Hastane kapısından koridora girdiğimde alışılmışın dışında bir sessizlik hakimdi. İnsan sayısı bir elin parmaklarını gösterecek kadar azdı. Oysa her gün binlerce insanın koşuşturduğu, izdihamdan birbirlerini itip-kaktığı görüntülerle doluydu bu koridorlar.
Şaşırmıştım. "Hayırdır" dedim kendi kendime. Acaba bu günde resmi tatil günlerinden biriydi de benim mi haberim yoktu. Olur ya havadan nem kapıp da tatil yapan bir ülkede yaşıyoruz ne de olsa.
Daha sonra tedirgin adımlarımla doktorun odasına -beşinci kata- çıkmaya başladım. 312 no'lu odadan gelen çok sesli gürültüler beni iyice meraklandırmıştı. Tam kapıya yaklaşıyordum ki "goooollll..." sesleri kulaklarımı tırmalamaya başladı adeta. Evet, ne resmi tatil ne de başka bir şeydi. Bugün milli ruhumuzun ayaklanması, milli ruhumuzun kabarması gereken bir gündü. Çünkü milli takımımız aslanlar gibi (!) savaşıyordu.
Doktor kapıda beni görünce, şimdi sırası mıydı, der gibi bir hale bürünmüştü siması. Sanki çok önemli bir işi kaçırmamak için aceleci sesi ve panik tavırlarıyla "Kusura bakmayın ama sizi yarım saat bekleteceğim. Çünkü maçı izliyorum ve bitmeden asla hiçbir iş yapamam." dedi.
Yarım saat mi? Ve üstelik bir maç için. Vaktin ve insan canının kıymetini bilmeyen bir cellat için yarım saat nedir ki? Çaresiz "beklerim" dedim. Daha sonra az ötede sedye üzerinde yanık vücuduyla acılar içerisinde kıvranan orta yaşlarında bir amcanın da doktoru beklediğini görünce beynimin içerisinde yer alan bütün şalterlerin attığını ve beynimin adeta travma geçirdiğini hissediyordum.
Ne garip bir ülke. İnsan sağlığının dahi önüne geçen binlerce futbolizasyona uğramış kafalarla dolu her yer. Bütün hastalar, bütün doktorlar, bütün ilaçlar, koridorlar, açılıp kapanırken birbirine çarpan pencereler, adeta maça kilitlenmiş durumdaydı. Sanki şifa yerine kırmızı beyaz damlacıklar akıtıyordu serumlar. Adeta her yere ve her şeye fıskiyelerle uyuşturucu sıkılmış gibiydi. Yakında cep telefonlarımıza milli takım için bu gece saat dörtte herkes dua etsin diye mesajlar da gelmeye başlarsa şaşırmamamız gerekir, diye geçirdim içimden.
Yarım saatten fazla bir bekleyiş ve kimin kim için ve niye olduğunu idrak edemediğim bağırtılar beni ciddi anlamda bunaltmıştı. Elimdeki kitapla isteksiz isteksiz vakit geçirmeye çalışıyordum.
Ve nihayet maçın düdüğü son çığlığı atmıştı. Türkiye 3-0 galip gelmişti. İşte asıl çığırtkanlık, asıl taşkınlık o zaman başlamıştı.
Neşe Kutlutaş'ın da ifade ettiği gibi:
"Deli dediğin kendini bir bayramda bir düğünde gösterir, diye bir laf vardır. Galiba insanları tanımak için düğün ya da bayramı beklemek yerine tuttukları takımın şampiyon olmasını beklemek de lazım."
Evet şu an bu ifadelere canı gönülden katılıyorum.
Hastaneden çıktığımda bir saat önceki sakinliğin aksine tam tersine sanki kitlesel bir ayin gününü kutlar gibi bütün İstanbul sokaktaydı. Yediden yetmişe herkes bir anda sokağa dökülmüştü. Her taraf seyyar tüketicilerin satmaya çalıştığı bayraklarla donanmıştı. Ve herkes adeta deliler gibi bağırıp çağırıyordu. "Türkiye laiktir laik kalacak" sloganları ise günün en anlamlı sloganıydı.
Evet, neyin ve kimin zaferi kutlanıyordu? Birileri milyarları götürürken, milyarları kazanırken sesleri kısılmasın diye kendi yerlerine milyonlarca insan sevinç naraları atıyordu. Bu kadar yolsuzluğun, yoksulluğun, ekonomik bunalımın, çifte standartın, zulmün ayyuka çıktığı bir ülkede böylesi bir sevinç garip değil miydi? Bu kazanç (!) neyi düzeltecekti? İHL'lerde ellerine kelepçe takılan, tartaklanan küçücük beyinlerin acılarını dindirip, üniversitelerden atılan başörtülü kızların okullarını geri verecek miydi? Açlıktan nefesi kokan çocukların sofrasına ekmek ya da su olacak mıydı? Neyin zaferiydi bu?
Yaşanan onca zulme duyarsız kalınan bir toplumda, insanları bir anda mahşeri kalabalık halinde sokağa döken, onları harekete geçiren neydi? Bu kadar insan, başörtüsü zulmü yaşanırken, bir takım insanlar insan yaşamına aykırı, onur kırıcı hücrelere tıkılmak istenirken neredeydi? Bu insanlar, maçı izledikleri ve medyanın en İyi tüketici aleti olan dev ekranlarında Filistin'de yaşanan insanlık dışı vahşeti, insanlık dışı dramı hiç mi izlememişlerdi? Ve niçin bu insanlar toplumsal sorunlara karşı üç maymun rolünü üstlenmeyi tercih etmişlerdi? Niçin?..
Ve ertesi gün bütün gazetelerde ve sözüm ona "İslamcı" gazetelerde de geniş yer almıştı, sponsorluğunu dahi Efes Pilsen'in yaptığı maçın haberi. İslamcı" gazetelerden biri büyük puntolarla yazdığı "İNANCIN ZAFERİ" manşetiyle ve milli duygularımızı depreştiren, insanın adeta gözünü yaşartan(!) kırmızı beyaz bayrak resimleriyle süslemişti ilk sayfalarını. Ve açılan diğer sayfalar, diğer sayfalar...
Çevirdiğim gazete sayfalarının karşısında gözlerimi sımsıkı kapatmaya başlamıştım. Hayata dair, yaşama dair hiçbir haberi görmek ve duymak istemiyordum. Ve sonra kendi kendime haykırmaya başlamıştım. Kimin ve hangi inancın zaferiydi bu?
Allah'ın boyasına karşılık ruhlarını "milli boyayla" boyayıp futbolu put edinenlerin mi, yoksa insan hayatını hiçe sayan ve dünyayı bir top olarak görenlerin mi, kimin zaferiydi?