ABD öncülüğündeki emperyal güçlerin Irak'ı işgal etmelerinden hemen sonraki dönemde her kesimden Irak halkı, biran önce seçimlerin yapılmasını talep ediyordu. Ayetullah Sistani, Haziran 2004 tarihine kadar işgalcilere süre tanımıştı. ABD seçimlerin yapılmasını istemiyordu ve seçim tarihini mümkün olduğunca ertelemeye çalışıyordu. Zira o dönemde seçimler, yönetimin Iraklılara devredilmesi ve işgalcilerin çekip gitmesi anlamına geliyordu. Ancak direnişin gün geçtikçe güçlenmesi, ABD'nin saldırılarının dozunun artması, Necef ve Felluce katliamları gibi nedenlerden dolayı Irak'ta önemli bir kesim, seçimlerin bu şartlar altında yapılmasını istemedi.
ABD, güllerle karşılanacağını sandığı Irak'ta hiç ummadığı çetin bir direnişle karşılaştı. İçine düştüğü çıkmazdan kurtulma umuduyla seçimlere dört elle sarıldı. Zira seçimler sonucu oluşacak hükümetinin talebi üzere Irak'tan çekilme imkânı bulacak. Ayrıca ABD, Irak savaşına gerekçe olarak öne sürdüğü tüm iddiaların tek tek yalan çıkması üzerine seçimleri, uluslararası camiaya demokrasinin zaferi olarak lanse etmekte, böylece işgalin meşru bir gerekçesi gibi gösterdi. ABD, seçimlerle birlikte Irak'ta egemenlik devrinin gerçekleşeceğini savundu. Aslında bu, egemenlik devrinden ziyade sorunların ve çıkması muhtemel çatışmaların sorumluluğunun devridir. Kısacası ABD, işgali meşrulaştırmak ve içinde düştüğü vartadan sıvışmak için seçimleri bulunmaz fırsat olarak gördü.
Seçimlerin işgal altında yapılması ve Irak halkının ağırlıklı bir kısmının boykot etmesi seçimleri tartışmalı kılmıştır. Amerika'nın elebaşılığını yaptığı emperyalist güçler, seçimlerle Irak'ta yeni bir senaryo ortaya koymak istemişlerdir. Bu senaryo ile Irak'ı etnik ve mezhebi çatışmaya sürüklemek amaçlanmaktadır. İşgal ordularının işgali altında yapılan ve ülkenin önemli kesiminin katılmadığı seçimlerin tam anlamıyla nezih ve meşru olması düşünülemez. Irak halkının irade ve seçimine önem veriliyor ve saygı duyuluyorsa öncelikle halkının ülkelerini işgal eden güçler hakkında ne düşündükleri sorulmalıydı.
Tüm bunlarla birlikte, seçimler değerlendirilirken özellikle şunu vurgulamak gerekir; Irak halkının seçimlere teveccühü, yabancı güçlerin işgalini meşru gördükleri veya olumladıkları anlamına gelmez. Aksine katılımın beklenenden yüksek çıkması, Irak halkının seçimleri işgalden kurtulmanın bir yolu olarak algılamalarındandır. Seçimlere katılanları vatan haini veya işbirlikçi olarak tanımlamak tüm Irak halkını töhmet altında bırakır ki bu doğru değildir. Zira seçimleri boykot eden kesimler de, şayet öne sürdükleri şartlar kabul edilseydi seçimlere iştirak edeceklerdi. Örneğin İhvan kökenli İslami Parti yetkilileri, işgalcilerin bir çekilme takvimi açıklamaları durumunda seçimlere katılabileceklerini açıklamışlardı.
Direnişin yoğunlaştığı orta Irak'ta yer alan ve Sünni Araplar olarak tanımlanan kesimler seçimleri büyük ölçüde boykot ettiler. Boykota gerekçe olarak da ülkede işgal güçlerinin varlığını ve bu güçlerin artan saldırılarını gösterdiler. Emperyalist Amerikan işgal güçleri, Felluce'de kelimenin tam anlamıyla soykırım gerçekleştirmişlerdi. Seçimi boykot eden siyasi gruplar, işgal ordularınca mütemadiyen bombalanan bir ülkede demokratik seçimlerden bahsedilemeyeceğini, tehdit altında ve ölüm korkusu yaşayan insanların iradelerini özgürce beyan edemeyeceklerini söyleyerek; en azından işgalcilerin bir çekilme takvimi açıklamalarını ve seçimlere öylece gidilmesini talep ettiler. Ancak bu haklı talep karşılanmadı ve Irak'ta meşruluğu sürekli tartışılacak seçimler yapıldı.
İşgale karşı ülkelerini savunan direniş grupları ise, yabancı güçler sökülüp atılmadan seçimlerin yapılmasına önceden beri karşıydılar. Seçimlere katılmayı ihanet olarak algıladılar ve seçim bürolarını hedef alan çok sayıda eylem gerçekleştirdiler.
Irak'ın güney ve kuzey bölgelerinde seçimlere beklenenden daha fazla bir ilgi oldu. On yıllarca inkâr ve kıyım politikalarına maruz kalmış Kürtler, seçimleri bağımsızlık yolunda geçilmesi zorunlu bir süreç hatta imkân olarak gördüler. Böylece kendi varlıklarını ve ağırlıklarını hissettireceklerdi.
Nüfusun yüzde 60'ını oluşturdukları halde ülke yönetiminden dışlanmış olan Şiiler de Kürtler gibi seçimleri önemli bir fırsat olarak algıladılar. Bununla birlikte Kürtlerden farklı olarak Şii kesim, seçimleri işgalcilerin ülkeden atılması için mümkün olan tek yol olarak görüyor. Şiilerin seçimlere katılımını bu şeklide değerlendirmek daha doğru olur.
Emperyal güdülerle hareket eden ABD'nin her kesim üzerinde olduğu gibi Şiilere yönelik de mutlaka hesapları vardır. Her şeyden önce Şiileri bir bütün olarak değerlendirmemek lazım, Amerika da böyle görmüyor zaten. Zira içlerinde İslamcısı var, laiği var, Arap, Türkmen ve Kürt olanları var. Tutumlarında da farklılıklar olabiliyor. Sadr gibi işgalcilere karşı direnişi örgütleyenler olduğu gibi, siyasi arenada mücadele verenler de var. Aralarında işbirlikçiler bulunduğu gibi antiemperyalist olanlar da var.
Tüm Müslüman halklar gibi Iraklı Şiiler de genelde Amerikan karşıtıdırlar ve işbirlikçi olarak algılanmaları kesinlikle doğru değildir. Bu bağlamda ABD'nin Irak Şiileriyle ittifak kurup İran'a karşı alternatif oluşturması mümkün değildir. Son dönemde Şii hilali diye bir şey ortaya atıldı. ABD'nin Pakistan'dan Lübnan'a uzanacak ve İslam ülkelerini ikiye bölecek bir Şii hilali oluşturma planından bahsediliyor. Emperyalist dürtüler içindeki Amerika'nın her zaman İslam dünyasını bölme planları olmuştur. Ancak bu Şiileri kendi safına katarak Sünnilere cephe oluşturması şeklinde olmaz daha doğrusu olamaz. Şiiliği ve Şiileri azıcık tanıyan bunun olamayacağını bilir. Tarihte Irak Şiilerinin İngiliz işgaline karşı nasıl direndiğini hatırlayalım.
Bu tür iddialar, Müslümanlar arasında fitne tohumları ekmek ve mezhep çatışması diye bir şeyler türetmek için ortak düşmanlarımız tarafından yayılıyor. Bu oyunlara gelmememiz gerekir. Hem Amerika gibi dünya üzerinde hegemonya kurmak isteyen güçler, Şii olsun Sünni olsun, Arap, Türk veya Kürt olsun fark etmez her kesimden bazı kişi veya grupları işbirlikçi olarak devşirebilir. Hain devşirmelerin varlığı mensup olduğu etnik grubu veya mezhebi töhmet atında bırakmaz.
Seçim sonuçlarına göre 275 kişilik mecliste ağırlığı üç eğilim oluşturacak ve büyük olasılıkla bunlar koalisyon hükümeti kuracaklardır. Meclise girebilen diğer küçük partiler de hükümete katılabilir. Yani bir nevi ulusal birlik hükümeti kurulabilir. Böyle olması kuvvetle muhtemel, en azından ABD böyle olmasını isteyecektir. Zira bu hükümet ve meclis yeniden dizayn edilen Irak'ın kurucuları olacaktır. Bu bağlamda tüm kesimlerin sürece dâhil edilmesi hedeflenmektedir. Sünni Arapların boykotu bu açıdan çok önemli. Yeniden şekillendirilen Irak'ın, Irak'taki her kesim tarafından hazmedilmesi ve uluslararası arenada kabul görmesi için Sünni Arapların sürece dâhil edilmesi zorunlu. ABD bir şekilde onları sürece dâhil etmeye çalışacaktır.
İster Şii olsun ister Sünni İslami kesimlerin, mecliste ağırlık oluşturmaya çalışmakla birlikte iktidara talip olmamaları, bu yeni süreçte muhalefette kalmaları hikmetli bir siyaset olacaktır. Böylesi daha hayırlı olacaktır zira işgalin devam ettiği süreçte iktidarda olan kesim ABD ile olan ilişkileri nedeniyle oldukça yıpranacaktır. İslami kesimler, muhalefette kalıp kurulacak olan hükümete ve işgalcilere yönelik ciddi bir duruş sergileyebilir ve anayasanın hazırlanışında halkın taleplerine tercüman olabilirlerse; 15 Aralık'ta yapılması öngörülen asıl seçimlerde çok daha güçlü olarak ortaya çıkabilir ve halk nazarında meşruiyet sorunu da yaşamaz.