İmtihan bir tercihler zinciridir. Zira insanın eylemleri şartlarının değil, tercihlerinin bir ürünüdür. Hepimiz -en azından mevcut duruma karşı gelmeyerek de olsa- tercih ettiğimiz bir hayatı yaşıyoruz. Hayatı, insanı kısaca varlığı, belli bir bakış açısıyla anlamlandırmak, tercihimizin ona çerçevesini belirliyor. Kendimizi bu şablona göre tanımlayarak kimlik ve kişilik kazanıyoruz. Bir müslüman için düşüncesinin ana çerçevesini belirlemek yetmiyor. Bu ilkelerin hayatın her safhasında amele dönüştürülmesi gerekiyor.
Bu açıdan sosyal hayat içerisinde insanlarla iletişimimizde kullandığımız insiyatif, imtihanın sonucunu belirleyen önemli tercihlerden birini oluşturmaktadır. Bu ilişkiler ağında ebeveyn ve akrabalarımızı kendimiz seçemiyoruz. Ancak onlara karşı geliştireceğimiz vahiyle belirlenmiş tutum ve davranışlarımız ise imtihan sahamıza giriyor. Bu bağlamda büyük ölçüde tercih olanımıza giren dost ve arkadaş seçimi de Kur'an'ın titizlikle üzerinde durduğu konulardan biridir.
Dilimize dost olarak çevrilen veli kelimesi Kur'an'da yakınlık, iş birliği, destek olma gibi anlamları da içermektedir. (Ragıp el-İsfehani Müfredat v-l-y mad)
Rabbimiz vahyinde çok açık olarak müminlerin yalnızca Allah'ı ve ona dost olanları dost bilmelerini emretmiştir. Aksi halde ağır tehdide varan çarpıcı ayetlerle uyarılmıştır müminler.
"Sizin dostunuz ancak Allah, O'nun elçisi ve namazlarını kılan, zekatlarını veren, rûkûya varan müminlerdir. Kim Allah'ı, onun elçisini ve müminleri dost tutarsa hiç şüphe yok ki galip gelecek olanlar yalnız Allah'ın taraftarlarıdır" (5/Maide, 55-56)
"Ey iman edenler, müminleri bırakıp da kafirleri dost tutmayın. Allah'a aleyhinizde olacak açık bir delil vermek mi istiyorsunuz?"(4/Nisa, 144)
Rabbimizin uyardığı bu noktada, bazı müslümanların açık zafiyetlerini görüyoruz, İslam dışı sistemlerin mensuplarına karşı duyulan güven, dostluk onlarla aynı platformlarda ortak sorunlara (!) çözüm aramaya götürülebiliyor. Onlarla kavgasız nasıl yaşarız sorusuna toplumsal projeler üretilebiliyor. Ve bu proje çalışmaları, dünyanın her yerinde müslümanların zulüm gördüğü bir zamanda oluyor. Bu dostluk, gün geliyor insanlar; bayrak, ulus, vatan, millet gibi İslam'dan neşet etmeyen bir takım sosyal değerlerin etrafında birleştiriyor. Bazıları müslümanların ne kadar hümanist ne kadar uyumlu olduklarını göstermek için dini tanınmayacak hale getiriyorlar. Hatta onurlu müslümanların tavırlarından dolayı egemenlere özür bile diliyorlar.
Vahiy, bir anlamda insanın ilahlaştırılması olan Hümanizm ve onun güya İslami versiyonu "yaratılanı hoş gör yaratandan ötürü" anlayışını reddetmektedir. Yaratılan, yaradanını severse onun dostu olunur. Rabbimiz en yakınımız dahi olsa kendisine düşman olanların dost tutulmamasını söylerken batılı anlamda Hümanizm nasıl bir İslami temele oturtulabilir? (9/Tevbe, 23; 58/Haşr, 22)
Kur'an çarpıcı bir şekilde düşmanlarına sevgi besleyen müslümanları uyarmaktadır:
"Ey inananlar! Benim de düşmanım, sizin de düşmanınız olan kimseleri dost edinmeyin. Onlar size gelen gerçeği inkar ettikleri Rabbiniz Allah'a inandığınızdan dolayı Rasul'e ve sizi (yurdunuzdan sürüp) çıkardıkları halde siz onlara sevgi ulaştırıyorsunuz. Eğer benim yolumda savaşmak ve benim rızamı kazanmak için çıktınızsa içinizde onlara sevgi(mi) gizliyorsunuz? Oysa ben sizin gizlediğiniz ve açığa vurduğunuz her şeyi bilirim. Sizden kim bunu yaparsa doğru yoldan sapmış olur" (160/Mümtehine, 1)
Rabbimiz müminlerin dışındakilerinin dost tutulmamasının gerekçelerini açıklamıştır. Buna göre kafirlerle, ehl-i kitapla yapılan dostluk, kişinin Allah ile dostluğunun kesilmesine sebeptir. (3/Al-i İmran, 28) Onların hiçbir zaman kendi dinlerine uyulmadıkça müslümanlardan razı olmayacakları (2/Bakara, 120) anlatmakta, müminlere karşı içten içe duydukları kin ve öfke tasvir edilmektedir.
"Ey inananlar, kendinizden başkasını kendinize dost edinmeyin; onlar sizi bozmaktan geri durmazlar. Size sıkıntı verecek şeyleri isterler. Onların ağızlarından öfke taşmaktadır. Göğüslerinde gözledikleri (kin) ise daha büyüktür". Düşünürseniz, biz size ayetleri açıkladık.
İşte siz öyle kimselersiniz ki, onları seversiniz, halbuki onlar sizi sevmezler. Kitab'ın hepsine inanırsınız. Onlar sizinle karşılaştıkları zaman 'inandık' derler. Kendi başlarına kaldıklarında size karşı öfkelerinden parmaklarını ısırırlar. De ki: Öfkenizden ölün! Şüphesiz Allah, göğüslerin özünü bilir. Size bir iyilik dokunsa, onları tasalandırır, size bir kötülük dokunsa, ondan ötürü sevinirler. Eğer sabreder, Allah'tan korkarsanız, onların hilesi size hiçbir zarar veremez. Şüphesiz Allah onların yaptıklarını kuşatmıştır. (3/Al-i İmran, 118-120)
Bugün müslümanlara karşı özellikle medya ve diğer kuruluşlarıyla saldırgan tavırlar sergileyen münafıkların duyduktan kin ve öfke ayetlerde tasvir edilen psikolojik durumla örtüşmekledir. Biz müminlere düşen görev ise "öfkenizden ölün" cevabını vermektir. Yoksa onların öfkelerini yatıştırmak adına onlara sevgi beslemek, sevimli görünmeye çalışmak asla düşünülemez.
Müminlerin kendilerinden başkasını sırdaş edinmemeleri (9/Tevbe, 16) gereği, imtihan olunacağımız konulardan biridir. Öyleyse müminlerin kendi sorunlarını kendi içlerinde çözümleyecek bir mekanizma kurmaları ve sırlarını düşmanlarına vermemeleri gerekir. İslami ilkeler çerçevesinde kurulacak bu yapılanma, düşmanlarını iyi tanımalı, anlamsız hümanizmi bir kenara bırakıp, insanlık tarihi boyunca şirk-tevhid mücadelesinin şirk kanadında yerini almış hiçbir düşünce biçimiyle ideolojik anlamda zihinsel bir yakınlaşmaya girilmemelidir.
Bu noktada müşriklerle ortak paydada yer almanın gerekçesi olarak öne sürülen meşhur hikayelerden biri: Onlarla aynı gemiyi paylaşıyor olmaktır. Burada sorulması gereken soru şudur: Kaptanınızın sizden olmadığı ve gittiği istikametin sizi varmak istediğiniz limana ulaştırmayacağı bir gemiye niye bindiniz? İçinizden bir Nuh çıkıpta niye tamamen size ait olan yepyeni bir gemi yapmadı ya da en azından yeni bir gemi inşa edene kadar mevcut gemiye binilmesini engellemedi? Şimdi ise mevcut gemiye binenler batan gemiyi onarmak için canla başla çalışıyorlar.
Müslümanların kendileri dışındaki din ve ideolojilerle değişime varan bir etkileşim kurma ve onlara yaranma zaafları kendi potansiyel güçlerinin farkında olmamaları ve düşmanları karşısında bir eziklik psikolojisi yaşayarak sömürülmeye müsait hale getirilmelerindendir. Bu zihinsel paradigma yıkılırsa müminlerin en üstün olduğu ortaya çıkacaktır. Buna yakinen inanan bir mümin de üstünlüğü, şerefi, izzet ve onuru ancak Allah'ın yanında arayacaktır. "Onlar müminleri bırakıp kafirleri dost tutuyorlar, Onların yanında şeref mi arıyorlar? Bütün şeref tamamen Allah'a aittir" (4/Nisa, 139)
Kişi izzet ve şerefin kaynağını doğru olarak tespit ettiğinde hayatı algılayışı değişecek pasif, özür dileyici, kararsız, kaderci tutumunun yerini, onurlu, aktif, devrimci bir kimlik alacaktır.
İşbirliği, yakınlık, dostluk, destek verme anlamında velayet ancak müminlerin kendi aralarında olması gerektiğini söylerken bunun öncelikle, diğerlerinden zihinsel bir kopuş yani zihinsel bir hicretle gerçekleşeceğini vurgulayalım. Rasul'ün müşriklerle bir takım anlaşmalar yapması, onlarla ticari ilişkilerde bulunması, ideolojik bir sapmaya sebep olmayan ikincil ilişkilerdir. Bu yüzden çeşitli kişi ya da yapıların verdikleri ilkesel tavizlerin bu örneklerle desteklenmesi doğru değildir.
Gerçek dostun kim olduğunu kavramış bir mümin sosyal ilişkilerde Önemli bir yeri olan arkadaş seçiminde de dikkatli olacaktır. Çünkü sosyal bir varlık olan insan, sosyal hayatta kurduğu ilişki ağını etkilerken aynı zamanda da etkilenmektedir. Sosyal psikolojinin verilerine göre kişi girdiği sosyal gruba -ki arkadaşlık en önemlilerinden biridir- uyma davranışı gösterir, ikna ve itaate kadar giden uyma davranışı kişinin kendisine duyduğu özgüven ve kimliğiyle bağlantılı olarak artmakta ya da azalmaktadır. Bir başka deyişle, kimlik ve kişiliğini olgunlaştıramamış bireylerin arkadaş grubundan fazlaca etkileneceklerinden arkadaş seçiminde titiz davranmaları gerekir.
Öncelikle "arkadaşımı seçmem gerekir" bilinci önemli bir adımdır, insanların çoğunluğu hasbel kader bulundukları ortamlarda arkadaşlık ilişkileri kurmaya kendilerini zorunlu hissederler. Elbette bulunduğumuz mekanlarda sosyal ilişkilerde bulunmamız zorunludur ve biz bu ortamda çok aktif bir konumda da bulunabiliriz. Ancak bu oluşum yakınımız olacak, birlikte iş yapabileceğimiz kişilerin seçimi için yeterli değildir. Toplumu değiştirme ve İslami ilkeler doğrultusunda yeniden yapılandırma azminde olan bir mümin arkadaşlık kurarken bu azmine destek olacak kişileri seçer.
Bir müslümanın arkadaşını seçerken titiz davranması için önemli gerekçeleri vardır. Özellikle bir mümin kendisi ve arkadaşları arasındaki bağların niteliğini uhrevi hayata uzanan bir hesabı gözeterek belirlemelidir.
Kur'an'da müminlerin özelliklerinden biri de boş sözle karşılaştıklarında vakarla uzaklaşmaları olarak belirtilmiştir. Bir mümin, boş sözlerden bahseden kişilerden uzaklaşması gerekirken sürekli olarak boş sözlerin üretildiği ve konuşulduğu bir arkadaşlık zeminini nasıl oluşturabilir?
Bizi bu dünyanın kirlerinden arındırmaya yardımcı olacak, bunaldığımızda, sıkıldığımızda ümit aşılayacak, hakkı ve sabrı tavsiye edecek kişiler bizim arkadaşımız olmalıdır. Zamanımızın az, sorumluluklarımızın ağır olduğu düşünüldüğünde arkadaşlığın önemi daha iyi kavranacaktır.
Arkadaşlıklarımız iyiliği emretme, kötülükten sakındırma serbestliği ve sorumluluğunda olmalıdır. Mücadelenin sıcaklığı içerisinde okullaşabilecek bu samimiyet, bizi, bir hadiste belirtildiği gibi Allah için sevmeye ve Allah için buğzetmeye sevk edecektir.
İlkelerimizi temel alarak kuracağımız dostluklar hem kimliğimizi, şahsiyetimizi hem de davamızı olgunlaştıracak, aynı zamanda arkadaşlıklarımızı daha anlamlı hale getirecektir. Hayatı, ölümü ve ibadeti Allah için olan bir müminin arkadaş ilişkilerini de bu kapsamda düşünmesi kadar doğal bir şey olamaz.
Arkadaş ilişkilerimizde düştüğümüz en önemli hatalardan biri ilişkilerimizi bozmamak, aramızdaki ilişkiye zarar vermemek amacıyla, yanlışlara müdahale edemememiz, hataların düzelmesini zamana bırakmamızda. Sürekli olarak karşımızdaki insanın psikolojisini gözönüne alarak, değiştirmeye yönelik olmayan dostluklar bir gün bize de zarar verebilir. Gönül kırmamak amacıyla ciddi hataları hazmetmemeliyiz. Ancak bu üslubumuzun sert ve kırıcı olmasını gerektirmez. Eğer hikmet ve güzel sözle dahi uyarımıza tahammül edilemiyorsa "beni böyle kabul et" türünden mesajlar veriliyorsa bu arkadaşlığın bozulmasına üzülmemek gerekir. Hatta böyle bir ilişki kişi tarafından bilinçli olarak bitirilmelidir.
Modernizmin getirdiği bireyselleşmeyle birlikte arkadaş seçimi ideolojik değil entellektüel bir tatmin olarak algılanmaya başladı. Sinema, tiyatro muhabbetleri, bunalım paylaşımları, hoşça vakit geçirme kısaca moda ifadeyle "frekansların uyuştuğu" kişiler arkadaş olarak seçilmeye başlandı. Bu noktada arkadaşın bir liberal, bir komünist, bir sosyal demokrat olması da doğaldır, Yapılabilecek eleştiri konusunda verilecek cevap hazırdır. O beni daha iyi anlıyor, sosyal ilişkilerinde daha medeni vs. gibi.
Böylesi arkadaşlıklar kişinin kimliğini gitgide zayıflatacaktır. Kur'an kötü arkadaşların kişinin yanlış eylemlerini süslü gösterdiğini belirtmektedir. [41/Fussilet, 25) insanın yanlış eylemlerini destekleyen yakınlarının bulunması ise o yanlışların kökleşmesini sağlar. Rabbimiz, arkadaşının kendisini saptırdığı mazeretini kabul etmeyeceğini bildirmekledir. Kur'an'da Kaf Sûresi 23, ayetten itibaren suçlarını birbirinin üzerine atan iki arkadaşın çekişmesi ve Allah'ın onları cehenneme atması canlı bir şekilde tasvir edilmektedir.
Sonuç olarak hayatı vahyi çerçevede anlamlandırmak isteyen bir mümin arkadaş seçiminin de bir imtihan olduğun bilir ve mücadelesini ön plana çıkararak arkadaşlık ilişkilerini belirler. Doğrularla beraber olmak, doğru yolda olmak ve ayakların sabit olması demektir. Sabitemizi sağlamak ise doğru dost ve arkadaşlarla beraberlikle gerçekleşir.