-Türkiye'de uygulanan Tarım politikaları hakkında ne düşünüyorsunuz?
-Türkiye'nin tarım siyasetini anlatabilmek için, bu üç unsurun da ayrı ayrı incelenmesi gereklidir. Böyle bir yaklaşım ancak gerçekçi ve sağlıklı bir yol tutmamızı sağlar. Siyasetin birçok tarifini okudum. Ancak çok kısa ve net bir tarifi var ve ben de ona inanıyorum: 'Toplumları en iyi biçimde en çok mutlu kılabilmek sanatıdır.' Türkiye'deki hiçbir siyasi yapılanma böyle bir umut vermiyor. Bu bozuk yapıyı daha da bozmaya çalışıyor. Statükoyu sürdürme peşinde. Daha da önemlisi bütün bu kaos, insanlarımızı umutsuzluğa sürüklüyor. Şunu öncelikle belirtmek gerekir ki; Türkiye'de ahlak ve umut erozyonu var. Halk kimseye güvenmiyor. Her gelen yönetimin, her etkin gücün kendi cebini doldurmaktan başka bir meselesi olmadığı inancında. Türkiye'de tarım konusuna gelince, Türkiye'de üzülerek söylüyorum, tarım diye bir şey yoktur. Bitmiştir tarım. Aslına bakarsanız Türkiye kendini 'tarım ülkesi' olarak tarif etmektedir. Halbuki böyle bir şey yok ortada. Yabancıların gelişmekte olan ülkeler vasıflandırması, geri kalmış ülkeler anlamına gelir. Amerika nüfusunun yaklaşık olarak %3'ü tarımla iştigal ederken, koskoca bir kıta olan ülkelerini besledikleri gibi, dünyanın önemli bir kısmını da doyurmaktadırlar. Öte yandan AB ülkelerinin 330 milyon toplam nüfusunun %8'i toprağa bağlıdır. Bu ülkeler bilgi çağında yaşıyorlar. Bunu nasıl anlamak lazım. Bunu bizim daha 'tarım ülkesi' olamadığımız şeklinde anlamak lazım. Çünkü tarım ülkesi olmak bilgiyle olur. Henliyli Walter isimli bir bilim adamı 13. yüzyılda yazdığı bir kitapta; "Tarlalardaki sap ve anız hiç yakılmamalı, yapıların damlarını örtecek kadarı biçilip toplandıktan sonra kalanı olduğu gibi sürülüp toprağa karıştırılmalıdır. Mısır sapları da olabildiğince yukarıdan kesilmeli, anızları çürümeye bırakmalıdır. Hasattan arta kalan sap ve ot, kompostoya (yeşil gübre) dönüştürülmek üzere toplanarak yollara atılmalıdır." 2000'li yıllardayız ve Türkiye'de hala anız yakılıyor. Anız yakılırken toprağı çürütüyor, ne kadar mikro organizma varsa hepsini yok ediyoruz. Bununla birlikte ormanlarımız yanıyor. Bunlar bilgiyle giderilir, eğitimle giderilir. Tarım toplumu ancak bu şekilde gelişir. Türkiye'de tarım alanında çalışan nüfus yaklaşık %45'tir. İşte Türkiye'de tarımın ana sorunu budur. Bununla birlikte birimden elde edilen verim düşüktür. Tarımda çalışan nüfus fazla, elde edilen gelir düşük, ekilen alan fazla, kaldırılan ürün düşük, beslenen et hayvanı fazla, elde edilen et miktarı düşük, beslenen süt hayvanı fazla, elde edilen süt miktarı düşük, yüzölçümüne göre yeterli orman alanı yok, olanlar da yakılıyor, meraları vasıfsız ve verimsiz. Tüm bunlar bilgisizlikten kaynaklanıyor. Biz hala çağ dışı yöntemlerle tarımı geliştirmeye çalışıyoruz. Devlet bütün imkanlarıyla bunu çözebilecek rantabilite de çalışmak zorunda. Bizim Doğu ve Güney sınırımız Suriye ve İran'a canlı hayvan kaçakçılığını önlemek için vardı. Şimdi oradan canlı hayvan girişini önlemek için var. Hayvancılık bitirildi. Bütün bunların nedeni, Türkiye'nin yıllarca tarımla ilgili siyasetinin olmayışındandır. Asırlardan bendir tarımı aynı teknikle yapıyoruz. Dünya tarımdaki gelişmeler bize uğramadan geçiyor. Arazilerimiz çok parçalı, miktar olarak küçük, miras hukuku nedeniyle de parçalanmaya devam ediyor. Yanlış kullanılan gübreler toprağı taşlaştırıyor. Tüm bunlara ilaveten topraklarımız avuçlarımızın arasından erozyon nedeniyle akıp gidiyor. Siz biliyor musunuz, her yıl erozyon nedeniyle kaybedilen toprak miktarı Kıbrıs Adası büyüklüğündedir. Kıbrıs bir 'Milli Güvenlik Meselesi' olurken, bu ada büyüklüğünde her yıl kaybedilen toprak hiç sorun olmuyor. Bence Türkiye'nin en önemli 'Milli Güvenlik Meselesi' erozyonla her yıl kaybedilen ekilebilir toprak parçasıdır. Köyler boşaltıldı. Kentin rant cazibesi ve ekonomik sıkıntı köylüyü şehre çekti. Nereye? Şehrin varoşlarına. Krediler, sübvansiyonlar, destekleme alımları bir avuç partiliye, gübre fabrikatörlerine, bankalara gitti. Şimdi bana Türkiye'nin bir tarım siyasetinden bahsedebilir misiniz?
-Tarımla ilgili olarak yapılan projeler (örneğin GAP) ve çıkartılan yasalar, tarım nüfusunun kalkındırılmasından veya üretimin artırılmasından çok rant ekonomisini kolaylaştırmıştır. Güneydoğu Anadolu kökenli 1,5 milyon gezici topraksız işçinin varlığı ve köylünün ekonomik tükenmişliği bunun bir göstergesi değil midir?
-Elbette. GAP bir kurtuluş reçetesi olarak sunuldu. Aslına bakarsanız, Türkiye'de hiçbir şey kurtarıcı değildir. Ancak tarımın verimli hale getirilmesinin bir vesilesi olabilirdi. Bölge insanının daha iyi koşullarda ve kendi toprağından uzaklara gitmeden çalışabilme imkânını sunabilirdi. Gezici işçilerin evlerinden uzak bölgelerde örneğin Çukurova'da, Karadeniz'de boğaz tokluğuna çalışmaya gitmesi elbette bu projenin anlamını bulmadığını kanıtlamaktadır. Bununla birlikte bu insanlardan birçoğu yollarda hayatını kaybediyor. Ben 1988 yılından itibaren tüm GAP bölgesini görevli olarak gezdim. Milyonlarca dolar para yatırılmış bir proje düşünebiliyor musunuz, daha faaliyete geçmeden yok olmaya terk edilmiş. Sulamaya açılmadan birçok kanal çürümüş. Bunlar çok büyük kanallar, her biri bir ırmak kapasitesinde su taşıyan kanallar. Su verilen yerlerde salma sulama tavsiye edilmiş çiftçiye. Çiftçi salma sulamayı bilmediği için suyu ekilen araziye basmış. Bir kere salma sulama yaptığınız zaman toprağın altında olan kil, suyu tutar. Bu da toprağın bataklık haline gelmesine neden olur. Bitkinin kökü de taban suyu yüksek yerde çürür. Sonuçta oradaki çiftçi istediği verimi alamadı. Dolayısıyla GAP'ta sulamayı da yanlış yaptık. Her yerde yanlış yaptık. Buğdaya dünya fiyatlarının üstünde para verip, köylüyü, buğday gibi yılda 1 ay çalışıp, 11 ay tembellik edeceği ürüne kilitlemişsiniz. Tütün ektirip; arazi ayırmış, emek çektirmiş, gübreletmiş, sonra da alıp yakmışsınız. Hem de politik malzeme yaparak. Tarım alanındaki destekleme alımlarına, sübvansiyona, sosyal patlamayı önleyen sübap olarak bakılmış ve bu bağlamda politik oy kaygılarıyla günübirlik politikalar yapılmış. Aslına bakarsanız, bunlardan da küçük çiftçi değil yine büyük toprak sahipleri kazanmış ve bunu rant ekonomisi haline getirmişlerdir, Bu yanlış politikalar talancıları da beraberinde oluşturdu. Türkiye şimdi duvara dayandı, gidecek yerimiz kalmadı. Bu yüzden Türkiye bir ân önce tarım siyasetini belirlemelidir. Yapılacak iş çok basit. Envanter çıkartmak. Her şeyin envanterini çıkartacaksınız. Bir ülke düşünün ki kendi insanını dahi sayamıyor. Böyle bir ülke olabilir mi? Kadastromuz yok bizim. Hiçbir şey kayıt altında değil ne kadar ekilebilir toprak var bilmiyoruz. Hepsi yaklaşık rakamlar. Kesin bir bilgi envanteri yok. Türkiye'de kayıtlı bir şey olmadığı için tutan götürüyor. Elbette talan ve yağma olur. Çünkü toprağınız kayıp, insanınız kayıp, hayvanınız kayıp. Fatih zamanında, Bosna-Hersek'te yapılan kadastro halen geçerliliğini koruyor. İki yıl içerisinde orada ne varsa her şey kaydedilmiş. Ama şimdi birisi gidip, Boğaz manzaralı toprağı gasbediyor, diğeri gidip Güneydoğu'da GAP bölgesinin en verimli yerlerini gasbediyor, biz de bakıyoruz. Hazine arazisi adı altında topraklarımız bomboş yatarken, milyonlarca insan devletten iş bekliyor. Hazine arazilerinin rant getirecek kıymetli yerleri ne yazık ki mafya tarafından dağıtılmaktadır. Bütün işlerimizi büyüyle yapıyoruz. İnsanlar iş için, para için, geçinebilmek için ağaçlara bez parçaları bağlar duruma getirildi. Teknoloji, bilim hayatımızın yakınından dahi geçmiyor.
İlk önce bir tarım siyaseti oluşturmak gerekir. Siyasetin temelinde de üretim olmalıdır. Üretim de sonuç olarak halkımızı en iyi biçimde en çok mutlu kılmaya aracı olacaktır. Türkiye, bütün kaynaklarını en iyi biçimde ve en üst derecede değerlendirmek zorundadır. Bu çabayı gösterirken de dünyadan kopuk olmamalıdır. Çabanın sınırı olmaz. Dünyada önemli bir noktaya geldikten sonra ancak kendimizle yarışma hakkına kavuşmuş oluruz. Bu bağlamda devlet üretimden elini çekmelidir. Kısaca bu siyasetin özünde, tarıma ait tüm kaynakların verimli bir şekilde kullanılması yatmalıdır. Bu kaynakların en önemlisi de eğitilmiş beyin gücü kaynağıdır. Tarım Bakanlığı, bünyesinde çalışan Ziraat Mühendisi, Veteriner Hekim, Gıda Mühendisi, Teknisyen ve Memurları, Türkiye'nin tarım siyasetinin uygulamadaki misyonerleri haline getirilmelidir.
-IMF'nin isteği doğrultusunda hazırlanan iyi niyet mektuplarında tarımla ilgili politikalar Türkiye'deki tarımın ölüm fermanı değil midir? Ya da tarım gerçekten ekonomiye büyük bir yük müdür?
-Elbette. Zaten Türkiye'de tarım diye bir şeyden söz etmek mümkün değil. Bir de verimi düşürücü destek sisteminin getirilmesi, tarımın tamamen ortadan kaldırılması demektir. Şimdi bakın, devlet o kadar büyümüş ve hantallaşmış ki kendinden haberi yok. Uyuşmuş gibi bir ülke. Aslında kendisine gelmesi için bundan daha fazla aşağılanması mümkün değildir. Uluslararası oyuncak ülke haline gelmiş. Alman Tarım Bakanı 'verimli ziraat yapın' diyor. Adam doğru söylüyor. Bu neye benziyor biliyor musunuz; siz evinizi idare edemiyorsunuz, komşunuz sizi uyarıyor. Bu aşağılatın bir durum değil midir? Üretim yok, verim yok, doğru dürüst toprak reformu yapmamışsın ve sürekli dışarıdan aldığın borçlarla rantiyeyi beslemişsin, borç verenler, verdiği borçların nereye harcandığını, ödemeyi garanti altına alabilmek için sormak zorunda. Bu doğrultuda da sana politikalar empoze etmekte. Bu, bir ülke için onur kırıcı bir durumdur. Ne yapmak gerekiyor; öncelikle bir toprak ve su haritasının çıkartılması gerekli, parçalanmış toprakların birleştirilmesi yoluna gidilmeli, bu bağlamda miras hukukunu değiştirirsiniz. Bölgelere göre toprak bölünmesi kanunu çıkartılmalı. Bölge çiftlikleri kurulmalı. Nüfus gelişmesine bağlı olarak istila edilmeye müsait olan ekilebilir arazilerin, ormanlık bölgelerin korunmasıyla ilgili kanunlar çıkartılmalı. Ben bunu söylemekte bir beis görmüyorum; Koç Holding gidiyor ormanlık alanda üniversite açıyor. Ormanlık araziye üniversite açacağına git kıraç bir yere aç ve orayı ihya et. Osmanlı da şöyle bir kanun var: 'İhya edilen toprak işleyene verilir. Eğer üç yıl üst üste işlemezsen toprağı hemen elinden alır.' Bizde ne yapılıyor; verimli alanlar talan ediliyor. Tarım bir milli güvenlik meselesidir. Yani ekonomik ağırlıklı bir siyaset geliştirilmelidir. Tarım şu anda kanser, bizler bu kanserlinin başından ayrılmamamız ve onun iyileşmesi için ne gerekiyorsa yapmamız gereken doktorlar olmalıyız. Siyaset üretmek gerekir. Eksiklik burada. Tarımla ilgili bakanlıkların birleştirilmesi gerekli. Çevre, orman ve tarım bakanlıkları ayrı ayrı olamaz. Bunların ayrılması kesinlikle politik amaçlarla eleman almak için oluşturulmuş yerlerdir. Tarım böyle geliştirilmez. Dünya artık egoist bir dünya ve Türkiye şu anda tarım konusunda Ruanda gibi bir ülke. Bunların hepsi daha önce de söylediğim gibi siyasetsizlikten kaynaklanıyor. Eski Yunan'da suyu fazla olmayan adalarda zeytin yetiştirilmiş. Biz bu çağ da bunu beceremiyoruz. Son olarak şunu söylemek istiyorum ki; verimi artırmalıyız, buna bağlı olarak tarım sanayini geliştirmeliyiz. Ben bunu Malatya kayısısı için düşündüm. Kükürtle kurutup çir haline getiriyoruz. Halbuki gelişen dünyayı takip ederek bunları tüpler içerisinde jel olarak işleyip satsak, üretilen kayısı, ABD pazarı için yetersiz gelir. Desteklemelerde ve toprak dağıtımlarında, bununla beraber vergilendirme işlemlerinde adaletli olmak gerekir. Ziraat Bankası'nın da Tarım Bakanlığı'na bağlanması gerekir. Bu, verilen kredilerin tarım dışında kullanılmasını engeller. Eğer bunlar yapılırsa, Türkiye'de tarımdan bahsedebiliriz. Topraksız insanla toprağı bir araya getirmek gerekir. Osmanlıda var olan sistem gibi. Bu sistem, talan ve rantı yokettiği gibi tarımın da gelişmesine neden olacaktır. En azından ülke kendi kendine yetecek hale gelecektir.
-Teşekkürler