Günümüzde İslam Ulemasına Bakış
15 Ekim Cumartesi günü İslam Dünyası Tarih ve Kültür Araştırmaları Merkezi'nde Dücane Cündioğlu "Günümüzde İslam Ulemasına Bakış" konulu bir konferans verdi.
Cündioğlu giriş konuşmasında Kur'an'da "ilim" kavramı üzerinde durdu. İlim kavramının genelde zannedildiğinin aksine "bilgi" olarak değil, 'sağlam-sahih bilgi' olarak çevrilmesi gerektiğinden söz etti. Bunun da asimde "vahy" olduğunu belirten Cündioğlu, tıpkı Kur'an ve Kitap gibi "ilm" kavramının da vahyin sıfatı olduğunu söyledi. Buna örnek olarak da Al-i İmran suresi 7. ayetindeki "Rasihune fil ilmi" ibaresini gösterdi. Bu ibarenin mü'minler içindeki bir sınıfa tekabül etmediğini, bizzat vahye tabi olmuş insanlar (Ehl-i Kitap da dahil olmak üzere) için kullanıldığını belirtti. Cündioğli aynı meyanda "minhum errasihune fil ilmi vel mü'minun" ve "Allah'tan kulları içinde ancak alimler korkar." ibarelerini örnek olarak belirtti.
İmam Gazali'nin "alim" değil "fukaha" tabirini kullandığını belirten Cündioğlu teorik anlamda "Ulema" denebilecek bir sınıfın var olup olmadığı sorusunun sorulması gerektiğine işaret etti.
Konuşmasının ikinci bölümünde ulemanın var olabilmesi önce onu yetiştiren kurumların olması gerektiği hususuna değinen Cündioğlu, yaşadığımız coğrafya'da bu konuyla ilgili medreseler, üniversiteler, Kur'an kursları ve Diyanet işleri olmak üzere dört kurumdan bahsetti.
Cündioğlu'na göre bu noktada dört kurum da yetersiz kalıyordu. Bu sorunların dünya'nın her tarafında yaşandığını belirten konuşmacı, Ali Şeriati ve Mutahhari önderliğinde, İran'da medrese tedrisatına karşı, Hüseyniye İrşad'da çeşitli olumlu açılımlara yönelindiğinden, ancak mollaların buna tepki gösterdiğinden söz etti.
Türkiye'deki mevcut ulemanın günümüz sorunlarını çözmekte aciz kalışını örneklerle pekiştiren Cündioğlu, Tekbir Giyimin defileler öncesi başvurduğu fetva makamlarının trajikomik durumundan bahsetti. Ayrıca Hayrettin Karaman ve Sait Hatiboğlu gibi önemli şahsiyetlerin dünya'nın hiç bir tarafında kolay kolay yetişemeyeceğinden ama onların da rafine bilgi açısından kendi konuları dışındaki meseleleri bilmediklerinden ve Allah'ın emirlerini ve Rasulünün pratiğini hakkıyla hayata geçiremediklerinden söz etti. Birçok İslami bilimler araştırmacısının da "televizyondaki tartışma programlarına çıkan RP'li belediye başkanlarındaki vatandaş imanının dahi bulunmadığına" değinen Cündioğlu, gerçek mücadeleci insanların bizlerin içinden çıkacağından, bununla ilgili olarak 'kurumlar'ın oluşturulması gerektiğinden söz etti. Cündioğlu matbaayla birlikte geçmişteki hoca-talebe ilişkisinin bozulduğuna değindiği konuşmasında kitabın aktarımında belli bir formalliği yerine getiren hoca'nın gerçek işlevini yitirdiğinden, özellikle de aktarılan bilginin yaşanmayışının doğurduğu sorunlardan bahsetti.
Konuşmasının giriş bölümünü olumladığımız Cündioğlu medrese sistemini sosyolojik açıdan tanımlamakla birlikte içerik ve işlevini eleştiriye tabi tutmadı.
Kendisine "teorik manada gazete, dergi, makale ve konferanslarda belli doğruları savunmalarıyla birlikte sözü edilen kurumlaşma ve Allah'ın kitabını hakkıyla hayatlarına geçirme noktasında olumsuz örneklerle karşılaşıldığı" şeklinde yöneltilen bir soru ya somut bir cevap veremedi. Cündioğlu konuşmasının genelinde örtük olarak savunduğu "Batı'daki okulsuz toplum" tartışmaları ile Ali Şeriati'nin belli bir ekolü oluşturma girişimleri arasındaki bariz farkı ayrıştıramadı. Ancak kurumsallaşma çabalarına vurgu yaparak bunun ancak "bu yolda ağır bedeller ödemeye hazır basiretli mü'minlerin örnekliği ve birlikteliğiyle" gerçekleşebileceğini ifade etmesi önemli bir olumluluktu.
Siyasal İslam Tartışması
22 Ekim Cumartesi günü ise "Siyasal İslamın İflası Temenni mi Tespit mi?" konu başlıklı bir oturum düzenlendi. Oturuma Değişim dergisinden Ahmet Ağırakça, Yeryüzü dergisinden Burhan Kavuncu, Hak Söz dergisinden ise Vahdettin Işık katıldı. Dinleyici katılımının yüksekliği konuya gösterilen ilginin derecesini göstermesi açısından da dikkat çekiciydi. Oturum, konferansı yöneten Rıdvan Kaya'nın açılış konuşmasıyla başladı. Kaya gerçekte, Siyasal, Radikal, Fundametalist, kültürel İslam gibi tanımlamaların benimsenmediğinden, ancak tanım kolaylığı olması açısından konu başlığı olarak bu şekilde kullanıldığını belirtti.
İlk sözü Ahmed Ağırakça aldı. Ağırakça ilk olarak 'radikalizm' kavramının batı'da 18. asrın sonlarına doğru hangi anlamlarda ve kimlere yönelik olarak kullanıldığı üzerinde durdu. Bu kavramın bizdeki karşılığının Usuliye (veya Usuliyyun) -ıslahattan yana olanlar- olduğunu belirten Ağırakça, Ondört asır öncesinden günümüze kadar bu çizgi ve bu çizgiye muhalif olanlar hakkında malumat verdi. Günümüzdeki kesimlerin uzlaşmacılar, sistem içi çözüm üretmeye çalışanlar kategorisine koyup, usuliyyun'un Kur'an ve Sünnet'e dönüşü savunan tek tutarlı kesim olduğunu belirtti. Siyasal İslamın İflası tartışmalarında, kasdedilen kesimin ıslahatçılar olamayacağını, nitekim bu kesimin taklidi reddeden, en çok okuyan, içtihadı, şurayı, prensipli hareket edip kadro yetiştirmeyi amaçlayan ve ümmet anlayışına sahip, kelami ve felsefi tartışmalardan uzak fertlerden oluştuğunu vurguladı.
İslamın parçalara ayrılıp farklı farklı tanımlara tabi tutulamayacağını söyleyerek söze başlayan Burhan Kavuncu Oliver Roy'un kitabındaki bazı çelişkiler üzerinde durdu. Roy'un tespit babından yaptığı ama birer temenni olduğunu belirttiği bazı konulara da değinen Kavuncu, Oryantalistlerin yaptığı çalışmalara şahsen gıpta ettiğinden, sadece bugün değil, geçmişte de Kur'an, Hadis, İslam Tarihi gibi konularda müslümanlardan çok daha azimli çalıştıklarından söz etti. Konuşmasının sonunda, çağımızın temelinde Kur'an olan anlayışının aydınlanma çağı olduğundan söz eden Kavuncu, ancak bunun henüz başında olunduğu tespitinde bulundu.
"Geleneksel dindarlıktan kopuşun adına Siyasal İslam dendiği"ni belirterek konuşmasına başlayan Vahdettin Işık İslamcı düşüncenin 19. yy'la birlikte yepyeni soru ve sorunlarla yüzyüze gelerek Cemaleddin Afgani'den itibaren ciddi biçimde, geleneksel din anlayışı ve modernist sapmalara karşı savunula-geldiği tespitinde bulundu. Müslümanların bugünkü konumlarının çabaları ve konjoktürel değişime bağlı olarak oluştuğu görüşünü savunan Işık; müslümanların düşünsel netlik ve kurumsal örgütleniş bakımından bu sorumluluğu taşımaya hazır olmadıkları bir anda alternatif bir dönüşüm odağı olarak görüldüklerini ve bu beklentiye kısa vadede cevap verilemeyince bazı kesimlerin hayal kırıklıkları içine düştüklerini savundu.
Konuşmaların ikinci turunda Ahmet Ağırakça günümüzle ilgili olarak karamsar siyasi ve toplumsal tahlillerden ziyade ümitvar olunması gerektiği üzerinde durdu. Burhan Kavuncu ise "bir hareketin iffas ettiğinden söz edilebilmesi için o hareketin gelecekle ilgili olarak söyleyeceği sözlerin tükenmiş olması gerekir, oysa insanlık gözlerini İslam'a dikmiş, onun kendi aydınlanma çağının başlangıç nüvelerini merakla seyretmektedir." şeklinde konuşmasını özetledi. Vahdettin Işık ise, belli birkaç soruya verilecek olan cevapların konuyu daha da aydınlatacağı üzerinde durdu. Işık, bunları şu şekilde sıraladı: "Düşünce ve fiili tavır olarak, netleşme yolunda tavır geliştiren müslümanların Kur'an'ı ne kadar eylemlerinin ve düşüncelerinin merkezine aldıklarını düşünmeleri, sünnet anlayışlarının, geleneksel anlayıştan ne kadar kopabildiğini sorgulamaları ve siyasal anlamda egemen sisteme karşı bir tavır geliştirmeyi büyük oranda başarmış insanların, itikadı olarak hayatın bütününe yönelik bir netleşmenin neresinde olduklarını sorgulamaları gerekir."
Oturuma gösterilen ilginin çok yoğun oluşu, bu konuda düşünen ve üretilen çözümleri yakından izlemeyi talep eden bir kitlenin de varlığını göstermesi açısından sevindiriciydi. Ancak yapılan bazı tespitlerin yanı sıra, iflas tartışmalarını Türkiye'de ve dünyada gündeme getirenlerin savundukları somut noktalar daha aydınlatıcı bir şekilde irdelenebilseydi, oturum daha faydalı olabilirdi. Özellikle oryantalistlerin İran devriminden bu yana gündeme getirdikleri meselelerin izlediği süreç, malzeme açısından daha aydınlatıcı bir şekilde ortaya konabilirdi. Gerçekte Türkiye gündemindeki iç tartışmalar dışında, bu konu, Olivier Roy'un "Siyasal İslam'ın İflası" adlı kitabının piyasaya çıkmasıyla daha da tartışılır oldu. Önemli bazı tespitleri bir kenara koyacak olursak, genelde arka planı tam olarak sezinlenemeyen bazı yapay noktalarda tartışıldı.
Roy sadece oryantalist çalışmalar yapmıyor. Aynı zamanda Amerika'nın başını çektiği bugünkü dünya egemenlik sisteminde vatandaşı olduğu Fransa'nın çıkarlarını zedeleyici politikaları incelemekle görevli. Kitabında, bugüne kadar ki sosyal ve siyasi olayların tarihteki görünümleriyle çatışır bir siyaset felsefesi (!) gütmekte.
Bu eleştiriye iki yönlü yaklaşmak gerekiyor. Eğer mesele sadece dünyevi-siyasi açıdan ele alınacak olursa, Roy, Fransız İhtilalindeki grupların ihtilal sonrası dahi somut siyasi programlara sahip olamadıklarını, mevcut programlarını ise bir türlü pratiğe geçiremediklerini unutmuş olamaz, Devrimin ilkelerinden çok kısa bir sürede saptığı ve Fransa eski rayına yeniden oturduğu halde, o ilkelerin, bırakın XIX. yüzyılı bugün bile hala "yükselen değerlerle birlikte anıldığını görmezlikten gelemez. 1870'li yıllarda Marks'ın kendi ülkesinde (Almanya) işçi hareketleri üzerindeki etkisi tükenmişken ve batı büyük ölçüde sosyalizmi kendi ölçüleri içinde eritmişken, 50 yıl sonra Rusya'da ekim devrimi olmadı mı? Üstelik bu kadrolar siyasal-toplumsal-iktisadi ilkelerini Fransız devriminin ve onun etkisiyle ortaya çıkan hareketliliklerin tecrübelerinden yola çıkarak oluşturmadılar mı?
Sosyal ve siyasi olaylar -üstelik sağlam fikri alt yapılara da sahipse- koskoca bir tarih kesitinde üç beş senelik dilimlere oturtulamaz. Bugün batıda ve İslam dünyasında çeşitli sorunlar tartışılmakta. Ancak her iki coğrafyanın bu noktada izledikleri süreç yüzseksen derece bir zıtlık ifade etmekte. Batıdaki modernizm-post modernizm ve hatta İslam tartışmaları bir gerileyişin, bir tıkanıklığın ifadeleridir. Oysa bunun tam aksine İslam dünyasındaki -yapay olanlar da dahil olmak üzere- tartışmalar "tüm yükselen değerler (!)" karşısında yükselen bir bilinçliğin göstergesidir.