ABD ve Irak güçlerinin yoğun bombardımanlarla başlattıkları ikinci Felluce harekatı dikkatlerin Irak'ta işgale karşı tırmanan direniş üzerinde yoğunlaşmasını getirdi. Felluce'de işgalcilere karşı sürdürülen kararlı direniş aynı zamanda farklı cepheler açma başarısı ile birlikte düşünüldüğünde koordinasyon, planlama ve icra noktasında dünden çok daha gelişkin bir direniş düzeyine ulaşıldığını ortaya koyuyordu. Bu da direnişin ilk evrelerinde düşük düzeyde, daha çok hafif silahlarla gerçekleştirilen vur kaç saldırıları ve el yapımı bombalarla sürdürülen eylemlerden çok farklı bir düzey yakalandığını düşündürtüyor.
Fakat öte yandan direniş yaygınlaşıp güçlendikçe belli zayıflıkları da belirginlik kazanıyor. Bunları genel olarak bölgesel sınırlılık, kimi grupların dizginsiz şiddet kullanımı ve sekter tutumlar şeklinde tanımlamak mümkün. Bu zaaflar direnişin tam tekmil bir gerilla savaşını gerçekleştirme konusunda bir acziyet içinde olduğunu göstermez elbette ama direnişin Irak halkının geniş kesimleriyle kucaklaşmasını engelleme sonucunu doğurmakta.
Felluce Irak direnişinin doğduğu yerdi. Bağdat'ın düşmesinden üç hafta sonra, 29 Nisan 2003'te şehirdeki bir okula yerleşen Amerikan 82. Hava İndirme Tümeni'ne karşı gerçekleştirilen bir protesto gösterisi bir anda kan banyosuna dönüşüverdi. Amerikan askerlerinin açtığı ateş sonucunda 17 protestocu öldürüldü. Amerikalıların protestocular arasında silahlı adamların bulunduğuna dair iddiaları ise ne bağımsız gazeteciler ne de şahitler tarafından doğrulanmadı. İki gün sonra devam eden protesto yürüyüşlerinde Amerikalı askerler üç silahsız göstericiyi daha öldürdüler. Buna karşın Felluceliler Amerikalılara karşı bir dizi misilleme eyleminde bulundular. Amerikalıların gelişen eylemlere karşı aldığı baskıcı tedbirler ise direnişi ateşleyen bir etki yaptı.
Irak'ın pek çok bölgesinde Arap aşiretlerin uzun sürelerdir şehirleşmiş ya da kısmen şehirleşmiş bir hayat sürmekte olmalarına karşın Felluce'deki aşiretler şehri çevreleyen kırsal alanda aşiret geleneklerine, adet ve alışkanlıklarına sıkı sıkıya bağlılık içinde yaşamayı sürdürmektedirler. Felluce aynı zamanda dindar kimliğiyle de bilinmekte ve seksenden fazla caminin onurlandırdığı bu şehir "medinetü'l-mesacid" yani camiler şehri olarak tanınmaktadır.
Bu olayların ardından koalisyon birliklerini hedefleyen ve iletişim ağlarını kesmeye yönelen düşük düzeyli ama sürekli silahlı eylemler gerçekleşti. Saldırılar Amerikalıları savunmaya çekilmeye zorladı ve garnizonlarına ya da müstahkem mevzilere çekilmek durumunda kalan Amerikalılar tecrit oldular. Öte yandan çoğu kez kolektif cezalandırma şeklinde açığa çıkan aşırı tepkiler ise sadece anti-Amerikan duyguların güçlenmesine yol açtı.
Direniş eylemleri genelde Sünni Arapların mukim olduğu merkezi Irak'ta yoğunlaştığı görülüyor. "Sünni üçgeni" olarak da adlandırılan bu bölgenin direnişin merkezi olmasının çeşitli nedenleri bulunmakta. Saddam'ın yıkılması ülkenin kuzey ve güneyinde sevinç duygusu ile karşılanırken (bu arada güney Iraklıların işgal güçlerini memnuniyetle karşılamadıklarını hatırlatalım) eski rejime bağlılığın güçlü olduğu merkezi Irak'ta bu durum karışık duygulara yol açtı. Saddam'ın üst düzey subaylarının, istihbarat örgütü kadrolarının ve elit birliklerinin çoğu diğer bölgelere nazaran en fazla bu bölge kökenlilerden oluşuyordu. 1991'deki Körfez savaşı sonrasındaki ayaklanma sırasında "isyancıların" eline geçmeyen dört eyalet el-Anbar, Selahaddin, Diyala ve Bağdat bu bölgededir. Irak'ın diğer on dört eyaleti ise düşmüştü.
Irak ordusunun dağıtılması ve Irak Geçici Yönetim Konseyi'nce Baas elemanlarına karşı alınan tedbirler doğrultusunda Baas Partisi mensuplarının kamusal görevlerden uzaklaştırılmaları çoğunlukla Sünni topluma mensup subaylar, üst düzey bürokratlar, memurlar ve eğitimli çalışanlar arasında işsizler ordusunun doğmasına ve memnuniyetsizliğe yol açtı. Şii ve Kürt toplumunun ağırlıklarının hissedilmeye başlaması da uzun bir tarih süresince rejimi idare etmiş olan Sünni Araplar arasında mahrumiyet duygularının yeşermesini getirdi. Saddam iktidarından hep ağırlıklı bir pay almış bulunan Sünni Araplar Saddam sonrası Irak'ta işleyen siyasi sürece katılmanın kendi aleyhlerine olacağı yargısına vardılar.
Irak direnişi küçük grupların karmaşık bir ağıdır. Kapatılan Baas Partisi rejiminin kimi elemanları, eski istihbarat servisi mensupları ve özel Cumhuriyet Birlikleri merkezi Irak'ın pek çok yerinde yerel ve bölgesel düzeyde örgütlenmişlerdi. Bunlar arasında Baasçılar ve eski rejim bağlılarından oluştuğuna inanılan gruplardan biri "el-Avde" (Dönüş) olarak adlandırılan gruptur. Saddam'ın kendisinin işgalden önce gerilla savaşı planladığına dair birtakım veriler mevcuttur. Pek çok defa yabancı işgalci birliklere karşı yıpratma savaşından söz etmişti. On binlerce Baas Partisi milisi, Saddam Fedaileri ve Özel Savunma Örgütüne mensup subaylar şehir savaşına yönelik olarak eğitilmiş ve henüz savaş başlamadan birkaç hafta önce ülkenin muhtelif bölgelerine yayılmışlardı.
Savaşın başlamasından sonra Amerikan hava gücünün herhangi bir sevkıyat a izin vermeyeceği bilindiğinden Saddam'ın büyük miktarda silahı ülkenin muhtelif bölgelerine dağıttığı söylenmektedir. İşgalin ardından koalisyon askerilerinin bulunduğu varsayılan kitle imha silahlarını araştırmakla ve petrol bölgeleri ile rafinerileri korumakla meşgul olduğu sıralarda bol miktarda malzeme potansiyel direnişçilerin uhdesine geçti. Savaşın sonlarına doğru Saddam'ın seçkin birliklerinin aniden ortadan kayboluşunun kadrolar arasındaki zayiatı azaltmaya ve gerilla savaşına hazırlık amaçlı bir plan olduğu da düşünülebilir. Bu iyi eğitilmiş ve iyi donanımlı askeri birlikle çoğunlukla Dicle'nin yukarısında büyük boyutlarda çatışmalara sahne olmayan bölgeye yoğunlaşmışlardı. Bu yüzden kalan birlikler genelde yıpranmamış, silah donanımları güçlü bir biçimde Sünni üçgeninde yoğunlaşmıştı.
Bununla birlikte şu hususun altını çizmek gerekir ki, işgal öncesi yönetime bağlı unsurların mevcudiyeti direnişin hedefinin Saddam rejiminin yeniden tesisi ya da işgal öncesi statükoya dönmek olduğunu göstermez. Mücadele Irak'ı yabancı işgalinden kurtarmak amaçlı vatanseverlik temelli bir kurtuluş mücadelesidir. Aynı şekilde direnişin dışarıda olduğu dönemde Saddam ya da bir başka adamı tarafından yönetildiğini de göstermez.
Irak direnişi eski rejimin bağlıları ile yeni ortay çıkan İslami gruplar arasında bir koordinasyon geliştirmeyi başarmıştır. Bu süreç Bağdat'ın düşüşünden hemen sonra gerçekleşmiştir. Saddam'ın düşüşünden sonra ortaya çıkan İslami gruplardan bazıları şunlardır: Ceyşu Ensar es-Sünne; Ceyşu Muhammed; Ketaib Savrati'l-Işrin (1920 Devrimi Birlikleri); el-Ceyşu'l-İslami fi'l-Irak; Ketaib Rayatu'l-Sud (Kara Bayraklar Birlikleri) ve Hareketü'l-Mukaveme el-Vataniye el-İslamiyye. Bu grupların kimisi keskin selefi yapıdadır. Ayrıca İslami çizginin dışında gruplar da vardır (Irak Halk Kurtuluş Cephesi gibi). Örgütsel olarak hemen hepsi yer altı faaliyetlerine uygun tarzda yapılanmış ve hücre örgütlenmesini esas almışlardır. Her hücrenin elemanları sadece kendi hücresindekileri bilir ve böylece bir kişi yakalandığında işkence ya da ihanet sonucunda vereceği bilgilerle başka birilerine ulaşma riski ortadan kaldırılmış olur. Her hücre ancak bir üst düzeydeki yetkiliyle temastadır.
Savaş, işgal ve direniş tecrübesi yerel selefi grupların da radikalleşmesini getirmiştir. Irak sahnesinde 1980'lerin ortalarından itibaren boy gösteren Iraklı selefiler geleneksel olarak örgütsel yapılara karşıydılar ve militan "cihadi"lerden ziyade pasif "ıslahçı" bir eğilim içindeydiler. Selefiliğin genelinde görülen tekfirci eğilimi taşımakla birlikte İslam yolundan saptığını düşündükleri Müslümanlara karşı genel olarak şiddete başvurma eğilimi içinde değillerdi. Savaşın hemen öncesinde başlayan ve eski rejimin yıkılmasından sonra da devam eden Arap gönüllülerinin Irak'a düzenli biçimde akması yerli selefileri Arap dünyasının diğer bölgelerinden "cihadi" selefilerle irtibata geçirdi. Arap gönüllüler genellikle el-Kaide ile ilişkili olan ve daha ziyade Ebu Musab ez-Zerkavi olarak bilinen Ahmed el-Haleyle'nin liderliğini yaptığı Kaidetü'l-Cihad fi Biladi'r-Rafidayn (Mezopotamya Cihad Kaidesi) örgütünde aktiftirler. Rolleri epeyce abartılmakla birlikte Arap gönüllülerin etkisi inkar edilemez. Iraklı selefilerin direnişe katılmaları ve Arap gönüllülerin cihadi etkileri Irak selefiliğinin tamamen radikalleşmesine ve keskinlik ve müsamahasızlıklarının artmasına neden oldu.
Eski yönetim bağlıları ellerindeki kaynakları genç Iraklıları seferber etmek için kullanıyor ve onları eylemlere yöneltiyorlar. Aynı zamanda Irak'a işgalcilerle savaşmak için dışarıdan gelen yabancılara da lojistik destek sağlıyorlar. Direniş büyüdükçe saldırılar kuralsızlaşmakta ve artık sadece işgal birliklerini değil, aynı zamanda Irak güvenlik güçlerini, memurları, altyapı tesislerini, yabancı şirketleri, insani yardım kuruluşlarını, dini kurum ve ibadethaneleri ve Iraklı sivilleri de hedef almakta.
Kimi tekfirci selefi grupların elamanları ve eski rejim fanatikleri sadece yabancıları değil, Iraklı Sünni Kürtleri, Şii Arapları, Hıristiyan Keldani-Süryanileri de sindirmeyi hedefliyor. En favori yöntemleri olan kelle kesmeyi sadece yabancılara karşı değil, Iraklı sivillere ve Irak silahlı güçlerine mensuplarına karşı da kullanmaktalar.
Yüzlerce Kürt aile "Sünni üçgeni"nden kaçmış durumda. Bunların çoğu 1970'lerin ortalarında Kürt isyanının bastırılmasından sonra topraklarını terk edip, merkezi Irak'ta ikamete zorlanan bir kısmı da Saddam'ın 1980'lerde Kürtlere karşı gerçekleştirdiği Enfal operasyonlarından sonra göç ettirilen ailelerdir. Bu bölgeden göçe zorlanan ve kuzeydeki Kürt bölgesine sığınan ailelerin pek çoğunun evlerine saldırı ve ölüm tehditleri aldıkları bildirilmekte. Aynı zamanda Sünni Üçgeni'nde seyahat etmekte olan Kürt sivillerden bazılarının kaçırılıp kimliği belirsiz şahıslarca kafalarının kesilmesi vakıaları da yaşanmıştır. Yine Bağdat'ta kiliseleri hedef alan bir dizi saldırı da yaşanmıştı.
Bundan bir müddet evvel Bağdat'ın hemen güneyindeki üçgen bölgede mezhebi vurgular içeren bir dizi vahşi eylem gerçekleştirildi. Bu eylemlerin çoğunun el-Furkan isimli grup tarafından gerçekleştirildiği anlaşılıyor. Latifiyye (Bağdat'ın 40 kilometre güneyinde) el-Yusufiyye (Latifiyye'nin 20 kilometre kuzeybatısında) ve el-Mahmudiye (Latifiyye'nin 6 kilometre kuzeyinde) arasındaki bu bölge artık "ölüm üçgeni" olarak anılmakta. Eylül başında iki Şii alim Şeyh Kerim el-Bahadili ve Şeyh Beşir el-Cezairi ayrı ayrı iki olayda Bağdat'a doğru yolculukları sırasında Latifiyye'den geçerken kaçırıldılar. Cezairi, direnişi açıkça destekleyen ve Felluce ile dayanışmasını ilan eden Mukteda es-Sadr'ın hareketine mensuptu. "Ölüm üçgeni"ndeki Şii halk tehditlerin yoğunlaşması üzerine topluca bu bölgeyi terk ediyorlar. Latifiyye'deki yerel bir Şii türbesi olan Seyyid Farac Türbesi tahrip edildi. Şiilere ait cenaze törenleri ve Necef ve Kerbela ziyaretçileri de bölgedeki selefi gruplarca hedef alınmakta.
Bu tarz önüne geçilemeyen şiddet eylemleri başarılı olma umudunu azaltıyor ve Irak'ı bir iç savaş tehlikesine sürüklüyor. Oysa askeri açıdan kendisinden daha gelişkin bir güce karşı mücadele eden her direniş hareketinin ilk yapması gereken şey mümkün olduğu kadar geniş ve güçlü bir destek tabanına sahip olmaktır. Şii Arapları ve Sünni Kürtleri hedef almakla tekfirci selefi gruplar bu kesimlerin direnişe destek vermesini zorlaştırıyorlar. Halbuki rejimin çökmesinden sonra Şii ve Sünni toplumları bir araya getirmek için çokça çaba sarf edilmişti. Bu çabaların başında Şeyh Haris el-Dari'nin liderliğini yaptığı Sünni Müslüman Alimler Cemiyeti; Mukteda Sadr'ın hareketi ve Şii alim Şeyh Cevad el-Halisi'nin önderlik ettiği Milli Birlik Konferansı gibi oluşumlar var. Iraklılara yönelen saçma şiddet eylemleri karşı sonuçlar doğurmakta ve Irak halkının geniş kesimlerini silahlı direniş çizgisinden uzaklaştırmakta. Bu gidişat direnişin eski yönetimi belirleyen Sünni Arap azınlıkla sınırlanması sonucunu getirebilir. Daha kötüsü de bu tarz kör şiddet eylemlerinin iç savaş tehlikesine kapı açması ihtimalidir.
Bir çok açıdan direnişin merkezi bir örgütlülüğe sahip olmaması ve hücreler biçiminde yapılanması hem zayıflık hem de güçlülük kaynağıdır. Merkeziyetçi olmaması işgal güçlerinin kolay hakim olmasını ve direnişi ezmesini imkansızlaştırmakta fakat aynı zamanda direnişin birleşik bir vizyon, yönelim ve uyumdan da yoksun olmasını getirmekte. Koordinasyonu zorlayan bu durum gerilime de yol açmakta. Öyle ki Felluce'nin içinde dahi direniş grupları arasındaki farklılık zaman zaman kanlı çatışmalara neden olmuştu. Felluce'deki Hazreti Muhammediye camisinin eski imamı Şeyh Hişam el-Alusi'yi hedef alan suikast girişimi bu tarz bir iç ihtilafın sonucunda gerçekleştirilmişti. Bununla birlikte zaman geçtikçe direniş gruplarının iç iletişimlerini sağladıkları görüldü. Son dönemlerde merkezi Irak'ın tamamını kuşatan ABD ve Irak güçleriyle çatışmalarda direniş etkili seyyar birlikleri öne çıkardı ve pek çok yerde bunlar güçlü darbeler vurdular.
Bu tarz bir iletişim ağı halen Irak'ta devam etmekte olan gerilla mücadelesi için kesinlikle çok olumlu bir gelişme. Fakat silahlı direnişin zaferi her halükarda halkın desteğini almasına bağlı. Bu ise köklü bir tutum değişikliğini zorunlu kılıyor. Direnişin çok dar grup asabiyeti ve etnik kutuplaşma getiren şu anki dışlayıcı zihin yapısından sıyrılıp, mutlaka kuşatıcı bir din anlayışına evrilmesi zorunlu. Bu tutum sonucunda Iraklı Müslüman toplum arasında parçalayıcı değil, bütünleştirici bir dönüşüm gerçekleşecektir. Kuran'da "bunyanun mersus" ifadesiyle vurgulanan nitelik de ancak böyle kazanılır.
Çev. Rıdvan Kaya