Epeydir satırlarının altını çizme ihtiyacı duyduğum edebi bir eser okumamıştım. Doğrusu "İkna Odası"na başlarken de böyle bir beklentim yoktu. Yazarın hünerinden şüphe duyduğum için değil elbette. Sanırım, başörtüsü sorununu her zaman okuduğumuz, yazdığımız, dillendirdiğimiz tarzda ele almış olabileceğini düşündüğümden. Fakat farklı bir serüvenle karşılaştım. Evet, kitap başörtüsü mücadelesi veren bir kadından bahsediyor. Ama bu kez onun kahramanlığından değil de yaşadığı sıkıntıları konu edinmiş. İnsanı düşündüren ve hüzünlendiren öyküsü çarpıcı tasvirler ve iç gözlemlerle etkileyici bir anlatıma bürünüyor. Kadın sorununa, özelde Müslüman kadınların karşılaşabilecekleri veya yaşayabilecekleri sorunlara dikkat çekiyor. Kitabı elinizden bıraktığınızda acı bir kahvenin tadını hissediyorsunuz damağınızda. Hem acı, hem güzel, hem hüzünleniyor, hem düşüncelere dalıveriyorsunuz. Yazarı, zaaflarımıza ışık tutma cesaretinden ve bunu bu kadar güzel anlatmasından dolayı kutluyorum.
Bizler başörtüsü mücadelesi verirken az şey yaşamadık. Her yaşanılanın çok önemli olduğunu düşünüyorum. Keşke her olay, her duygu için birer hikayemiz olsa. Zaaflarımız, bunalımlarımız da önemli. Onlar da yazılmalı ve ibretler çıkarılmalı. Başörtüsü direnişçileri birer insandı, kanatlı melek değil... Elbette sıkıntı da bunalım da yaşadılar. Bu bir eksiklik değil ki üzeri kapatılsın. Bu, son derece insani bir durum. Tabidir ki yazılacak ve okunacak. Zaten böyle bir olayın olumlu ya da olumsuz insan ruhundaki yansımalarını ve bunun edebiyattaki izdüşümlerini görmek kaçınılmaz. Eksiklerimizi yazmayalım okumayalım da denilebilir belki, ama ben bunun insan gerçeğine uymadığını düşünüyorum. Sonuçta ilahi kitapta bile olumsuzluklarımız kaydedilmemiş mi?
Böyle düşündüğümden belki, Haksöz'ün önceki sayısında yer alan eleştiri yazısında bazı hususlara takıldım. Zamanın kahramanı başörtüsü eylemlerinden, 28 Şubat sürecinden, muhalif İslami grupların söylemlerinden bahsetmiyor diye, roman, kahramanlık tasarımı veya hidayete erme çabası içermiyor diye, direniş ve mücadele çizgisinin dışında değerlendiriliyor. Kahramanın başını neden açmadığı sorgulanıyor. Açmaması "belki de bir başarı" olarak nitelendiriliyor.
Ben ise birilerini direniş ve mücadele çizgisinin dışına çıkarırken biraz daha insaflı olunması gerektiğini düşünüyorum. Roman kahramanı, çocukluğundan beri tek hedef olarak doktor olmayı seçmiş ve böyle yetiştirilmiş. Başörtüsü için bu hayalinden vazgeçmiş. Uzun yıllar bunun ruhunda oluşturduğu travmayla boğuşurken duruşunu değiştirmemiş ve geri adım atmamış. En sonunda bu bunalımdan da çıkmayı başarmış. Şimdi bu haliyle Nermin bir başörtüsü direnişçisi olamıyor mu? Slogan atmayıp susması, onun tüm bu çizgisini yok saymamızı mı gerektirir? Bunalıma girmiş olması veya bunalımın aktarılması mı yanlış olan? Okuduğumuz tüm kitaplar mükemmellikleri, kahramanlıkları mı anlatacak? Hem sonra bu bir roman. "Davetçinin el kitabı" değil ki hep doğruları, tartışmasız gerçekleri anlatsın. Bir sosyoloji kitabı da değil yaşanan süreci tümüyle aktarsın. Bir kesit sunuyor. Örneğin, savaş yıllarında bir ananın açlıkla mücadelesini yazarken veya yalnızlığını yazarken o savaşın haklı tarafında mı haksız tarafında mı olduğu hiç yazılmayabilir. Amaç o değildir çünkü. Ben burada yazarın kaygılarına veya altını çizmek istediği hususlara dikkatimizi yoğunlaştırmamız gerekir diye düşünüyorum.
Eleştiride bir de şu hususa dikkat çekilmiş: "İkna Odası'nda güzel Müslümanlık numunesi yok, acı ve sıkıntılarla boğuşsalar bile mutlu ve anlamlı bir yaşam sürmeyi becerebilen aileler yok. Eşlerini anlayan onlarla derinlikli ve sağlıklı bir yarın oluşturabilme çabası güden erkekler (kocalar) yok."
Evet bunlar kitapta yok. Ama sanırım yazar bu sayılanların bizim mahallede de "yok" olduğuna dikkat çekmek istiyor. En azından arzu edildiği yaygınlıkta olmadığına göndermeler yapmak istiyor. Eğri oturup doğru konuşulacaksa eğer bizim mahallede üzerine ikinci eş gelecek diye tedirgin bekleyiş içinde olan yorgun anneler çok. Nasılsa başka yerde iş bulamaz diye ucuza çalıştırılan başörtüsü direnişçileri çok. Eşiyle bırakın hayatı paylaşmayı, yürüdüğü yolu yanyana paylaşamayanlar çok. Köşe dönmeyi veya kariyer yapmayı tek hedef edinmiş bunun için tüm tavizleri vermeye hazır dava ehli adamlarımız çok. Hal böyleyken biz hep iyiyi, hep güzeli, doğruyu yazmaya devam edebiliriz. Ancak sorunlarımızı, yanlışlarımızı gündeme getirenlere eleştiri oklarımızı yöneltirken açıyı biraz daha iyi ayarlayabiliriz diye düşünüyorum.
Umarım maksadımı ifade edebilmişimdir. Ve eylemlerimizden, faaliyetlerimizden bahsetmeyen "Kötülük, anlayışsızlık, çürüme ve hüzün egemen" bir kitabı bu kadar beğendiğim için ilkesiz bir tavır içine girmemişimdir.