Jules Payot, İrade Terbiyesi, Ediz Yayınevi, Çeviren: Hakan Alp
Kitabın arka kapağında Cemil Meriç’in: “Disiplin içinde çalışmayı bu kitaptan öğrendim.” sözü ile Prof.Dr. Ali Fuat Başgil’in, kitabı okumaya başladığında kendi kendine: “Ah bu kitap on sekiz yirmi yaşlarındayken elime geçmeliydi, diyor ve geciktiğime üzülüyordum.” sözleri yer almaktadır. Bu iki büyük fikir adamından bu sözlerin sadır olması kitabın kıymetini ortaya koymaya yeterlidir.
Eser 1893 yılında kaleme alınmış fakat 1908 yılında yayınlanmıştır. 100 yıldan fazla bir zaman dilimi. Buna rağmen kitabı okurken sanki günümüz insanından ve onların problemlerinden bahsettiğini müşahede edersiniz. Bunu sağlayan, şüphesiz ele alınan konuların güncelliğini asla kaybetmemesi, yazarın psikolog ve eğitimci kimliğidir. Kitabın yazılış amacı, iradeyi uzun süreçli ama kalıcı bir yolla terbiye edebilme yollarını göstermektir. Bu konuda yazarın asıl hedef kitlesi üniversite gençleridir. Ama kitap okunduğunda görülecektir ki ele alınan konular öğrencileri ilgilendirdiği kadar eğitimcileri ve birçok meslek dalı müntesiplerini de ilgilendirmektedir. Hatta şunu rahatlıkla söyleyebiliriz: Eser irade zaafı yaşayan, kendisini kontrol edemeyen ve yapmak istediklerini sürekli erteleyen tüm kitlelere hitap etmektedir.
Yazarın kendisi kitabına Nicola’dan yaptığı şu alıntı ile başlar: “Ne ilginçtir ki insanlar her türlü eğitim için bir öğretmene ihtiyaç olduğunu kabul ederler ancak davranış bilimlerine gelince öğrenmeye gayret etmez ve bunu önemsemezler.” Bu söz aslında yazarın kitabı kaleme almasındaki amacın özetidir. Zira insanın sadece ihtiyacını bilmesi veya bir şeyin çok gerekli olduğuna inanması tek başına yeterli değildir. Önemli olan gerekli olduğunu düşündüğümüz ve vazgeçilmez olduğuna inandığımız şeyi gerçekleştirmek için gayret göstermek ve onu fiilî olarak uygulamaktır. Tabii ki bunu yapabilmek için insanı eylemden alıkoyan unsurları, Payot’un ifadesiyle insanın düşmanlarını tanımak ve eyleme geçmemizi sağlayacak olan irademizi terbiye etmemiz gerekir.
Jules Payot, irade terbiyesi için insanın sürekli bazı düşmanlarla mücadele etmesinin gerekliliği üzerine vurgu yapar. O düşmanlar şunlardır:
1- İsteksizlik
2- Cinsel dürtüler ve şehvet
3- Kötü arkadaşlar
4- Tembellik bahaneleri
Aslında Payot’un belirttiği bu düşmanlar, Müslüman kimliğine sahip kişiler tarafından bilinen, tanınan şeylerdir. Peygamber(s) acizlikten ve tembellikten Allah’a sığınmış ve bunubizlere bir dua olarak öğretmiştir. Diğer taraftan İslam peygamberi, “Kişi arkadaşının dini üzeredir, o halde kiminle arkadaşlık yaptığına dikkat et.” buyurmuştur.
Şehvetin helal ve meşru daire içerisinde ıslahı zaten İslam tarafından ortaya konulan bir hükümdür. Bunları söylerken amacımız, insanlığın ulaşabileceği ortak hakikatlerin ve ilkelerin olabileceğine işaret etmektir. Yoksa “Zaten bu bizde var.” demek değildir. Zira acziyet göstermek, tembellik yapmak ve şehvetin esiri olmak, insanî vasıfların hâkim olduğu kişilerde galip gelmemesi gereken hususlardır. Bunlar insanlığın ortak meseleleridir.
Payot’a göre başarısızlıklarımızın neredeyse tek sebebi vardır: irade zayıflığı. Çaba göstermekten ve özellikle süreklilik gerektiren bir çabadan korkarız. Rahata düşkünlüğümüz ve tembelliğimiz bunun sebeplerindendir. Bu huylar insanda süreklilik arzeder. Süreklilik arzeden bu huylara karşı yapılacak düzensiz mücadele, mücadeleyi tekrar etmekten başka bir şeye yaramaz, sonunda da başarılı olunmaz.
Jules Payot yukarıdaki maddelerde ifade edilen isteksizlik ve tembelliğin sadece öğrencilerde değil birçok meslek grubunda yer aldığını söyler. Ona göre avukatlık, hâkimlik, doktorluk ve öğretmenlik ilk yıllarda etkin bir şekilde çalışılıp sonra zihnî çaba ve araştırmanın azaldığı ve var olan bilgilerle yetinildiği mesleklerdir. Tabiiki üniversite hocalarıda bu eleştiriden nasibini alır ve üretilen eserlerin hacimlerinin fazla ama niteliğinin az olduğuna vurgu yapar. Hatta yazılan eserlerin üst üste konulduğunda, Fransa-İtalya sınırında yer alan ve görme imkânını elde ettiğim 4702 m. yüksekliğindeki Mon-Blanc Dağı’nın yüksekliğine ulaşabileceğini ama nitelikten yoksun oldukları için tarihin bu eserleri unutacağını söylemektedir.
Öğrencilerin çoğunun hedefi ona göre çok yüksek değildir. Onların aradığı iş; itibarlı olması gerekmeyen, sabit maaşlı, üzerinde yaşlanacağı bir devlet koltuğudur. Tıpkı bir saat misali aynı hareketlerin tekrar edildiği, yeteneklerinin yavaş yavaş köreldiği bir iş olsun; yeter ki beynini yormasın, çok zorlanması gerekmesin. Yazarın bu tahrik edici ifadeleri okuyucuyu harekete geçirip kitabın devam eden sayfalarını okumaya sevk etmektedir.
Tembel ve uyuşuk öğrencilerin ve insanların hallerini usta bir şekilde betimleyen yazar “Tembeller yumruklarını sıkamadıkları için mutluluğun avuçlarının içinden kaçıp gitmesini seyrederler.” cümlesiyle duygularımızı harekete geçirir ve bizi çalışmaya sevkeder. Ama devam eden sayfalarda geçici duyguların tek başına çalışmayı devam ettirmede yeterli olmadığını öğrenince bu heyecanımız biraz sönmeye başlar. Çünkü kitaba göre gerçek ve verimli çalışma Peygamber’in(s) çok önceleri işaret ettiği gibi az ama düzenli eforla mümkündür. Böyle değilse yapılan çalışma muhtemelen tembel işidir. Düzenli çalışma tek hedefe yönelik olmayı gerektirir. Çünkü irade, gösterilen çabanın çokluğundan ziyade tek amaca yönelik olmasıyla kendini belli eder.
Payot’un iradeyi güçlendirmede ilk ele aldığı konu, çalışmanın verdiği mutluluktur. Çünkü ona göre tembellik bizi yaşama hevesinden uzaklaştırır. Yerine içi boş ve değersiz hayaller koyar. Sadece düzen, sükûnet ve verimli çalışmakla hayat gerçek mutluluğuna kavuşur. “Yaşadığımı hissediyorum.” duygusunu sadece çalışmayı alışkanlık haline getirenler elde edebilir. Bu his ise çalışmayı, mücadeleyi dörde katlar.
Jules Payot kendi döneminin eğitim sistemini ve sınav sistemini de eleştirmekte ve ezbere dayalı bir eğitim sistemiyle gerçek bilgiye ulaşılamayacağını ifade etmektedir. Ona göre okul zavallı gençleri her şeye temas etmeye mecbur bırakıyor ama gençler hiçbir şeyin esasına vakıf olamıyorlar. Öğrenciye öğrenmeyi öğretme yerine ona bilgi yükleniyor.
İrade konusuna dönecek olursak, Payot,irademize hâkim olabilmemiz için bazı önerilerde bulunmaktadır. Onlardan birincisi, kendimize günlük vazifeler belirlemektir. Bu vazifeler çalışmayı ve bir şey uğruna çaba göstermeyi kişide alışkanlık haline getirecektir. İkincisi, dağınık çalışmaktan uzak durup sarf edilen çabanın tek bir neticeye yönelik olmasıdır. Üçüncü olarak da önerisi; tüm önemli fikirlere düzenli itina, hassasiyet, samimi bir dikkat göstermek gerekliliğidir. Bu da bu fikirleri zihnimizde canlı tutmakla gerçekleşir. Zira fikirler sadece içimizden geçip giderse hiçbir kıymeti olmaz ve vuku da bulmaz.
İrade terbiyesi ile özgürlük arasında bağlantı kuran Payot’a göre özgürlük, kendimizi kontrol etmektir. Zira gerçek özgürlük için kusursuz bir öz hâkimiyeti gerekir. Bunu yapabilmek için yapılması gereken kişinin kendisini tanımasıdır. Ona göre bu konuda bize yardımcı olacak ilim, psikoloji ilmi ve onun kanunlarıdır. Bu kanunlar hem özgürlüğümüzün garantisi olacak hem de kendimizi tanımamızı sağlayacaktır. Bu tanıma, hayata dair bir planımızın olup olmadığını ortaya koyacaktır. Hayata dair bir plan sahibi olmak herbir şahsın arzuladığı bir şey olsa gerek. Belki de Allah’ın gönderdiği kitap ve seçtiği peygamber hayata dair en uygun bir planın temel esaslarını belirlemektedir. Kişi işte bu noktada iradesini kullanırsa çizilen plan kişiyi hem dünya hem de ahiret başarısına ulaştıracaktır. Yoksa insan, yazarın anlattığı düşmanların oyuncağı haline dönüşür.
İnsanın düşmanlarından birisi daha önce ifade edildiği üzere tembelliktir. Kişi tembellik yüzünden kendini tamamen bırakırken ortamında ahlaki açıdan korunaksız hale gelmesine sebep olur. Diğer bir deyişle tembellik insanı şehvete, şehvet ahlaksızlığa, ahlaki çöküntü de insanı tembelliğe iter.
Şehvet insanda var olan bir enerji ve kuvvettir. İnsanda var olan enerjiyi doğru yola kanalize etmek yapılacak en akıllıca eylemdir. Yazarın bu konuda önerisi -belki sizlere farklı ve enteresan gelecekama- erken evliliktir. Zira ona göre geç evlilik sebebiyle şehvetinin eseri olup hayatları kayan azımsanmayacak sayıda genç vardır. Nice hayaller, sağlıklar ve enerjiler çılgınca harcanmıştır. Yazar günümüzde evlilik yaşının 30’ları aşmaya doğru meyledeceğini bilse idi herhalde büyük bir şok geçirirdi.
Çok fazla yeme, kitaplarda şehveti tahrik edici anlatımların yer alması ve toplumun şehvet noktasındaki yanlış yaklaşımları gençleri olumsuz etkilemekte ve şehvete sürüklemektedir. Yazar kendi toplumunda 20 yaşında bir gencin bakirliğiyle alay edilmesinden ve erkekliği ispatın şehvetle mümkün olacağı yargısından şikâyet etmektedir. O, şu önemli soruyu sorar: “Gerçek güç gösterisi, gerçek enerji, kendini kontrol etmek ve iradesine hâkim olmak değil midir?”
Payot’a göre parayı ve zamanı toplum olarak aptalca harcamaktayız. Ona göre para ve zaman gezilecek müzeler, muhteşem fikirler veren kitaplar, zekice yapılan sohbetler, sevdiklerimiz ve arkadaşlarımızla yapılan güzelim yürüyüşler için harcanırsa insana mutluluk verecektir. Zevk ve sefayı takip edene düşense mutsuzluktur.
“Aptallık bulaşıcıdır.” Yazarın bu sözü, insanın düşmanlarından kötü arkadaşın ne yapabileceğini anlatmada anahtar cümledir. Ben buna “Zekâ da bulaşıcıdır.” sözünü ilave etmek istiyorum.
Düşmanı tanımak da tek başında yeterli olmuyor anlaşılan. İnsanın iradesini kontrol edip başarılı olması için bazı desteklere ihtiyacı vardır. Yazarımız bunları iç ve dış destekler şeklinde ifade etmektedir. Dış destek dediğimizde anlamamız gereken kişinin yaşadığı toplum ve onu kuşatan çevresidir. Çevremizdekiler tıpkı yelkeni şişiren bir rüzgâr gibidir, sadece şişirmekle kalmaz bizi pasif bırakma pahasına teknemizi de yönlendirir. İşte bu gücü kendi hayrımıza kullanmalıyız. Bu hususta ailenin, okulun ve aynı hedefi paylaşan üç beş arkadaşın önemi ön plandadır. Özellikle öğretmenlere, öğretim görevlilerine büyük iş düşmektedir. Zira öğrenci üniversite ortamında yalnızdır. Onu lise yıllarında çalışmaya yönlendiren çevresi değişmiştir. Artık onu zorlayan öğretmenleri ve velileri etrafında bulunmamaktadır. Bu noktada öğretim görevlisinin bir yönlendirmesi öğrencinin hayatında önemli yere sahip olacaktır. Üniversite öğrencisinin iki temel ihtiyacı vardır: ilki ahlaki açıdan yönetilmesi, ikincisi de çalışma metodu açısından yönlendirilmesi. İkisinin ortak yanı ise bu ikisinin ancak öğretmenin öğrenciyle samimi iletişim kurmasıyla gerçekleşmesidir. Ona göre üniversitelerdeki başarılar ancak bu tarz iletişimler sayesinde oluşacak bilimsel heyecan ile olacaktır. Diğer bir dış destek de büyük üstatların etkisidir.Yazara göre yaşayanlara nispeten daha fazla destek alacağımız kişiler ölülerdir. Tabiiki bununla kastı hayatı yaşayanlardan daha iyi aktarabilen ölülerdir. Kendisi bu şahıslara “büyük şahsiyetler ordusu” ismini vermektedir. Bu tespitler hatıra ve biyografi tarzı eserlerin önemini çarpıcı bir şekilde ortaya koymaktadır. Jules Payot, bu yüzdendir ki eserinde kendi döneminde büyük şahsiyetlerin hayatlarını toparlayan bir kitabın olmamasını büyük bir kayıp olarak görmektedir.
İç kaynaklarımız ise
1- Derin düşünme ve tefekkür
2- Eylem yani harekete geçme
3- Sağlık.
Jules Payot, düşüncelerimizin karakterimiz ve eğilimlerimiz üzerinde etkili olduğunu söylemektedir. O yüzdendir ki tefekkür üzerinde uzun uzadıya durmuş, tefekkürün irade terbiyesindeki önemini ve nasıl tefekkür yapacağımızı ayrı ayrı başlıklarda tahlil etmiştir. O ilk önce tefekkürün ne olmadığını ortaya koymaya çalışır. Ona göre tefekkür, zihnin düşüncesi ve duygusal hayaller değildir.
Tefekkürün amacı; ruhumuzdaki nefret ve şefkat duygularını harekete geçirmek, davranışlarımıza düzen getirmek, kendimizi karar almaya itmek, iç ve dış kaynaklı fırtınalı ruh hallerinden kurtulmak olmalıdır.
Tefekkür ancak farklı duygu ve fikirler için “içimizde damıtma” işlemi yaptığında, soyut olanları hassas, canlı duygulara çevirdiğinde, dünyamızda güçlü duygular ve tepkiler uyandırdığında görevini yapmış ve tamamlamış demektir.
Tefekkürün nasıl gerçekleştiğini ise kimyadaki billurlaşma yada kristalleşme örneğiyle anlatır. Birçok farklı maddenin bulunduğu bir kap içerisine bir kristal koyarsak, karışımda bulunan moleküllerden kristalle aynı türde olanlar ilginç bir çekim gücüyle yavaş yavaş kristalin etrafında toplanmaya başlar. Durgunluk devam ettikçe kristal büyür. Sükûnet haftalar ve aylar sürerse laboratuvardan o muhteşem kristaller çıkar. Ancak sıvıyı sürekli karıştırırsak, müdahale edersek kristal küçük ve cılız kalır. Aynı şey psikolojide de söz konusudur. İşte dış tahrikler insanın aklını çelmekte ve düşüncede kristalleşme gerçekleşmemektir. Sükûnet ve sistemli tefekkür aynı fikirlerin birleşmesini sağlayacak ve insanı eyleme sürükleyecektir. O halde tefekkür nedir, diye sorsak yazarımızdan şu cevabı alırız: “Tefekkür, duyguların filizlendirilip enerjiye dönüştürülmesidir.” Bunu ancak yukarıdaki kristal örneğindeki gibi sükûnet ve yoğunlaşma gerçekleştirebilir. Düşünmemize engel olan tembellik vb. olumsuz şeylerden nefret etmemiz gerekiyor ki doğru düşünmenin önüne engel oluşturmasınlar. Yine mevcut duyguların ortaya çıkmasını sağlayacak kitaplar okunması da bu konuda yardımcı olacaktır. Payot, bu konuda seçici davranılması gerektiğini söyleyerek “kafası meşguller” ile “gerçek düşünürleri” birbirinden ayırt etmemiz gerektiğini söyler.
Tefekkür işi kelime ve kavramlarla olur. O yüzden kullandığımız kelimenin zihnimizde canlandırdığı imaj önemlidir. O imaj tecrübeyle elde edilmiş olmalıdır ki doğru tefekkür gerçekleşsin.
Kargaşadan uzak durmak, tefekkür etmek, içimizi dinlemek, faydası olacak kitapları ve notlarımızı tekrar tekrar okumak, hangi davranışın nasıl bir tehlike yaratabileceğini somut olarak derinlemesine düşünmek, akıl yürütürken bize yardımcı olacak en önemli adımlardır. Düşüncemizi yazmak, farklı bölgelerde yürüyüşler yapmak, sabah uyanır uyanmaz gün içerisinde yapacaklarımızı düşünmek yine bu konuda faydalı olacaktır. Jules Payot, bu sayılanları artık bir alışkanlık olarak değil ihtiyaç olarak isimlendirmektedir.
Jules Payot, eserinde birçok yazardan alıntılarda bulunur. Bu alıntılar onun konuyla ilgili geniş bir eser yelpazesinden faydalandığını göstermektedir. Mesela irade terbiyesinde eyleme geçmenin ve sürekliliğin önemiyle ilgili Bossuet’ten şu alıntıyı yapar: “Ani çıkışların büyük düşüşleri olur. Mütevazı, küçük bir tohum gibi basit alışkanlıklar büyük davranışlara dönüşür.”
Payot’a göre eylem insana şunları sağlar:
1- Küçük hareketlerimiz karakterimize etki ederek davranışların oluşmasına neden olur.
2- Hareketler düşünceyi canlandırır.
3- Hareket; tepki göstermek, isteğimizi ifade etmektir. Yani davranışlarımızla taraf oluruz.
4- Hareket ve eylem insana keyif verir. Tefekkür sonrası eylemin gelmesi tefekküre hareketi eklemenin önemini vurgulamaktadır.
Payot, irade terbiyesindeki iç kaynaklardan birisi olarak sağlıklı olmayı zikretmişti. Bu bölümü ele alırken bir doktor, bir sağlık uzmanı gibi hareket etmekte ve konuyu ilmî izah ve bilimsel verilerle açıklığa kavuşturmaktadır. Mesela şu tespiti önemlidir: “Midenin etrafı sinir ağıyla çevrili olduğundan bu organdaki düzensizliklerin sinir sistemine etkisi büyük önem arz etmektedir. Yemekten sonra kan başa hücum edince başımız ağrır, ayaklarımız kolaylıkla soğur. Üzerimize ağırlık çöker. Sinir sistemi yavaşlar.” Hatta o, kendi zamanında yiyeceklerin protein, yağ, karbonhidrat içeriklerini gösteren bir broşür hazırlanması ne iyi olurdu, temennisinde bulunur. Yazarın temennide bulunduğu bu tarz broşürler günümüzde her yerde olmasına rağmen, insanların bunlara dikkat etmemeleri, Jules Payot’un da belirttiği gibi bilmenin tek başına yeterli olmadığını, eyleme yani harekete geçmenin gerekli olduğunu ortaya koymaktadır.
Onun önerdiği ise düzgün beslenme, aşırı yememe, temiz hava teneffüs etme, masada çalışırken belin dik durması, düzenli spor yapma, çalışma sonrası dinlenme vs.dir. Zira tüm bunlar zihinsel aktivitelerimizi etkilediği gibi yetilerimizin gelişmesine de yardımcı olmaktadır.
Tabii ki spor yaparken ağır egzersizleri asla önermez. Zira verdiği bir araştırma sonucuna göre İngiltere’de vücut geliştirme sporunun yaygınlaşmasıyla birlikte toplumdaki kabalık artmıştır. Her bir köşede kaslı insanların resimlerinin asılı olduğu vücut geliştirme salonlarının artması acabayaşadığımız toplumdaki kabalığın sebeplerinden birisi olabilirmi? Öncelikli husus beden olunca doğal olarak zihinsel faaliyetler ve aktiviteler toplumda değerini kaybedecektir. Bu da Jules Payot’un eserinde belirli aralıklarla zikrettiği keyfiyetin yitirilmesine neden olacaktır. O, bu konuyu şu etkileyici tespitiyle ifade eder: “Günümüzde zaferler büyük kas gücüyle kazanılmıyor. Büyük buluşlarla ve büyük fikirlerle oluyor.”
Onun önerdiği çalışma, dinlenme ve uyuma şekline baktığımızda insan fıtratına ve sağlığına uygun şeyler olduklarını rahatlıkla görürüz. Erken yatıp erken kalkmayı tavsiye etmesi, çalışma sonrası dinlenmeyi tembellik olarak kabul etmemesi, yine zaman zaman gezip dolaşmayı çalışmanın ve düşünmenin bir parçası olarak kabul etmesi, en verimli zaman dilimlerinin sabahın erken saatleri olduğunu söylemesi, birtakım yerel oyunlara iştirak etmeyi verimliliği artırmanın bir parçası olarak sayması onun dengeli bir hayat görüşünün ve yaşam tarzının olduğunu göstermektedir.
Bu eserde merak edilebilecek konulardan bir tanesi de şüphesiz dinin irade terbiyesindeki yeridir. Payot, bu konuda acaba ne düşünmektedir? O, kitabın ilk sayfalarında özellikle 17. ve 18. yüzyılın bir bölümünde dinin insanların hayatlarında önemli bir yer teşkil ettiğinden, bu sebeple irade terbiyesinin genel itibariyle insanlık için bir sorun olmadığından bahsetmektedir. Ona göre Katolik Kilisesi inananların karakterlerini şekillendirmede etkindi. Bu etkinlik kaybolunca irade terbiyesi problemibelirgin bir şekilde ortaya çıkmaya başladı. Yine ona göre dinin onayı olmadan ahlaki karakterin oluşması pek mümkün değildir.
Özellikle irade terbiyesinde ölümden bahsetmeside önemlidir. Ona göre ölüm olayı; insandaki hırsı, kendini beğenmişliği, egoizmi zayıflatmak için en elverişli olgudur. Ama o da etki etmemektedir. Çünkü ölüm duygusu üzerinde tefekkür edilmemekte ancak o hakikatle yüzleşince ölüm duygusu ortaya çıkmaktadır.
Jules Payot tüm bu inceleme ve araştırmalarının sonucunda şu sonuca varmıştır: Bizler karakterlerimizi şekillendirebilir ve irademizi terbiye edip kontrol edebiliriz. Ama bu kolay değildir. Uzun kalıcı bir yolla bu gerçekleşebilir.
Yazımızı Jules Payot’un şu enfes tespiti ve çözüm önerisiyle bitirelim: “Yüzyılımızda zamanımızı dış dünyayı keşfe ayırdık. Bu keşifler şehvet ve arzularımızın kabarmasına ve sonuç olarak daha fazla endişeye, sarsıntıya ve üzüntüye neden oldu. Çünkü dış dünyayı keşfederken iç dünyamızdan olduk. Asıl önemli olan mutluluk kaynağımız olan zihnî mutlulukları bir kenara bıraktık.”
Çözüm çok basit. İlkokuldan ve ortaokuldan itibaren çocuğa iradesine hâkim olmayı sağlayan ahlaki değerlendirmesi şarttır. Kişi yavaş yavaş kendisine hâkim olmayı öğrenmek zorundadır. Doğru amaçlar için mücadele etmenin iyi bir şey olduğu, kendini kontrol etmenin akıl için ne denli önemli olduğu unutulmamalıdır. İrade terbiyesinin gerekliliğini ve getirisini düşünen kişi, bu işi hayatının odak noktasına koyarak kendisi için en önemli mevzu haline getirmelidir.
* Ahmet Turan Özdemir, Cumhuriyet Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Öğretim Görevlisi.