zaten doğuracağı sonuçlar açısından öyle olacağı kolayca tahmin edilebilen duvarın, söz konusu planın parçası olduğu aynı zamanda bizzat İsrail yetkilileri tarafından dile getirilmiştir. Bu itibarla bir de bu açıdan ele almak ve tamamen ırkçı yaklaşımlarla inşa edildiğini görmek gerekir.
Doğu Kudüs'ün Durumu
BM'nin normalde Filistin halkının iradesini yansıtmayan ve bu halkın topraklarında gayri meşru bir işgal devletinin kurulmasına imkân veren 1948 tarihli taksim kararında, Kudüs şehri ikiye bölünmüş ve doğusu Filistin tarafına bırakılmıştı. Aynı zamanda eski şehir olarak bilinen ve Mescidi Aksa'yı da içinde barındıran doğu kesim 1967 Haziran Savaşı'nda Ürdün Krallığı tarafından İsrail işgal devletine teslim edildi. İşte bu işgal olayından sonra İsrail, normalde BM kararlarına da aykırı olmasına rağmen Kudüs'ün iki yanını birleştirdiğini ve tamamını 'İsrail toprakları (!)'na ilhak ettiğini açıkladı. Bu ilhak kararı BM tarafından onaylanmadı. Ancak işgal devleti, Kudüs'ün tamamı üzerindeki tahakkümünü güçlendirmek amacıyla uzun süreden beridir yoğun bir çaba sarf etmektedir. Şehirdeki Filistinli nüfusu göçe zorlayarak, evlerine gasp yoluyla el koyarak ve daha başka yollarla demografik yapının sürekli Yahudi nüfus lehine değişmesini sağlamaya çalışıyor. Duvar inşası ise bu kutsal şehir üzerindeki işgal ve tahakkümün bir emri vakiyle sağlamlaştırılması sonucunu doğuracaktır. Çünkü duvar şehrin dışından inşa edilmekte, böylece şehrin tamamı ilhak edilmiş olmaktadır. Duvar aynı zamanda normalde Kudüs nüfusuna kayıtlı 100 bin Filistinlinin dışarıda bırakılmasına sebep olacaktır ki, bu durum şehirdeki demografik yapının Yahudi nüfus lehine kökten değişmesi sonucunu doğuracaktır. Bu durum aynı zamanda normalde işleri ve yararlandıkları sosyal hizmet kurumları Kudüs'ün içinde olan bu Filistinli nüfusun işlerini, eğitim ve sağlık başta olmak üzere muhtelif sosyal hizmetlerden yararlanma imkânlarını kaybetmeleri anlamına gelecektir. Bu emri vakiyle ilhak olayının doğuracağı en önemli sonuçlardan biri de başkenti Kudüs olan bir devlet planını tümüyle hayal haline getirmesi olacaktır ki, bundan ayrıca söz edeceğiz.
Yahudi Yerleşim Merkezlerinin Korumaya Alınması
Batı Yaka'da 75 Yahudi yerleşim merkezi 300 bin yerleşimci bulunmaktadır. Normalde bu yerleşim merkezleri Filistinlilerin arazilerinin gayri meşru yollarla gasp edilmesi suretiyle inşa edilmiştir. BM kararlarında da Filistin olarak gösterilen bölgeye inşa edildiğinden, gerçekte tam anlamıyla adaleti ve hakkaniyeti temsil etmeyen mevcut uluslararası hukuka bile aykırıdır. Bundan dolayı BM tarafından değişik zamanlarda alınan kararlarda, söz konusu yerleşim merkezlerinin tamamen tahliye edilmesi istenmiş, ancak işgal devleti bu kararlara uymamıştır. İşgal devleti ırkçı ayırım duvarıyla söz konusu yerleşim merkezlerini de sağlama almakta ve buraları tahliye etmeye hiçbir şekilde niyeti olmadığını bütün dünyaya ilan etmiş olmaktadır. Yerleşim merkezlerinin bir kısmı duvarın içinde kalıyor. Dışında kalanlar ise tahliye edilmiyor. Yukarıda da ifade ettiğimiz üzere bu bölgede yer alan yerleşim merkezlerinin etrafının çevrelenmesi için de duvarlar inşa edilmesi planlanmaktadır. Aslında işgal devletinin ırkçı ayırım duvarını inşa etmekteki en önemli amaçlarından biri de bu yerleşim merkezlerinin durumunu sağlama almak ve buralara Yahudi göçünü kolaylaştırmaktır. Şaron, Gazze'deki yerleşim merkezlerini boşaltması durumunda oradaki yerleşimcileri de bu bölgedeki yerleşim merkezlerine nakletmeyi planlanmaktadır. (Gazze'de hâlen tümü stratejik amaçlarla kurulmuş 21 yerleşim merkezi ve 7500 yerleşimci bulunmaktadır ve buraların tahliye edilmesi planlanmaktadır.)
Demografik Dengeler
İsrail işgal devleti duvar hususunda kendini uluslararası platformda haklı gösterebilmek için sürekli 'güvenlik' konusunu öne çıkarmaktadır. Oysa 'güvenlik' dışında çok önemli amaçlarının olduğu biliniyor. Bunların bazılarından daha önce söz ettik. En önemli amaçlarından biri de kendisini korkutan demografik yapıdaki değişimin önüne geçmektir. Demografik yapıdaki değişimin İsrail aleyhine dönmesinin iki önemli sebebi bulunmaktadır: Birincisi, doğal nüfus artışının Filistinlilerde Yahudilerdekinin dört katına yakın olmasıdır ki bu, zaman içinde 'İsrail' olarak gösterilen bölgede bile Filistinli nüfusun Yahudi nüfus oranını geçmesi sonucuna götürebilir. İkincisi, Filistin topraklarına dışarıdan Yahudi göçünün iyice azalması, buna karşılık tersine göçün başlaması ve hızlanarak devam etmesidir. İşgal devleti doğal nüfus artışındaki açığı kapatmak, hatta nüfus oranlarını sürekli kendi lehine çevirebilmek için dışarıdan Yahudi göçünü teşvik etmeye çalışıyor. Ama işgal devletinin baskıcı tutumları ve şiddet uygulamaları sebebiyle patlak veren Aksa İntifadası bu göçün çok azalmasına sebep olduğu gibi, tersine göçü de hızlandırdı. Bu sebeple Filistin topraklarına yerleşen Yahudi nüfus sayısında artış değil azalma var. İşgal devleti de aleyhine gelişen bu demografik değişimi lehine dönüştürebilmek için bir yandan Filistinlilerin, İsrail olarak gösterilen bölgeye geçmelerini engellemek, bir yandan da onları göçe zorlamak istiyor. Duvar da bu planın bir parçasıdır. İşgal devleti duvar yoluyla hem Batı Yaka'dan İsrail olarak gösterilen bölgeye onların nitelemeleriyle 'kaçak' girişleri engellemek hem de Batı Yaka'da yaşayanlar için hayatı iyice çekilmez hale getirmek suretiyle onları göçe zorlamak istiyor.
Bar Eylan Üniversitesi'nden Eitan Gilbo'nun hazırladığı bir rapora göre 1993-2000 tarihleri arasında 140 bin Filistinli evlenme ve benzeri yollarla 'İsrail' olarak gösterilen bölgeye geçti. Bunun üzerine İsrail parlamentosu Temmuz 2003'te evlilik yoluyla geçişleri yasaklayan bir kanun çıkardı. Bu kanun o zaman şiddetli tepkilere ve tenkitlere sebep olmuştu ama hâlen uygulanmaktadır. İşgal devleti buna ek olarak kontrolsüz girişleri de engellemek için duvardan yararlanmak istiyor.
İşgal devletinin eski başbakanı Netanyahu, Aralık 2003'te yaptığı bir açıklamada 'İsrail'deki Filistinlileri de tehdit olarak gösterdi ve onların oranlarının yüzde 20'yi geçmemesi için gereken tüm tedbirlerin alınmasını istedi. Onun bu açıklaması da tepkilere sebep olmuştu. 1948'de işgal edilmiş bölgede yaşayan Filistinliler arasında faaliyet yürüten İslâmi Hareket'in Genel Başkanı Kemal el-Hatib ise "Bu tür iğrenç açıklamalar sadece Netanyahu'nun ağzından çıkmadı. Daha önce cumhurbaşkanı Moşe Katzav da aynı şeyleri söyledi. Hatta bizzat başbakan Ariel Şaron ve İsrail sağından birçok kişi bu tür sözler sarf ettiler" dedi.
Yukarıda ismini zikrettiğimiz Eitan Gilbo da duvarın Batı Yaka bölgesinden 'kaçak' (!) geçişleri önleyeceğine dikkat çekti.
Bütün bu bilgiler ve açıklamalar gösteriyor ki, İsrail her ne kadar resmi açıklamalarında sürekli duvarın sadece güvenlik amacıyla inşa edildiğini söylese de, demografik yapının İsrail'in lehine çevrilmesinin sağlanması da duvarla güdülen en önemli amaçlardan biridir. Burada 'ırkçı' bir amaç söz konusudur ve bu amaca binaen de 'ırkçı ayırım duvarı' isimlendirmesi isabetlidir.
Toplu Göç Korkusu
Yukarıda verdiğimiz bilgilerden de anlaşılacağı üzere duvar, Batı Yaka bölgesinde yaşayanlar için hayatı iyice çekilmez hale getirmeyi amaçlamaktadır. Bunun da tabii ki toplu göçlere sebep olacağından korkulmaktadır. Nitekim Ürdün hükümeti adına 24 Şubat 2004'te Lahey Adalet Divanı'na açıklamada bulunan Prens Zeyd İbnu Ra'd ülkesinin bu konudaki endişesini dile getirmiştir.
Duvarın Amaçlarından Birisi de Psikolojik Rahatlatma
Duvarın 'İsrail toplumu' olarak nitelendirilen göçmen topluma yönelik amaçları da bulunmaktadır. Yukarıda da ifade ettiğimiz üzere işgal devletinin, yine kendi şiddet politikasından kaynaklanan güvenlik sorunu yaşaması, Yahudilerde tersine göçü hızlandırmış bu da işgal devletinin gözünü korkutmuştur. İşgal devleti şimdi duvar vasıtasıyla onlara güven vermeye ve kendilerini psikolojik yönden rahatlatmaya, böylece tersine göçün önüne geçmeye çalışıyor.
Duvar Filistin Devletini İmkânsızlaştırıyor
Filistin meselesiyle ilgili masa başı çözümlerin ana formülü bağımsız bir Filistin devletinin kurulmasına imkân verilmesiyle ilgilidir. 'Yol Haritası' planında da böyle bir devlet kurulması önemli bir hedef olarak ortaya konmuş ve bu hedefin gerçekleşmesi için Filistinlilerden İsrail lehine ciddi tavizler istenmiştir. Ancak duvarın inşa edilmesi böyle bir devletin kurulmasını da imkânsız hale getirecektir. Her şeyden önce Kudüs'ün tamamı duvarın içine alındığından artık başkenti Kudüs olan bir Filistin devletinden söz edilmesi veya böyle bir şeyin masa başında karara bağlanabileceğinin düşünülmesi kuru bir hayalle uğraşmanın ötesine geçemeyecektir. İkinci olarak duvar, Batı Yaka bölgesini küçük kantonlara ayıracağından, bu şartlarda kurulacak devlet, kendisine verilecek topraklar üzerinde bile yeterince söz sahibi olamayacağı gibi vatandaşlarına vereceği kimlik, topraklarının bir kesiminden diğer kesimine seyahat imkânı bile tanımayacaktır. Ayrıca kendi sınırlarını kendisi koruyamayacak, işgalci güç onun tüm sınırlarını kontrol altında tutacaktır. Bu durumda dışarıyla ticaret yapması bile karşısındaki işgalci gücün onayına bırakılmış olacaktır. Böyle bir devletle avunularak masa başı çözümler aranması artık içi boş bir kutu için pazarlık yapılmasının ötesinde bir anlam taşımayacaktır. Kısacası işgal devleti duvar yoluyla uluslararası güçler tarafından allandırılıp pullandırılarak piyasaya sürülen 'Yol Haritası' planını da tamamen geçersiz ve uygulanması imkânsız hale getirmiştir.
Hamas: "Duvar İsrail'i Koruyamaz"
Filistinlilerin, gasp edilmiş yurtlarını ve özgürlüklerini elde etmek için verdikleri mücadele meşru ve haklı bir mücadeledir. Aslında işgal devletinin duvara gerekçe olarak gösterdiği güvenlik sorununun temelinde Filistinlilerin meşru mücadeleleri değil, Siyonistlerin gayri meşru işgalleri yatmaktadır. Zaten bu gayri meşru işgal ve haksızlık sona ererse, işgalci Siyonistlerin duvara gerekçe olarak gösterdikleri 'güvenlik' sorunu da ortadan kalkmış olacaktır. Ama Siyonistler işgal ve haksızlıkta ısrarlı davrandıklarından güvenlik sorunu yaşamaya devam etmektedirler. Ne yazık ki çağdaş emperyalist güçler bu gerçeği görmek istemediklerinden 'duvar' konusunda işgal devletinin haklı olduğu imajını vermeye kalkışmaktadırlar. Fakat biz burada şunu özellikle vurgulayalım ki, temel sebep işgal ve gasp olduğundan, duvar inşası işgalcilerin yaşadıkları güvenlik sorununu ortadan kaldırmayacaktır. İşgal devam ettiği sürece Filistinlilerin haklı ve meşru mücadeleleri de devam edecektir ve Filistin'deki direniş grupları mutlaka Siyonistleri zorlayacak alternatifler bulacaklardır. Filistin İslâmi Direniş Hareketi (HAMAS) da duvarla ilgili bir açıklamasında, bu duvarın İsrail'i koruyamayacağını ve işgal devam ettiği sürece mücadelenin de devam edeceğini vurguladı. Bu itibarla güvenlik sorununun ortadan kalkması, bu sorunun temel sebebinin yani işgalin ve Siyonist şiddetin ortadan kalkmasına bağlıdır.
Duvarla İlgili Hukuk Kavgası
Burada biraz da ırkçı ayırım duvarıyla ilgili olarak uluslararası platformda verilen hukuk mücadelesinden ve uluslararası güçlerin tutumlarından söz etmek gerektiğini düşünüyoruz. Bu konudaki hukuk mücadelesini takip eden avukatlardan Dr. Abdullah el-Eş'al konuyla ilgili açıklamasında, duvar meselesinin uluslararası hukuk açısından keskin bir viraj ve Lahey Adalet Divanı açısından ciddi bir imtihan olduğunu dile getirdi. Eş'al duvarla ilgili hukuk savaşını 1973 Arap – İsrail Savaşına denk saydı ve bu savaşın kazanılmasının aynı derecede ehemmiyet arz ettiğini vurguladı. Dr. Eş'al, duvar konusundaki hukuk savaşının kazanılması için Arap ülkelerinin işi oldukça ciddiye almaları ve kendi aralarında kenetlenmeleri gerektiğini dile getirdi. Ama gelişmeler onun bu beklentilerinin gerçekleşmediğini, Arap dünyasının göstermelik bazı adımlar atmanın ötesinde bir şey yapmadıklarını ortaya koymaktadır.
Duvar ve BM
BM, işgal devletinin inşa ettiği duvarla ilgili bazı raporlar hazırlattı. Bu raporlarda duvarın Filistinliler açısından taşıdığı riskler ve vereceği zararlar müşahhas bilgilerle ortaya kondu. 30 Eylül 2003 tarihinde yayınlanan raporda öncelikli olarak duvarın Filistin topraklarına inşa edildiği ve bunun BM sözleşmesine aykırı olduğu vurgulandı. Raporda ayrıca duvarın, savaş halinde sivillerin korunmasına dair 4. Cenevre Sözleşmesi'ne aykırılığı dile getirildi. Raporda, BM kararlarında sürekli Filistin tarafında gösterilen Doğu Kudüs'ün de gaspının söz konusu olduğuna dikkat çekildi.
Bu rapor Arap ülkelerinin cesaretlenmelerini ve konuyu tartışma ortamına taşımalarını sağladı. İlk olarak Suriye tarafından 14 Ekim 2003 tarihinde Güvenlik Konseyi'ne İsrail'in kınanması için bir karar metni sunuldu. Ancak bu karar ABD tarafından veto edildi. Çünkü bilindiği üzere ABD'nin Güvenlik Konseyi kararlarını veto etme hakkı var ve İsrail'i rahatsız edecek tüm kararlarda bu hakkını kullanmaktadır. ABD'nin bu hakkını kullanması İsrail'e şöyle bir yarar sağlıyor: Güvenlik Konseyi kararlarının uygulanması için yaptırım gücünün kullanılması söz konusu olabiliyor. Ama Genel Kurul kararlarında böyle bir şey yok. Bundan dolayı Genel Kurul kararlarında herhangi bir ülkenin veto hakkı yok, ama kararlar sadece tavsiye kararı veya görüş beyanı niteliği taşıdığından pratikte bir tesiri olmuyor.
21 Ekim 2003 tarihinde BM Genel Kurulu tarafından İsrail'e duvarı durdurma çağrısı yapan ve duvarın uluslararası hukuka aykırılığını beyan eden bir karar alındı. Bu kararda 144 ülke 'evet', 4 ülke hayır oyu verdi. Hayır verenler ise ABD, İsrail, Makronezya ve Marşal Adaları'ydı. 12 ülke de oy vermedi veya çekimser kaldı. Bu kararda beş husus vurgulanıyordu:
1. Kudüs etrafına inşa edilen kısmı dahil tüm duvar inşaatının durdurulması gerektiği,
2. Duvarın ilgili tüm anlaşmalara aykırılığı,
3. Duvarın uluslararası hukuka aykırılığı,
4. Özerk yönetimden şiddet eylemlerini durdurması için gereken bütün gayreti göstermesi talebi,
5. ABD, AB, BM ve Rusya'dan oluşan 'Ortadoğu Dörtlüsü'nün sahiplendiği 'Yol Haritası'yla ilgili taahhütlere uyulması talebi.
Karar bağlayıcı değildi. İsrail karara tepki gösterdi ve inşaata devam edeceğini bildirdi. İşgal devleti bu kararla ilgili açıklamasında kararın BM'ye ve barışa zarar vereceğini iddia etti.
Duvarla ilgili olarak BM nezdinde yapılan bir diğer girişim 28 Kasım 2003 tarihinde örgüt genel sekreteri Kofi Annan'ın yaptığı açıklamalar oldu. Annan açıklamasında, duvarın Filistinlilere büyük zararlar vereceğini dile getirdikten sonra "İsrail'in kendi vatandaşlarını koruma hakkı vardır. Ancak bunun uluslararası hukuka aykırı bir şekilde olmaması gerekir" dedi.
Bütün bu gelişmelerden sonra Filistin Özerk Yönetimi'nin BM nezdindeki temsilcisinin ve Arap ülkelerinin girişimiyle konunun uluslararası hukuk alanına taşınması istendi. Bu amaçla 8 Aralık 2003 tarihinde yine Genel Kurul kararıyla Lahey Adalet Divanı'ndan duvarla ilgili bir karar vermesi istendi. Bu kararda 90 ülke 'evet', 9 ülke 'hayır' AB ülkeleri de dahil olmak üzere 74 ülke de çekimser oy kullandı. Lahey Adalet Divanı'ndan istenen istişari bir karar çıkarmasıydı. Yani kararın bağlayıcılığı ve yaptırım gücü olmayacaktı.
Lahey Adalet Divanı ve Duvar
Lahey Adalet Divanı'nda duvarla ilgili ilk duruşma 23 Şubat 2004 tarihinde gerçekleştirildi. Arap ülkeleri ve Arap Birliği teşkilatı duruşmada taraf oldu. Arap Birliği Teşkilatı'na ve İKÖ'ne müdahale ve topladığı bilgileri sunma hakkı tanındı. 25 Şubat 2004 tarihinde sonuçlanan bu ilk duruşmadan herhangi bir karar çıkmadı. Müteakip duruşma için herhangi bir tarih de verilmedi. Dolayısıyla meselenin uluslararası hukuk alanına taşınmasından ilk etapta aktif olarak bir sonuç çıkmamış oldu.
Söz konusu kurumda davanın ertelenmesi ve üstelik sonraki duruşma için herhangi bir tarih de verilmemesi tamamen İsrail işgal devletinin lehine olmuştur. Çünkü bu yolla, kamuoyuna artık konunun uluslararası hukuk alanına taşındığı mesajı verilerek diğer tepki ve engelleme yolları kapatılırken, öte yandan işgal devletinin duvar inşasını sürdürmesi hatta tamamlaması için mühlet tanınmış oldu. Oysa duvarın tüm anlaşmalara ve uluslararası hukuka aykırılığı bizzat BM raporlarında tescil edilmiştir. En basitinden, BM kararlarında İsrail sınırları olarak gösterilen 'Yeşil Hat' üzerinden değil de Batı Yaka'nın içine ve üstelik bu bölgenin önemli bir kısmını ilhak edecek şekilde inşa edilmesi, uluslararası hukuka aykırılığını ortaya koymakta, işgal devletinin tüm gerekçelerini geçersiz kılmaktadır. Ne var ki Lahey Adalet Divanı erteleme kararında hukuki değil siyasi bir tavır sergilemiş, ABD ile AB ülkelerinin siyasi tavırlarının tesirinde kalmıştır. Bu da uluslararası alanda hukukun siyasileşmesinin bir göstergesidir.
Devletlerin Tutumları
Filistin halkının bugün karşı karşıya olduğu sıkıntılarının tek sebebi İsrail gibi hiçbir ahlâki ölçü tanımayan bir devletle karşı karşıya olması değil, uluslararası alanda sürekli haksızlığa uğratılması, günümüz dünyasına yön veren güçlerin Siyonist işgale ve şiddete arka çıkmalarıdır. Bunu ırkçı ayırım duvarı meselesinde de görmekteyiz. Yukarıda verdiğimiz bilgiler inşa edilmekte olan duvarın Filistin halkı açısından oldukça büyük riskler taşıdığını gözler önüne serdiği halde, burada Filistinlilerin topluca cezalandırılmasına göz yumulmakta hatta destek verilmektedir. Filistin'de bir savaş olduğu doğrudur. Bunun sebebi Filistin halkı değil, bu halkın yurdunu gasp eden, özgürlüklerini ellerinden alan işgalci Siyonistlerdir. Yani mağdur edilen taraf Filistin halkı olduğu halde çağdaş güçler bu halkın cezalandırılmasını onaylamaktadır. Üstelik, devam eden savaş bir halkın topluca cezalandırılmasına gerekçe teşkil etmeyeceği gibi, mevcut uluslararası yasalar da savaş hallerinde sivillerin korunmasını istemektedir. Söz konusu duvar ise sivil bir halkı topluca cezalandırmaya yöneliktir. Özellikle ABD ve AB ülkelerinin bu konuda taraflı tutum sergilediklerini, sürekli insan hakları şarlatanlığı yapmalarına rağmen büyük bir insan hakları ihlaline destek verdiklerini görüyoruz. Genelde İslam ülkeleri özelde Arap ülkeleri ise normalde duvara karşı çıkmalarına rağmen göze gelir bir şey yapmamış, bu konuda en azından uluslararası hukukun işlemesini sağlamak için bile yeterince aktif olmamışlardır.
Duvara Karşı Sivil Tepkiler
İşgal devletinin ırkçı ayırım duvarına karşı en ciddi ve samimi tepkiler yine sivil toplum kuruluşlarından ve insan hakları konusunda duyarlı gönüllülerden geldi. Bu amaçla değişik zamanlarda ve mekânlarda gösteriler, protesto eylemleri gerçekleştirildi. Bunların en anlamlılarından ve dikkat çekenlerinden biri duvar sebebiyle önemli bir kısmı gasp edilen Kalkiliya'nın Mesha köyünde gerçekleştirilen eylemdi. Burada duvarın inşa edildiği noktada gerçekleştirilen eyleme Mesha köyü ahalisinden 400 Filistinli ve birçoğu Amerikalı 150 yabancı katıldı. 26 Aralık 2003 tarihinde gerçekleştirilen bu eyleme İsrail vatandaşlarından da katılanlar oldu. İşgal devleti askerleri bu eylemi dağıtmak amacıyla eylemcilerin üzerine önce göz yaşartıcı bomba attı sonra da bacaklarına kurşun sıktı. Bu saldırıda biri İsrailli, diğeri Amerikalı bayan iki gösterici yaralandı. Bir diğer anlamlı gösteri de 1989'da Berlin duvarının ilk yıkıldığı noktada 9 Şubat 2004 tarihinde gerçekleştirilen gösteri oldu. Burada sembolik olarak inşa edilen duvar yıkıldı ve dünya kamuoyundan Batı Yaka'daki duvarı yıkması istendi. Buradaki gösteriye de Yahudilerden katılanlar oldu. Bu gösteride yapılan açıklamada Filistin'deki duvarın Berlin Duvarı'ndan daha kötü olduğu, çünkü çocukları okullarından, aileleri arazilerinden ayırdığı vurgulandı.
Sonuç
İsrail işgal devleti, dünya kamuoyunun bütün tepkilerine rağmen Batı Yaka'daki ırkçı ayırım duvarını inşa etmekte ısrarlı davranmaktadır. Ne yazık ki uluslararası platformda kendisine herhangi bir baskı olmaması, hatta bazı ülkelerin kendisini haklı gösteren açıklamalar yapmaları onu cesaretlendirmektedir. Ama duyarlı insanların bu duvar felaketini ve basit bir şey olmadığını görmeleri, mağdur Filistin halkının yanında yer almaları gerekir. Bu yer alma sadece kalplerin derinliğine gömülen bir taraflılık veya tepkiden ibaret kalmamalı, tepki yeri geldiğinde dışa yansıtılmalıdır.
Biz inanıyoruz ki duvar Filistin direnişini sona erdiremeyecek ve işgalciler, yaşadıkları güvenlik sorununun temel sebebi durumundaki işgal devam ettikçe, Filistinlilerin haklı mücadelelerinin de sona ermeyeceğini anlamak zorunda kalacaklardır.
"Kitap ehlinden inkar edenleri ilk sürgün için yurtlarından çıkaran O'dur. Siz onların çıkacaklarını sanmamıştınız, onlar da kalelerinin kendilerini Allah'tan koruyacağını sanmışlardı. Ama Allah'(ın hükmü) hiç ummadıkları yerden kendilerine geldi ve kalplerine korku saldı. Öyle ki, evlerini hem kendi elleriyle, hem mü'minlerin elleriyle tahrip ediyorlardı. Artık ibret alın ey basiret sahipleri!" (Haşr, 59/2)