İran Nükleer Çalışmalarında AB ve ABD’nin Blokajlarına Boyun Eğmiyor!

Musa Üzer

İran 10 Ağustos'ta nükleer tesislerinde geçen yıl uluslararası denetçiler tarafından mühürlenen tüm bölümleri açarak, tam faaliyete geçeceğini ilan etti. Kasım 2004 tarihinde Atom Enerjisi Ajansı ve AB'yle yaptığı görüşmeler doğrultusunda, iyi niyet adımı olarak uranyum zenginleştirme programını askıya almıştı. İran'ın gösterdiği iyi niyet çabaları karşısında Avrupa'nın oyalama taktikleri bu kararın alınmasında önemli rol oynuyor. Nükleer Silahların Yayılmasının Önlenmesi Anlaşmasını (NPT) İran daha önce imzalamış olmasına rağmen ABD ve AB'nin baskıları neticesinde UAEA tarafından her şeyin denetlenebileceğine hükmeden ek protokolü 25 Ekim 2003'te imzaladı. Kuruma bağlı görevliler defalarca İran'daki tesislerde inceleme ve denetlemelerde bulundular. Bütün raporlar İran'ın imzaladığı anlaşmaya sadık kaldığını gösterirken ABD ve AB yine de nükleer çalışmalarını durdurmasını isteyebilmektedir.

BM Güvenlik Konseyi'nin sadece beş daimi üyesi ABD, Rusya, Çin, İngiltere ve Fransa'nın nükleer silah ve santrallere sahip olma ayrıcalığı var. Dünya Nükleer Kurumu (WNA)'nın verilerine göre ABD 103, Fransa 59, Rusya 31, İngiltere 23, Çin 15 çalışmakta olan nükleer santrale sahip. Dünya genelinde 30 bin nükleer silah bulunuyor. Bu silahların yaklaşık 28 bini ABD ve Rusya'ya ait. ABD 7.100 adet operasyonel nükleer başlıklı füzeye sahip. Rusya ise 8.000 adet, Çin 402, Fransa 348, İngiltere 185 adet operasyonel nükleer başlıklı füzeye sahip. NPT'ye imza atmayan kapalı kutu durumundaki İsrail'in ise 300 civarında operasyonel başlıklı füzesi vardır. Nükleer çalışmalarını oldukça gizli yürüten Kuzey Kore'nin 9, Hindistan ve Pakistan'ın 40'ar adet bulunuyor. Görüldüğü gibi dünyanın belli başlı ülkeleri nükleer silah denizinde boğulurken, İran'ı ise nükleer çalışmalardan mahrum etmek için ellerinden geleni yapıyorlar. Oysa aynı ülkeler devrimden önce İran'ın nükleer çalışmalarının başlaması için girişimlerde bulunmuşlardı.

İkinci Dünya Savaşı'nın bitiminden sonra başlayan Soğuk Savaş yıllarında ABD Ortadoğu'daki çıkarlarının en önemli bekçisi İran'ı güçlendirmek ve SSCB'nin yeniden İran'a girmesini engellemek amacıyla İran'ın askeri kapasitesini artırma yoluna gitmiştir. İlk nükleer çalışma 1957'de ABD'nin desteğiyle başlatılıyor. 1968'de ABD tarafından Tahran Üniversitesi bünyesinde araştırma reaktörü kuruluyor. Devrimden önce ABD Tahran ile toplam değeri 18 milyar dolar olan 8 nükleer enerji tesisi kurma anlaşması yapıyor. 1974'te Almanya ile yapılan anlaşmada ise İran'ın Buşehr şehrinde, yine aynı yıl Fransa ile yapılan anlaşmada Benderabbas'ta nükleer santral kurulması kararlaştırılıyor. Şah döneminde İran, Fransızların dünyanın en büyük uranyum zenginleştirme şirketi olan Eurodifef'in %10 ortağı olmuştur.

1979'da gerçekleştirilen İslam Devrimi'nden hemen sonra nükleer çalışmalar durduruluyor. Bütün anlaşmalar Batılılar tarafından iptal ediliyor. 8 yıl süren Irak'la savaşın meydana getirdiği ciddi ekonomik sıkıntılar İran'ın nükleer çalışmalarını duraklattı. Savaştan sonraki yapılanma-onarım politikası sürecinde 22 Ocak 1989'da SSCB ile teknolojik, ekonomik ve bilimsel anlamda işbirliği antlaşması imzalanıyor. Aynı antlaşmanın devamı olarak İran ile Rusya arasında 1992'de nükleer işbirliği antlaşması imzalanıyor. Buşehr Nükleer Santrali'nin yeniden inşası 1995'te Rusya'ya veriliyor. Nükleer çalışmalar çerçevesinde ilişkilerini genişleterek Çin, Kuzey Kore, Pakistan, Almanya, Arjantin, İspanya, Belçika ile işbirliğine giriyor. Bu işbirliği ve çalışmalar sonucunda İran, en önemlileri İsfahan, Buşehr, Arak, Natanz olarak bilinen 20'den fazla nükleer tesise sahip olmuştur. İran 1958'de Uluslararası Nükleer Ajansı (UAEA) üyesi olmuş, 1970'te ise nükleer silahların yayılmasını önleme antlaşmasına imza atmıştır. 25 Ekim 2003'te UAEA tarafından bütün nükleer çalışmalarının denetlenebileceğine hükmeden ek protokolü imzalamıştır.

Burada ilginç bir durum karşımıza çıkıyor: Birincisi nükleer çalışmalarını durdurması yönünde İran'a baskı yapan ülkelerin nükleer silahlara sahip olduğu gerçeğidir. İkincisi ise, İslam Devrimi'nden önce İran'ın nükleer çalışmalara sahip olmasına inan ve bu doğrultuda teknik, altyapı desteğini esirgemeyenler, devrimden sonra İran nükleer çalışmaları konusunda en radikal karşı duruşu sergiliyorlar. "Niçin İran'ın nükleer çalışmaları engellenmek isteniyor?" önemli bir sorudur. İran'ın sahip olacağı nükleer silahlar tehlikeli de ABD ve AB ülkelerinin sahip olduğu nükleer silahlar tehlikesiz mi? Geçmişte nükleer ve kimyasal silah kullanmamış İran, nükleer silaha sahip olduğunda bunları kullanması "mümkünlük" kategorisinde iken, ABD; Japonya, Vietnam, Afganistan'da nükleer ve kimyasal silah kullanmadı mı? Yani İran, nükleer silaha sahip olduğunda kullanma olayı bir ihtimal iken, ABD ise insanlık için yüzkarası denilebilecek bir sicile sahip durumda. Eğer yeryüzünde uluslararası siyasette adalet ve ahlak hakim olsaydı yapılacak olan ABD, AB, Rusya ve Çin'in nükleer çalışmalarının durdurulup, silahlarının imha edilmesidir. Güvenlik Konseyi'nin sadece beş daimi üyesi ABD, Rusya, Çin, İngiltere, Fransa'nın nükleer silah ve santrallere sahip olma hakkını elinde bulundurma ayrıcalığı var. Bu ayrıcalıklar onların hangi olumlu performansları göz önüne alınarak tanınmıştır. Askeri, siyasi, ekonomik açıdan güçlü olmaktan kaynaklanan ayrıcalıklar karşısında İran'ın nükleer çalışma programını devam ettirmesi, işletilmesi gereken en doğru politikadır. Üstelik İran imzalamış olduğu nükleer silahların yaygınlaşmasını önleme anlaşmasını kendisine barışçıl amaçlarla nükleer faaliyetlerine devam etme hakkı verdiği halde ABD ve AB'nin blokajlarına boyun eğmesi doğru bir adım olmayacaktır.

Nükleer silahlanma meselesinde İsrail ise tam bir kapalı kutu özelliğini gösteriyor. 12 Temmuz 1968 BM genel kurulunda oluşturulan ve süresiz kabul edilen Nükleer Yayılmazlık Antlaşması'na imza atan dünyanın 187 ülkesinin aksine İsrail bu antlaşmayı imzalamamıştır. Zaman zaman Güvenlik Konseyi'nin İsrail'e karşı almış olduğu kınamaya yönelik cılız kararlar da ABD'nin veto engeline takılıyor. UAEA'nın işbirliği çağrılarına ise defaatle olumsuz yanıt verdi. Aynı İsrail, İran'ın nükleer çalışmaları konusunda dünya kamuoyunu ayağa kaldırmaya çalışıyor. ABD nükleer silah geliştirmeye yönelen ülkeleri "iyiler" ve "kötüler" diye ayırıyor. Bunun için ABD tarafından "kötüler" grubunun elebaşısı diye gösterilen İslami İran, dünya Müslümanlarının onuru açısından "yaramaz" sıfatına layık bir şekilde nükleer çalışmalarına devam etmelidir.

Her kritik, önemli meselede olduğu gibi nükleer enerji konusunda da "içeriden" kafa karıştırmaya yönelik görüşler sergilenmiyor değil. Örneğin; "İslam, nükleer çalışmalara ve silahlanmaya cevaz vermiyor" retoriğini kullanan Seyyid Hüseyin Nasr gibi yazarlara göre, İran nükleer çalışmalarından derhal vazgeçmelidir. ABD ve İsrail'in çalışmalarını göz ardı eden ve söz konusu ülkelerin işgalci, saldırgan yüzlerini hesaba katmayarak İran'ın elini kolunu bağlamaya çalışmak en hafif ifadeyle basiretsizliktir. Genellikle ülkeler nükleer silahı kullanmak için üretmez; caydırıcı güç olarak kullanırlar. Ekini ve nesli toptan imha eden silahı kullanmak tabii ki İslam'ın mantığına aykırıdır. Bunu zaten İran'ın dini lideri Ayetullah Hamaney defalarca dile getirmiştir. Düşmanınızın elinde bu silahlar varsa ve daha da önemlisi düşmanınız "ahmak" ise onu caydırmak için sizin de o silahlara salip olmanız stratejik olarak makul bir politikadır.

İran nükleer çalışmalarına devam ettiği takdirde ABD'nin zorlamasıyla mesele Güvenlik Konseyi'ne gidebilir. Konsey, ilk aşamada İran'dan uranyum zenginleştirme programını durdurmasını ister; daha sonra Konsey aynı şeyi yazılı olarak talep edebilir. Son aşamada ise İran'a nükleer enerji alanında teknolojik ambargo uygulamasına karar verebilir. Veto etme hakkı bulunan Rusya ve Çin'in İran aleyhinde karar çıkartılmasında rol oynayabileceği şu an için mümkün gözükmüyor. Çünkü İran; ABD ve İsrail'in kendisini kuşatmış siyasetine karşı uluslararası ilişkilerde olumlu anlamda hayli mesafe katetmiş durumda. Çin ve Hindistan'la kurduğu, sürekli gelişen ilişkiler sayesinde ABD'nin uyguladığı ekonomik yaptırımların etkisini azaltabiliyor. Tahran'ın nükleer çalışmalarda ciddi seviyeye gelmesinde Rusya ile kurduğu ilişkilerin önemli rolü var. 05-06 Temmuz 2005 tarihinde Rusya, Çin, Kazakistan, Özbekistan, Kırgızistan ve Tacikistan'ın katılımıyla Astana'da yapılan Şanghay İşbirliği Örgütü (ŞİÖ) son toplantısında tarihi üç karar alındı. Bunlardan birincisi; İran, Hindistan ve Pakistan'ın gözlemci statüsünde üye olarak kabul edilmesi. Bu ülkelere gözlemci statü verilmesine karşı yükümlülüklerin ve sorumlulukların eşit olduğu açıklandı. İkincisi, terörle mücadele kapsamında Afganistan'da operasyonlara devam eden ABD'den geniş çaplı operasyonlara son vermesi; üçüncüsü ise, ŞİÖ üyesi Özbekistan ve Kırgızistan'a geçici olarak konuşlanmış olan Amerikan güçlerinin geri çekilme takviminin belirlenmesi yönündeki çağrıdır.

Kanaatimizce İran açısından işler yolunda gitmektedir. İçeride Ahmedinecat dönemi ile birlikte devlet kurumları arasında sistemin işleyişi açısından sorun olabilecek uyum problemi ortadan kalkmış durumda. Ulusal Güvenlik Yüksek Konseyi tarafından Hasan Ruhani'nin yerine nükleer programdan sorumlu şefliğe cumhurbaşkanlığı seçimlerinde de aday olan muhafazakar görüşlü Ali Laricani atandı. AB üçlüsü İngiltere, Fransa ve Almanya ile kesilen görüşmelerin tekrar başlatılmasına yönelik tekliflere açık oldukları belirtildi. AB'nin geçmişteki görüşmelerde İran'a yaptığı teklifler sonuçta nükleer enerji ve çalışmalar konusunda İran'ı kendilerine bağımlı kılmaya yönelik mahiyet arz ediyor. Ekonomik anlamda sunulan teklifler, ilk bakışta kârlı gözükse de, İran'ın bağımsız nükleer çalışmalar yapmasını engelleyeceği için kazançtan çok bir tuzaktır.

Şurası açıktır ki İran'da gerçekleştirilen İslam Devrimi ve 26 yıldır sürdürülen anti-emperyalist, bağımsız politikalar egemenlerin yeni konsepti BOP çerçevesinde değiştirilmesi gereken çıban başı olarak görülüyor. Onun içindir ki Bush "şer ekseni"nin başında İran'ı gördüğünü belirtmekten kaçınmıyor. Bundan dolayı İran, küresel sahnede kendisini potansiyel bir orta büyüklükte güç yapacak nükleer çalışmalarını hızlandırmalıdır. Nükleer enerji çalışmalarında İran'ın İsfehan tesisleri uranyum dönüştürme işleminin yapıldığı bir yerdir. Dönüştürme işlemi ham uranyumdan zenginleştirilmiş uranyuma kadar uzanan nükleer yakıt döngüsünde ilk aşamalardan biridir. Uranyum düşük düzeyde zenginleştirildiğinde nükleer enerji sahasında kullanılabiliyor. Uzmanlar İran'ın halihazırda bu teknolojiye sahip olduğu kanaatindeler. Silah yapımında kullanılabilen uranyum ise çok daha yüksek düzeyde zenginleştirilmesi gerekiyor. Uluslararası çevreler bunu İran'ın birkaç yıl içinde ancak başarabileceği görüşündeler. Diplomatik görüşmeler ve manevralar İran'ın nükleer çalışmalarını erteletmemeli ya da zayıflatmamalıdır. Tersine İran'ın bu çalışmalarda haklı olduğu tezinin işlendiği politik destek unsurları olmalıdır.