"Bu ne biçim başlık, tövbe estağfurullah!" dediğinizi duyar gibi oluyorum. Şimdilik siz haklısınız, bunun farkındayım. Fakat biraz sabredin, sonunda "Hocam şimdi de siz haklısınız!" diyeceksiniz.
Bu başlığı bilinçli olarak koydum, baştan itibaren dikkatlerinizi yoğun bir şekilde buraya çekmek için. Kur'an, bu metodu birçok kez kullanmıştır. Mesela,"El Karia" diye bir kelime atarak başlar Karia Suresine. Ardından "O Karia nedir ki?" diyerek merakı daha da artırır. Bu kelime "çarpacak bela" anlamına gelir. Sureye başlar başlamaz "Acaba başımıza çarpacak bu bela neymiş ki?" dersiniz, büyük bir merak ve heyecanla okuduğunuzda bunun kıyamet(diriliş) günü olduğunu anlarsınız.
Yine Kur’an "El Hakka" diye bir kelime atıverir önümüze. "Gerçekleşmesi kesin olan olay" anlamına gelen bu kelimeyle başlar Hakka Suresine. Yine arkasından "O Hakka nedir ki?" diye sorarak motivasyonu daha da derinleştirir. Bu kelimeyle karşılaşır karşılaşmaz "Acaba gerçekleşmesi kesin olan olay neymiş?" diyerek sonrasını okumaya başladığınızda bunun diriliş günü olduğunu anlarsınız. Bu vesile ile Allah insanların dikkatlerini yoğun bir şekilde diriliş gününe çekmiş olur.
İşte ben de dikkatleri Allah'a, diğer bir ifade ile az sonra bahsedeceğim gibi Allah ile insanların ilişkilerine çekmek için böyle bir başlık kullandım. Şimdi anlatmak istediğime geçebilirim:
Rabbimiz Kur'an’da Nahl Suresinin 51. ayetinde şöyle buyurur:
"Hani Allah,‘İki ilah edinmeyin!’ demişti. Çünkü O'dur tek ve gerçek olan ilah. Bunun içindir ki benden, yalnızca benden korkun."
"Allah" ismi Kur’an’da Rabbimize özel kullanılan bir isimdir, başkaları için kullanılmaz. Ancak ben Allah ismini yazıda göreceğiniz gibi gerçek Allah'ın dışında insanların uydurduğu Allah için de kullandım. Bunun sebebi tamamen dikkatleri konuya çekmek içindir. Zaten yazının tamamı okunduğunda bu husus anlaşılacaktır.
"İlah" kelimesi ise Allah'ın sıfatı olarak kullanılır. İlah sözlükte; ısınmak, alışmak, birisine aşırı sevgi ile yönelinen, kulluk edilen, mabut haline getirilen, alışılan, düşkün olunan demektir. Kendisinden türediği 'elihe' fiili; yönelmek, düşkün olmak, kulluk yapmak, örtmek, gizlemek, alışmak gibi anlamlara gelmektedir.
Yukarıdaki anlamlardan hareketle ilah kelimesini "insanların davranışlarını belirleyen güç" olarak anlayabiliriz. Buna göre ilah denildiği zaman sadece Allah aklımıza gelmeli. Çünkü yegâne güç Allah'tır, O'nun gibisi yok!
Aktardığımız ayette Rabbimiz "İki ilah edinmeyin." diyor. İki ilahı kabul etmeyen Rabbimizin ikiden fazlasını kabul etmeyeceği zaten apaçık ortada. Allah, insanların kendisiyle ilişkilerinde böyle davranmalarını, yani sadece kendisine bağlı kalmalarını istiyor. Allah ile ilişkimizin böyle olması gerekirken bakalım, gerçekten öyle mi?
İnsan-Allah ilişkileri açısından baktığımız zaman iki Allah'ın(!) olduğunu görürüz:
1- İnsanları yaratan Allah
2- İnsanların yarattığı Allah!
İnsanları Yaratan Allah: Bizleri ve her şeyi yaratan ve her an yaratmaya devam eden, üzerimizdeki nimetlerin sahibi, mülkünde yaşadığımız, dolayısıyla ev sahibimiz. Bizlere bizlerden daha merhametli, rahmet etmeyi ilke edinmiş, O'nun izni olmadan hiçbir şeyin olmadığı, her an ve her yerde bizleri gören ve işiten, hayatın kendisinden başladığı ve bir gün yine kendisinde son bulacağı, din gününün sahibi olduğu için kendisine karşı sorumlu olduğumuz ve bu yüzden diriliş günü bizleri hesaba çekecek olan Allah.
Doğru ve gerçek Allah budur. Kur'an bize bu Allah'ı anlatır ve O'ndan başka ilah olmadığını söyleyerek O'na karşı sorumlu davranmaya (kulluğa) çağırır.
İnsanların Yarattığı Allah: Burada insan-Allah ilişkisinin üç şekli vardır:
1- Tamamen hayatın kenarına bırakılmış ve yaşarken hiç ihtiyaç duyulmayan bir Allah: Yani her şeyi yaratan bir Allah var ama kâinatı yaratıp kenara çekilmiş, hayata müdahalesi olmayan, sadece işini bitirmiş ve bir kenarda var olan Allah. Günümüzde böyle bir Allah inancına deizm deniliyor. Deizm peygamber, vahiy ve dinleri reddeder. Bu yüzden tamda Kur’an’daki şu ayete denk düşer:
"Onlar 'Allah insana hiçbir şey indirmemiştir.' diyerek Allah'ı hakkıyla tanımadıklarını ortaya koydular." (En’am, 6/91)
Dikkat ederseniz böyle bir Allah inancında insan ile Allah arasında bir ilişki yoktur. İnsan yaratana karşı sorumlu değildir. Bu yüzden ahiretsiz bir Allah inancıdır. Ateizmin yumuşatılmış hali denilebilir. Çünkü kendisine karşı sorumluluk taşımadığınız ve hiçbir şeye karışmayan bir Allah'ın var, olması ile olmaması arasında fark yoktur. Böyle bir Allah tasavvuru günümüzde maalesef özellikle gençler arasında hızla yayılmaktadır.
Mesela, ayrı ayrı zamanlarda iki lise öğrencisinin bana gelip "Hocam! Allah'a olan sevgi ve saygımızı mutlaka namaz kılarak ya da şunu bunu yapıp somutlaştırarak göstermek zorunda mıyız? Bu sevgi ve saygımızı sadece kalbi olarak soyut bir şekilde sürdürsek olmaz mı?" şeklinde sormaları bunun en bariz kanıtlarındandır.
Böyle bir Allah inancının ne demek olduğunu kavramak için şöyle bir empati yapmanızı istiyorum: Ey deistler! Şunu düşünün bakalım: Dünyaya gelmelerine vesile olduğunuz, her türlü hizmetini gördüğünüz ve her türlü kahrını çektiğiniz çocuklarınız size "Siz benim annem ve babamsınız ama benim hiçbir şeyime karışamazsınız, siz bana hizmet etmeye devam edin fakat sakın bana bir şey söylemeyin, ben ne yapacağımı biliyorum!" derse, bu tavır sizde nasıl bir algı oluşturur? Çok kötü değil mi? Bundan daha büyük bir nankörlük olur mu?Siz bunu kabullenir misiniz?
İşte sizler de Allah'a "Sen beni ve her şeyi yarattın ama bana karışamazsın, hep hayatımın dışında kal, ben seni böyle seveceğim!" derken aynı tavır içinde davranmış olmuyor musunuz? Allah'tan boşalttığınız yere neyi koyarsanız koyun şirk koşmuş oluyorsunuz. Daha açık söyleyeyim: Allah'ı kenara bırakıp kendi kafanıza göre yaşayarak Allah'ın yerine geçmekle aslında kendinizi ilahlaştırmış oluyorsunuz, Allah'ın buyurduğu gibi:
"Baksana şu insana! Kendini ilah edinmiş!" (Casiye, 45/23)
2- Hayatın dışına bırakılmış, sadece sıkışıldığında ihtiyaç duyulan bir Allah: Yine hayatın kenarına bırakılmış ama ara sıra ihtiyaç duyulan bir Allah.
Kur’an’da Rabbimiz müşriklerden bahsederken onların ölümle ya da bir sıkıntıyla karşılaştıklarında sadece Allah'a yalvardıklarını ama rahata kavuştuklarında azı hariç çoğunun yine eski yanlış hallerine döndüklerini anlatıyor.
"Denizde iken onları dağlar gibi dalgalar kapladığında, bütün kalpleriyle yalnız Allah'a yalvarırlar. Fakat O, onları kurtarıp karaya çıkarınca içlerinden doğru yolda giden de bulunur. Bizim ayetlerimizi gaddar ve nankör olandan başkası inkâr etmez." (Lokman, 31/32)
"İnsanlara bir sıkıntı dokunduğunda, Rablerine yönelerek yalnız O'na yalvarırlar. Fakat katından onlara bir rahmet/çözüm tattırınca, bir de bakarsın ki onlardan bir grup yine Rablerine ortak koşuyorlar."(Rum, 30/33)
Empati yaparak meseleyi daha iyi anlayalım! Bir tanıdığımız olsa ve sadece işi düştüğünde bizi arasa ne deriz? "Benim senin yanında hiç değerim yok. Ancak menfaatin kadar bana değer veriyorsun, pis menfaatçi!" demez miyiz?
Eğer bizim de Allah ile ilişkimiz böyle ise bu örnek üzerinden Allah ile ilişkimizi değerlendirirsek, biz de Allah'a menfaatimiz kadar ilgi duymuş olmuyor muyuz? Kendimize yapılmasını istemediğimiz bir davranışı hem de Allah'a nasıl yapabiliriz?
3- Hayatın dışına bırakılmış ve insanın kendi keyfince ilişkide bulunduğu bir Allah: Normalde insan-Allah ilişkisinde ilişkiyi tek taraflı olarak Allah belirler. Allah şartlarını koyar, herkesi teslim olmaya çağırır. Ya buyruklarına tamamen teslim olursun ve ona göre yaşamaya çalışırsın veya tamamen buyruklarını reddedersin keyfince yaşarsın ama sonucuna katlanırsın. Bu ikisi arası bir yol yok. Yani Allah'ın buyrukları karşısında istediğini al, istemediğini bırak gibi keyfi bir tavır olamaz.
İnsan-Allah ilişkisinin böyle olması gerekirken tam tersine burada ilişkiyi tek taraflı olarak insan belirliyor. Yani burada insan En’am 91. ayette olduğu gibi "Allah var ama bir şey indirmemiştir!" demiyor. Aksine Allah'ın var olduğunu, her şeyi yarattığını, her an ve her yerde bizi gözettiğini, peygamberler ve kitaplar indirdiğini, dolayısıyla buyrukları olduğunu ve ahirette bizleri hesaba çekeceğini belirtiyor ve buna da inandığını söylüyor. Buraya kadar problem yok ancak bu insan bundan sonrasında Allah ile ilişkilerine gelince keyfi davranıyor.
Şöyle ki Allah'ın buyruklarına bakarak keyfine göre istediğini cımbızlayıp alıyor, istemediğini bırakıyor. Hemen soruyorum: İnsan bu yetkiyi nereden alıyor? Bunun cevabı yok, çünkü böyle bir yetkisi yok. Bu konuda söylenebilecek tek söz şudur: Canı öyle istiyor!
İşte insanın ilahlaştığı nokta tamda burasıdır. Kısaca insan yetkiyi kendinden alıyor! İnsanın kendi kendini yetkilendirmesi gibi bir şey olamayacağına göre daha açık söyleyelim: Bu insan Allah'ı ciddiye almıyor ve keyfince davrandığı için keyfine uydurmuş oluyor! Önce keyfî davranarak kendini ilah edinen insan sonrasında gerçek ilah olan Allah'ı keyfine uyduruyor!
Burada bir ayeti ilk defa yıllar sonra bu kadar tam anladığımı itiraf edeyim. O ayet Kur’an’da aynı şekilde iki yerde geçer: Casiye Suresi 23 ve Furkan Suresi 43. ayetler. Bu ayet iki anlama gelir ve ikisi de tamamen doğrudur.
Birinci anlam: "Baksana şu kimseye! Hevasını ilahlaştırdı." Yani istek ve arzularını ilah edindi!
İkinci anlam: "Baksana şu kimseye! İlahını hevalaştırdı." Yani ilahını istek ve arzularına uydurdu!
Özür dileyerek söylüyorum, bu insan tipi kendini yaratan ve tamamen boyun eğmeye mecbur olduğu Allah'a kafasına göre takılıyor! Sanki kendisi de Allah gibi bir güçmüşçesine böyle davranarak aslında ikinci bir “ilah” oluşturmuş oluyor. Allah ayetinde boşuna "İki ilah edinmeyin! Çünkü O'dur tek ve gerçek olan ilah. Bunun içindir ki benden, yalnızca benden korkun." (Nahl, 16/51) demiyor.
Allah ile ilişkisini keyfince sürdüren, diğer bir ifade ile keyfini ilah edinen bu tür insanları biraz düşündürmek istiyorum:
Acaba siz çalıştığınız yerdeki sizin gibi amirinizin/patronunuzun emirlerine böyle keyfinizce davranabiliyor musunuz? O emirlerden bir tanesinde bile keyfî davranamıyorsunuz değil mi?
Ya da emrinizin altındaki biri sizin emirlerinize karşı böyle keyfî davranıp sizi ciddiye almazsa nasıl karşılarsınız? Tabi kabul etmeyeceksiniz, biliyorum. Peki, kendinize yapıldığında kabul etmediğiniz tavrı hem de Rabbinize yaptığınızda kabul edeceğini mi sanıyorsunuz? Bunun apaçık bir şirk olduğunun farkında mısınız?
Üzülerek söylemek zorundayım, bugün kendilerini Müslüman olarak tanımlayan insanların çoğunun Allah ve buyrukları ile ilişkisi tam da böyle, yani keyiflerince...
Bizler Casiye 23 ve Furkan43. ayetlerinin her iki anlamını birlikte düşünerek Allah ile ilişkilerimizi olması gerektiği şekilde tanzim etmeliyiz, ahiret hayatımız başlamadan önce. Aksi takdirde Rabbimizin huzuruna vardığımızda -eğer dünyada böyle yaşamışsak- “Ey insanoğlu! Kerim olan Rabbine karşı seni ne aldattı? (İnfitar, 82/6) Çalıştığın yerde senin gibi bir insan olan amirine bile yapamadığın hareketi bir ömür boyu bana çekerek nasıl yaşadın?” derse ne cevap vereceğiz?
Şimdi de benim haklı olduğum noktaya geldik. "İki Allah var" diyerek ikincisini de "insanların yarattığı Allah" şeklinde ifade ettiğim Allah var ya, aslında böyle bir Allah yok. Çünkü onu insanlar yarattılar! Evet, durum böyle olunca geriye ne kaldı? Tek Allah.
"İşte O'dur tek ve gerçek olan ilah. Bunun içindir ki benden, yalnızca benden korkun."(Nahl, 16/51)
"Hocam, şimdi de siz haklısınız!" dediğinizi duyar gibi oluyorum.