Filistin davası, İslam ümmetinin üzerinde ittifak ettiği ana dava kabul edilir. Bu yüzden Humeyni, Tahran’a ulaşıp devletini kurduğu andan itibaren Filistin davasıyla irtibatları olmazsa devriminin etkinkalamayacağını ifade etmişti. Bugün gelinen noktada ise ümmetin her şartta Filistin davasını sahiplenmesine rağmen meselenin saflığı bulanmakta ve her geçen gün sorunlar artmaktadır. Bunların başında ise İran ile Hamas arasındaki sorunlu ilişki gelmektedir. Bu ilişki genel olarak Sünni toplumsal bilincinde, özelde ise İran’ın askerî ve siyasi müdahale ve etkisi nedeniyle alevlenen Ortadoğu’da derin bir rahatsızlığa dönüşmek üzeredir.
İran-Hamas İlişkilerinin Başlangıcı
İlişkilerin başlangıcı 90’yılların başına kadar götürülebilir. İran, 1990 yılında Hamas’ın da katıldığı intifadaya destek sempozyumu düzenledi. Asıl ilişkilerise İran’ın, 1992 yılında Hamas’ın yönetici ve gençlerinden bir grubun sürgün edildiği Güney Lübnan Mercu’z-Zuhur’a Hizbullah’ı Hamas’la tanıştırmak ve İran’la ilişkileri derinleştirmek için bir sefer düzenlemesiyle başladı.
Sonraki süreçte iki taraf arasındaki ilişkiler hızla gelişti. İran,Hamas’a cömertçe para veriyor, Suriye ve Lübnan'da büyük fırsatlar açıyor, gençlerden oluşan grupları eğitiyor ve onlara askerî teknikler aktarıyordu. 90’lı yılların sonlarında Kasım Süleymani'nin Kudüs Gücü'nü devralması ve Hamas’la kurduğu doğrudan irtibatı nedeniyle askerî, mali ve lojistik konularda ilişkiler önemli ölçüde derinleşti.
İran-Hamas İlişkileri: Memnuniyetten Şüpheye
1992 Mercu’z-Zuhur seferinden 2010 yılına kadar yaklaşık 20 yıllık zaman diliminde Arap halklarının -Iraklılar hariç- İran’a bakışı direnişe destek olması ve ABD karşıtlığı nedeniyle genelde olumluydu. Devrimci İran’dan yararlanan Filistinli Sünni İslami bir hareket olarak Hamas’a bakış da olumluydu. Bu tablo, Filistin davasına duyarlı Müslümanların İslam dünyasının birçok bölgesinde İran’ın Şiileştirme çabalarını görmezden gelmesine neden oldu.
İran’ın ABD’nin Afganistan’a müdahalesini kolaylaştıran politikaları, 2003 yılında ABD’nin Irak’ın işgaline verdiği destek ve sonuçta Irak’ın yıkımı, genel olarak Sünni halklarda öfkeye neden oldu ve birçok hareket ve yöneticinin İran’a karşı şüpheyle yaklaşmasını beraberinde getirdi. Bu şüphe de Hamas’ın İran'a karşı tutumuna ve İran'la olan ilişkilerine kızgınlık şeklinde yansıdı. İran’a yönelen öfke çok uzun sürmedi. İran, 2006 yılında Hizbullah’ın İsrail’le savaşından Irak’taki suçlarını temizleme, bozulan imajını düzeltme hususunda istifade ederek Müslüman halklar nezdinde yeni krediler elde etmeyi tekrar başardı. Ancak bu arada Şiileştirme faaliyetlerine hiç ara vermedi.
İslam dünyasının İran’a açtığı kredileri anlamak açısından Irak’ın yıkımı, Bağdat’ın işgalinden bir yıl sonra 2004 yılında İngiltere’de Dünya Müslüman Âlimleri Birliğinin kurulması çarpıcı ve üzerinde düşünülmesi gereken bir durumdur. Birliğe Sünni, Şii, İbadi binlerce âlim katılmış, genel sekreter Karadavi’nin yardımcılığına İranlı Şii Ayetullah Teshiri getirilmişti. Yıllar sonra Şeyh Karadavi, Sünnilerle Şiileri bir araya getirme imkânına inandığı için yanıldığını ilan edecekti. Çünkü sonraları net olarak ortaya çıktığı üzere vahdete yönelik görüşmelerde İran’ın tüm çabası,Şiiliği yayma hedefine matuftu. İran mollalarının hedefinin ne olduğunu ilk fark eden ancak tüm Iraklıları kucaklayan bir siyasi söylem üretmeyi, Sünniler ve Şiiler arasındaki çatışmaları engellemeyi hedefleyen Iraklı Şeyh Haris ed-Dari'ydi.
Arap Baharı, Suriye Devrimi, İran ve Hizbullah’ın Rolü ve Hamas
2006 savaşından sonra imajını düzelten İran, 2011 yılının başında büyük bir sınavla yüzleşti: Arap Baharı... İran; Tunus, Mısır ve Libya devrimlerini destekledi, sevinçle karşıladı ve Tahran ve Beyrut varoşlarında tatlılar dağıtıldı. Sıra Suriye devrimine gelince tavrı tamamen değişti. Suriye rejimini ve Beşşar’ın savaşını destekledi. İş, başta Hizbullah olmak üzere kendisine bağlı milis güçleriyle doğrudan askerî müdahaleye ulaştı. İran’ın müdahalesinin, katil Beşşar Esed’in kurtarılmasının, Suriye halkının sürülüp katledilmesinin aktörü Kasım Süleymani idi.
İran, Irak’taki olduğu gibi asli kan dökücü kimliğine dönmüştü. Suriye devrimiyle asıl yüzünün açığa çıkmasıyla birlikte Hamas, Müslüman ve Arap halklarıyla uyumlu tavır aldı ve Suriye’yi hızlıca boşalttı. Suriye yönetimiyle ilişkilerini kopardı. İran’la siyasi ilişkileri sendeledi ancak askerî ilişkileri devam etti.
Suriye devrimi, İran mollalarının gerçek niyetlerini ortaya çıkardı.Yaşanılan tüm sorun ve acılara rağmen Suriye devrimi, İslam dünyasının hemen her tarafında yumuşak Şiileştirme politikalarını sürdüren İran ahtapotunun kollarını kesti. Şiileştirme politikasının giriş kapısı ve en önemli meşrulaştırıcı aracı ise Filistin davası ve Hamas’a yaptığı yardımlar nedeniyle elde ettiği kredilerdi.
Büyük Düşüş ve Dönüşümün Başlangıcı
Hamas ile İran arasındaki inişli çıkışlı ilişki, Arap Baharının gerilemeye başlaması, İran’ın, çeşitli Arap başkentlerinde siyasi ve askerî olarak daha fazla yerleşmesi ve Kasım Süleymani'nin, Haşdi Şa’bi komutan yardımcısı Ebu Mehdi el-Mühendis ile 4 Ocak 2020 Cuma günü Bağdat'ta bir Amerikan füzesiyle öldürülmesine kadar devam etti. Süleymani’nin ölümü İslam dünyasında özellikle de Irak, Suriye ve Lübnan’da katledilenlerin aileleri tarafından sevinçle karşılandı.
Ancak Hamas hareketinin lider kadrosundan İsmail Heniye, Musa Ebu Merzuk ve el-Aruri'nin başkanlık ettiği üst düzey bir heyetin taziyelerini sunmak üzere Tahran'daki cenazeye katılması sürpriz oldu. Mesele bu noktada durmadı, katil Süleymani, Hamas hareketinin liderinin diliyle “Kudüs şehidi” olarak tavsif edildi ve direniş grupları Hamas ve İslami Cihad tabanlarının katılımıyla Gazze’de taziye çadırı kuruldu. İşbirlikçi yönetimlerin İsrail’le ilişkileri normalleştirmek için sıraya girdiği bir dönemde silah ve mali yardım dolayısıyla Hamas’ın İran’la ilişkilerini sürdürmesi, bazılarınca anlaşılabilir bir durum olsa da on binlerce masumun katilini “Kudüs şehidi” ilan etmenin anlaşılabilir bir tarafı yoktu. Onlarca yıl Filistin direnişine destek vermiş Suriye halkını katledenlerin, sürgüne zorlayanların şehit ilan edilmesi, hiçbir İslami değere uymadığı gibi insani değerlerle de izah edilemez bir durumdu.
Suriye ve Irak’ta çocukları katledenin övülmesi, ilk defa ulemanın Hamas ve liderlerini yüksek sesle eleştirmesine neden oldu. Dört Arap başkenti İran işgalinden, günlük katliamlardan, mezhebî ve kültürel parçalanmadan mustaripken Hamas, ‘para ihtiyacı’ gibi kabul edilmesi mümkün olmayan bahaneler ortaya koydu.
Yakın tarihine bakıldığında İran’ın hiçbir gruba “değer” merkezli yardım yapmadığı net olarak görülür. Maddi yardımlarla başlattığı ilişkiyi tedricî olarak hegemonyaya dönüştürür. Lübnan’dan Irak’a, Yemen’e, Nijerya’ya kadar bunun örnekleri çoktur. İslami Direniş Hareketi Hamas, tüm eleştirilere rağmen maalesef İran'la ilişki tuzağına düşmektedir. Birçok Arap hükümetinin terör listesine eklediği Hamas, İran’la abartılı ilişkilerine devam ettiği sürece Müslüman halk tarafından da terk edilecektir. İran’a mecbur kaldığında ise Hizbullah, İslami Cihad ve Irak’taki Şii milisler örneğinde olduğu gibi önce ideolojik tasalluta maruz kalacak, sonra doğrudan İran’ın çıkarlarının aracı haline dönüşecektir. İran’ın arkasına sığındığı “vahdet” söylemi, yerini Şiiliğe bırakacaktır. Filistin’de bu, Şii nüfusun yaygın olduğu Irak, Lübnan, Yemen’deki gibi kısa sürmeyebilir ama İran mutlaka deneyecektir ve başarmak için havuç-sopa tüm seçenekleri kullanacaktır.
İran-Hamas ilişkilerine daha geniş çerçeveden bakıldığında Hamas’ın İran’a ihtiyacından çok daha fazla İran’ın Hamas’a ihtiyacı olduğu görülecektir. Bütün İslam ülkelerinde İsrail derekesine düşmüş, kirlenmiş İran’ın tek meşrulaştırıcı aracı Filistin davasıdır. O yüzden İran ve yandaşları Filistin davasını kalkan olarak kullanmakta, bunun arkasına sığınarak ateş etmektedirler. Hamas ciddi bir sorgulamaya girişmezse İran, Filistin halkının on yıllardır verdiği mücadele geleneğini de gasp edecektir.
Davanın Merkezi Filistin Değil,Din ve Ümmettir
Şimdiden İran’ın ideolojik tasallutunun Hamas üzerindeki etkileri gözükmektedir. Suriye, Yemen ve Irak konusunda Hamas’ın tarafsızlığı bu durumun en önemli işaretlerindendir. Ümmet vakıasını hesaba katmadan tamamen yerel vakıa üzerinden politika üretmek, ilkeleri-değerleri terk ederek siyasi menfaati merkeze almak, İslami bir hareketin sıradanlaşması demektir.
İran’la abartılı ilişki, ekonomik ihtiyaçlarla sınırlı kalmamakta, fikrî sapmalara da yol açmaktadır. Nitekim Filistin davasının ‘davaların anası’ olduğu hususunda şüphe olmamakla birlikte asıl dava din ve ümmet davasıdır. Bölgesel sorunun din ve ümmet aleyhine merkezileştirilmesinin meşru olmayacağı açıktır. Hamas’ın, coğrafyamızın birçok bölgesinde ümmete yönelik katliamlarını görmezden gelerek İran’ı meşrulaştırması, olaylara artık din ve ümmet perspektifinden ziyade bölgesel kazanımlar açısından bakmaya başladığını göstermektedir. İslami bir hareket için “Masum Müslümanları katletseler de bana mali ve silah yardımında bulunuyor, dolayısıyla ilişkilerimi sürdürmeliyim!” deme hakkı olmamalıdır. İran’ın ve Suriye rejiminin döktüğü Müslüman kanının, İsrail’in döktüğü Müslüman kanından daha değersiz olmadığı görülmelidir.
Kudüs’ün Kılıcı Savaşı ve Filistin Davasının Geleceği
Aksa hareketi, müthiş bir şekilde Kudüs, Gazze, Batı Şeria ve 48 işgal toprakları dâhil olmak üzere tüm Filistin’i birleştirerek ümmete yeni bir umut oldu. Aynı şekilde kullanılmaya başlandığı ilk günlerden bu yana ilk defa işgalci devletin derinliklerini vuran füzelerin İsrail’de korkuya neden olduğu açıktır.
11 gün boyunca hareketliliğin tüm İslam âlemine yayılmaya başlamasıyla birlikte ABD, savaşı bitirmek için çabalarını hızlandırdı. Çünkü Arap bölgesinde özellikle işbirlikçi Arap yönetimleriyle olan projelerinin sarsılmasını istemiyordu.
Savaş, Hamas’ın kredisini büyük oranda yükselttiği gibi yaptığı hatalarının üstünü de örtmüştü. Ancak İran’a edilen teşekkür, Hamas'ın Lübnan temsilcisi tarafından Beşşar’ın selamlanması, bireysel inisiyatif olarak değerlendirilip resmen sahiplenilmeyen Husilere verilen plaket ve açıklamalar tekrar büyük çoğunluğu şaşırttı. Halid Meşal’in son değerlendirmeleri de göz önüne alındığında konunun, Hamas içerisinde de tartışıldığı anlaşılmaktadır. Onlarca yıldır Filistin davasına katkıda bulunmuş ümmetin fertlerine rağmen, İran’ın cürümlerini meşrulaştırıcı ilişkilerini sürdürmesinin, Hamas'la ilgili hayal kırıklıklarını artıracağı ve bunun bir sonucu olarak bazı insanların Mescid-i Aksa ve Filistin davasından uzaklaşmalarına neden olacağı görülmelidir.
Sonuç
Filistin ve Kudüs davası, ümmetin ilgi duyduğu en önemli davalardan biridir ve öyle de kalacaktır. Ancak davanın kendisi kadar izlenen yolun doğruluğu da önemlidir. İran’la ilişkilerin niteliği, ümmet ve ümmeti teşkil eden halklarla ilişkilere zarar veriyorsa, sahip olduğumuz ilke ve değerleri çiğnememize neden oluyorsa bu durumun yeniden gözden geçirilmesi elzemdir.
Ümmetin davasını, ümmetin meselelerini nafile, kendi bölgesel dava ve meselelerimizi ise farz olarak algılamak, ümmetin his birliğini parçalayacak, düşmanın lehine ümmeti adım adım zayıflatacaktır; tıpkı Arap Baharının bize gösterdiği gibi. Bu yüzden Hamas İran’la ilişkilerini yeniden gözden geçirmeli, İran’ın mezhepçi, hizipçi politikalarına dikkat etmeli, tasallutuna açık hale gelmemelidir. Tarihte olduğu gibi Filistin’i özgürleştirecek olan ümmetin kendisidir, ümmeti mezhepçi politikalarıyla parçalayan İran değil.
Filistinli yazar Ebu Abdullah Ebu’l-Heyca’nın İran ve Hamas arasındaki yakınlaşmayı dergimiz için değerlendirdiği yazısını Arapçadan Oktay Altın tercüme etti.