Irak’ta Seçimler ve İşgalcilerin Açmazı

Haksöz

Irak iki yıldan uzun bir zamandır dünya gündeminin bir numaralı maddesi. Uzun bir zaman dilimine yayılan ama tüm bu süreçte gündemde hep belirleyiciliğini koruyan gelişmeler yaşandı bu ülkede: Savaş hazırlıkları, öncü propaganda saldırıları, işgal, ardından işgalle birlikte netleşen emperyalist saldırganlığın tiksinti verici yüzü, işgalcileri şaşkına çeviren ve aynı zamanda da tüm yeryüzü genelinde adaletten yana güçlere büyük moral aşılayan direniş olgusu… Şimdi yaklaşan seçimler dolayısıyla Irak'taki gelişmeler tüm dünyanın dikkatinin bir kere daha bu ülkede olan bitene çevrilmesini getirdi.

İşgal Güçlerinin Boşa Çıkan Seçim Planları!

İşgalciler ve işgalcilerin atadığı mevcut Irak yönetimi aylardır seçimlere kilitlenmiş halde. Tüm dünyaya 30 Ocak'ta kurallara uygun ve kabul edilebilir bir seçim gerçekleştirildiğini göstermek istiyorlar. Buna karşın Irak'ta her zaman sayısal oranlarından çok daha fazla bir etki ve nüfuza sahip olmuş bulunan Sünni Arapların seçimlere mesafeli tavrı işgalcilerin planlarını bozmakta. Öte yandan özellikle Sünni nüfusun yoğunlaştığı merkezi Irak'ta giderek ivme kazanan direniş eylemleri seçimler konusunu tam bir kaosa dönüştürmüş durumda. İşgalciler ve işgalcilerin atadığı Irak yönetimi seçim güvenliği için çırpına dursun, bizatihi seçimler bir güvensizlik kaynağı teşkil etmekte. 30 Ocak tarihi yaklaştıkça gerilimin daha da artması ve kaos ortamının büyümesi kaçınılmaz görünüyor.

İşgalciler ve işbirlikçileri çaresizce izledikleri ve önüne geçemedikleri gelişmeleri en azından propaganda yoluyla lehlerine dönüştürme çabasındalar. Giderek artan direniş eylemlerini dünyaya seçimleri sabote etmeye dönük saldırılar şeklinde sunmaktalar. Seçimler halkın iradesini serbestçe yansıtacağı ve ülkenin geleceğini özgürce belirleyeceği bir mekanizma olarak tasvir edildiğinden, direnişçiler halkın iradesini engellemeye çalışan diktatörlük yanlıları olarak tanımlanmaya çalışılmakta. Direnişçiler on yıllar sonra kendi geleceğini belirleme şansını yakalamış olan Irak halkının düşmanı, teröristler olarak suçlanıyor.

Seçimlerin ABD Açısından Anlamı

ABD açısından seçimlere yüklenen anlam Irak işgalini meşrulaştırmaya dönük çabaların merkezine oturuyor. Savaşa gerekçe olarak sunulan kitle imha silahları ve Irak yönetiminin uluslar arası teröre destek verdiği iddialarının birer yalan olduğunun kesinleşmesinden sonra seçimler konusu işgalcilerin son olarak sarıldıkları "demokrasi getirme" iddiası ile birebir irtibatlı bir konum kazandı. Eğer ABD Irak'ta arzuladığı türden bir seçim gerçekleştirebilmiş olsaydı, dünyaya "bakın siz hep karşı çıktınız ama sonuçta ben haklı çıktım ve onca itirazlara neden olan eylemlerimin neticede olumlu bir sonuca evrildiğini artık kabul edin ve yaşananları unutun!" diyebilecekti. Afganistan'dan sonra Irak ABD'nin tanklarla, füzeler ve bombalarla "demokrasi ihracının" ikinci örneği olarak tüm dünyaya propaganda edilecekti.

Muhtemelen üzerinde fazla tartışma yaşanmayan bir seçim sonrasında kurulacak "uyumlu" bir hükümetin işgalcilerle işbirliğine giderek işgali "meşru ve anlaşılır" kılacak bir işlev yüklenmesi hedeflenmişti. Bilindiği üzere seçimler neticesinde oluşturulacak Meclis'in bir kurucu meclis şeklinde çalışması ve Irak'ın yeni anayasasını hazırlaması planlanıyor. Dolayısıyla seçimler hem Amerikalıların isteği doğrultusunda bir anayasa hazırlanması, hem de işgalcilerle işbirliği ve uyum içinde çalışacak bir hükümet teşkili noktasında önem arz etmekteydi.

Hatta belki de Irak'ta karşılaştığı direnişle baş edemeyen ve giderek daha büyük bir batağa saplanan işgalcilerin seçimler sonrasında ortaya çıkacak tabloyu atacakları yeni adımlar açısından bir fırsat olarak değerlendirmeyi düşünmüş olmaları da ihtimal dahilindedir. Giderek artan kayıplar ve olumsuz gidişata bir biçimde nokta koymak için Amerikalıların seçimlerle oluşacak "yerli" yönetime yetki devrinde bulunup yavaş yavaş bu bataktan sıvışmanın hesaplarını yaptığını varsayarsak, seçimler bunun için pekala en uygun fırsat sayılabilirdi. Bu noktada işgalin uzun dönemli ve tüm bölgeye, hatta dünyaya yönelik yeni planlamaların bir adımı olduğu, dolayısıyla ABD'nin Irak'tan kolay kolay çekilmeye yanaşmayacağı söylenebilir. Ne var ki, savaşın gidişatı işlerin pek de planlandığı çerçevede gelişmediğini ortaya koymakta.

İşgalin Kabaran Faturası

İşgal uzadıkça ABD'nin tüm dünyada giderek daha fazla nefret edilen bir güce dönüştüğü ve bu şekilde ne Irak'ta ne de bölgede herhangi bir planını gerçekleştirme şansının kalmadığı netleşiyor. Bu sürecin devamında Amerikan kamuoyunun da yavaş yavaş savaşı sorgulaması beklenebilir. Nitekim yağmacı dürtülerle Irak'a üşüşen Amerikan firmaları arasında dahi Irak'tan ümit kesenler olduğu açığa çıkıyor. Yanlış hesabın "Bağdat'tan döndüğü" artık açıkça görülebiliyor. Amerikalıların planları hatırlanacak olursa, savaşın ertesinde ilk birkaç ay içinde asker sayısını üçte bire indirmeyi, yani 40-50 bin civarında bir askeri güç bulundurmayı, bunu da aşamalı olarak daha da azaltmayı hedeflemekteydiler. Oysa bir buçuk yıldan fazla bir zaman geçti ve şimdi asker sayısının yetersizliğinden yakınıyorlar.

Aynı şekilde Irak'ta ki giderlerini Irak petrollerinin satışından karşılamayı planlamaktaydılar. Ne var ki, Irak'a hakim olan büyük istikrarsızlık bu ülkenin kaynaklarını işletmeye imkan tanımamakta ve bu yüzden de Irak her geçen gün Amerikan ekonomisinin sırtındaki kamburun büyümesi anlamına gelmekte. Amerikan hazinesine en fazla 50-55 milyar dolar civarında bir mali yük oluşturacağı sanılan "Irak operasyonu" şimdiden 200 milyar dolarlık bir maliyetle ağır bir bedele dönüşmüş durumda. Ve fatura her geçen gün biraz daha kabarmakta. 

Kısacası Amerikalılar Irak'ta tam bir açmazla karşı karşıyalar. Ne kısa ne uzun vadeli planlarda bir başarı söz konusu değil. Dün soğuk baktıkları seçimlere bugün can simidi gibi sarılmış durumdalar ama onu da arzu ettikleri çerçeveye oturtamıyorlar. Bununla birlikte işgalcilerin arzuladığı doğrultuda gelişmemesine rağmen seçimler yine de işgalciler açısından çok önemli çünkü dünyaya bir biçimde Irak halkının tercihinin yansıtılması zorunlu. Ayrıca yaklaşık iki yıllık işgal olgusunu bir biçimde takvime bağlama zorunluluğu da mevcut.

Seçimlerin Iraklılar Açısından Farklılaşan Anlamı

Öncelikle Irak direnişi açısından seçimler, işgal olgusunun farklı biçimlere bürünerek sürmesi anlamına geliyor ve bu yüzden de büyük bir tehlike kaynağı. Uyguladıkları bazı yöntemler ve seçtikleri kimi hedefler tartışılabilir olmakla birlikte direnişçilerin gayet açık bir hatt-ı harekete sahip oldukları görülüyor. Seçimlerin bir biçimde işgali onaylamak anlamına geleceği kabulünden yola çıkarak tüm güçleriyle seçim sürecini sabote etmeye çalışıyorlar.

Gerçekte de bu tutum ilkesel bir tutarlılık içermekte ve ayrıca uluslararası normlarla da paralellik arz etmekte. İşgal altındaki bir ülkede halka nasıl bir yönetim istedikleri ya da iktidarda kimi, kimleri görmek istediğinden önce süregelen işgal hakkında ne düşündüklerini sormak daha mantıklı ve elzem olsa gerek.

Irak'ta halkın seçimler konusunda homojen bir tavra sahip olmadıkları açık. Sünni Araplar cephesinde seçimlerin yaygın biçimde boykot edileceği görülüyor. Zaten giderek artan eylemler nedeniyle seçimlerin bu bölgede gerçekleştirilmesinin mümkün olamayacağı, muhtemelen seçim merkezlerinin kanlı eylemlere sahne olacağı tahmin edilebiliyor.

Kürt nüfus arasında etkili iki büyük partinin konumu işgal politikalarıyla birebir uyum anlayışını yansıtıyor. Dolayısıyla seçimlere yönelik herhangi bir itiraz söz konusu değil. Bununla birlikte seçimler sonrasında oluşturulacak kurucu meclisin hazırlayacağı yeni anayasanın Kürtlerin mevcut özerk pozisyonlarını sınırlama ihtimali KDP ve KYB'yi endişelendiriyor. Öte yandan işgalci güçlerle işbirliğinde sınır tanımayan bu iki partinin kendi bölgelerinde etkili konumlarını sürdürmelerine rağmen direniş güçlerinin Kürdistan'da da eylemlerini yoğunlaştırdıkları görülüyor. Muhtemelen bu iki partinin işbirlikçi tutumları belirginleştikçe, Irak Kürdistanı'nda işgalcileri ve piyonlarını hedef alan eylemlerin artmasına giderek daha fazla şahit olacağız. 

Şiiler arasında ise işgali reddetme hususunda genel bir mutabakat olmasına rağmen seçimler bağlamında işgal güçlerinin politikalarına denk düşen tutumlar görülmekte. Şiiler açısından seçimler bir fırsat, on yıllardır uzağında kalınan hedefe doğru atılmış büyük bir adım olarak algılanıyor. Bu noktada Şii nüfusu temsil eden başta Ayetullah Sistani,  Meclis-i Ala ve Dava Partisi gibi güçlerin bu konuya dair tutumlarının farklı cephelerden tahlil edilmesi gerekir. Konuya sadece "Şiiler nüfuslarına güvenerek Irak'ta iktidara yaklaştıklarını görüyorlar, dolayısıyla seçimlerin gerçekleşmesi noktasında işbirlikçi bir tutum içindeler" şeklinde bakmak eksik kalacaktır.

Şöyle ki, işgalcilerin geçen yıl seçim kararı almalarından önceki süreç hatırlanacak olursa, seçim kararının büyük ölçüde Şiilerin baskısı ile alındığı, yoksa Amerikan yönetiminin seçimlerin yapılması konusunu çok daha ileri bir tarihe erteleme eğiliminde olduğu ortadaydı. Ne var ki, Amerikan yönetimi Şiilerin 2004 Haziran'ında seçimlerin yapılması taleplerini reddetmekle birlikte bu takvimi daha fazla uzatamayacağını kabullenmek zorunda kaldı. Bu noktada seçimlerin işgalcilerin isteklerinden çok Şiilerin baskısı ile şekillendiği gerçeğini hatırlamakta yarar var. Şiilerin seçimler sonrasında oluşturulacak yönetimin işgal güçlerini ülkeyi terk etme sürecini hızlandıracağı umudunda oldukları biliniyordu. Hatta Amerikan yönetiminin Irak'ta seçimler sonrasında Şiilerin ağırlıkta olduğu İslami bir yönetimin kurulmasından endişe duyduğu da sürekli hatırlatılıyordu. Ne var ki, süreç çok farklı işledi ve önce Necef, ardından Felluce'de gerçekleştirilen işgal güçlerinin saldırıları sonrasında işgalin sona ermesi talebi Şii güçlerin öncelikli gündem maddesi olmaktan uzaklaştı.

Taifecilik mi, Kardeşlik mi?

Bu noktada 30 Ocak seçimleri için oluşturulan Şiilere ait ittifak listesinin Allavi ve Çelebi gibi tescilli işbirlikçileri de içermesi Şiilerin işgal olgusuna karşıtlıklarını tartışmalı hale getirdi. Bu tutum da direniş güçleri ile Şiiler arasında giderek büyüyen ve seçimler sonrasında daha da tehlikeli bir evreye sıçrayacağı görülen çatışmacı bir duruma kaynaklık etti.

Seçimlerle oluşması muhtemel Meclis'te Şiilerin ağırlıkla temsil edileceği kesin olmakla birlikte, bunun Amerikalılarla ne derece uyum içinde olacağı kestirilemiyor. Aslında Amerikalıların tercihinin çoğunluğu Batı'dan Irak'a dönmüş bulunan Şii kökenli laik aydınlar olduğu bilinmekte ama bu kesimin Şii nüfus içinde bir gücünün olmadığı da açık. Dolayısıyla Amerikalılar ister istemez Sistani onaylı ve İslami partilere dayanan muhtemelen önemli bir kısmı ulema ağırlıklı ve muhafazakar-dindar Şii temsilcilerle muhatap olmak durumunda kalacaklar.

Şii ağırlıklı olacağı kesin sayılan meclis ve hükümetin nasıl bir tutum geliştireceğini hep birlikte göreceğiz. İşgalcilere karşı bir tutum takınarak bölünmüşlüğü gidermek ya da otorite tesisi adına işgal güçleriyle işbirliği içine girmek tercihleri arasında bir seçim yapacak olan yeni meclis ve hükümet sağduyulu bir tavır takınabilirse kısa vadede Şii-Sünni geriliminin kalıcı bir fitneye dönüşmemesi, genelde de Irak'ın bütünlüğünün sağlanması konusunda belirleyici bir rol oynayacaktır. Allavi gibi, Çelebi gibi hainlerle ortak listeler oluşturma basiretsizliğini gösterenlerden ne derece feraset beklemek mantıklı olur bilemeyiz ama umarız ilkesellik, adalet ve meşruiyet hususlarında bir hayli yara alacağı kesin olan seçimler konusunda takınılan yanlış tavır Meclis'in teşkilinin ardından sürdürülmez ve İslam kardeşliği taifeci duygulara feda edilmez.

İşgal Politikalarına Meşruiyet Tanınamaz!

Afganistan'dan sonra Irak'ta da Amerikan işgali seçimler yoluyla dünya kamuoyuna farklı bir çehreyle sunulmaya çalışılmakta. Aslında işgal politikaları Irak'ı o derece büyük bir kaosa sürüklemiş durumda ve meşruiyet ve inandırıcılık düzeyinde o ölçüde yıpranmış bir halde ki, seçimler sonucunda ABD'yi rahatlatacak bir manzaranın ortaya çıkması mümkün değil. Buna rağmen kısa vadede manevra alanını genişletme derdindeki işgalciler seçimlere bel bağlamış görünüyorlar.

Adil bir dünya ve özgür bir Irak için tüm dünya işgalcileri yol açtıkları kaos, vahşet ve hukuksuzlukla daha fazla yüzleştirecek adımlar atmalı. Bu noktada seçimlerin ilkesel düzeyde kabul edilemez olduğunu ve işgalin derhal sona erdirilmesi dışında hiçbir politikanın tartışmaya açılmaması gerektiğini her zeminde haykırmalıyız.