80'li yıllarda tüm Orta Doğu'da müşahade edilen yükselen İslami dalganın bir yansıması olarak ortaya çıkan Filistin İntifada'sı, bugün de sıcaklığını koruyor. 87 Aralık'ından bugüne dek geçen uzunca bir zaman ve yaşanan çok hızlı değişimlere karşın İntifada gelip geçici bir tepki değil, kalıcı bir olgu olduğunu ortaya koydu ve Orta Doğu siyasetinde yalnızca Filistin'le sınırlı kalmayan genel bir tavır alışı, bir hareketi temsil etmeye doğru evrilerek bugünlere geldi. Bugün İntifada daha doğru bir anlatımla Filistin İslami hareketi, evrensel İslami hareketin sadece bir yansıması değil, aynı zamanda güçlü bir katalizörüdür de. Gerek emperyalist saldırganlığa karşı mücadelesi gerek işbirlikçiler eliyle dayatılmaya çalışılan statükoya karşı tavrı ile tüm dünya müslümanları ve ezilen halkları için canlı, tutarlı ve şerefli bir örneklik teşkil etmektedir. Filistin İslami hareketi, özellikle Yeni Dünya düzeni olarak adlandırılan yeni emperyalist statükonun baskıcı ve dayatmacı politikaları ve uzlaşma girdabına sürüklenme tehlikesine karşı, direnebilme cesaret ve azmini gösterebilmekle de sahih bir geleneği temsil etmektedir. Filistin İslami hareketinin Orta Doğu ve dünya siyaseti açısından işaret ettiği önemli göstergelere ve sonuçlara değinmeden önce, Filistin İslami hareketinin pratiğe yansıyan yüzü olan "İntifada" olgusunu kısaca tanımlamaya çalışalım.
Nedir İntifada?
İntifada bir başkaldırı, bir özgürlük çığlığı, bir kıyamdır. İşgalci güce, şimdiye dek şu veya bu biçimde sürdürmeye muktedir olduğu işgalini, zorbalığını, zulmünü artık daha fazla sürdürmesinin mümkün olmadığının en açık, en yalın ifadesiyle ilanıdır. İşte Filistinli gençler bu ilanı, bu bildiriyi Filistin sokaklarında yaktıkları ateşler ve işgalci askerlere savurdukları taşlarla Aralık 1987 tarihinden itibaren tüm dünyaya duyurmuşlardır.
İntifada kan ve gözyaşlarıyla dolu Filistin tarihinde yeni bir sayfa açmıştır. Nedir bu sayfanın ayırıcı özellikleri? İntifada'nın süreklilik içeren bir hareket oluşu, ayrıca halkın tüm kesimlerinin katılımını sağlayacak ölçüde kapsamlılığı ayırıcı özellikleri arasında göze çarpmaktadır. Ama en önemlisi İntifada ile birlikte Filistin direnişi ideolojik planda her geçen gün milliyetçi ve solcu bir kimlikten, daha İslami bir kimliğe doğru yol almaya başlamıştır. Elbette İntifada sadece Filistinli İslami güçler ile sınırlı olmayan ve İslam dışı unsurların da katılımda bulunduğu bir hareket olarak başlamış ve devam etmiştir. Fakat olaya esas rengini veren, hatta kimliğini oluşturan güç İslami hareket olmuştur. Ayrıca mücadelenin netleşmesi ve kızgınlaşmasına paralel olarak milliyetçi çizginin uzlaşmacı tavrı belirginleşirken, İslami hareket mücadele zeminini bütünüyle kuşatmıştır. Buna bağlı olarak, Filistin direnişinin nihai temsilcisinin İslami hareket olduğu gerçeği pekişmiştir.
Taşlarla başlayıp, petrol bombalarıyla süslenen ve İslami Cihad ve HAMAS'a mensup mücahitlerin kahramanca silahlı eylemleriyle taçlanan bu hareketin siyonist işgalcileri ne ölçüde bezdirdiğini bizzat siyonist yetkililer pek çok kez kendi ağızlarıyla ifade etmişlerdir. Yine Filistin halkının kendi geleceğine sahip çıkma kararı siyonist rejim yanında bölgenin işbirlikçi rejimlerini de sıkıntıya sokmuştur.
On yıllarca Filistin sorununu masa başında bir kart olarak kullanma siyaseti gütmüş bulunan işbirlikçi Arap rejimleri İntifada sarsıntısını atlatmak için selameti emperyalizmin dayattığı uzlaşmacı, teslimiyetçi politikalara daha fazla sarılmada bulmuşlardır.
Hiç şüphesiz İntifada sarsıntısını en fazla hisseden güç ise FKÖ olmuştur. FKÖ baştan beri taşıdığı ideolojik tutarsızlık yanında, bel bağladığı Arap rejimlerinin 1982'de İsrail'in Lübnan'ı işgali karşısında takındığı teslimiyetçi tutumları sonucunda tam bir hayal kırıklığına uğramıştı. Bu çaresizlik içinde bindiği uzlaşma kayığında adeta bir o yana, bir bu yana sürüklenmeye başlayan FKÖ, İntifada'nın patlak vermesiyle birlikte, fırsatçı bir yaklaşımla İntifada'nın kazanımlarını politik arenada devşirme stratejisi izlemeye koyuldu. 1988 yılında Cezayir toplantısında büyük iç tartışma ve eleştirilere yol açan İsrail'in "zımmen" tanınması kararı, süreç içinde Gazze ve Eriha ile sınırlı bir özerklikle yetinme buna karşılık da siyonist işgalin her şeyiyle kabullenilmesi zilletine boyun eğmeyi getirdi. Bugün FKÖ; Gazze'de üstlendiği rolle, Filistin'in siyonistlerce işgalini meşrulaştıran bir konumdadır. 67 öncesinde işgal edilen Filistin toprakları resmen Siyonistlere bırakılırken, 67. sonrasında işgal edilen -Gazze ve Eriha haricindeki-toprakların statüsü de "barış süreci" diye adlandırılan muğlak bir geleceğe ertelenmiştir. "Önce Gazze ve Eriha" şiarıyla özerklik yönetimini oluşturan FKÖ, süreci devam ettirebilmek için her adımda İsrail'in muvafakatim almak zorundadır. Bunun, İsrail'in sürekli şantajlarına ve dayatmalarına boyun eğmek anlamına geleceği kuşkusuzdur. Kısacası barış süreci, iplerin tümüyle Siyonistlerin elinde bulunduğu bir teslimiyet sürecidir.
Peki, "bol yetkili bir belediye başkanından daha muktedir" sayılamayacak bir konumda bulunan Arafat ve fedailerinin Gazze'de devletçilik oynaması ne anlama gelmektedir? Arafat yeni dünya düzeninde kendisine biçilen, klasik sömürgecilikten yeni sömürgeciliğe geçişi sağlama rolünü oynamaktadır. Bu rol tüm Orta Doğu'da yaklaşık yarım asırdır sergilenmekte olan sözde bağımsızlık adına emperyalist statükonun yeni düzenlemelerle sürdürülmesi, yeni perdelemelerle kamufle edilmesi rolüdür. İşte Arafat'ın yetki ve hakları ancak bu işbirlikçilik görevini icra etmesine yetecek kadardır. Bu itibarla, 13 Eylül 1993 tarihinde Washington'da imzalanan barış anlaşmasının maddeleri arasında en önemli hususlardan biri, Arafat'a bahşedilen (!) 20 bin kişilik polis gücü oluşturma yetkisidir, öyleki 1994 yılı için Arafat'a taahhûd edilen ve ancak %20'si karşılanan dış yardımın neredeyse tamamı bu polis gücünü oluşturmaya harcanmıştır.
Bilindiği gibi İsrail'in Gazze'ye tanıdığı özerklik göstermelik ve sahte bir özerkliktir. Siyonist işgal ordusu gerekli gördükleri her zaman ve zeminde müdahalede bulunmaya yetkilidirler. Öyleyse bu Filistin polis gücü ne işle iştigal edecektir? Tabii ki "huzur ve güven ortamının tesisi işiyle. Daha açıkçası, işgal topraklarında hızla büyüyen İslami hareketi bastırma, sindirme işiyle.
Siyonistler özellikle İntifada ile birlikte bir ateş topuna dönüşen Gazze'deki alevleri bastırma işini ustaca bir stratejiyle Arafat'a devretmişlerdir. Arafat da efendisinin gözüne girmeye can atan bir hizmetkar edasıyla bu kirli işi, bu utancı üstlenmiştir.
En son olarak 18 Kasım 1994 Cuma günü Arafat'ın polislerinin Gazze'de İslami hareket mensuplarına karşı giriştikleri katliam adeta siyonistlere şapka çıkarttırmıştır. Bir günde 12 ölü, yüzlerce yaralı! Filistin polisinin gösterdiği bu yüksek performansı(!) siyonist askerler dahi 7 yıllık İntifada süresince çok az kere yakalayabilmişlerdir.
Filistin polisi İslam dünyasında çok iyi bilinen, sürekli yaşanan klasik bir rolü oynamaktadır. 18 Kasım Cuma günü Gazze'de yaşananlar geçen yıl Beyrut'ta yaşananlara ne kadar da çok benziyor. Hatırlanacağı gibi, 13 Eylül 1993 günü Hizbullah'ın çağrısıyla FKÖ ve İsrail arasında imzalanan İhanet Antlaşmasını protesto gösterisine katılan halka karşı Lübnan askerlerinin açtığı ateş sonucu 5 kişi ölmüştü.
Gazze'de Arafat'ın polislerinin katliamı sonrasında yapılan resmi açıklama bile oyunun ne kadar klasik bir tarzda oynandığını göstermeye yetiyor:
"... göstericiler arasına karışan bir takım silahlı kişilerin güvenlik güçlerine ateş açmaları ile başlayan olaylarda..." Bu açıklama tarzı adeta evrensel bir kalıp. Daha Filistin yönetimi henüz kurulalı bir yıl bile olmadı. Ama resmi açıklama şablonunu şimdiden kapmış görünüyor. İşbirlikçi yöneticilerin Filistin halkına vereceğini işte bu resmi açıklamalar temsil ediyor!
İntifada yedi yıl boyunca çok şey öğrendi. Kendini geliştirdi ve sürekli yenilemeyi başardı. Yedi yıl öncesinin taş atan çocukları bugün siyonistleri bunaltan silahlı eylemler düzenliyorlar. Üstelik çok kahramanca ve gayet de başarılı bir şekilde. Arafat'ın polislerinin cinayetlerine ve Siyonistler hesabına giriştikleri kışkırtıcı tutumlarına rağmen Filistinli İslami grupların, Filistinliler arası bir çatışmadan ısrarla kaçınarak sürekli siyonist hedefler üzerine yoğunlaşmaları da son derece basiretli bir tutum. Öte yandan tüm bu yalın gerçeğe karşın, bir takım çok bilmiş Orta Doğu uzmanlarının hala Filistin'de İslami güçleri İsrail'in FKÖ'nün gücünü bölmek gayesiyle desteklemiş olduğu iddiasını tekrarlayıp durması ise hayret verici!
Evet İntifada, bu yedi yıl boyunca çok şey öğretti ve öğretmeye devam ediyor da. Tüm dünyada ve özellikle Orta Doğu'da yaşanan hızlı gelişmelere bağlı olarak emperyalist saldırganlığın yoğunlaştığı ve işbirlikçilik olgusunun belirginleştiği günümüzde İntifada şüphesiz daha bir anlamlı. Yerli ve yabancı tüm İslam düşmanı çevrelerin "gelişen köktendincilik tehlikesi"ne karşı sergiledikleri ortak tepki ve tavırlar Filistin özelinde "HAMAS" üzerinde odaklanıyor. Hep bir ağızdan oluşturulan koro aracılığıyla dünya kamuoyuna nakşedilmeye çalışılan "HAMAS terörist örgütü" şablonu dikkat edilecek olursa sadece Filistin İslami hareketi ile sınırlı tutulmuyor. Bilakis tüm dünyada gelişen İslami hareketlerin bütününe şamil kılınmaya çalışılıyor.
Emperyalizmin dayattığı statükoya ve bu statükoya dayalı çözümlere karşı çıkan tüm İslami çabalar fanatik olmakla, barış karşıtı olmakla, teröristlikle suçlanıyor. Uzlaşmacılık, işbirlikçilik ödüllendirilirken, müstekbirlerin dayatmalarına karşı çıkışlar mahkum edilmeye çalışılıyor.
Orta Doğu'da İslami hareketin yükselişine paralel olarak ortaya çıkan bir gelişme de işbirlikçi iktidarlar arasında mevcut bulunan ağın yoğunlaşmasıdır. Bölgedeki Arap rejimlerinin birçoğu barış antlaşmasının imzalanmasını fırsat bilerek adeta İsrail ile ilişkilerini geliştirme yarışına girişmişlerdir. Fas'tan Suudi Arabistan'a kadar tüm işbirlikçi iktidarlar siyonist rejimi adeta "hasret ve muhabbetle" kucaklar bir tavır ortaya koymuşlardır. Ama siyonistlerle işbirliği açısından bölge ülkeleri arasında en açık ve en pervasız tutum şüphesiz T.C. nin tutumu olmuştur. T.C. başbakanın son İsrail ziyareti ile pekişen ve adeta dizginlerinden boşalan İsrail muhabbeti T.C.'nin siyasi ve ideolojik kimliği ve konumunun en açık bir biçimde gözler önüne serilmesine katkıda bulunmuştur. "Terör ve köktendincilik tehlikesi"ne karşı laik T.C. ve siyonist İsrail arasında gelişen yakınlık ve işbirliğini kimi zaman algılamakta zorluk çeksek de temel de Türkiye İslami hareketi ile Filistin İslami hareketinin birbirinden çok da uzak olmadıklarına ve ortak bir kaderi paylaştıklarına işaret eden bir gösterge olmuştur.