İnsan Hakları Algısında Nesnellik

Özgür-Der

Özgür-Der'in 'Küresel Sistem ve Kavramları' başlıklı seminer dizisinin üçüncüsünü, 3 Ağustos 2002 tarihinde, 'İnsan Hakları Algısında Nesnellik' başlığı altında Hülya Şekerci sundu.

İnsan hakları kavramına sağcısından solcusuna, kapitalistinden, sosyalistine her bir dünya görüşüne sahip kişilerin kendi perspektifinden baktığını dile getiren Şekerci, insan hakları kavramının sıklıkla kullanılmasının bazı soruları gündeme getirdiğini ifade etti.

Acaba insan hakları bu kadar geniş ve birbiriyle çelişen, çatışan düşünceleri kapsayacak kapasitede bir genişliğe sahip midir? İnsan hakları ideolojiler üstü bir kavram mıdır? Ya da insan hakları kavramının kendisi mi bir ideolojidir? Küreselleşme çerçevesinde insan hakları kavramı nereye oturtulabilir?

Kazanılan her bir hak, iktidarı sınırlandıran bir imtiyaz haline gelmekte ise Müslümanlar açısından en önemli soru şudur: Acaba Müslümanlar İnsan hakları mücadelesini kendi mücadeleleri içinde bir alt başlık olarak görüp, sistem içi araç olarak sürdürülebilirler mi? Yoksa bu kavramı modernizmin bir ürünü olarak görüp, sömürgeleştirme politikalarının insan haklan adı altında yürütüldüğü öne sürülerek böyle bir mücadeleyi tümden red mi etmeleri gerekir?

Bu soruların cevaplanabilmesi için batı ve oluşumunu bilmenin gerekliliğine dikkat çeken konuşmacı, insan hakları mücadelesinin seyrini bir sınıflandırma ile anlattı. Buna göre:

A) Birinci Kuşak İnsan Hakları (Klasik Haklar): Amerikan ve Fransız devrimleri ile yazılı hale gelen bu haklar; yaşam hakkı, kişi dokunulmazlığı, kişi özgürlüğü ve güvenliği, eşitlik hakkı, inanç ve ibadet özgürlüğü gibi bireysel haklardır.

Burada 'İnsan Hakları mücadelesi burjuva sınıfının bir mücadelesidir' yargısını tartışan Şekerci, burjuvanın etkinliklerini lordların müdahalesinden uzak tutmak amacıyla insan hakları mücadelesini kullandıklarını ancak çok eski tarihlerden beri bilinen köle isyanlarının bile tek başına, insan hakları mücadelesinin bir sınıfın elinde şekillenen bir hareket olmadığını gösterdiğini ifade etti.

İkinci Kuşak Haklar (Sosyal Haklar): Klasik haklar anayasalarda güvence altına alınmasına rağmen, insanların büyük çoğunluğunun yoksulluk nedeniyle bu haklardan yararlanmaması 19. yy'da yeni bir anlayışı beraberinde getirdi. Buna göre insan hakları, yalnızca bir Özgürlük değil, aynı zamanda devletten hizmet isteme yetkisi veren haklar olarak düşünülmeye başlandı. Eğitim ve Öğretim hakkı gibi. 2. kuşak haklar bakımından itici güç sanayi devrimi ile ortaya çıkan işçi sınıfıdır. Bu haklar: çalışma hakkı, sendika kurma hakkı, grev ve toplu sözleşme hakkı gibi.

Üçüncü Kuşak Haklar (Dayanışma Hakları): Bu hakları doğuran nedenlerin başında bilimsel ve teknik ilerlemenin yarattığı sorunlar gelmektedir. Çevre kirliliği, nükleer silahlanma gibi.

70'li yılların sonundan itibaren yeni liberal politikalarla birlikte sosyal hakların kısıtlanması yönünde bir anlayış oluştuğuna dikkat çeken Şekerci, liberalizmin insan haklarını yalnızca birinci kuşak insan haklan olarak sınırlandırdığını ancak, devletten beklenen sosyal hakları ölçü alan sosyalist devletlerin de halkına despotizmi dayattığını gözden kaçırmamak gerektiğini vurguladı.

Liberalizmin bugünkü şekliyle dünyaya sunduğu hakların sınırlılığına ve egemenlerin hizmetinde olduğu gerçeğine dikkat çeken Şekerci, şu sorunun cevaplanması gerektiğini söyledi. 'Böyle de olsa gelinen noktada İnsan Hakları Sözleşmeleri, BM, AB'nin kriterleri bugün Müslümanların yaşadığı coğrafyada soluk alıp verilmesini sağlayan bir zemin hazırlayabilir mi?'

Burada batı'nın çifte standardına örnekler veren konuşmacı devletlerin iç işlerine müdahale yasağına rağmen yeni müdahaleciliğin insan hakları ihlalleri bahane edilerek yapıldığındı dile getirdi. Globalleşmeyle birlikte ulus devletlerin egemenliklerinin sınırlandırıldığını ve insan hakları kavramının müdahale için bir araç olarak kullanıldığını görmezlikten gelinemeyeceğini ifade etti.

Tüm bunlara rağmen Kopenhag Kriterlerinin de ülkedeki hak ve özgürlükleri sınırlandıran mevzuatın çok ötesinde olduğunu da kabul etmemiz gerekmektedir, dedi.

Dolayısıyla Müslümanlar olarak 'İnsan Hakları Mücadelesi'ne ölçülü yaklaşmamız gerektiğini vurgulayan Şekerci, ne bu kavram batıdan geliyor ve bizim değerlerimizi yansıtmıyor şeklindeki kesip atma tavrı reel politiktir ne de insan hakları sözleşmelerinin maddelerinin her birine bir ayet ve hadis koyma eğilimi doğrudur, şeklinde konuştu. Şekerci, "Yaşadığımız ülkede kimliğimizle yaşamamızın önünde birçok engel var, sivil toplum diye bir şey yok çünkü toplumumuz batıdakine hiç benzemiyor, Batı da insan hakları derneklerinin prestiji varken burada insan hakları derneklerinin kendileri mağdur ve Sivil Toplum Kuruluşları milli bütünlüğü tehdit eden bir unsur olarak algılanıyor. Bu ortamda bizler insan hakları Örgütleri olarak bu mücadeleyi alan açma olarak görmeliyiz" dedi.

Türkiye de Müslümanların iyi niyetler taşıyarak kurdukları Sivil Toplum Kuruluşlarının büyük ölçüde tabela derneği, vakfı olmaktan öteye gidemediğini söyleyen Şekerci, İnsan Hakları Örgütlerinin, mücadele içerisinde yer almaları gerektiğini aksi halde yalnızca ihlalleri kayıt eden işlevsiz bir teknik büroya dönüşeceğini vurguladı. Konuşma maddeler halinde yapılan vurgularla son buldu. Bu vurgulardan bazıları şöyle idi,

"Bir kavram olarak insan hakları, değer yargılardan bağımsız değildir, bu anlamda nesnellikten bahsedilemez. Farklı bakış açılarına rağmen hak ihlallerine karşı insanlık tarihi boyunca sürdürülen mücadelede tabii Hukuk Çerçevesinde ortak ilkelerin varlığı söz konusudur: "Yaşam Hakkı, düşünce ve ifade özgürlüğü işkence ve kötü muameleye karşıtlık ve adil yargılanma v.b." İnsan hakları neo liberal politikalar çerçevesinde Kuzeyli Devletlerin, güneyli Devletlere uyguladığı müdahalenin bir aracı olmaktadır. Ancak ABD'de ve Batı'da bu uygulamaları ciddi biçimde eleştiren, tepkilerini dile getiren parlamenterlerin, entelektüellerin ve aktivitelerin varlığı gözardı edilmemelidir.

Tartışmacılardan Veli Kahraman nesnellik kavramının aynı zamanda evrensellik iddiası taşıdığını ve insan haklan kavramının batıda seküler bir temelde kutsalla çarpışarak kendini var kıldığını ifade etti. İnsan hak ve özgürlüklerinin sekülerliğin icat ettiği tüketim biçimleriyle örtüştüğü oranda iptal edilebileceğini Batının İkiyüzlülüğünü de bu anlayışta aramak gerektiğini bildirdi. Bu nedenle bizim müslümanlar olarak meseleye kendi medeniyet perspektifinden bakmamız gerektiğini vurguladı. Kahraman, bu perspektifin fıtrat, adalet, kist, kulluk ve zulüm kavramlarıyla algılanması gerektiğini söyledi. Cani dünyanın alternatifinin ise hem potansiyel olarak hem de fiili olarak İslam ve müslümanlar olduğunu söyledi.

İkinci tartışmacı Av. Gönül Küçük ise temel haklar bağlamında insan hakları metinleri ile İslam'ın çelişmediğini söyledi, Bir üst normun oluştuğunu ve bu normun herkes tarafından korunması gerektiğini vurguladı. İnsan hakları konusunda pratikte sorunlar olduğunu ve müslümanların bunu düzeltmek için çaba sarf etmeleri gerektiğini söyledi.

Gönül Küçük'ün bu vurgusu üzerine gelen soruya cevap veren H. Şekerci bizim için üst normun vahiyden başka bir norm olması düşünülemeyeceğini vurgulayarak seminer sona erdi.