Avrupa Birliği, İngiltere’nin hazırladığı 485 sayfalık Avrupa Birliğinden çıkma (Brexit) anlaşmasını 25 Kasım Pazar günü onayladı.
İngiltere’de Brexit süreci nereye gidiyor? AB’nin, İngiltere’den çıkış tasarısını onaylamasının ardından, Brexit anlaşması, 12 Aralık’ta İngiliz Meclisi (Avam Kamarası) onayına sunulacak. Brexit anlaşmasında memnun olmayan 90 kadar Muhazafazakâr Parti milletvekili ile şu an hükümette koalisyon ortağı olarak yer alan Kuzey İrlanda Partisi DUP’den (Demokratik Birlik Partisi) 12 milletvekilinin meclis oylamasında tasarıyı tatmin edici bulmadıkları için ‘hayır’ oyu vermesi bekleniyor.
Muhafazakâr Parti bakanlar kabinesinde iki hafta önce masaya yatırılan, sabahlara kadar süren görüşmeler, pekçok bakanın istifasıyla sonuçlanmıştı. Esen bütün sert rüzgarlara rağmen anlaşmanın yanında gayet kararlı duran Başbakan Theresa May, firelere rağmen süreçten devrilmeden çıktı.
Theresa May, 2016 yılındaki referandumda ‘Avrupa Birliğinde kalma’ yanlısı oy kullanmıştı. Kendisi gibi kalma yanlısı olan Başbakan David Cameroon, referandumdan AB’den ayrılma sonucu çıkınca istifa etmiş ve o dönem İçişleri Bakanı olan Theresa May, başbakan olmuştu. Yeni başbakan May, onaylamadığı bir süreci yönetmek için dümene geçmişti. Avrupa Birliğinden kopuşu istememekle beraber, şilebi çıkış yönünde yüzdürecek formülü ve dengeleri bulacaktı artık.
Brexit sürecinde kimler ‘feda’ olmamıştı?! Avrupa’dan ayrılma fikrinin fitilini tutuşturan, sağcı ve faşist UKIP lideri Nigel Farage, kazandığı zafere rağmen istediği çıkış modelinin bulunacağına inanmadığı için hem süreçten çıktı hem de parti liderliğini bıraktı. (Sağcı ve faşist nitelemesini faşist aşırılıkları ayan beyan ortada olan parti ve gruplarla sınırlı tutmuyorum. Özellikle Orta Avrupa’da neşet eden yeni milliyetçi akımların ana akımda asıl temsilcileri liberal tanımlı siyasal aktörlerdir.) Brexit’ten sorumlu Bakan Raab, Dışişleri Bakanı Boris Johnson, bağımsız bir İngiltere mottosuyla daha sert Brexit’i savunan hükümet milletvekilleri olarak geçtiğimiz haftalarda istifa ettiler. İstifalar, anlaşma metninin hiçbir kanatta tam anlamıyla benimsenmemesi, Theresa May’in siyasal geleceğini ciddi ciddi tehdit ediyor.
Öncelikle 12 Aralık meclis tasarı oylamasına ilişkin muhtemel senaryoya değinelim: May, yeterli çoğunluk olarak 320 oy sayısına ulaşamayacak. Brexit taslağını, İngiltere’nin resmî çıkış tarihi olan 31 Mart tarihine kadar ite kaka götüremeyeceği için, ya güven oyu isteyecek ya da genel seçim çağrısı yaparak seçmenin önüne sandığı koyacak. İşçi Partisi seçmenine göz kırpar demeçler vermesi boşuna değil.
Daha yakın ihtimal olarak belirmekle beraber, Muhafazakâr Parti’nin, Brexit tasarısı meclisten geçmese bile, erken seçim çağrısı yapmadan, anlaşmalı ya da anlaşmasız Brexit çıkış süreci olarak sürecin arkasında duracağını düşünüyorum. Buna ilişkin tahminimin gerekçelerini açabiliriz.
Bu sürecin siyasetçilerin temasları düzeyinde cereyan ettiğini ve sokak karşılığı olmadığını, halkın tamamına yakınının seyirci durumunda olduğunu teslim edelim. Böyle bir eşik atlaması Fransa’da olsa, tansiyon sokaklara taşar, sokakların yüksek siyaseti birebir etkilediği bir alışverişe şahit olurduk. İngiltere’de süreç daha çok bir salon siyaseti olarak yürüyor.
Theresa May iktidarı, İşçi Partisi liderinin ajitasyondan uzak, sabırlı ve zamanla prim yapan tutumunu da gözönünde bulundurarak, seçeneklerini tek sepete koyarak oynuyor. Jeremy Corbyn liderliğine emanet İşçi Partisi, geçmişinin romantik üslubuyla partiyi sola çeker hale getirerek, merkezdeki popüler dalgayı ıskaladığı eleştirilerine maruz kalırken, paradoksal şekilde, Brexit’e evet diyen kesimlerin desteğinden vazgeçemiyor. İşçi Parti seçmen tabanının yoğun olduğu Kuzey İngiltere seçim bölgelerinde Brexit’e yüksek sayıda ‘evet’ oyunun çıkması bir neden elbette. Bu oy yataklarını kaybetmek istemeyen İşçi Partisi için, partinin hâkim görüşü AB’de kalma yönünde olmasına rağmen, söz konusu seçmen hassasiyetini yabana atmamak adına, yeni dönem siyasetlerini Brexit’e cepheden karşı çıkmak yerine, “Madem halk referandum sonucuyla çıkma yönünde irade buyurdu, o halde biz de mevcut taslak gibi değil, İngiltere’nin menfaatlerini hakikaten gözetecek daha iyi bir Brexit anlaşması ile çıkmalıyız.”şeklinde açıklanabilecek bir siyaset güdüyor.
Aynı çağrı yakın zamana kadar Başbakan May’in en yakın siyasi dostu addedilen eski Savunma Bakanı Michael Fullon’dan geldi: “Avrupa Birliğini sıkıştıralım ve daha iyi bir çıkış anlaşması yapalım.”
Daha iyi Brexit anlaşması adına ortaya ne taslak çıkarsa çıksın, buna benzer memnuniyetsizlikler bitmeyecek. Gözden kaçan şey ise AB’nin yeni bir anlaşmaya; hele bu aşamada kapı aralamayacak olması. Bu anlaşma masada yegâne taslak kalacak. Şu an AB’nin onayladığı taslak anlaşmasını hazırlayan Muhazafakâr Parti’nin önde gelen ismi Dışişleri Bakanı Jeremy Hunt, taslağı (kendilerinin bile) yüzde 70 oranında tatmin edici bulduklarını söylüyor. “Önemli olan perdeyi açmak, sonra yeni pazarlıklarla sahnede kurulan oyun devam eder.” düşüncesinde. Aslında, serbest ticaret anlaşmaları konusunda beklentisi aynı: Gümrüksüz serbest ticaret rejimi devam etsin. Avrupa Birliğinde olmayalım, tek pazar hakkımız, AB’nin diğer dünya ülkeleriyle yapacağı anlaşmalara bizim de ortak olmamızı sağlayacak şekilde bize imtiyaz versin.
İşçi Partisi, doğrudan ve acil ikinci referandum çağrısı yapmayarak Muhafazakâr Parti’nin Brexit sürecinde topu dolaştırmasına fırsat vermiş ve iktidar ömrünü uzatmış olmuyor mu?
İşçi Partisi, erken seçim dayatacak meclis aritmetiğine tek başına sahip değil. İkinci neden, İşçi Partisinin yukarda sözünü ettiğimiz daha yoksul ve yabancı düşmanlığı ile yer yer yoğun şekilde mayalanmış olması. Bir diğer deyişle, İşçi Partisi, Brexit’in yağından ve sütünden yararlanmayı da ihmal etmiyor. Halkın kafa karışıklığını ve mevcut dağınıklığı bitirmeye namzet bir ikinci referandumu öncelememesinin nedeni bu gibi görülse de ikinci Brexit referandumuna gidilmesi halinde, İşçi Partisinin en duayen isimlerinden eski bakan Diana Abbott, AB’den çıkma yönünde bir sonuç çıkacağını bildiriyor. Eğer Abbott ikinci referandumda AB’den çıkma yönünde karar çıkacağını bu kulağı ve gözü keskin İşçi Partisi kurmayı olarak tespit ettiyse, İşçi Partisinin yeni bir referandum çağrısı yapmamasının nedeni anlaşılmış olur. Ekonomik sorunların, işssizliğin daha yüksek seyrettiği bölgelerden gelen AB’den çıkalım iştahı, rasyonalite ile açıklanacak bir şey değil. Duygusal bir durum. Brexit referandumundan beri ülke siyaseti ve ekonomisi kan kaybetmesine rağmen seçmenin Brexit’e yeniden ve en baştan verdiği destek ısrarında bir anormallik olduğu kesin.
Her şeye rağmen yeni referandum gündemden asla düşmüş değil. Ülkede artan siyasal tansiyonun, kalıcı ve hasar verici ideolojik kutuplaşmaya dönmemesi için, yeni bir referandum istenmesi ise ilgiyi hakeden bir ayrıntı.
12 Aralık’ta Brexit anlaşması onay almaz ise otomatik olarak, ‘no deal’ denilen ‘anlaşmasızlık’ süreci devreye girecek ve İngiltere Avrupa Birliğinden bir anlaşma olmadan ‘çıkışı’ başlatmış olacak. Çıkış sürecini durduracak yasal bir müdahale zemini ise mevcut değil. Anlaşma olmaması demek, her şeyin anlaşmaya tabii olması demek gibi belirsizlik. Bu senaryo gerçekleşirse, ülkede Brexit süreci anlamında bir kaos bekleniyor. Ama büyük ihtimalle yine de çıkış takvimi durdurmaya yetmeyecek bir kaos olarak kalacak.
Siyaset Arenasının Kaplanları
Şimdi Muhazafakâr Parti’nin ve Başbakan’ın siyasi aklına ve planlarına ilişkin değerlendirmelere geçebiliriz. Bu süreç İngiltere’de meşum krallık dönemlerinde olduğu gibi kan gövdeyi götürüyor dönemi değil şüphesiz. Shakespeare metinlerinde “En korktuğum düşmanım, dostumdur!” trajedilerini hatırlattığına sık sık vurgu yapılan bu siyasal icra makamlarının kavgaları, sahnenin ta en yakınından yorumlanmasını gerekli kılıyor. Süreci beğenmeyen ya da sabote etmek isteyen siyasi erbap, İngiliz sicimiyle kendi ipini kendi çekiyor. İlginç bir İskoç halatı durumu çıkıyor ortaya. Memnuniyetsizler mi kabinede kalanlar mı son gülen olacak? Yoksa beka kaygısıyla eli mahkûm ortak mı hareket edecek Muhazafakâr Partililer?
İktidar kavgalarında, bir zamanların ‘kelle alan’ kraliyeti nerede diye soracak olursak, tahta varis veliaht hazretleri Prens Charles’ın, diğer malum veliaht prenslerin aksine, manikür-pedikür işleri dışında pek bir meşgalesi yok sanki, zahirde.
AB’den sert çıkışın öncü siyasetçilerinden Boris Johnson, mevcut Brexit anlaşmasını fazla yumuşak bularak istifa etmişti. Akabinde kardeşi Jo Johson da “Hükümet bizden ya kulluk ya kaos istiyor!” diyerek istifa etti. Başbakan May’in, “Bu yaprak dökümünü darboğazı geçene kadar hız kesmem. Yolda verdiğim fireler olacaktır, sonra kalan sağlar bizimdir.” şeklinde ayar verdiği siyasetinin bundan sonraki yörüngesi de aslında ortaya çıkıyordu.
Başbakan May, iktidardaki siyasi ömrünü uzatabildiği kadar uzatmaya oynuyor. Başka seçeneği de yok. Her ne kadar erken seçime ihtimallerden bir ihtimal gözüyle bakılsa da Muhafazakâr Parti bir ‘harakiri’ yapmayacağına göre erken seçime gitmeyecek diyebiliriz. Aralık ayında meclis oylamasına sunulacak Brexit anlaşmasının kabul görmeyeceği de yüksek ihtimal. Peki, bunu bile bile bu süreci kıra döke götürmesi, bu sürece asılması başka ne amaca hizmet ediyor? İngiltere’de net şekilde tartışılmayan, toz bulut arasındaki tartışmalar aslında, kaotik ortamdan nur topu gibi bir çocuk peydah etmeyi murat ediyor olmasın?! Ama nasıl?
Yakın ihtimal olarak değerlendirdiğim süreç şöyle işleyebilir: Aralık’ta oylamada taslak kabul görmez. Brexit taslak anlaşmasına onay vermediği için, çıkış süreci ‘anlaşmasızlık’ olarak, Mart 2019 ayını görür. Ortada bir çıkış (Brexit) anlaşması olmadığı ancak çıkışa ilişkin AB’nin çıkışı düzenleyen 50. Maddesinin açık olması nedeniyle, meclis gücüne dayalı (Act of Parliament) denilen yeni bir ek yasama ile süreci sırtlanmaya devam edecek, iktidar partisi. Tabii bir çılgın hamle yapıp 50. Maddenin iptali yoluna giderse, Brexit süreci sil baştan olur.
Aralık ayındaki meclis oylaması dahil, Muhafazakâr Parti ve bakanlar kabinesinde sürece isyan eden parti içi muhalefetin sesi daha az çıkacak. Çünkü bir şekilde Brexit sürecini yönetememiş bir partiyi seçim sandığında kesin hüsran beklediği herkesin malumu. Bu nedenle, bugünden Mart ayı ve sonrasına kadar Muhazafakâr Parti çatlaklarını onarması beklenmelidir. Bu engebeli yolda, Theresa May’in başbakan kalması yine de hiç kolay gözükmüyor. Son çare olarak, May’in yerine yeni bir başbakan ile Mart ayını bu süreç görür. Erken seçim ve referandum ise son seçenekler olarak kalmaya devam eder.
Muhafazakâr Parti’nin kendi dinamikleriyle nasıl bir parti içi konsolidasyona gideceğine ilişkin pekçok seçenek var. Gerekirse Boris Jonhson’un şahsında tebarüz eden daha sert Brexit’e de yeniden zeytin dalı uzatabilirler. Daha sert Brexit, İngiltere’nin ada özelliğine vurgu yapan ve üst perdeden emperyal bir egemenlik iddiasını çağıştıran model olarak tanımlanabilir. Başbakan Theresa May’i, referandumda, AB’den çıkmaya hayır oyu vermekten ‘çıkarsak daha iyi olacağız’ aşamasına getiren bu gidişin, Boris Johson ile kucaklaşacağı sert Brexit’e dönüşmesinin önünde aslında bir engel yok.
Yani Muhazafakâr Parti içindeki çatlaklar sadece milletvekillerinin siyasi ikballerini düşünerek birlik olma eğilimini artırmaları değil. Bir o kadar, Brexit ruhunun partinin en kuşkucu Avrupa karşıtı kanadını da memnun edecek bir tür milliyetçi diyebileceğimiz ruh halini besleme olgusu. O kadar ki bu süreçte Cebelitarık topraklarında İngiliz egemenlik haklarının sulandırılmasını kabul ettiklerine dair İspanya’ya yazılan mektup bile, ilerde birebir yeni düelloların önünü açmaya asla engel değil. Yeter ki AB denklemden çıksın! İngiltere’de Avrupa’dan bağımsız, kendi egemenlik borusunu öttüren ülke hissiyatı öyle yer etti ki bundan sonra daha yüksek dozda ‘en büyük biziz’ dopingine vücut bağımlılık edindi.
İşçi Partisinin de Brexit’e karşı resmî ve karşıt bir duruş olmadığı için Avrupa’ya karşı İngiliz parlamentosunun daha sağlam ve betonarme bir duruş sergileyeceğini öngörebiliriz. Hatırlayacak olursak, süreci o noktaya geçmekten alıkoyacak bir yasal fren mekanizması kalmadı.
Bu noktada, Avrupa Birliği, İngiliz emperyalist ya da milliyetçilik eğilimleri karşısında sütten çıkmış ak kaşık değil elbette. Birlik menfaatlerini insanlığın önüne koyan kayırmacı anlayış, Brexit sürecinde ahlaki olarak da dozunda eleştirilebilir ve eleştirilmelidir. Tabii Brexit veya anti-Brexit kampının öncelleri, insanlığı kapsayan ölçütlerden çok ulus-devletlerinin veya ait oldukları bloğun tercihli menfaatleri olunca, biz Müslümanların anladığı ve düşlediği dünyanın bu olmadığını görüyoruz bir daha.
Tony Blair Referandum Planı
Süreci Avrupa Birliğinden kopmadan kapatma konusunda kurnaz planlar yapan bir diğer siyasetçi de Tony Blair. Eski Başbakan, su şıralar, İşçi Partisinin eski tüfek solcular elinde berhava(!) olmasından rahatsız. Blair, merkez-popüler seçmene seslenecek yeni tasarımlar yapadursun, Brexit için harikalar yaratan planlarını duymak hayli enteresan. Blair, yeni referandum yapılsın istiyor. İkinci referanduma katedilecek uzun bir yol olduğunu pekâlâ biliyor. Zaten, Muhafazakâr Parti’nin kendini ikna edeceği bir referandum kararından söz ediyor. Blair’e göre, yeni referandumda seçmene üç tercih sunulmalı: 1) Avrupa Birliğinde kalalım. 2) Theresa May’in yumuşak Brexit çıkış planıyla AB’den çıkalım. 3) Boris Johsun’un ‘Sert Brexit’ planıyla çıkalım. Böylece, ‘çıkalım’ pastası kendi arasında ikiye bölünecek ve sayımlar üçe bölünecek. ‘Çıkalım’ taraftarlarının böyle bir tasnife yanaşmayacağı ise kesin. Böyle bir referandum tasarımı ancak kalalım bloğu iyice küçülür ve bütün ibreler, çıkalım ama sert mi yumuşak mı çıkalım, durumuna işaret ederse mümkün. Bu durum ise Tony Blair’in bile AB’de artık İngiltere’nin eskisi gibi var olamayacağını tamamıyla kabul ettiğini gösteriyor. Brexit yeni ve kalıcı statüko demek bu.
Brexit Ne Getirecek?
Bütün bu Brexit tartışmaları bize yeni ne öğretiyor? Çıkıs konusunda ana başlıklar, İrlanda sorunu, AB ile serbest dolaşım ve tek pazar düzenlemeleri… Balıkçılık ve tarım düzenlemelerinden Cebelitarık’ın statüsüne kadar pek çok uygulama alanı 485 sayfalık Brexit taslağında anlatılıyor.
İngiltere AB vatandaşlarına serbest geçiş, çalışma ve kalma serbestisine engelleyici paket getiriyor. 2020 sonuna kadar Avrupa Birliği vatandaşlarından İngiltere’de yaşayanlar bu sınırlamalardan etkilenmeyecek. Ancak daha sonraki göç düzenlemelere tabi olacak. Olası sonuçlarından biri, Almanya’dan Londra’ya gelip çalışmak isteyen bir Alman vatandaşı, Avustralya’dan gelen Common wealth vatandaşından daha ayrıcalıklı olmayacak. (Hâlihazırda Common wealth vatandaşları İngiltere’de çalışma iznine tabi.) Ya da en azından prensipte Türkiye’den çalışmak için gelecek bir kişi gibi için eşit seçimle çalışma hakkına sahip olunabilir sonucu çıkıyor. Pratik dünya ise farklı. Şöyle ki: Taslak okunduğunda, AB vatandaşlarına kalma ve çalışma izni konusunda her türlü kolaylığın gösterileceği teminat altına alınıyor. İlginçtir, taslağı halka pazarlayan siyasetçiler, “AB vatandaşları ellerini kollarını sallaya sallaya giremeyecekler artık!” diyerek bir tür karartma uyguluyorlar halkın bilincine.
Mevcut dolaşım serbestliğine esastan ilişmediği için taslak, İngiltere’nin AB serbest dolaşımını en azından bitiren bu uygulamayı Brexit taslağına alırken, Avrupa Birliğinin buna mütekabiliyet esasıyla karşılık verme gereği de duymadı. Eğer, AB vatandaşlarının dolaşımlarına esastan engel olacak bir düzenleme yapsaydı İngiltere, 3 milyon İngiliz vatandaşının Avrupa Birliğindeki çalışma ve kalma hakları benzer şekilde AB tarafından kabul görmeyecek ve hatta sırf bu nedenle taslak AB tarafından onaylanmayacaktı.
Brexit sürecinin en önemli sonuçlarından biri, bir ulus devletin egemenlik haklarını Brüksel mahkemelerinden Londra ve Edinburgh mahkemelerine taşıma konusundaki kararlılığı ve tatmin duygusunun büyüklüğü. Böylelikle, Avrupa hukukunun yaptırım mekanizmasından kurtulacağını düşünüyor, Brexit erbabı. İngiltere’nin, Avrupa İnsan Haklarına uyum konusu tartışılırken, dönemin İşçi Partisi İçişleri Bakanı sürece direnç göstermiş ve iç hukuk yollarını tüketmek olgusunu genişleterek uygulamada tutmayı başarmıştı. Eğer Brexit süreci bugünkü ruh haliyle yasalaşırsa, Avrupa Birliği insan hakları müktesabatına ve Brüksel’e o zamanın İşçi Partisi sıralarından tomurcuklanan kuşku ve tavrın bugün bir metastazlı büyümeye dönüştüğünü düşünebiliriz. Masum gibi gözüken Jack Straw’ın 1998 yılındaki İngiliz iç hukuk yollarını abartan inadı nasıl durduğu yerde durmadıysa, Brexit cini bundan böyle de durduğu yerde durmamaya gebe.
Sürecin resmî zemindeki seyrine dönecek olursak, ister mevcut Brexit taslak anlaşması üzerinden seyretsin ister Mart ayında yeni taslak anlaşma yönünde adımlar atılsın, başta ikili ticari anlaşmaların bundan böyle kıran kırana geçeceği anlaşılıyor. Daha açık şekilde söyleyecek olursak, ‘gücün’ pazarlıkta belirleyici olacağı bir momentuma endeksli dönem bu. ABD, ticari savaşlarından hız kesmezse yanında İngiltere’yi bulacak; hazır asker müttefik. Serbest mal ve insan dolaşımından sınırların daha keskinleştiği ‘ulus-devlet egemenliği’, ben-merkezcilik esaslı bir dönem… Brexit-çıkış sürecinin İngiltere’ye enjekte ettiği bol miktarda Avrupa Birliği üzerinden yabancı kuşkuculuğu ve egemenliğin doyumsuz ve pervasız güç gösterisiyle kendini yeniden tanımlayacağı buz gibi müptelalık duygusu. (‘Türkiye AB vize serbestisini alıyor, eyvah, İngiltere’ye vizesiz gelecek korkusu!’ gibi sloganlarla yabancı düşmanlığı pompalanmış, bu da 2016 referandumunun şekillenmesinde etkili olmuştu.) Bunu tadan İngiltere hangi anlaşmayı nasıl yaparsa yapsın, Avrupa’dan çıkış psikozunun simgelenen benmerkezci ve milliyetçileşen duygu halinden kendini kurtaracağa benzemiyor. Bu gelişmeleri dehşetle izleyen kesimler mevcut olsa da.
Geleceğe ilişkin perspektifler koymak her zaman kolay olmasa da Dışişleri Bakanı Jeremy Hunt İngiltere’yi ‘Türkiye kapanı’ denilen bir tuzağın beklediği konusunda uyarıyor. ‘Türkiye nasıl AB’ye girmek için 31 yıldır kapıyı aşındırdıysa’ diye konuşan Hunt, İngiltere’nin de çıkma sürecinde bir patinaja grime riskiyle karşı karşıya kaldığını ima ediyor. Profesör Kevin Featherstone gibi akademisyenler ise ‘İngiltere’nin gelecek ufku, Türkiye’ şeklinde eğlenceli tasvirlerde bulunuyor. Hunt, Türkiye kapanı meselesinin gizli kabine toplantısında konuşulduğunu ama sır olduğu için paylaşamayacağını söylüyor. Hunt’ın açıklayamadığı gizli toplantılarda, Türkiye’nin özel statüsüne yoksa İngiltere’den tercihli talep mi var?