İmtihan Aracı Olarak Yakınlar ve Mallar

Ali Rıza Gökçe

De ki: Eğer babalarınız, oğullarınız, kardeşleriniz, eşleriniz, hısım akrabanız (aşiretiniz), kazandığınız (biriktirdiğiniz) mallar, kesada uğramasından korktuğunuz ticaretiniz, hoşlandığınız meskenler size Allah'tan, Resulü’nden ve Allah yolunda cihad etmekten daha sevimli ise o halde bekleyin artık. Allah’tan bir emir gelinceye kadar. Allah fasıklar topluluğunu hidayete erdirmez.” (Tevbe, 9/24)

Ayeti okuduğumuzda zihnimizde ilk oluşan şey; yakın akrabanın, ticaret ve malın, meskenlerin, Allah ve Resulü’nden ve Allah yolunda cihad etmekten daha önemli olmaması gerektiğidir. Allah’a iman eden her kul, bunu böyle anlayıp, yaşantısını bu düstura göre düzenlemelidir. Hem iman edip hem de imandan oluşması gereken amellerin önüne zaaflı, erteleyici eylemler koymak insanı fasıklığa götürür. Fasıkların1 da hiçbir zaman doğru yolu bulamayacağı aşikârdır. Bu tanımlar çerçevesinde Allah’ın emir ve yasaklarını uygulamada gevşek davranan insanların, süreç içerisinde fıska sürüklenme riskinin oluşacağı kaçınılmazdır. Küçük zafiyetler birleşerek, bütünü bozacak düzeye ulaşabilir. Fasıkça davranışlarda devamlılık insanı din dairesinin dışına taşır.

Fazla detaya inmeden, mevcut bilgi birikimimiz ve hayat tecrübelerimizden yararlanarak, konumuzla ilgili ayetten, doğrudan bazı sonuçlar çıkartmamız mümkündür, fakat bu tespitler kuşatıcı sonuçlar vermeyebilir. Daha genel ve kuşatıcı sonuçlar elde edebilmek için, öncelikle ayetlerin siyak-sibak ilişkisi ve nüzul ortamını gözeten bir değerlendirme yapmamız daha doğru olacaktır. Bu değerlendirme biçimi, vahyin indiği ortamda, ayetin nasıl anlaşıldığı hakkında bize bilgi verebilir. Ayeti, bugün nasıl anlamamız gerektiği sorusuna cevap bulabilmek içinse Kur’an genelinde geçen konuyla ilgili ayetleri bir araya getirip, aralarında irtibatlar kurarak bir analiz yapmak bizi daha doğru sonuca ulaştıracaktır.

Konuyla ilgili ayetimiz Tevbe Suresi’nde geçmektedir. Bu sure Hicri 9. yılda, İslam ordusunun, Tebük seferine hazırlanmasını ve sonrasını kapsayan dönemde inen surelerdendir. İslam tarihinin bu kesitinde, Mekke’nin fethi gerçekleşmiş, İslam’ın gücü kâfirler üzerinde karşı koyulamayacak aşamaya ulaşmıştır. Artık insanlar fevc fevc, İslam’ın gücüne teslim olmaya başlamışlardır. Mekke’nin fethiyle birlikte müşriklerin iç direnci kırılmış, Arap kabilelerinin birliği dağılmış ve tehdit oluşturmaları bertaraf edilmişti. İç tehlikenin kontrol altına alınması, Allah Resulü’nü Bizans’a doğru yöneltmiştir. Oluşan İslam nüvesinin iç ve dış düşmanlardan korunması ve önleyici tedbirlerin alınması gerekliydi. Adım adım tevhidî irade güç kazandıkça bir üst aşamaya, din yalnız Allah’ın oluncaya kadar mücadeleyi yükseltme ilkesini hayata geçirmeye devam edecekti. Bu amaçla Bizans’ın Arabistan’a en yakın noktası olan Tebük bölgesine doğru İslam ordusu sefere çıkartılmıştı. İslam ordusu, bu seferi zaferle neticelendirerek dönmüştü. Müslümanlar Roma’nın uzantısı olan Hıristiyan unsurlarla antlaşma yapmış ve dışarıdan gelebilecek dış tehlikeler kontrol altına alınmıştı. İçeride ise tehdit olma direnci kırılan kâfirlere karşı artık son darbenin vurulma zamanı gelmişti.

Tevbe Suresi ayetleri nazil olmaya başladığında Müslümanlar, Hz. Ebubekir’in öncülüğünde hac yolculuğuna çıkmış bulunuyorlardı. Bu sure ile kâfirlere karşı izlenilmesi gereken emirler nüzul olunca konunun önem ve aciliyetine binaen Resulullah (s), Hz. Ali’yi görevlendirerek hac kafilesine ulaşıp inen ayetleri tebliğ etmesini emretmişti. Hz Ali, kafileye ulaştığında ve daha sonra da büyük hac günü Arafat’ta vakfeye durulduğunda, ilgili ayetleri herkese okuyarak tebliğ etmiştir.2 Bu tebligat yapılana kadar müşriklerle birlikte hac yapılmaktaydı. Bu olaydan sonra artık müşriklerin hac yapmaları ve Mescid-i Haram’a yaklaşmaları yasaklanmıştır.3 Artık müşriklere 4 ay kadar bir müddet verilmiş, bu süreden sonra Mescid-i Haram’a girmeleri yasaklanmıştır. Ve eğer iman edip teslim olmazlarsa, müşriklerin nerede bulunurlarsa öldürülmeleri emredilmiştir.

Tevbe Suresiyle inen ayetler kâfirlere vurulacak öldürücü darbenin başlama işaretini vermişti. Müşriklere karşı müsamaha gösterme derecesi artık son haddine gelmişti. Müşrikler arasında hiçbir ayrım yapılmayacaktı. Uzak veya yakın akraba olma durumu gözetilmeden müşrik olan herkesten yüz çevrilecekti.

Rabbimiz, Tevbe Suresi 23. ayetinde “Ey iman edenler, eğer imana karşı inkârı sevip-tercih ediyorlarsa, babalarınızı ve kardeşlerinizi veliler edinmeyin. Sizden kim onları veli edinirse, işte bunlar zulmeden kimselerdir.” buyurmuş ve bu aşamadan sonra yakın akrabaları bile olsa mü’minlerin kâfirlere karşı zaaf göstermemeleri emredilmişti.

Ayetlerin gereğini uygulayacak olan kişiler mü’minler, fakat uygulamaya muhatap olanlar ise bu mü’minlerle kan bağı olan insanlardı. Akraba ilişkileri ve kan bağı, mü’minleri zaafa uğratmasın diye, Rabbimiz, bu ayetlerle mü’minleri uyarıyor. “Eğer Allah’a iman edip Resulü’ne itaat etmişseniz, bu konuda tereddüt göstermeyin, aksi takdirde fasık olanların durumuna düşersiniz.” diye uyarıyordu. Artık saflar iyice netleşmişti. Allah’a ve O’nun dinine savaş açmış müşriklere toplum içerisinde yaşam hakkı kalmamıştı. Allah’ın dinine karşı mücadele etmeyen müşriklere karşı ise itidalli davranılması tavsiye edilmişti.

Nüzul ortamı ve siyak sibak çerçevesinde konuyu analiz ettiğimizde mü’minlerin nefislerinde yaşadığı bir imtihana şahit oluyoruz. İnananların duygusal davranarak kan bağı ilişkilerinden dolayı veya dünyalık geçim kaygısına düşerek zaafa uğramaması için, Rabbimiz tarafından ikaz edildiklerini müşahede ediyoruz. Ayetler bize sadece mü’minlerin geçmişte yaşadığı bir sınavın hikâyesini anlatmıyor elbette; bugün de ders almamızı sağlayacak mesajlar içeriyor. Dün Resulullah (s) döneminde yaşayan Müslümanları bağlayan vurgular, aynı illetlerin oluştuğu durumlarda bizleri de bağlayacaktır şüphesiz.

Klasik tefsir usulünde bir kural vardır: Ayetlerin nüzulü sırasında özel konular çerçevesinde inmiş olması, daha sonraki aşamalarda daha genel anlamlarda yorumlanmasına engel değildir. Bu kural çerçevesinde, ayetlerde vurgulanan konuların arka planlarını ve çıkartılabilecek derinlikli mesajları arayalım. Burada üzerinde durmamız gereken iki başlık ön plana çıkmaktadır. Birincisi insanı zaafa iten, yaratılıştan fıtratına verilmiş olan dünya malına karşı düşkünlük ve ikinci olarak akrabalara karşı aşırı düşkünlük konularıdır.

Rabbimiz, Âli İmrân Suresi 14. ayette bu konuya şöyle vurgu yapmaktadır: “Nefsanî arzulara, (özellikle) kadınlara, oğullara, yığın yığın biriktirilmiş altın ve gümüşe, salma atlara, sağmal hayvanlara ve ekinlere karşı düşkünlük insanlara çekici kılındı. Bunlar, dünya hayatının geçici menfaatleridir. Hâlbuki varılacak güzel yer Allah'ın katındadır.”

İnsanoğlunun fıtratına verilen her haslet dünya hayatında onun imtihan aracı işlevini görmektedir. İnsana iyiliğe ve kötülüğe meyletme hasleti verilmiş ve bunlarla birlikte özgür irade de verilmiştir. Özgür iradesi ile yapacağı eylemler onun geleceğini şekillendirecektir. Her sınavda olduğu gibi imtihanların doğasında doğru ve yanlış sonuçlar mevcuttur. Şimdi kavramların daha iyi anlaşılması için imtihan bilinci, akraba ilişkileri ve mal sevgisinin saptırıcılığı konularını tek tek ele alıp açılımlarda bulunalım.

İmtihan Bilinci

İmtihan bilincinin kadim bir geçmişi vardır. Konunun doğru anlaşılması için öncelikle bu konuyla ilgili Kur’an’da geçen ayetlere müracaat etmemiz kaçınılmazdır.

Andolsun ki sizi korku ve açlık; mallardan, canlardan ve ürünlerden biraz azaltma (fakirlik) ile deneriz. Sabredenleri müjdele!” (Bakara, 2/155)

Biliniz ki, mallarınız ve çocuklarınız birer imtihan sebebidir ve büyük mükâfat Allah'ın katındadır.”4

Ayetler üzerinde tefekkür ettiğimizde ilk yaratılan insandan günümüze kadar Rabbimizin değişmeyen bir kanunu olarak insanların sürekli imtihan edildiği ve bu dünyanın insanların imtihan sahası olduğunu görürüz. İmtihan olayını analiz ettiğimizde de insanın yaratılış özellikleri ile imtihan arasında doğrudan bağlantılar olduğunu görürüz. İnsanın fıtratına, yaratılışla birlikte verilen temel özellikler onun imtihanına vesile olan unsurlardır. Rabbimiz zımnen “Biz dileseydik tüm insanları iman etmiş bir şekilde yaratabilirdik fakat imtihan amaçlı olarak özgür iradeli olarak var ettik.” buyuruyor.

Rabbimiz, insanın yaratılış gayesini Zariyât Suresi 56. ayette şöyle bildiriyor. “Ben, cinleri ve insanları yalnızca bana ibadet etsinler diye yarattım.” İbadet etmesi amacıyla yarattığı ve yeryüzüne gönderdiği insanı, Rabbimiz kendi haline bırakmamış ve onu türlü imtihan araçlarıyla sınavdan geçirmiştir.

İnsanın yaratılış gayesi ve Allah’ın rızasını kazanmanın temel aracı olan ibadet kavramı, “iman-amel” birlikteliğini; bu da sebep-sonuç ilişkisi bağlamında “cennet–cehennem” kavramlarını bize hatırlatmaktadır.

Kulluk yapmak amacıyla yaratılan insan, dünya hayatında korku ve umut ekseninde, ürettiği teoriler ve yaptığı ibadetleri sonucunda, ahiret hayatında bir mükâfata veya cezaya kavuşacaktır.

İmtihan Aracı Olarak Akraba Olgusu

Kur’an’da akraba olgusu ile ilgili ayetleri incelediğimizde belirgin bir biçimde, Rabbimizin akrabalık ilişkilerini önemsediğini ve akrabaları birbirine karşı sorumlu tuttuğunu görüyoruz. Bunu önce en yakın olan anne ve babadan başlayarak ayetlerle örneklendirmeye çalışalım.

Anne-Baba Sorumluluğu:Rabbin, yalnız kendisine tapmanızı ve ana-babaya iyilik etmenizi emretti. İkisinden birisi yahut her ikisi, senin yanında ihtiyarlık çağına ulaşır (ihtiyarlık zamanlarında senin yanında kalırlar)sa sakın onlara ‘Öf!’ deme, onları azarlama! Onlara güzel söz söyle. Onları esirgeyerek alçakgönüllülükle üzerlerine kanat ger ve: ‘Rabbim! Küçüklüğümde onlar beni nasıl yetiştirmişlerse, şimdi de sen onlara (öyle) rahmet et!’ diyerek dua et.”5

Görüldüğü üzere Rabbimiz ana-babaya karşı bizleri sorumlu tutmaktadır. “Öf!” bile dememeyi ve Rabbimize şükrettiğimiz gibi onlara da teşekkür etmemizi tavsiye ediyor.

Yüce yaratıcımız rablik sıfatının bazı özelliklerini anne-baba olma fıtratının gereği kılmıştır. Fıtratı gereği anne-babalar bebeklik döneminde zayıf ve bakıma ihtiyacı olduğunda çocuklarına nasıl sevgi ve şefkat gösterdiyse evlatlar da zayıflık döneminde aynı şekilde onlara teveccüh göstermeli, gönüllerini hoşnut etmelidirler.

Rabbimiz kendisine karşı savaş açmadığı sürece anne-babaya itaat etmeyi kesintisiz olarak tavsiye ediyor. Fakat Allah’ın dinine karşı mücadele etmeye başladığı anda onlara itaat etme görevi sona eriyor. Anne-babaya karşı gelirken ölçülü ve müşfik bir yöntem izlenmelidir. Gereğinden fazla tepki gayedeki hikmeti yok eder.

İmtihan Aracı Olarak Genel Akrabalık Sorumluluğu

Ey insanlar! Sizi bir tek nefisten yaratan ve ondan da eşini yaratan ve ikisinden birçok erkekler ve kadınlar üretip yayan Rabbinizden sakının. Adını kullanarak birbirinizden dilekte bulunduğunuz Allah'tan ve akrabalık haklarına riayetsizlikten de sakının. Şüphesiz Allah sizin üzerinizde gözetleyicidir.” (Nisa, 4/1)

Muhakkak ki Allah, adaleti, iyiliği, akrabaya yardım etmeyi emreder; çirkin işleri, fenalık ve azgınlığı da yasaklar. O, düşünüp tutasınız diye size öğüt veriyor.”6

Bu vurgular insanlara açıkça yakın akrabaya karşı sorumluluk yüklendiğini ifade etmektedir. Günlük yaşantımızda bu sorumluluğu dikkate alan pratikler ortaya koymamız gerekmektedir. İnsanların hem neşeli hem de kederli; rahat veya dar sıkıntılı günleri olabilmektedir. İnsanın, doğumu, düğünü, bayramı olduğu gibi, hastalıklı, borçlu ve cenazesi olduğu günler de vardır. Böyle kritik günlerde insan, çevresinde kendisine el uzatacak birilerine ihtiyaç duyar. Teamüller gereği onun bu ihtiyacına da çevresindeki yakın akrabaları cevap vermeye çalışır.

Sıkıntılı günlerde dost ve arkadaşlar pek çevrenizde olmazlar. Fakat kan bağı olan akrabalarınız olayın doğası gereği size yardım eli uzatırlar. Arkadaşlık ilişkileri ile akrabalık ilişkilerinin şer’i olarak da sınırlılık problemi vardır. Mahremiyet sınırları bazı şeyleri engellemektedir. Siyerden öğrendiğimize göre Hz. Ebubekir ve Hz. Ömer, Resulullah’ın yanına daha rahat gidip gelebilmek için kızlarını onunla nikâhlayıp akrabalık bağı kurmuşlardır.

Tebliğ faaliyetlerinin başlangıç aşamasında Rabbimiz, Resulullah’a “Önce akrabanı uyar.” diyerek başlangıç noktası olarak akrabaları işaret etmiştir. Akrabalar arasındaki dayanışma ve sahiplenme duygusundan faydalanmak, başlangıç aşamasındaki zor bir işin sahiplenilmesi açısından önemli bir faktördür. Anne-baba örneğinde olduğu gibi genel akrabalara karşı sorumluluğun sınırı yine Allah’ın dinine karşı gösterdikleri duyarlılık ölçüsünde olacaktır.

Kan Bağı-Din Bağı Arasında Akraba Sorumluluğu

Nuh, Rabbine dua edip dedi ki: ‘Ey Rabbim! Şüphesiz oğlum da ailemdendir. Senin vaadin ise elbette haktır. Sen hâkimler hâkimisin.’ Allah buyurdu ki: Ey Nuh! O asla senin ailenden değildir. Çünkü onun yaptığı kötü bir iştir. O halde hakkında bilgin olmayan bir şeyi benden isteme! Ben sana cahillerden olmamanı tavsiye ederim.” (Hûd, 11/45-46)

Cehennem ehli oldukları onlara açıkça belli olduktan sonra, akraba dahi olsalar, (Allah'a) ortak koşanlar için af dilemek ne peygambere yaraşır ne de inananlara.”7

Akrabaya karşı sorumluluk sınırı Allah’a karşı gelene kadardır. Rabbimiz, Nuh Peygamber’e “O (oğlun) asla senin ailenden değildir. Çünkü onun yaptığı kötü bir iştir.” buyurarak inkârın başladığı yerde kan bağının bağlayıcılığının biteceğini bildirmiştir. Buna benzer örneklere Lut ve İbrahim peygamberlerin kıssalarında da değinilmektedir.

Allah’ın dinine karşı mücadele veren cehennem ehli olduğu belli olan akrabalara iyi temennilerde dahi bulunmama öğüdü dikkat çekicidir. Mü’minlerin bu konuda duygularını kontrol altına alması, zaaf göstermemesi gerekmektedir. İslam tarihinde bu konuda yaşanmış Hz. Osman örneği ibret alınacak bir durumdur. Hz. Osman’ın yakın akrabalarına karşı olan zafiyeti, hilafetin saltanata dönüşmesine giden yolun açılmasına sebep olmuştur.

İmtihan Aracı Olarak Malın Saptırıcılığı Olgusu

Bilin ki dünya hayatı ancak bir oyun, eğlence, bir süs, aranızda bir övünme ve daha çok mal ve evlât sahibi olma isteğinden ibarettir. Tıpkı bir yağmur gibidir ki, bitirdiği ziraatçıların hoşuna gider. Sonra kurur da sen onun sapsarı olduğunu görürsün; sonra da çer çöp olur. Ahirette ise çetin bir azap vardır. Yine orada Allah'ın mağfireti ve rızası vardır. Dünya hayatı aldatıcı bir geçimlikten başka bir şey değildir.”8

Biliniz ki, mallarınız ve çocuklarınız birer imtihan sebebidir ve büyük mükâfat Allah'ın katındadır.”9

Ayetlerdeki vurguları özetlediğimizde iki temel olgu ön plana çıkmaktadır. Dünya hayatının cazibesi ve mal sevgisi ile evlatlara düşkünlük.

Dünya Hayatının Cazibesi: İnsan yaşamını dünya ve ahiret hayatı diye ayırmak seküler bir yaklaşımdır. Seküler dünya görüşünün ise ahret kaygısı yoktur. Bütün sistemini dünyadaki varlığının devamı üzerine kurar. Hiç ölmeyecekmiş gibi dünya için çalışır ve dünya için yaşar. Kapitalist yaşam biçimi ve dünya görüşü insanı tüketim kültürünün objesi haline getirmeye çalışmaktadır. Birinci sınıf dünyalar oluşturmak ve yaşamak gibi hedeflerle insanın bilinçaltını iğdiş etmektedir. Bir Müslüman için hayatı dünya ve ahiret diye bölmek söz konusu olamaz. Dünya ve ahiret kavramları insan yaşamının iki ayrı boyutunu ifade etmektedir. Dünya hayatı insanın yaşarkenki boyutunu, ahiret hayatı ise öldükten sonraki boyutu ifade etmektedir.

Bakara Suresi 200-202. ayetlerde Rabbimiz “İnsanlardan öyleleri var ki: Ey Rabbimiz! Bize dünyada ver, derler. Böyle kimselerin ahiretten hiç nasibi yoktur. Onlardan bir kısmı da: Ey Rabbimiz! Bize dünyada da iyilik ver, ahirette de iyilik ver. Bizi cehennem azabından koru! derler. İşte onlar için, kazandıklarından büyük bir nasip vardır. Şüphesiz Allah hesabı çok çabuk görendir.” buyurarak, bizim için bu konudaki ölçüyü ortaya koymuştur. Bir Müslüman hem dünyada hem ahirette iyiliği aramakla mükelleftir. Ne kapitalistler gibi sadece dünya için ne de mistikler gibi ahiret için yaşamak anlayışı Müslümanlar için uygun değildir. Her şeyde olduğu gibi bu konuda da ölçülü ve dengeli olmak zorundayız.

Mal Sevgisi ve Evlatlara Düşkünlük: Yukarıdaki ayetlerde geçen vurgular, insanoğlunun tercihlerini belirtmekten öte, fıtratında yaratılıştan var olan eğilimlere işaret etmektedir. Yaratılışta insanoğlunun doğasına iyi ve kötü birlikte verilmiştir. İnsanlar bu sınav dünyasında kötü eğilimleri bastırıp terbiye etmeyi başardığı ve iyi eğilimleri ön plana çıkarıp yaşamlaştırdığı ölçüde sınavı başarabilecektir.

Bugün kapitalist dünya, insanoğlunun mal-mesken edinme, finans biriktirme ve şehevi arzulara karşı zafiyeti olduğunu tespit etmiş ve bütün politikalarını bunlar üzerinden kurgulamaktadır. Modern hayatın günlük yaşantıda hazırladığı tuzaklar şeytana bile taş çıkartacak türdendir.

Rabbimiz yeryüzünde var olan nesneleri insanoğlunun hizmetine sunmuştur. Nesneler pasif/edilgen varlıklardır. Kendi başlarına insanları etkileyip yönlendirme ve insanoğlunu doğrudan saptırma özelliğine sahip değildirler. Aktif/etken olan insanoğlunun kendisidir. Dolayısıyla sınava tabi tutulan da insandır. İnananların sorumluluğu bütün tuzakları aşıp Allah’ın emrettiği şekilde kazandığı malı Allah yolunda harcayıp arınarak kurtuluşa ermektir.

Allah yolunda mallarını harcayanların örneği, yedi başak bitiren bir dane gibidir ki, her başakta yüz dane vardır. Allah dilediğine kat kat fazlasını verir. Allah'ın lütfu geniştir, O her şeyi bilir.” (Bakara, 2/261)

Allah ve Resulü’nü Sevmek ve Cihad

De ki: Eğer babalarınız, oğullarınız, kardeşleriniz, eşleriniz, hısım akrabanız, kazandığınız mallar, kesada uğramasından korktuğunuz ticaretiniz, hoşlandığınız meskenler size Allah'tan, Resulü’nden ve Allah yolunda cihad etmekten daha sevimli ise o halde bekleyin artık...” (Tevbe, 9/24)

Allah'a ve Resulü’ne inanır, mallarınızla ve canlarınızla Allah yolunda cihad edersiniz. Eğer bilirseniz, bu sizin için daha hayırlıdır.”10

Allah’ı Sevmek: Allah’ı sevmek hayatımızı Allah’ın rızasını kazanmayı merkeze alarak düzenlemeyi, Allah için sevmeyi ve Allah için nefret etmeyi ifade etmelidir.

Allah Resulü’nü Sevmek: Allah Resulü’nü sevmek sadece insani vasıflarından dolayı bir teveccühü anlatmıyor. Resul’e olan alakanın kaynağı ilahi buyrukları ileten bir aracı olması sebebiyledir. Resul emir ve yasakların ilk muhatabı, ilkelerin yaşatılması için örnek ve önder şahsiyettir. Allah’a olan sevginin somut delili O’nun Resulü’ne itaattir.

Allah Yolunda Cihad:İnananlardan özürsüz olarak yerlerinde oturanlarla malları ve canlarıyla Allah yolunda cihad edenler bir olmaz. Allah, mallarıyla canlarıyla cihad edenleri derece bakımından oturanlardan üstün kılmıştır. Gerçi Allah hepsine de güzellik vaat etmiştir ama mücahidleri oturanlardan çok daha büyük ecirle üstün kılmıştır.” (Nisa, 4/95)

 

Dipnotlar:

1-Fısk nedir, fasık kime denir? Rağıp el-İsfahani, Müfredat adlı Kur’an ıstılahları eserinde fısk ve fasıkı şöyle tanımlıyor: “Az olsun çok olsun, her günahla birlikte fısk meydana gelir. Fakat fıskın çok günahla meydana geldiği meşhurdur. Fasık daha çok, dinî hükümlere bağlanıp onları ikrar ettikten sonra, onların tümünü veya bir kısmını ihlal eden kişi için kullanılır. Eğer köken olarak kâfir kişiye fasık denirse; bu, onun, aklın ve fıtratın gerektirdiği hükmü ihlal ettiğinden dolayıdır.”

2-Tevbe Suresi, 1-15. ayetler: “(Bu,) Müşriklerden kendileriyle antlaşma imzaladıklarınıza, Allah'tan ve Resulü'nden kesin bir uyarıdır. Bundan böyle yeryüzünde (size tanınmış bir süre olarak) dört ay dolaşın. Ve bilin ki Allah'ı aciz bırakacak değilsiniz. Gerçekten Allah, inkâr edenleri hor ve aşağılık kılıcıdır. Ve büyük hac (Hacc-ı Ekber) günü, Allah'tan ve Resulü'nden insanlara bir duyuru: Kesin olarak Allah, müşriklerden uzaktır, O'nun Resulü de... Eğer tevbe ederseniz bu sizin için daha hayırlıdır; yok eğer yüz çevirirseniz, bilin ki Allah'ı elbette aciz bırakacak değilsiniz. İnkâr edenleri acı bir azapla müjdele! Ancak müşriklerden kendileriyle antlaşma imzaladıklarınızdan (antlaşmadan) bir şeyi eksiltmeyenler ve size karşı hiç kimseye yardım etmeyenler başka; artık antlaşmalarını, süresi bitene kadar tamamlayın. Şüphesiz, Allah muttaki olanları sever. Haram aylar (süre tanınmış dört ay) sıyrılıp-bitince, müşrikleri bulduğunuz yerde öldürün, onları tutuklayın, kuşatın ve onların bütün geçit yerlerini kesip-tutun. Eğer tevbe edip namaz kılarlarsa ve zekâtı verirlerse yollarını açıverin. Gerçekten Allah, bağışlayandır, esirgeyendir. Eğer müşriklerden biri, senden 'eman isterse', ona eman ver; öyle ki Allah'ın sözünü dinlemiş olsun, sonra onu 'güvenlik içinde olacağı yere ulaştır.' Bu, onların elbette bilmeyen bir topluluk olmaları nedeniyledir. Mescid-i Haram yanında kendileriyle anlaştıklarınız dışında, müşriklerin Allah katında ve Resulü’nün katında nasıl bir ahdi olabilir? Şu halde o (anlaşmalı olanlar), size karşı (doğru) bir tutum takındıkça, siz de onlara karşı doğru bir tutum takının. Şüphesiz Allah, muttaki olanları sever. Nasıl olabilir ki!.. Eğer size karşı galip gelirlerse size karşı ne 'akrabalık bağlarını' ne de 'sözleşme hükümlerini' gözetip-tanırlar. Sizi ağızlarıyla hoşnut kılarlar, kalpleri ise karşı koyar. Onların çoğu fasık kimselerdir. Allah'ın ayetlerine karşılık az bir değeri satın aldılar, böylece O'nun yolunu engellediler. Onların yaptıkları gerçekten ne kötüdür. Onlar (hiç) bir mü'mine karşı ne 'akrabalık bağlarını' ne de 'sözleşme hükümlerini' gözetip tanırlar. İşte bunlar, haddi aşmakta olanlardır. Eğer onlar tevbe edip namazı kılarlarsa ve zekâtı verirlerse, artık onlar sizin dinde kardeşlerinizdir. Bilen bir topluluk için ayetleri böyle birer birer açıklarız. Ve eğer antlaşmalardan sonra, yine yeminlerini bozarlarsa ve dininize hınç besleyip-saldırırlarsa, bu durumda küfrün önderleriyle çarpışın. Çünkü onlar, yeminleri olmayan kimselerdir; belki cayarlar. Yeminlerini bozan, elçiyi (yurdundan) sürmeye çabalayan ve sizinle ilk defa (savaşa) başlayan bir toplulukla savaşmaz mısınız? Korkuyor musunuz onlardan? Eğer inanıyorsanız, kendisinden korkmanıza Allah daha layıktır. Onlarla çarpışınız. Allah, onları sizin ellerinizle azaplandırsın, hor ve aşağılık kılsın ve onlara karşı size zafer versin, mü'minler topluluğunun göğsünü şifaya kavuştursun. Ve kalplerindeki öfkeyi gidersin. Allah dilediğinin tevbesini kabul eder. Allah bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.”

3-Tevbe Suresi, 28-29. ayetler: “Ey iman edenler, müşrikler ancak bir pisliktirler; öyleyse bu yıldan sonra artık Mescid-i Haram'a yaklaşmasınlar. Eğer ihtiyaç içinde kalmaktan korkarsanız, Allah dilerse sizi kendi fazlından zengin kılar. Şüphesiz Allah bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.”

4-Enfal, 8/28. Ayrıca bkz: Enbiya, 21/35; Hûd, 11/7; Muhammed, 47/31; Ankebut, 29/2-3; Mülk, 67/2.

5-İsra, 17/23-24. Ayrıca bkz: Lokman, 31/14; Ahkâf, 46/15; Ankebut, 29/8.

6-Nahl, 16/90. Ayrıca bkz: Nisa, 4/36; Enfal, 8/75; Bakara, 2/180; Nisa, 3/33.

7-Tevbe, 9/113. Ayrıca bkz: Nisa, 4/135; Mümtehine, 60/3.

8-Hadid,57/20. Ayrıca bkz: Muhammed, 47/36; Leyl, 92/8.

9-Enfal, 8/28. Ayrıca bkz: Münafikun, 63/9; Teğabun, 64/15; Fecr, 89/17; Âdiyât, 100/1; Tevbe, 9/34; Sebe, 34/37.

10-Saff, 61/11. Ayrıca bkz: Bakara, 2/262, 265, 267; Âli İmrân, 3/31; Muhammed, 47/33.