İnsanlık tarihi boyunca Allah, iman ve ahlak meselesi üzerine insanlar sürekli kafa yormuşlardır. Özellikle ahlak, sadece dinlerin ve felsefenin ilgilendiği bir konu olarak da kalmamıştır. Psikolojiden antropolojiye, çocuk gelişiminden biyolojiye kadar birçok başlık altında ahlak konusu işlenmiştir. Ahlakı ve kökenini ideolojiler, dinler, felsefeciler kendi zaviyelerinden yorumlamaya ve izah etmeye çalışmışlardır. Evrimci biyoloji anlayışını savunan kesimler ile karşıtları arasında Allah’ın varlığını ispat veya inkâr anlamında da ahlak, temel tartışma konularından birisi olmuştur/olmaktadır.
Ahlak ve iman ilişkisini incelemeden önce bazı sorulara dikkat çekmemiz gerekmektedir. “Ahlak doğuştan bir insan özelliği midir?”, “Ahlak tamamen insanın içinde bulunduğu çevrenin sosyo–kültürel etkisiyle mi şekilleniyor?”, “Ahlak doğuştan gelen (insanın fıtratında yer alan) bir insan özelliği midir?” Şüphesiz bu sorular çoğaltılabilir. Bu sorularla ahlak konusunda farklı yaklaşımları da inceleme/konuşma imkânı elde etmiş olacağız.
Ahlak
Ahlâk Arapçada “seciye, tabiat, huy” gibi manalara gelen hulk veya huluk kelimesinin çoğuludur.
TDK, ahlakı “Bir toplum içinde kişilerin benimsedikleri, uymak zorunda bulundukları davranış biçimleri ve kuralları…” olarak tanımlar.
Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisinde ahlak, “İnsanın iyi veya kötü olarak vasıflandırılmasına yol açan manevî nitelikleri, huyları ve bunların etkisiyle ortaya konan iradeli davranışlar bütünü; bu konularla ilgili ilim dalı.” olarak tarif edilir.
Marksist genel yaklaşımda da ahlak ve onu içeren dinlerin, sosyo-ekonomik ilişkilerin ve menfaatlerin sonucu bir ürün olarak, hâkim güçlerin belirlediği yapılar şeklinde tarif edilir.
Müslüman felsefeciler, ahlakı, “nefiste yerleşik olan yatkınlıklar” şeklinde tarif etmişlerdir. Bu yatkınlıklar sayesinde “Fiiller, nefisten herhangi bir fikrî ve iradî güçlüğe hacet kalmaksızın sâdır olur.”Bu felsefecilere göre; eğer bu yatkınlıklar iyi olursa nefisten faziletler, kötü olursa rezaletler sâdır olur. İşte ahlâkın temel vazifesi nefis hakkında bilgiler vermek ve nefsi kendisinden faziletli fiiller sâdır olacak şekilde terbiye etmektir.
Ahlak konusunda çeşitli görüşler ileri sürülmüştür. Bu yaklaşımları birbirine zıt iki görüşe kadar indirebiliriz. Elbette aynı görüşler arasında da ciddi tartışmalar ve farklılıklar mevcuttur. Birinci görüş insan zihnini “boş bir levha” olarak tanımlayan ve daha çok pozitivist ilim adamlarının savunduğu görüştür. Bu yaklaşıma göre ahlak insan tarafından sonradan öğrenilen bir “şey”dir. Geneli ateistler tarafından savunulan bu görüşün merkezinde Allah’ı devre dışı bırakma niyeti vardır. Çünkü eğer ahlak doğuştan gelen bir özellikse o halde “İnsana doğuştan bu özelliği yerleştiren irade kimdir?” sorusuna muhatap olacaklardır. Bu pozitivist yaklaşım sahipleri insanın ahlak, erdem, iyilik gibi meziyetlerini kazanmasını tesadüfü süreçlerle (sürecin arkasında bir bilinç rol oynamadan) izah etmeye çalışırlar. İnsanın fıtratıyla ilgili Rum Suresi 30. ayette Rabbimiz şöyle buyurmaktadır:
“Böylece sen, batıl olan her şeyden uzaklaşarak yüzünü kararlı bir şekilde (hak olan) dine çevir ve Allah’ın insan bünyesine nakşettiği fıtrata uygun davran. (Ki,) Allah’ın yarattığında bir bozulma ve çürümeye meydan verilmesin.Bu, sahih (bir) din(in gayesi)dir ama çoğu insanlar onu bilmezler.”
Bu ayette ifadesini bulan “fıtrat”a uygun davranma hali Allah’ın insanı belli bir hal üzerine yarattığını gösteriyor. Elbette tüm ahlaki ilkelerin doğuştan insanda var olduğunu iddia etmiyoruz. İnsan, fıtratına uygun davranıp davranmamakla bu ahlaki ilkeleri bünyesinde geliştirip kuvvetlendirir veya öldürür. Burada ifade etmeye çalıştığımız şey Allah insanı ahlaki temelleri bilmesini sağlayacak ve ona göre davranacak güzellikte yaratmıştır. Bu temelleri iyi-kötü, doğru-yanlış, adaletli-adaletsiz, aldatanı saptamak, kasıtlı-kasıtsız ayrımı yapmak şeklinde sıralayabiliriz. Anlatılan bu özelliklerimiz doğuştan tüm insanlarda var olan özelliklerdir. Bu konuyla ilgili Buhari, Ebu Davud ve Müslim’de de yer alan Hz. Muhammed (s)’in şu hadisi aslında bu durumu oldukça açık bir şekilde ortaya koymaktadır.
“Her doğan, İslâm fıtratı üzerine doğar. Sonra, anne-babası onu Hristiyan, Yahudi veya Mecusi yapar.”
Yine konuyla ilgili Tin Suresi 4. ayette Rabbimiz şöyle buyurmaktadır:
“Doğrusu, biz insanı en güzel bir biçimde yarattık.”
Sosyal bilimciler çocuklar üzerinde kimi gözlemlerle ahlakın doğuştanlığı konusunu incelemişlerdir. Yapılan gözlemlerde çocukların mağdur olanı ödüllendirme, hatalı olanı cezalandırma gibi davranışlar sergiledikleri görülmüştür.
Ahlaki temelin doğuştanlığını ispatlayacak elbette oldukça fazla örnek vardır. Örneğin tüm dünyada fıtratına iyice yabancılaşmış, kalbi taşlardan da daha sert hale gelmiş istisnaları doğal olarak dışarda bırakırsak tüm insanlar işkence gören bir çocuk görüntüsünü gördüklerinde bundan rahatsız olurlar. Benzer örnekler artırılabilir. Allah’ın fıtratımıza yerleştirdiği bu meziyet öylesine muhteşem bir şeydir ki, yukarıda verdiğim örnekten yola çıkarsak bir çocuğa işkence yapıldığını gördüğümüzde bu doğru mu veya yanlış mı diye düşünmeye gereksinim duymadan refleks olarak tepki gösteririz. Bunu Gazali şu şekilde ifade etmektedir: “Ahlak, İnsan nefsine yerleşen öyle bir melekedir ki, fiiller hiçbir nefsi zorlama olmaksızın düşünüp taşınmadan bu meleke sayesinde kolaylıkla ortaya çıkar.”
Elbette biz Müslümanların Allah’ın yaratması konusunda haşa şüphesi söz konusu olamaz. Çünkü biz en başta buna “iman” etmişiz. Ama eğer bizi İslam fıtratı üzerine yaratan ve fıtratımızda iyiliği kötülükten ayırt edecek bir bilinç yerleştiren yüce bir irade varken ahlakın nasıllığını kim belirleyecek? Soruyu şöyle de sorabiliriz: İnsan haklarından tutun ticaret, savaş hukukuna kadar neredeyse hayatımızın her alanıyla ilgili konularda asıl belirleyici kim olmalıdır? Evrensel ahlak ilkelerini neye göre algılayacağız? İnsanı putlaştıran, insan aklını/hevasını merkeze alan yaklaşımlar insanı gerçekten mutluluğa eriştirebilir mi? Eğer insanı Allah yaratmışsa insanı en iyi tanıyan da O değil midir?O halde yaratılışımızda yer alan o özü ortaya çıkarıp gürleştirecek şey Allah’ın buyruğu değil de nedir?
İman ve Amel
Allah’ın en güzel şekilde yarattığı insan, elbette bu dünyada bir sınanma içinde. İyiyi ve kötüyü ayrıt edebilecek yetenekte yaratılan insan, zamanla yozlaşıp ahlaki melekesini yitirebiliyor. İnsanı yaratıp başıboş bırakmayan Allah, gönderdiği peygamberler ve vahiy ile insanı sürekli uyararak onun fıtratına uygun davranmasını istemiştir. Fıtratımızda yer alan güzellikleri ortaya çıkaracak en temel şey sahih bilgi, iman ve salih ameldir. Amelsiz iman, imansız ahlak söz konusu olamaz. Şimdi elbette fıtratının sesine kulak veren ehl-i vicdan gayrimüslimlerin varlığını yok saymıyoruz. İman nimetiyle tanışmayan bu davranış sahiplerinin hidayete ulaşmaları için elbette kendilerine duacıyız. Ancak ahlak cevherini ortaya çıkaracak en temel şeyin Allah’a iman ve Allah’a şirk koşmamak olduğunu biz Kitab-ı Mubin’den öğreniyoruz.
Sözlükte “güven içinde bulunmak, korkusuz olmak” anlamındaki emn(eman) kökünden türeyen îmân “güven duygusu içinde tasdik etmek, inanmak” demektir. “Sağlamlaştırmak, kesin karar vermek, tasdik etmek” manasındaki akd kökünden türeyen i‘tikād da “iman” karşılığında kullanılır. Terim olarak iman genellikle “Allah’tan alıp din adına tebliğ ettiği kesinlik kazanan hususlarda peygamberleri tasdik etmek ve onlara inanmak” diye tanımlanır. Bu inanca sahip bulunan kimseye mü’min, inancının gereğini tam bir teslimiyetle yerine getiren kişiye de müslim denir.
Kur’an-ı Kerim’de iman-amel birbirinden ayrılmaz birer parçadır. Hatta Bakara Suresi 143. ayette iman, amel yerine kullanılmıştır. Kıble değişikliği ile ilgili inen bu ayette Rabbimiz salat ameli/ibadeti yerine iman kavramını kullanmıştır:
“…Allah, imanınızı boşa çıkaracak değildir. Şüphesiz, Allah, insanlara şefkat edendir, esirgeyendir.”
İman, “Lailaheillallah” diyerek içine girilen etrafı dört duvarla çevrili bir kale, bir yapı değildir. Elbette dil ile ifade edilmesi önemli bir durumdur. Ama asıl olan tam mutmain bir kalp ile tasdik edilene tam olarak uyma çabasıdır. Dolayısıyla iman dinamik bir süreçtir. Artar veya azalır. Enfal Suresi 8. ayette Rabbimiz şöyle buyurmaktadır:
“Mü'minler öyle kimselerdir ki, Allah anıldığı zaman kalpleri ürperir. Kendilerine O'nun ayetleri okunduğunda bu onların imanlarını artırır ve ancak Rabblerine dayanıp güvenirler.”
İnsan, kendi eliyle yaptıkları ile yaratılmışların en güzeli ya da aşağıların en aşağılığı olur.
“Andolsun, insanı en güzel biçimde yaratırız. Sonra onu aşağıların aşağısına indiririz.” (Tin Suresi, 4-5)
İman ve Ahlak
“Ve şüphesiz sen, pek büyük bir ahlak üzerindesin.”
Kalem Suresi 4. ayette Allah, Rasul’e (s) böyle seslenmektedir. Sahabeden bazı kimseler bu ayetten maksadın ne olduğunu Hz. Aişe validemize sorduklarında onlara şöyle cevap verir:"Siz hiç Kur'an okumuyor musunuz? Onun ahlakı Kur'an'dı!"
Yine Buhari ve Müslim’in sahihlerinde yer alan ve Hz. Ali’den rivayet edilen bir hadiste Hz. Muhammed’in şöyle söylediği rivayet edilir: “Beni Rabbim tedip edip eğitti ve edebimi, eğitimimi de güzel yaptı.”
Şüphesiz ki, biz mü’minler için Rasul en güzel örnektir. Rasul’ün ahlakını Kur’an belirlediğine göre bizim ahlakımızı tahkim edip yükseltecek, bizi özü sözü bir, emin, aldatmayan, zulmetmeyen “adam” kılacak şey Kur’an’dır ve vahyin inşa ettiği Rasul’dür.
Kur’an-ı Kerim’de yer alan bütün emir ve yasaklar bizim için ahlakımızı belirleyen temel maddelerdir. Menar tefsirinde üstad Muhammed Abduh,En’am Suresi 151-152. ayetlerden yola çıkarak Kur’an temelli ahlaki emirleri 10 madde ile anlatır.
Kur’an Temelli 10 Ahlaki Emir
“De ki: ‘Gelin size Rabbinizin neleri haram kıldığını okuyayım: O'na hiçbir şeyi ortak koşmayın, anne babaya iyilik edin, yoksulluk endişesiyle çocuklarınızı öldürmeyin. -Sizin de onların da rızıklarını biz vermekteyiz.- Çirkin kötülüklerin açığına ve gizli olanına yaklaşmayın. Hakka dayalı olma dışında, Allah'ın (öldürülmesini) haram kıldığı kimseyi öldürmeyin. İşte bunlarla size tavsiye (emr) etti; umulur ki, akıl erdirirsiniz.’" (En’am, 151)
“Yetimin malına, buluğ çağına varıncaya kadar, malını en güzel bir şekilde koruyup çoğaltmak hizmetinden başka bir surette yaklaşmayın. Ölçeği ve tartıyı tam ve denk getirin. Biz, herkese gücünün yettiğini teklif ederiz. Söz sahibi olduğunuz zaman, davacı veya davalı hısım ve akrabanız bile olsa, hep adaleti gözetin. Allah’a karşı verdiğiniz sözlerinizi, yemin ve adaklarınızı yerine getirin. İşte Allah, iyi düşünesiniz diye size bunları emretti.” (En’am, 152)
1- Ona hiçbir şeyi ortak koşmayın!
Haramların en büyüğü, en feci olanı, aklı ve fıtratı bozmakta en beter olanı Allah’a şirk koşmaktır. En büyük zulüm olan şirk, aynı zamanda en büyük nankörlük ve ahlaksızlıktır. Lokman Suresi 13. ayette Rabbimiz Lokman’ın (a) diliyle şöyle buyurmaktadır: “Hani Lokman oğluna -öğüt vererek- şöyle demişti: Ey oğlum, Allah'a şirk koşma. Şüphesiz şirk, gerçekten büyük bir zulümdür.”
2- Ana babaya iyilik edin!
Burada olanca gücümüzle ve olanca gücümüzü harcamaktan kusur etmeyeceğimiz kâmil bir iyilikten bahsediliyor. Anne babaya iyilik yapmak, “öf” bile dememek bize basit bir meseleymiş gibi gelebilir. Ama hayat kaynağımız olan Kur’an-ı Kerim’de anne babaya iyiliğin Allah’a şirk koşmak emri ile birlikte zikredilmesini Rabbimizin bu konuya ne kadar önem verdiğinin bir göstergesi olarak kabul etmeliyiz. Bu konuyla alakalı Lokman Suresi 14. ayette Rabbimiz şöyle buyuruyor: “Biz insana anne ve babasına (iyilikle davranmayı) tavsiye ettik. Annesi onu, zorluk üstüne zorlukla (karnında) taşımıştır. Onun (sütten) ayrılması, iki yıl içindedir. Hem bana, hem anne ve babana şükret, dönüş yalnız banadır." Yine Buhari, Müslim ve Tirmizi’nin ittifak ettikleri bir hadiste Abdullah İbn-i Mesud şöyle anlatıyor: “Bir gün Rasul’e sordum. ‘Hangi amel daha faziletlidir?’ Peygamber (s) ‘Vaktinde kılınan namaz.’ diye cevap verdi. Rasul’e ‘Sonra hangisidir?’ diye sordum. Peygamberimiz ‘Ana-babaya yapılan iyiliktir.’ diye cevap verdi.”Bu soruların 3. şıkkında Allah yolunda cihad/kıtal yer almaktadır. Bu hadis ile verilen mesaj En’am Suresi 151. ayetteki mesajla da örtüşmektedir.
3- Fakirlik Korkusuyla Çocuklarınızı Öldürmeyin!
Sizin de onlarında rızkını biz veririz! İnsanların çocuklarına bakamama endişesiyle hiçbir günahı olmayan çocuklarını öldürmeleri ne korkunç bir günah! Maalesef bu günah şimdilerde adına kürtaj denen cinayetlerle devam ediyor. Bu konuyla ilgili neredeyse aynı kelimelerle Rabbimiz İsra Suresi 31. ayette uyarısını tekrarlamış. “Yoksulluk endişesiyle çocuklarınızı öldürmeyin; onlara ve size biz rızık veririz. Şüphesiz, onları öldürmek büyük bir hata (suç ve günah)dır.”
4- Kötülüklerin açığına da gizlisine de yaklaşmayın.
Kur’an-ı Kerim’de geçen ve fahşa olarak nitelenen kimi kötülükler şunlardır: Zina, eşcinsellik, iffetli kadınlara iftira, haram olan kadınları nikâhlamak (üvey anne, kaynana, baldız vb). Kur’an bu tür filleri işleyeni kadın olsun erkek olsun fahişe olarak isimlendirir. Kimi müfessirler bazı hadisleri dayanak yaparak sebepsiz yere boşanmayı, boşanma gerekçesi olsun diye eşine iftira atmayı da yaklaşılmayacak kötülüklerin arasında saymışlardır. Bu ayette geçen “yaklaşmayın” ifadesi oldukça çarpıcıdır. Bu, söz konusu filleri bırakın yapmayı, aklınızdan bile geçirmeyin uyarısıdır aslında. Şüphe yok ki, Rabbimiz bizim açık kapalı tüm hallerimizi bilir. Yüce Rabbimiz Necm Suresi 32. ayette mü’minleri şöyle tanımlar: “Onlar ki, küçük günahlar müstesna, günahın büyüklerinden (şirkten) ve fuhşiyattan kaçınırlar, muhakkak Rabbin geniş mağfiret sahibidir…” Yine Araf Suresi 33. ayette Allah şöyle buyurmaktadır: “De ki: ‘Rabbim yalnızca çirkinhayâsızlıkları -onlardan açıkta olanlarını ve gizli olanlarını- günah işlemeyi, haklı nedeni olmayan 'isyan ve saldırıyı' kendisi hakkında ispatlayıcı bir delil indirmediği şeyi Allah'a şirk koşmanızı ve Allah'a karşı bilmediğiniz şeyleri söylemenizi haram kılmıştır.’"
5- Allah’ın yasakladığı cana haksız yere kıymayın!
6- Rüşt çağına erişinceye kadar yetimin malına sadece en iyi tutumla yaklaşın!
7- Ölçü ve tartıyı adaletle yapın!
8- Söz söylediğiniz (şahitlik yapacağınız) vakit, yakınlarınız dahi olsa adaletli olun!
Bu konuyla ilgili benzer bir ayet Nisa Suresi 135. ayette yer almaktadır:“Ey iman edenler, kendiniz, anne-babanız ve yakınlarınız aleyhine bile olsa, Allah için şahitler olarak adaleti ayakta tutun. (Onlar) ister zengin olsun, ister fakir olsun; çünkü Allah onlara daha yakındır. Öyleyse adaletten dönüp heva (tutkuları)nıza uymayın. Eğer dilinizi eğip büker (sözü geveler) ya da yüz çevirirseniz, şüphesiz Allah, yaptıklarınızdan haberi olandır.”
9- Ahdinizi yerine getirin!
Yani Allah’a verdiğiniz sözü tutun. İman etmekle Allah için salih amellerde bulunmaya dair de söz vermiş oluyoruz. Allah bu sözümüze uymamız konusunda bizi uyarıyor.
10- Sıratılmustakim’den ayrılmayın!
Sonuç
Bilgisiz, amelsiz iman, imansız da ahlak olmaz. Bunu Rabbimiz kitabında bu şekilde anlatıyor. Ahlakı Kur’an olan Hz. Muhammed’in yolunda giden biz Müslümanların kendimizi vahiy ile inşa etmemiz gerekmektedir. İman, amel bütünlüğü bizi en güzel ahlaka sahip örnek bir insan, örnek bir Müslüman yapabilir. Söylediklerimizden ve söylemediklerimizden, yaptıklarımızdan ve yapmadıklarımızdan hesaba çekileceğiz. Allah hepimizi Kur’an ahlakı ile inşa olmuş örnek ve öncü Müslümanlardan kılsın.