İdam Kararı Tamamen Siyasi Bir Karardır

Cüneyt Toraman

Sivas Davası'nda verilen 33 idam kararının hukuki olmadığı noktasında kamuoyunda kesin bir kanaat hâkim. Mahkeme daha önce, TCK'nın 450/6. maddesi gereği yine idam kararı vererek, bunu 15 yıl ağır hapis cezasına kadar indirmişti. Yargıtay'ın bu olayı "örgütlü" olarak değerlendirmesinden sonra yerel mahkemenin verdiği kararda Yargıtay'ın bozma ilâmına uyma niteliği taşımaktadır. Gerek Yargıtay'ın bozma kararı ve gerekse mahkemenin vermiş olduğu bu idam kararlarını nasıl değerlendiriyorsunuz? Sizce böyle bir karar verilmesinde hangi faktörler etken olmuştur?

Geçtiğimiz günlerde, Türk Hukuk tarihinin en ilginç kararlarından biri verildi. Sivas Davası olarak bilinen dava sonucunda, tam 33 idam kararı verildi. Esasen, 37 kişinin (olay günü 33 kişinin öldüğü açıklanmıştı) yaşamını yitirdiği bir olayda, sanık tarafını savunmak, oldukça zordur. Sivas davası hakkında bilgisi olmayan on binlerce insanımızın olaya soğuk bakmasının en önemli nedenlerinden biri de zaten budur.

Ne var ki, olay, dışarıdan göründüğü gibi değildir. Bir insanın yaşamına son vermek ne kadar yanlışsa, suçsuz insanları cezalandırmak da, en az o kadar yanlıştır. Hukuk devletinin görevi, adaleti dağıtmaktır. Hakemin tarafsızlığını yitirdiği oyunların bile, nerelere vardığını sık sık izliyoruz. Burada, birkaç satırla, Sivas davasında yaşanan garabetleri, hukuk cinayetlerini anlatabilmek mümkün değil. Bu çarpıklıklar, uzun süre zaten tartışılacak.

Ancak burada asıl üzerinde durulması gereken konu, müslümanların ilgisizliği ve duyarsızlığıdır. "Benden sonra tufan" anlayışı, adeta ahlak haline gelmiştir. Kardeşlerinin gözaltına alınması, yargılanması, mahkum edilmesi pek çoğumuzu ilgilendirmiyor. Ta ki, birkaç arkadaşıyla birlikte sohbet toplantısından apar topar emniyete götürülüp, "örgüt" isnadıyla Devlet Güvenlik Mahkemesine sevk edilip, mahkemenin soğuk yüzüyle müşerref oluncaya kadar... Ancak o zaman, yapılanlar değerlendirmeye alınıyor, ne kadar "hukuki", ne kadar "hukuka aykırı" olduğu önem taşımaya başlıyor.

Dosya kapsamıyla sınırlı kalındığında, sevk maddesinin bu davayla ilgili olmadığı bir yana bu kadar çok kişiye, bu kadar ağır ceza verilemeyeceği, insaf sahibi herkes tarafından teslim edilmesi gerekir. Verilen cezanın, (irticayı yok etmeye yönelik) "irtica kampanyasının bir parçası olduğu..." müdahil avukatları tarafından dahi kabul ediliyor. Öyleyse, bu kadar ağır ceza niçin verildi? Sivas Davası'nda, hukukun rafa kaldırıldığı, verilen kararın hukuki nitelik taşımadığı, siyasi olduğu söylenebilir. Bunu. verilen bu karara karşı, bir mazeret olarak kabul etmemek mümkün değildir. Eğer verilen karar, siyasi nitelikte ise, (ki bizce öyledir), böyle bir karar, (kamuoyuna etkili bir şekilde duyurulmak suretiyle) hukuki mecraya çekilebilirdi.

Hiç bir siyasi karar mercii, geri almak zorunda kalacağı bir karar vermeyi istemez. Siyasi bir karar vermek durumunda olanlar, kamuoyunun nabzını elinde tutmak zorundadır. Olumsuz koşulların, lehine dönüşmesini bekler, yeteri kadar erteler, uygun bir ortamda gündeme getirir. Eğer bir yerde zulüm var ise, zulme uğrayanının (bu zulümdeki) ortaklığını unutmamak gerekir.

Sivas Davası'nı, Sivas'ta meydana gelen, "bilmem kaç kişinin vefat ettiği" bir olayla sınırlı görmek çok yanlış olur. Ölü sayısı, Türkiye'nin gündemini yıllarca işgal etmesi için yeterli bir sebep değil... O kadar ölüm, bazen, bir otobüs kazasında meydana geliyor. Bu davanın tarihin derinliklerine inen kökleri var. (Bu davadaki müdahil avukatları ile savunma avukatlarının dilekçeleri olayı yeterince açıklamaya yetiyor...) Bu dava, iki farklı kültürün çatışma alanı olarak seçildi. Bu dava vesilesiyle, belirli bir kesim, gariban birkaç kişinin (sanığın) şahsında, evire çevire dövüldü. Aba altından sopa gösterildi, güç gösterisinde bulunuldu.

Her ülkede, tarihin belirli dönemlerinde, dönüm noktası olarak kabul edilen olaylar vardır. Bu olaylar, yeni bir dönemin başlangıcı olarak kabul edilir. Sivas davası da, Türkiye açısından, böyle bir tarihi dönüm noktası kabul edilebilir. Bu açıdan, Sivas davası, devletin açıkça taraf tuttuğunun, resmen tescil edildiği bir mihenktir. Bunun ötesinde, belirli bir mezhebin, devlet tarafından evlat edinildiği bir dönüm noktasıdır, Hukukun araç haline getirildiği bir dönüm noktasıdır. Bu süreç belki 28 Şubat'ta başladı, belki de daha önce başladı. Ancak Sivas Davası, bu sürece son noktayı koyan, alenileştiren bir olay oldu.

Sivas'ta, Aziz Nesin'in kışkırtması ve tahrikleri sonucunda, protesto yürüyüşüne katılanlardan hiç birinin istemediği sonuçlar meydana geldi. Otolardaki ateşin otele sirayet etmesiyle topluluk, kendiliğinden dağıldı. Bu topluluğu polis veya asker gücü dağıtmadı... Ben istenmeyen bu neticenin, kesinlikle bir kaza olduğuna inanıyorum. Olay günü protestoya katılanların içerisinden kepçeyle bir kısmını ayırıp, "Devlete isyan ettiler" mantığıyla cezalandıranları, vicdanlarıyla baş başa bırakıyorum.

2 Temmuz'da meydana gelen Sivas olaylarından sadece iki gün sonra, 5 Temmuz akşamı, Erzincan ili Kemaliye ilçesi Başbağlar Köyü'nde, tam anlamıyla bir vahşet yaşandı. Bu Sivas'taki gibi bir kaza ya da kastı aşan bir hareket değildi. Bir köyün bütün erkekleri, köyün meydanında toplandı, Sivas'ta öldüğü duyurulan kişi kadar köylü hunharca katledildi. Türkiye'nin aşağı-yukarı aynı bölgesinde, aynı çapta, büyük katliam...

Her iki olaya bakan mahkemeler de, aynı Hukuk'u uyguluyor.. (Uygulaması gerekiyor..) Aynı mercilerden atanıyor... Aynı vicdanı, aynı kalbi taşıyor... Sivas davasında ölenlerin yakınlarının içi yanıyor... Failler bulunsun ve cezalandırılsın istiyor... Başbağlar'da öldürülenlerin de içi yanıyor... Onlar da faillerin yakalanmasını ve cezalandırılmasını istiyor...

Sonuçta ne oluyor? İşte ben, Sivas Davası üzerinde düşünecek ilanlara, önemli bir ipucu veriyorum. Neler olduğunu anlamak isteyenlere, birbirine çok benzeyen, Sivas Davasıyla Başbağlar Davası'nı acılaştırmalarını öneriyorum.

Her iki davada da, "tabii ham" ilkesi çiğnendi. Davalar yetkili mahkemelerden alınarak başka yerlere (mahkemelere) alındı. Mesela, Sivas Davası, Sivas mahkemelerinde görülmekte iken, önce Kayseri'ye, sonra da Ankara'ya alındı. Niçin Ankara'ya alındı? Güvenlik gerekçe gösterildi. Kime karşı? Bu davanın sanıkları. Sivas halkından mı korunmaya çalışıldı (!). (Şimdi Sivas cezaevinde yatıyorlar!..) Tabii ki davanın diğer tarafı için, daha kolay takip edilebilsin diye... CHP'li Milletvekilleri duruşmalara daha kolay gelebilsin diye... Türkiye Barolar Birliği başkanı, aynı düşüncedeki çok sayıda avukat daha kolay takip edebilsin diye... (Bu davaya. Barolar, ilanla avukat topladı...) Başbağlar Davasıda Erzincan'dan İzmir'e alındı. Niçin? Kamuoyunun gözünden kaçırmak içini! Sivas Davası'yla Başbağlar Davası'nın yargılaması aynı zamana rastladığı halde, siz hiç Başbağlar Davasıyla ilgili bir habere rastladınız mı? (Tayfun Talipoğlu'nun ki hariç!) Başbağlar Davası mağdurları evsiz, yurtsuz, parasız! İzmir'e nasıl gidip gelecekler, ne ile gidip gelecekler? Kaç defa gidip gelecekler?

Her iki davada da, usul kuralları çiğnendi. Sivas davasında yakalananların hemen hemen tamamı, asılsız ihbarlar sonucunda ve başta Cumhuriyet Gazetesi olmak üzere, yanlı "muhber" yayınların yapıldığı gün gözaltına alındı (Ne büyük tesadüf!). Olayın failleri bulunamadığı veya bulunmadığı için, "olaya fail bulmaya" çalışıldı. Teşhisi de, kalabalıkla itişip kakışan polisler yerine, olayları camdan seyreden Emniyet müdürleri yaptı!! Video görüntülerinden fotoğraflar alınmadan, "Video görüntü fotoğraflarına göre yakalandığı" şeklinde tutanaklar tutuldu. Başbağlar davasında da, vahşeti, kapı aralığından (başından sonuna kadar izleyen) görgü tanıkları, iki gözü iki çeşme televizyon kameralarına cinayeti anlatırken, yakalanan sanıkların tamamı, bu görgü tanıklarının ifadesine bile başvurulmaya gerek duyulmadan, serbest bırakıldı. Ne de olsa CMUK var, hukuk vardı!!

Her iki davada da birbirine zıt kararlar verildi. Sivas davasında, olayla ilgisi olmayan sanıklar, Cumhuriyet tarihinin en ağır cezalarına çarptırıldı. Dikkatinizi çekmiştir, tam 33 idam kararı verildi. Olay günü, kamuoyunda, olaylarda 33 kişinin öldüğü açıklanmıştı... (Ne 32 ne 34, nasıl adalet ama!) Kısas gibi.. Olay Sivas'ta oldu, fatura da, Sivaslılara kesildi. Ha Hasan, ha Hüseyin fark etmez, Sivas'lı olsun yeter!! Başbağlar davasında ne oldu? Sanıklar, Amerika'da ve İngiltere'deki sanıkların bile görmediği bir saygınlık gördüler. "Kardeşim, ben Başbağlar katliamına katıldım!" diyen itirafçı dışında, herkes beraat etti! Bazı itirafçıların dinlenilmesine bile gerek görülmedi. İtirafçıların, itiraflarında, açık kimliği belirtilen sanıkların, "Davayla ilgisi olmadığından (!)" bu sanıklar hakkında dava açılmasına gerek görülmedi!!!

Keşke her iki olay da olmasaydı. Böyle bir karşılaştırmaya da gerek kalmasaydı. Ama görünen durum maalesef budur. Demek ki, haksızlıklar ve zulüm, sadece, iletişimin zayıf olduğu dönemlerde yapılmıyormuş; savaşların naklen yayınlandığı günümüzde de, göz göre göre, milyonlarca insan manipüle edilebiliyor.. Biz de, (neyi yapıp neyi yapmadıklarını, sorma zahmetine bile katlanmadan) "yapmasalardı"!!! diyoruz. Sormadığımız sürece, böyle de devam edecek.