Günümüz İslam alemi, tutarlı ve ilkesel bir birliktelik ortaya koyamayan, ümmetten uluslara dönüştürülmüş, parçalanmış ve duyarsızlaştırılmış, çıkar hesaplarının rahatça uygulandığı mazlum coğrafyalar. İslam toplumlarında yaşanan bu dağılmışlık ve acziyet devam ettiği için, emperyalist saldırganlık ve yağmacılık engel tanımaksızın Ortadoğu'da, Kafkaslarda, Afganistan'da ve dünyanın diğer köşelerinde 'sayılı günlerinden' harcamaya devam ediyor.
I. Dünya Savaşı sonrası parçalanan İslam topraklarının, masa başında sınırları cetvellerle çizilen ülkelerinden biri olan Irak, sahip olduğu petrol zenginliği ile öteden beri, üzerinde her türlü oyunun oynandığı ülkelerden birisi. 11 Eylül sonrası 'terörle mücadele' kamuflajını kullanan ABD saldırganlığının Müslüman coğrafyasındaki son hedefi Irak oldu. Kitle imha silahlarının varlığını iddia ederek ve BM eksenli uluslararası sistemi bile yok sayarak Irak'ı işgal eden ABD ve müttefikleri için bugün, savaşa gerekçe gösterdikleri sebeplerin de hiçbir önemi yok artık. Dünden bugüne bâki kalansa, Irak halkının yıllardır süregelen savaşlarda verdikleri kayıplar, çekilen bitmez acılar.
İHH İnsani Yardım Vakfı tarafından "IRAK; Baas Diktatörlüğünden ABD Hegemonyasına İnsani Durum" adıyla yayımlanan kitap, 1920'lerden günümüze kadar Irak'ta yaşananları, tarihsel arka planı ile kronolojik olarak özetleyen bir derleme. Murat Yılmaz, Ahmet Emin Dağ, Fatma Tunç, Aslıhan Akman, Ruşen Özkan, Can Dicle ve Ayşen Baylak'tan oluşan yazar kadrosuna sahip. Uzun, titiz ve kapsamlı bir araştırma sonucu yayına hazırlandığı anlaşılan kitap, hemen yanı başımızda, Irak'ta, olup bitenleri belgesel niteliğinde özetlemiş.
Kitabın 'Irak'ta İnsani Durum' başlıklı ilk bölümünde, insan hakları ihlallerinin tarihsel arka planı irdelenirken, Irak'ta hiç eksik olmayan şiddet ve gerilimin temel sebebi olarak, Irak milli kimliğinin kırılganlığı gösteriliyor. İngilizlerin I. Dünya Savaşı öncesi Musul, Basra ve Bağdat eyaletlerini birleştirerek oluşturdukları Irak devletinin sınırları toplumdaki çeşitlilikleri hiçe sayarak çizilmişti. Kitabın anlatımıyla özetlenecek olursa, "homojen olmaktan çok uzak, yeni kurulmuş ve batıdan devşirilmiş bir milliyetçiliği model alan böylesi bir ulus devletin tarihinin iktidar mücadeleleri, şiddet ve baskıya sahne olması çok da şaşırtıcı değildir. Irak toplumunun ideoloji ve etnik temelli farklılıklar gösteren unsurları, değişen iktidarlarla avantajlı ya da ezilen konumuna düşmüşlerdir. Farklı ideolojik özellikler gösteren iktidarlar merkezi otoritelerini güçlendirmek için ulus olma bilincinin yerleşmediği Irak toplumunun farklı kesimlerinin haklarına tecavüz etmişler, bunu yaparken onlara karşı toplumun diğer unsurlarını kullanmışlardır."
'Yaşam Hakkına Yönelik İhlaller' başlığında anlatılan katliamların en önemli faili, hiç kuşkusuz, 1968'den sonra darbe ile yönetimi devralan, Baas Rejimidir. Kitap da, bu planlı saldırıların en önemlileri olan Enfal Operasyonu ve bu operasyon kapsamında gerçekleştirilen Halepçe Katliamı geniş bir şekilde anlatılmış. Enfal 23 Şubat ile 6 Eylül 1988 tarihleri arasında coğrafi olarak altı ayrı Kürt bölgesinde yürütülen ve toplam sayısı sekiz olan eşgüdümlü bir askeri saldırıya verilen ad. Böylesi bir zulme Kur'an'dan savaş ganimetlerinin anlatıldığı bir surenin adının verilmesi, Saddam rejiminin Müslüman da olsalar Arap olmayan azınlıklara nasıl baktığının trajik bir örneği olsa gerek. Bu operasyonlarda öldürülenlerin sayısı, olayın vahametini ortaya koyar nitelikte. Öldürülenlerin sayısının en az 100 bin olduğu tahmin edilen bu operasyonlarla ilgili olarak, operasyonları yöneten 'Kimyasal Ali' lakaplı Ali Hasan el-Mecit'in ibretlik sözlerini ise kitaptan alıntılayalım; 'Nereden çıkıyor bu abartılmış 180 bin rakamı? 100 binden fazla olmamıştır.'(s. 44)
'Irak'ın Silahlarının Kaynağı: Batılı Güçler' başlıklı bölümde anlatılanlar, bugün Irak'a barış ve özgürlük getirdiklerini iddia edenlerin asıl gayelerinin hiç de bu olmadığını anlamada anahtar nitelikte. İran-Irak savaşı boyunca Irak'a, kimyasal silahlar dahil her türlü silah, para, teknoloji ve istihbarat yardımını yapan ABD ve müttefiklerinin konjonktüre göre nasıl hareket ettiklerinin ayrıntılı bir biçimde anlatıldığı bu bölümde, Enfal Operasyonu ve Halepçe Katliamının ABD tarafından nasıl görmezden gelindiği, hatta Kürtlerin yapılan zulüm hakkında bilgi vermesi için Washington'a gönderdikleri Mahmut Osman adlı temsilci ile, Saddam yönetimi ile ilişkilerin bozulabileceği endişesi ile kimsenin görüşmek istemediği gibi dikkat çekici notlara yer veriliyor.
'Dini Muhalefetin Bastırılması' adlı bölümde, Saddam yönetimince baskı altında tutulan diğer bir grup olan Şiilere yapılan baskılar anlatılmış. Bu bölümde dikkat çeken en tanıdık anektod, Irak sınırları içinde Şii kelimesinin direkt olarak kullanılmayıp, bunun yerine taifa, şuubiyya gibi kelimelerle Şiilere gönderme yapıldığının belirtilmesi.
Gerek Kürtlere, Türkmenlere ve diğer azınlıklara uygulanan Araplaştırma politikalarından gerekse de Şiilere uygulanan baskılardan yola çıkarak söyleyebiliriz ki, farklı kimlikler, yüzyıl boyunca ümmetten ulusa evrilmeye çalıştırılan İslam aleminde, yalnız Irak için değil, diğer ulus devlet yönetimlerinin de en önemli baş ağrılarından birisi olagelmiştir.
1991 Körfez Savaşı'ndan sonra merkezi otoritenin zayıflamasını müteakip çıkan isyanların ardından dozajını oldukça artıran Baas rejiminin zulmündeki keyfiliği gösteren bilgilerin yer aldığı bu bölümde aktarılanlardan öğrendiğimize göre, işkenceler, tutuklamalar ve yargısız infazlar alabildiğince uygulanmış, 1992'de çıkarılan bir kararla Baas Partisi üyelerine, rejim düşmanlarının mülklerine, bedenlerine zarar verme hatta ölümlerine yol açma gibi uygulamaları konusunda dokunulmazlık verilmiş, 12 farklı polis birimince halk gözetim altında tutulmuş, muhbirlik teşvik edilerek güvenlik sisteminin temeline komşularını gözetlemek durumunda bırakılan aileler ve bireyler konmuştur.(s. 75-77). Bu bölüm, korkular üzerine kurulu bir diktatörlüğü açık bir şekilde resmetmektedir.
Kitabın 2. bölümü 'Irak'ın Altyapı Sorunu', Körfez Savaşı'ndan bu yana 13 yıl boyunca sürdürülen BM ambargosu ve sonuçları üzerinde durmakta. Yaptırımların sebep olduğu insani krizin, sivil halka etkilerinin geniş bir şekilde anlatıldığı bölümde, BM'nin ABD ve İngiltere tarafından nasıl kullanıldığı, gıda, beslenme ve sağlık alanlarını etkileyen en temel unsurun kasıtlı biçimde uygulanan ekonomik ambargo olduğu gözler önüne serilmekte. 13 yıl boyunca uygulanan ambargonun kendisi kitle imha silahına dönüşmüş ve Irak halkının yaşam araçlarını çalışmaz hale getirmiştir. Bütün bunları okuduktan sonra akla ister istemez, işgal öncesi Irak halkının kendilerini çiçeklerle karşılayacağını söyleyen emperyalistlerin, her şeyi önceden planladıkları geliyor.
BM Irak İnsani Yardım Koordinatörü ve Genel Sekreter Yardımcısı Hans Von Sponeck 'inde nakledilen beyanatı birçok şeyi açıklamaya yeter nitelikte: "Bu zamana dek hiçbir ülke insanı maliyetleri hesaplanmaksızın böylesi uzun süreli ve şiddetli bir ambargoya hedef olmamıştır."
Ambargonun vahim sonuçlarına ilişkin değerlendirmeleri yine kitaptan aktaralım;
UNICEF'in Irak Sağlık Bakanlığı işbirliği ile yaptığı araştırmanın sonuçlarına göre Irak'ta 1991 ve 1998 yılları arasında 5 yaşın altında, 500.000 çocuğun öldüğü kaydedilmiştir. Tabii ki bu ölümlerin tek sebebi yaptırımlar olarak gösterilemez. Fakat yaptırımların başat sebep olduğu da muhakkaktır. Zira yaptırımlar, gıda, tıbbi müdahale, su ve diğer sağlık ilişkili etmenlere etki etmiştir. 5 yaşın altındaki ölümlerde 1999'dan buyana ciddi bir artış gözlemlenmese de ölümlerin 1990'dan önceki kayıtların çok çok üzerinde olduğu bir gerçektir. İngiltere Devlet Bakanı Brian Wilson BBC'ye verdiği 26 Şubat 2001 tarihli demeçte 'yaptırımların insanlara zarar verdiği hususunda hiçbir delil bulunmamaktadır' diyebilmiştir. ABD'nin BM temsilcisi Madeline Albright'la '60 minutes' adlı TV programında 1996 yılında yapılan programda Leslie Stahl'ın 'Irak da yarım milyondan fazla çocuğun öldüğünü işittik, sizce buna değer miydi?' şeklindeki sorusuna 'Sanırım zor bir seçim fakat bizce değerdi' diye cevap vermiştir. Albright'ın konuşmasının üzerinden 7 yıl geçene kadar Irak'a uygulanan yaptırımlar devam etmiştir.(s.122)
Yaptırımların neden olduğu ölüm artışları Foreign Affairs dergisinin 1999'daki bir sayısında vurgulanmış, Irak'da yaptırımlar sonucu meydana gelen ölümlerin 'tarih boyunca kitle imha silahları ile öldürülen insanların sayısını geçtiği bildirilmiştir. Buna rağmen uluslararası topluluk henüz bu uygulamanın yasallığını bile ciddi bir biçimde ele almış değildir.(s.130)
Kitabın 3. bölümünde Irak'ta çeşitli kereler yerlerinden edilip mülteci durumunda bırakılan halkın dramı özetlenirken, 4. bölümde ülkenin etnik yapısının tarih boyunca Amerika'nın yanı sıra, Suriye, İran ve Türkiye gibi bölge ülkeleri tarafından nasıl kullanıldığı anlatılıyor.
5. bölümde, ABD işgali sonrası oluşan yeni insani durum, kayıp bilançoları ile veriliyor. Bu bölümde üzerinde özellikle durulan konulardan birisi de son işgalin sadece Irak'ın petrol zenginliğini hedeflemekten ziyade, İsrail'in çıkarları doğrultusunda gerçekleştirildiği.
Yazarlarının, BM ambargosu sebebi ile hayatını kaybeden bir milyon Iraklı çocuğa ithaf ettikleri bu kitap, belgesel nitelikte bir başvuru kaynağı. Irak coğrafyasında yaşayan halkların, zalimler değişse dahi bitmeyen acılarının kısa bir tarihçesini merak edenlere...