Depremden önce hızlı bir şekilde büyümekte olan Van, refah seviyesi yüksek ve zenginlik içinde idi. Ama insani değerler ve İslami prensipler bir hayli hayattan dışlanmış ve insanlar müstağnileşmişti. Modernleşen şehir, beraberinde ciddi bir dünyevileşmeyi getirmişti. İnsanlar dünyevi uğraşlarla oyalanıp duruyordu. Yüzlerini sadece dünyaya çevirenler nasıl bir bataklık içinde olduklarını bir türlü göremiyordu. Bu durumu en iyi Tekasür Suresi gözler önüne seriyor: “(Mal, mülk ve servette) çoklukla övünmek, sizi tutkuyla oyalayıp, kendinizden geçirdi. Öyle ki (bu) mezarı ziyaretinize (kabre gidişinize, ölümünüze) kadar sürdü.” (Tekasür, 102/1-2)
Depremden sonrası içinse Van için hayalet şehir benzetmesi yapmak tam yerinde olur. İnsanlar dünyalık adına biriktirdikleri her ne varsa, telaş içinde bırakıp şehri terk etti. "Kendi elimizle yaptıklarımız şimdi bizi ölüme çağırıyor." Rahat içinde iken, refah içinde oyalanırken Allah'ı unutan, Allah'ı hayatın çok uzağında görenler; o korku ve sıkıntı anında nasıl da Allaha yalvarıyorlardı? (Zümer, 39/8) Çok ciddi sıkıntılar baş göstermeye başladı. Adeta kıyamet gününden bir an gözler önünde sergileniyordu, herkesin kendine yetecek kadar sıkıntısı vardı.
Hamdolsun ki, hakiki anlamda inanan, inandığı gibi yaşamaya çalışan Müslümanlar, yaşananları Allah’ın bir takdiri olarak algılayıp ilk şoku atlattıktan hemen sonra kendilerinden daha zor durumdakilere yardım elini uzattı. Yeri geldiğinde kendi sıkıntılarını unutup Müslüman kardeşleri için bir şeyler yapmaya çalışan, gecesi ve gündüzü ile uğraşan imanlı yüreklere şahitlik ettik. En önemlisi doğusu ve batısı ile insanlarımızın bütün yapay sınırları aşarak tek yürek olmasıydı. Bölgede İslami kuruluşların organize çalışmaları sayesinde önemli bir açık kapatılmış ve yaralar tez zamanda sarılmış oldu.
Geriye dönüp baktığımızda şunu görüyoruz ki yeni nesil, yani Müslüman gençler olarak ciddi anlamda bir araya gelip örgütlü bir mücadele yürütemiyor, güncel sorunlara yönelik ortak bir çözüm üretemiyor, bunun sonucu olarak tevhidi bir duruş sergileyemiyorduk. Rabbimize hamdolsun ki bu önemli sorunumuzun çözümüne yönelik büyük ve anlamlı bir adım atmış, genç kardeşlerimizi üst bir çatı altında, Müslüman ortak paydasında bir araya getirmiş olduk. “Allah'a çağıran, salih amelde bulunan ve gerçekten ‘Ben Müslümanlardanım.’ diyenden daha güzel sözlü kim olabilir?” (Fussilet, 41/33)
Bizler burada olduğumuz sürece, bize düşen sorumlulukları yerine getirmek ve inisiyatif almak zorundayız. Çünkü her mümin, genç-yaşlı fark etmez, içinde bulunduğu anın şahitliğini yapmak zorundadır. Şahitliğimizi istişare zemininde sürdürmek amacı ile bir araya gelmiş bulunmaktayız. Vanlı Müslümanlar olarak bu buluşmanın çok anlamlı olduğunu düşünüyoruz. Rabbimize hamd olsun ki, bütün farklılıklarımıza rağmen bizi bir araya getirdi.
Uludere’de Dağlanan Yüreğimiz Susmamalı!
Depremden sonra dört bir yana dağılan insanları bir araya getirmenin zorluğuyla birlikte niyetimizin salih olduğuna olan inancımız ve gayretlerimiz sonucunda ortaya çıkacak olan güzellikler de bizleri heyecanlandırmaktadır. Yeni yeni düştüğü yerden kalkmaya çalışan şehrimizle birlikte insanlarımız da kısa bir süre içerisinde toparlanmıştır. 23 Ekim 2011 Pazar günü yaşanan depremde can kayıpları da yaralanmalar da yaşanmıştır. Ama depremde yaşanan can kayıplarından hiçbiri Şırnak’ta yaşanan acı kadar yüreğimizi derinden yaralamamıştır. Çünkü depremde yaşanan her türlü maddi manevi kaybı Allah’ın Malik ismiyle açıklayabiliriz, her şeyin yaratanı olduğundan mülkü üzerinde istediği gibi tasarrufta bulunması kadar normal bir şey olamaz. Fakat Şırnak’ta yaşanan, açık bir katliamdan başka bir şey değildir. Bu menfur olay sonrasında yaşananlar bir tiyatro sahnesinde bile rastlanamayacak kadar mizah unsuruyla dolu. Olayın üstünü örtmeye yönelik açıklamalarsa doğudan batıya tüm kamuoyunun yüreğini tamiri imkânsız bir şekilde bir kez daha yaralamıştır.
Bu katliam bizleri bir kez daha derinden sarsmıştır ama bizler sorumluluk bilinciyle hareket etmek zorunda olduğumuz için; bize düşen sorumlulukları belirleyerek, Kitab merkezli bir mücadeleyi örgütlemek zorundayız. Hiçbir lisan ile izah edilemeyecek bu zulüm bir kez daha çözüm umutlarımızı başka baharlara bırakmıştır. Yaşanan acı tablo karşısında sessiz kalmak yerine, tepkimizi her geçen gün artan tonlarda yükseltmezsek bugün Uludere’deki kardeşlerimizi “terörist” sandıkları bahanesiyle katleden savaş uçaklarını, yarın da başka bahanelerle bizleri katletmek için sorti yaparken görebiliriz.
Müslüman coğrafyaları neden hep zulüm altında? Neden yapay sınırlarla bölük pörçük olduk ve sürekli birbirimiz ile çatıştırılmak isteniyoruz? Çünkü bizler Ortadoğu halkları olarak Kürdü, Farsı, Arabı, Türkü, Lazı, Zazası vb. birlikte Kur’an’ın mesajından habersiz yaşadık veya zulmü, ifsadı içselleştirerek cahili bir kuşatmanın içerisinden kendimizi kurtaramadık. Oysa Allah Kuran’da bizlere şöyle buyurur: “Allah yolunda saf saf olup (zulme ve ifsada) karşı mücadele edin.” (Saff, 61/4) Diğer bir ayette Rabbimiz şöyle buyurur: “Ey iman edenler! Allah’tan tam manasıyla korkun ve ancak müslüman olarak can verin. Hep birlikte Allah’ın ipine sımsıkı sarılın, dağılıp parçalanmayın. Allah’ın size nimetini hatırlayın. Hani siz bir zaman birbirinize düşman idiniz; O, kalplerinizi birleştirdi ve O’nun nimeti sayesinde kardeş oldunuz. Sizler bir ateş çukurunun kenarında idiniz, O sizi oradan kurtardı. İşte Allah size ayetlerini böyle açıklıyor ki, doğru yolu bulasınız.” (Âl-i İmran, 3/103)
Allah’ın sımsıkı sarılmamızı öğütlediği şey ise Kur’an’dır. Oysa bizler Kur’an’dan çok kopuk bir hal üzereyiz. Onun için aramıza kolaylıkla birçok nifak tohumu ekilebilmiştir. Kimimiz ırkçılık bataklığına saplandı, kimimiz hizipçilik belasına tutuldu, kimimiz ise partilerin politikalarında benliğimizi, kimliğimizi kaybettik. Velhasıl birçok sebepten dolayı Ortadoğu halkları olarak birbirimizden çok uzaklara sürüklenmiş durumdayız. Oysa bugün birleşmek, ortak hareket etmek ve istişare zemininde yürümek zorundayız. Böylelikle yapılan zulümlerin ve her türlü ifsadın hesabını sorabilir, caydırıcı bir güç oluşturabiliriz.
Allah’ın dininden uzaklaşan ve Kur’an’ın mesajından habersiz yaşayan Ortadoğu halkları olarak; kendimizi cahili kuşatmadan bir türlü kurtaramadık. Bunun sonucunda sanki mazlum olmak, mahrum olmak ve despot sistemler içinde yaşamak Ortadoğu halklarının ortak kaderi haline geldi. Vahiyden kopan ve ona sırt çeviren insanlar hayatlarını kendi elleriyle mahvedip kendilerini zelil bir hayata mahkûm ettiler. Oysa vahiy onları; izzetli olmaya, özgür ve adil bir hayat yaşamaya davet ediyordu. İşte bütün bu acı ve karamsar tablonun tek nedeninin Kur’an’ı terk etmek ve cahiliyeyi bilerek ya da bilmeyerek bir yaşam şekli olarak benimsemek olduğunu görüyoruz.
Peki, Müslüman gençler olarak şahitliğimizi, tevhidi mücadelemizi hayata nasıl taşıyabiliriz? Burada Yüce Rabbimiz bize müthiş bir çözüm sunuyor: “Bir topluluk kendi özündekini değiştirmedikçe Allah da o toplumun gidişatını değiştirmez.” (Ra’d, 13/11) Bu ayet ışığında Müslümanlar değişimin başlangıç noktasını tespit etmiş olacaklar. “Kendini değiştir tarih değişsin.” (Malik Bin Nebi) Vahye tabii olmanın zirvesini Yüce Rabbimiz şöyle belirtmektedir: “Gerçek müminler şu kimselerdir ki Allah hatırlatıldığı zaman kalpleri ürperir, kendilerine onun ayetleri okunduğu zaman imanları güçlenir ve daima Rablerine güvenirler. Onlar namazı; hakkını vererek kılarlar ve kendilerine verdiğimiz rızıklardan cömertçe sarf ederler. İşte onlardır hakkıyla iman edenler. Rableri katında saygınlığı olan rütbeler, sınırsız bir bağış ve görkemli bir rızık onları bekler.” (Enfal Suresi, 8/2-4)
Tevhid, adalet ve özgürlük… İnsanlığın bugün en çok ihtiyaç duyduğu kavramlar bunlar. Bunları hayata taşımanın mücadelesini verebilmeli, gerektiğinde bu değerler için bedel ödemesini bilmeliyiz. Bunun için bilgi, inanç ve eylem bütünlüğünde, birer ayet olup yürümeliyiz durmaksızın. Silkinmeliyiz, arınmalıyız, alnı açık çıkmalıyız Rabbimizin katına. Bunca zulme, ifsada sessiz kalırsak insani ve imani bütün değerlerimizi kaybederiz. Dinimizi (ve İslam ümmetini) parçalayanlardan şiddetle beri olmalıyız. Kitab merkezli bir mücadeleden başka çaremiz yoktur.
“Ey iman edenler! Allah için adaleti ayakta tutup gözetenler olunuz. Bir topluma olan kininiz sizi adaletsizliğe sürüklemesin. Adil olunuz! Bu takvaya daha yakındır. Allah'tan sakının! Elbette Allah yaptıklarınızdan haberdardır.” (Maide, 5/8)