İmam Hatip Lisesinin bulunduğu sokaktan yüzlerce genç ses, gür bir sedayla haykırıyordu: "Yasaklara Hayır, Eğitime Özgürlük", "Uyan Diren Özgürleş", "Burası Türkiye Özgürlük Nerede". Ve aşağı sokaktan polis minibüsü hızla gencecik öğrencilerin arasına dalıyor ve yaka paça tutulan beş kız öğrenci zorla minibüse sokuluyor. Öğrenciler minibüsü kuşatıyorlar; dört bir taraftan etten duvar örerek arkadaşlarının götürülmesini engellemeye çalışıyorlar. Polis memuru, otomatik tüfeğin ağzına mermiyi sürüyor. Arkadaşlarını kurtarmaya çalışan öğrenciler zorla ve tehditle uzaklaştırılmaya çalışılıyor. Ama öğrenciler kazanıyor ve minibüse sokulan beş genç kız bırakılıyor. Yumruklar havaya kalkıyor ve öğrenciler hep birlikte haykırıyor: "Zulme Karşı Direneceğiz."
Mevcut sistem, yeni eğitim öğretim yılında da düşünce, inanç, eğitim katliamlarına seri bir şekilde başlayarak, dayatmacı formundan bir şey kaybetmediğini gösteriyor. İstanbul ağırlıklı olmak üzere Türkiye'nin çeşitli İHL'lerinde, İlahiyat fakültelerinde başörtüsü yasağı keyfi olarak yaygınlaştırılmaya çalışılıyor. Önce 8 yıllık kesintisiz eğitimi çıkararak İmam Hatiplerin orta bölümü kapatıldı. Daha sonra üniversite sınavlarında, meslek liseli ve İHL'li öğrenciler kendileri için belirlenen çok az sayıda fakülte dışında diğer fakültelere gitmek istediklerinde 30 puanlık bir hak mahrumiyeti ile cezalandırıldılar. Fakat buna rağmen halk çocuklarını İHL'lerde okutmaktan vazgeçmeyince daha açık, keyfi, hukuksuz yöntemler uygulanmaya başlandı.
Şu anda uygulanan başörtüsü yasaklarının yasal, hukuki bir dayanağının olmaması, mevcut sistemin işleyiş mantığı hakkında da ciddi bilgiler veriyor. Sadece İHL'ler değil, üniversiteler için de bu geçerli. Kılık kıyafetle ilgili Yüksek Öğretim Kanunu'nun 17. maddesi "Yürürlükteki kanunlara aykırı olmamak kaydıyla yüksek öğretim kurumlarında kılık-kıyafet serbesttir." hükmünden başka bir yasa yok. Anayasa'nın başka bir maddesinde (124. Madde) ise, "Hiçbir yönetmelik bir kanuna dayandırılmadan çıkarılamaz" maddesi var.
Dolayısıyla başörtüsü yasağına karşı öğrenci ve velilerin göstermiş olduğu direniş, hem inancına sahip çıkma, zulme karşı durma açısından meşru, hem de yasağın kanunsuz, hukuka aykırılığı ve keyfiliği bakımından son derece yasal ve hukukidir. Ama yasağın hukuksuz ve zorba olması yetmiyormuş gibi protestolara karşı da son derece sert ve abartılı müdahale yapılması sistemin acziyeti ne kadar içselleştirdiğini gösteriyor. Gencecik kız öğrencilerin üzerine Çevik Kuvvet, Terörle Mücadele ekipleri, Özel Tim,'panzerler, çatılara yerleştirilmiş keskin nişancılar salınıyor. 14-15 yaşlarındaki kız çocuklarının azmi, direnişi, kararlılığı yasakçıları epeyce telaşlandırmış anlaşılan. Hatta bütün yöntemler fayda vermeyince geçmişindeki zulüm tecrübelerinden biri olan faşist psikolojik ikna odaları yöntemi İHL'de de uygulamaya konuluyor. Üstelik bu faşistçe uygulama okul mescidinde gerçekleşiyor. Öğrenci ve velilere "Kız öğrenciler Kur'an haricindeki diğer derslerde başörtüsüz şekilde okuyacaklardır." ifadelerinin bulunduğu belge tehditle imzalattırılıyor. Okul önlerinde ise emniyet müdürleri ve okul idarecileri öğrencilere içeri girmeleri yönünde teklif ve tehditlerde bulunuyorlar. Başlarını açmadan derslerine girmeyi başardıklarında okul idarecileri öğretmenlere baskı yaparak başörtülerini çıkartmayan öğrencilerin derslerine girmelerini engelliyorlar. Böylece okula giremediklerinde yok yazılan öğrenciler, içeri girmeyi başardıklarında da yok yazılarak devamsızlıktan kalma oyunuyla karşı karşıya bırakılıyorlar. İdarenin baskısına rağmen yasakçılar için model uygulama alanı seçilen İstanbul Kazım Karabekir ve Ankara Tevfik ileri İHL'lerde direniş kınlamıyor. Öğrencilerin başörtülerini açmaya zorlamayan öğrenciler ise ya görevlerinden alınıyorlar ya da sürülüyorlar.
Bütün baskılara, zulümlere, faşist psikolojik yöntemlere rağmen gencecik kız çocuklarının kararlılıkla direnmesi hak, adalet ve özgürlük mücadelesi açısından bizleri ümitlendiriyor, Egemenlerin sınır, hukuk tanımazlığı duyarlı, erdemli insanların mutlaka daha azimli, kendinden emin bir tavır içerisine girmelerini şart koşuyor. Sustukça, sindikçe egemenler ülkeyi karartma operasyonlarında daha pervasız davranıyorlar. 8 yıllık kesintisiz eğitim ve taşımalı eğitim denilen yöntemle çocuklar kilometrelik yolları yürümek zorunda kalıyorlar. Milli eğitime katkı payı olarak toplanan katrilyonu aşkın paranın hesabı sorulmuyor. Yasakçılar bir yandan enerji tasarrufu adı altında iletişim çağında halkı karanlığa mahkum ederken, diğer taraftan yaptıkları icraatler, zulümler ile halkın umutlarını, geleceğini karartmaya çalışıyorlar. Gencecik kızlar ise gösterdikleri direniş ile karanlığa karşı aydınlığın ateşini yükseltiyorlar.
Şimdi de yasak İlahiyat Fakültelerine dayatılıyor. Erzurum ve İzmir İlahiyat Fakültesi Dekanları yasakçılıkta öncülüğe soyunuyorlar. İstanbul İlahiyat Dekanı ise ara kayıtlarda başı açık resim vermeyen öğrencileri yasaklarla tehdit ediyor. Ama en ilginci Muğla Üniversitesinin açılışında Rektör E. Ruhi Fığlalı'nın yaptığı konuşma. Bu, "büyük türk müslümanı (!)" konuşmasında; başörtüsünü bir metrelik bez parçası olarak nitelemiş, Arap-Acem kültürünün zevksiz, estetikten uzak bir görüntü içerisinde olduğunu gayet hiddetli bir eda ile zırvalamış. Bay Fığlalı'nın hezeyanları aslında sistemin başörtüsüne bakışıdır. İlahiyatçı olan Fığlalı, 28 Şubat sürecinde, dine karşı yöneltilen psikolojik savaşta askerlere brifing vermişti. Daha önce yayınladığı Din ve Devlet İlişkileri kitabında dinin uluslaştırılmasını, ibadetin Türkçeleştirilmesini laikçi fanatizm olarak görürken, şimdi İslam'ın uluslaştırılmasını savunuyor. Ve bu hezeyanlara ilahiyatçı, akademisyen çevrelerden bir iki ses dışında tepki gelmedi. Herhalde hala "demokratik tövbe" eylemi içerisinde olmalarından fırsat bulup cevap veremiyorlar. Ödeyin diyet borcunuzu Bay Fığlalı, zulümlere daha fazla ortak olun. Zulmün yerleştirilmesinde İslam'ın çarpıtılması rolünü oynayın. Zira sizin saptırma ve baskılarınız 14-15 yaşında gencecik kızların bütün dayatmalara rağmen inançlarını savunarak, "özgür"leşmelerinden başka işe yaramıyor.