Eğitim sistemine ilişkin sorunlar büyüyerek devam ediyor. Eğitimde son yıllarda yükselen şiddet olgusu ve ahlaki yozlaşma, listenin en üst sıralarında yer alsa da, çözüm önerileri olarak ortaya koyulanlar, sistemin çarpık bakış açısından halen kurtulamadığını gösteriyor. Bir bütün olarak baktığımızda bu durumu yadsımamak gerekir. Çünkü milyonlarca insanın hayatını etkileyen Kürt sorununu 'terör'e indirgeyen ve kurtuluşu Kandil Dağı'nı bombalamakta bulan sistemin, milyonlarca gencin geleceğini etkileyen eğitim sorununu, okul kapılarında güvenlikçi polis görevlendirmekle çözmeye kalkışmasından başka bir yol bulması beklenemezdi... Ne var ki, her soruna güvenlik merkezli bakan, daha çok baskı ve yasak getirerek çözüm arayan sistemin bu hatalı yaklaşımı, yıllardır olduğu gibi bugün de sorunların asıl kaynağında yer almaktadır.
Okullarda yükselen kör şiddet, eğitim sisteminde özellikle 28 Şubat askeri darbesiyle başlayan yeni süreçte resmi ideolojiye yapılan vurgunun koyulaştırılmasına karşın ahlaki değer ve erdemlerin bastırılmasının tabii bir sonucudur. Eğitim programları ve öğretimin içeriğinde önceliği öğrenci zihinlerinin ideolojik teçhizine veren fakat çocukların insani, ahlaki, sosyal ve duygusal gelişimini arka plana iten bir eğitim sistemi, akıl ve kalpleri ifsad edilmiş nesiller dışında nasıl bir sonuç verebilir ki? Adaletsizliğin ve toplumsal eşitsizliğin tüm boyutlarıyla yeniden üretildiği, mevcut sistemi korumaya yönelik kaygıların yön verdiği ve vatandaşlık bilincinin otoriter bürokrasiye sadakatle sınırlı tutulduğu bir eğitim anlayışı, yıllardır süregiden sorunların sebebi değil midir? Bu durum ıslah edilmeden, eğitim sistemindeki yapısal reformlar, sadece sıkıntılara yeni bir boyut kazandıracaktır. AK Parti Hükümeti'nin eğitimde göremediği en önemli husus da işte budur. İşin özündeki sıkıntılara dokunmadan, sürecin niteliğini artırmaya yönelik müdahaleler, kısa vadede çözüm gibi görünse de, orta ve uzun vadede aynı hastalıkların nüksetmesini engelleyemeyecektir.
Eğitim sisteminin ideolojik yapısını değiştirmek, okullarda egemen ideolojinin yeniden üretilmesinin önünü kesmek ve daha adil, eşit ve özgür bir eğitimi sağlamak öncelikli meselelerdir. Maalesef, içinde bulunduğumuz süreçte eğitime yönelik getirilen eleştirilerde bu hususların tartışılması engellenmektedir. Nitekim İLKAV ve Özgür-Der tarafından eğitimin temel sorunlarına yönelik yapılan kamuoyu çalışmalarının nasıl bir karşılık gördüğü malumunuzdur. İLKAV'ı hedef alan baskının anlamı şudur: Eğitim sisteminin yozlaşan yüzünü deşifre etmek, iktidar seçkinlerinde ve onların gölgesine sığınanlarda ciddi rahatsızlıklar uyandırmaktadır. Eğitimin ideolojik mantığını çözümlemeye yönelik girişimler, onları tedirgin etmektedir.
Bu halin bize verdiği mesaj ise şudur: Madem bu eleştirilerin kitlelere taşınmasından kaygı duyulmaktadır, o halde bu ilk adımlar doğru yönde atılmıştır. Eğitimciler, aileler ve veliler, ülkede nasıl bir eğitim sisteminin yürürlükte olduğuyla mutlaka yüzleştirilmelidir. Eğitim sisteminin ideolojik ve militer yüzüyle toplumsal bir hesaplaşma gerçekleşmediği sürece, ne eğitimde şiddet, ne ahlaki yozlaşma ve ne de ilk ve ortaöğretimde öğrenci seçme sınavlarının sebep olduğu hasar düzeltilebilir. Tüm bu sorunlar birbiriyle iç içe geçmiş haldedir ve aileler, kendi çocuklarının boğulduğu bu bataklığı ıslah etmek için kararlılık göstermediği sürece, daha çok evladımızı yitirmek tehlikesiyle karşı karşıya kalırız.
Burada söz konusu olan, öğrencilerin büyük bir anlam ve kişilik boşluğuna düşürüldüğü bir sistemdir. İktidar seçkinleri, sadece kendi kriterlerine uygun birtakım tutum ve alışkanlıkların ne derece kazanıldığına önem verirken, milyonlarca gencin hayatlarının mahvolması karşısında harekete geçmemektedir. Sigara ve içkiye başlama yaşının 10-11'e düştüğü, liselerde uyuşturucu ve doğum kontrol haplarının satılabildiği, çeteleşmenin birbirine silah çekmeye vardığı, idareci ve öğretmenlerin dahi yer yer ölüm tehditleri aldığı, öğrencilerin birbirini ezdiği, hırsızlık ve darpın adi vakalara dönüştüğü bir eğitim sisteminde, sağlıklı nesillerin yetişmesi mümkün olabilir mi?
ÖSS ve Dil Faktörü
Eğitim, insan fıtratına uygun ahlaki erdemlerin, ilke ve değerlerin genç nesillere kazandırıldığı bir süreç olmaktan çıkmış, kötü bir yarış halini almıştır. Eşitsizliklerin ve adaletsizliklerin hüküm sürdüğü bu yarışa, öğrenciler maalesef okul yıllarının daha en başından dahil edilmektedir. Çocukluklarını yaşayamayan öğrencilere, doğru düşünmenin ve davranmanın evrensel ilkeleri yerine, sistemin nasıl düşünmelerini ve davranmalarını istediğinin bilgisi aktarılır. Onların kendilerine göre düşünceleri, doğrulan ve inançları olabileceği kabul edilmez. Ancak kendilerine aktarılana teslim oldukları ya da olmuş gibi davrandıkları sürece başarılı ve makbul sayılırlar. Özellikle, başarının tek geçerli kıstas sayıldığı bu haksız rekabet süresince, tüm öğrenciler, kendilerini çalışkanlar sınıfına sokacak şekilde davranmak zorunda bırakılır.
Bu süreçte, en önemli yanılgı; herkese eşit eğitim ve öğretim hakkı tanındığı, bir sınıftaki herkese öğretmen tarafından aynı şeyin anlatıldığı ve dolayısıyla yarıştaki herkesin eşit şartlara sahip olduğu yanılgısıdır. Eğitim sistemindeki fırsat eşitliği vurgusu, tamamen bir yalandan ibarettir. Herkesin aynı sınava girdiği ve aldığı sonuca göre değerlendirildiğinin sık sık vurgulanması da, aslında bu yalanın tartışılmasını engellemek içindir. Sorun, aynı sıralarda oturan öğrencilerin farklı sosyal, kültürel ve ekonomik arka planlardan geldiğinin hesap dışı tutulmasıdır. Öğretmenlerin öğrencilere yönelik algı ve davranışlarında bu farklı arka planların bazı somut değişikliklere yol açtığı gerçeğinin konuşulmamasıdır. Öğrencilerin OKS ve ÖSS'de aynı sorulara muhatap oldukları söylenirken, bu sorular için nasıl bir hazırlık sürecinden geçtiklerinin tüm gerçekliğiyle ortaya koyulmamasıdır.
Binlerce liradan başlayan dershane fiyatları, özel dersler, özel okul ve kolejler, bilgisayar ve internet teknolojisine sahiplik ve ailelerin almış olduğu eğitim, bu haksız rekabetin sadece görünen yüzleridir. Görünmeyen yüzünde ise özellikle çocukların sahip olduğu dil becerisi yer almaktadır. İyi bir Türkçe bilgisi, sınavda belki de en ayırt edici özelliktir. Son yıllarda Güneydoğu illerinin ve İstanbul'da özellikle alt ve düşük gelir grubunda bulunan ailelerin ya da İstanbul'a göç etmek zorunda kalmış doğulu ailelerin yaşadığı semtlerdeki öğrenci başarısızlığının en dikkate değere sebebi, bu dil faktörüdür. Gerek eğitim ve öğretimde, gerekse OKS ve ÖSS'de sorulan soruların iyi bir Türkçe bilgisine sahip olmayı gerektirdiği yeterince açıktır. Dolayısıyla sınırlı dil kodlarına sahip olan alt gelir grubu ailelerin çocuklarıyla, özellikle anadili Kürtçe olan çocukların bu sistemde başarılı olabilmesi, ancak zihinsel olarak Türkçeleşmeleriyle mümkündür. Bu sebeple, eğitim sistemi, fakir çocukları ya da Kürt çocuklarını daha en başta elemine etmektedir. O halde, OKS ve ÖSS'de bahsedilen nasıl bir eşitlik ve adalet olabilir ki?
Katsayı Sorunu
ÖSS'de yaşanan haksızlıkların somut göstergelerinden bir diğeri de katsayı uygulamasıdır. Bilindiği gibi, 28 Şubat askeri darbesinin kötü bir mirası olan bu uygulama, imam-hatip liselerinden üniversiteye geçişin önünü kesmek için başlatılmıştır. Halen devam eden bu uygulamayı güçlendirecek diğer uygulamalar da süreç içinde yerleşik bir hal almıştır. İHL'den açık liseye geçiş kaldırılmış, bir İHL öğrencisinin fark dersleri verilerek düz lise diplomasının yolu kapatılmıştır. İHL öğrencilerine sadece ilahiyat fakültelerine geçiş hakkı tanınırken, YÖK ise bu üniversitelerin kontenjanını giderek düşürmüştür. Yeni fakültelerin açılmaması bir yana, varolanların dahi kaybedilmesi, katsayı ve bununla ilişkili diğer sorunların hangi boyutlara vardığını göstermesi açısından anlamlıdır.
Katsayı uygulaması, başörtüsü yasağıyla doğrudan ilgili bir sorundur. Çünkü, 28 Şubat'tan önce, başörtüsü yasağıyla karşılaşmak istemeyen öğrenciler, İHL'lere gidiyor ve üniversiteyi mevcut sınav sistemi içinde kazanabiliyordu. Üniversitelerde başörtülü öğrenci sayısındaki artış ise yıllardır çağdaşlık ve ilericilik mesajını görüntü üzerinden vermesi tek kazanımı olan seçkinleri rahatsız ediyordu. Ayrıca okumuş başörtülü bir öğrenci imajı, sistemin temel tezlerini çürüttüğü gibi toplumda da olumlu bir etki uyandırabiliyordu. Bu bağlamda, sistemin gidişatı durdurmak ve başörtüsü yasağını güçlendirmek için sınav sisteminde yaptığı değişikliğin, son yıllarda Hükümet tarafından müstakil olarak ele alınması ve ayrıca İHL'leri diğer meslek liselerinden ayırmaya yönelik kamuoyu faaliyetlerinin çoğalması, eğitim sisteminde adaletin değil ideolojik tercihlerin asıl belirleyen olduğunu yeterince ortaya koymaktadır.
İdeolojik Dayatmalar
Eğitimde, iktidar seçkinlerinin yıllardır laikçi ideolojilerini yeni nesillere aktarmak için çaba harcamaları, ilkel bir putperestliğin örneklerini sergilemeleri, yüksek duvarlar arasında öğrencileri hayattan soyutlamaları ve ideolojik bir içeriği yüklenmeleri adına yıllarca öğrencilere aynı şeyleri tekrar ettirmekten usanmamaları ve eğitim sisteminin faşizan eğilimleri besleyen tarafları, maalesef konuya ilişkin tartışılan ilk sorunlar arasında yer alamamaktadır.
Daha çok okul inşa etmek ve daha çok kız öğrenciyi okullaştırmak isteyen iktidar seçkinleri ve işbirliği içinde oldukları sivil toplum örgütleri, bu eğitimin neye, kimin işine yaradığı sorusunun gündemleşmesini engellemektedir. Oysa, eğitim ve öğretim programlarının tek boyutlu ve taraflı ideolojik içeriği, öğrencileri laisist ve pozitivist bir kimlikle donatmak için aşılanan yanlış değerler, öğrenci seçme sınavlarındaki haksız rekabet, merkeziyetçi ve bürokratik eğitim sisteminin yaşanan şiddet ve yozlaşma gibi sorunlarının bizatihi kaynağı haline getirmiştir. Sistemin bu şekilde devam etmesi ise sorunların çözümsüzlüğüyle değil, çözümsüzlüğün iktidar seçkinlerinin işine gelmesiyle izah etmek daha doğru olabilir. Bu tespiti şu sorular doğrultusunda tartışmak, birçok ipucu verebilir:
Güneydoğu'daki öğretmen profilinin düşüklüğünü, birleştirilmiş sınıfları ve kapatılan köy okulları yüzünden on binlerce öğrencinin kar kış demeden her gün onlarca kilometre kat etmesini engelleyemeyen mevcut yapının devam ettirilmesi, neden bilinçli bir tercih olmasın? Doğuda ya da batıda olsun fark etmez, ana dili Kürtçe olan çocuklar; bilmedikleri bir dilde okullarda eğitime tabi tutulduklarında bir çok sıkıntı yaşadıkları halde, bu sıkıntılar neden giderilmemektedir? Yoksa tek dilde, tek tip bir eğitim sisteminde ısrar edilerek; orta ve seçkin zümrelerin ve bürokratik elitlerin çocukları dışında kalan öğrencilerin başarısızlıkları garanti altına alınmak mı istenmektedir? Başörtüsü yasağı ve katsayı sorunu ile karşı karşıya bırakılan, "Ya inancın ya da okulun!'' gibi yanlış ve haksız ikilemlere maruz kalan çocukların yaşadıkları dertleri gündeme almadıkları sürece, "Haydi kızlar okula!" diyenlerin ikiyüzlü olmadıklarına nasıl hükmedilebilir?
Eğitim sistemi bugün toplumsal yapıdaki eşitsizlikleri ve adaletsizlikleri yeniden üreten bir vazife görmektedir. Resmi ideolojinin kitselleştirilebilmesi adına nesiller ifsad edilmekte, ahlaksızlık, şiddet ve kötü alışkanlıklar okullarda kol gezmektedir. Tüm bu sorunların giderilmesi ise ancak adil, özgür ve ideolojik içeriğinden arındırılmış bir eğitim ile mümkündür. Eğitim, toplumsal talepleri karşılamadığı ve öğrencilere insani ve ahlaki vasıflan kazandırmadığı sürece yanlış işleyecek ve kötü sonuçlar doğuracak bir süreçtir. Öğretmenler ve veliler bu süreçte, OKS ve ÖSS'de başarıya kilitlenirken, çocuklarının maruz kaldığı etkileri fark edemedikleri sürece de, bu kısır döngü maalesef bozulmayacaktır. Alternatifleri geliştirme sorumluluğumuz devam etmekle birlikte, bunu gerçekleştirene kadar ki zaman zarfında, olanlara kesinlikle seyirci kalınmamalıdır. İnsanlar üzerinde kalıcı etkiler bırakan okulların geleceğe umutla bakmamızı sağlayacak nesillerin yetiştiği kurumlara dönüştürülebilmesi için, öğrenci velilerinin ve özellikle öğretmenlerin en öncelikli sorumlulukları, mevcut sistemin taşıdığı sorunlara karşı, özgür ve adil bir eğitim mücadelesini sistemleştirmektir.