Kasım 2009’dan bu yana Yemen’deki çatışmalar aralıksız sürüyor ve Yemen sorunu her geçen gün dünya gündeminde öne plana çıkmaya devam ediyor. 2004’ten beri belli aralıklarla Yemen ordusuyla Husilerin çatışma haberleri yansıyordu ancak Suudi Arabistan’ın da resmen savaşa katılması, bölgenin geleceğiyle ilgili ciddi endişelere neden oldu. Yemen’de olup biteni anlayabilmek için iç savaşlarla dolu yakın tarihe göz atmak gerekmektedir. Yemen iç savaşları ise son derece karmaşık olaylar zinciri olup Arap ülkelerini bölünmelere, gerginliklere ve çatışmalara sevk etmiş bir hadiseler yumağıdır.
Yemen’in Kısa Tarihi
Yemen yüzlerce yıldır Zeydi imamların hâkimiyeti altında varlığını sürdüregelmiştir. Osmanlılara kadar Yemen’de kurulan birçok devlet, Abbasiler, Fatımiler, Selçuklular, Eyyubiler ve Memluklara bağlı olarak hayatiyetlerini idame ettirmişlerdir. 1517’den itibaren Osmanlılar Yemen’e girmeye başladılar. Kısa sürede bütün Yemen’i ele geçirdiler. Zaman zaman isyan etseler de Zeydi imamlar liderliğindeki Yemen, Osmanlı’ya bağlı olarak özerk yönetimini sürdürmüştür. Batıcı sömürgeciliğin yayılmaya başlamasıyla sık sık saldırıya uğramış, ancak 19. yüzyıl ortalarına kadar Yemen ele geçirilememiştir. İngilizler 1839’da önce Aden’i daha sonra tüm Güney Yemen’i işgal ettiler. Kuzey Yemen ise 1918’e kadar Osmanlı yönetiminde kaldı. Osmanlı hâkimiyetinin son bulmasıyla Zeydi lider İmam Yahya, 1921’de TBMM’ye bağlılığını bildirdi. Lozan Anlaşması’ndan sonra da Yemen’in bağımsızlığını ilan etti. 1948 yılında çıkan bir isyanda İmam Yahya öldürüldü yerine İmam Ahmed geçti. Ancak darbe girişimlerinin ve kanlı isyanların ardı arkası kesilmedi; nitekim 1961 yılında İmam Ahmed suikast girişimine maruz kaldı. 1962’de vefat ettiğinde yerine oğlu Muhammed el-Bedr geçti. Ancak iktidara gelişinden bir hafta sonra atadığı genelkurmay başkanı Abdullah Sellal tarafından tahttan indirildi. Muhammed el-Bedr, Kuzey Yemen’e çekilerek Sellal liderliğindeki askeri yönetimle mücadeleye başladı.
Sellal yönetimindeki Kuzey Yemen’de krallığa son verilerek cumhuriyet ilan edildi. Cumhuriyetin ilkeleri, benzer Arap cumhuriyetlerinde olduğu gibi; Arapçılık, Arap ülkeleriyle dostluk, ordunun güçlendirilmesi, halkın yönetime katılması, kabile ihtilaflarının giderilip uzun vadede kabileciliğin yok edilmesi, sosyal adalet, mali suiistimallerin önlenmesi ve tekelciliğe yol açmayacak bir serbest piyasa ekonomisinin kabulü şeklinde özetlenebilir.
1952 Mısır askeri darbesi, Ortadoğu’daki krallıklara karşı girişilen darbe silsilesinin askerlerin doğrudan siyasete müdahalelerinin miladı kabul edilebilir. Mısır, bu tarihten itibaren muhalif Yemenliler tarafından bir üs olarak kullanılmaya başlanmış, ardından 1958 askeri darbesinden sonra da Irak, Yemenliler için yeni bir üs haline gelmiştir.
Yemen’deki askeri darbeyi ilk tanıyan Abdünnasır oldu. Mısır’ı Irak, Suriye, Lübnan, Sudan, Tunus ve Cezayir takip etti. Krallıkla yönetilen S. Arabistan, Ürdün ve Fas ise aynı akıbetten korktukları için yeni rejimi tanımadıkları gibi Yemen’in kuzeyinde üslenen el-Bedr’e yardıma başladılar. Yemen, Arap ülkelerini cumhuriyetçiler ve krallıklar olmak üzere ikiye böldü ve bu iki grubun mücadele arenasına döndü. Bu bölünmüşlük, Arap ülkelerini İsrail karşısında ciddi şekilde zayıflatırken her iki grubun kendi taraflarına ekonomik ve askeri yardımlarda bulunması, Yemen iç savaşının uzamasına ve daha fazla kan dökülmesine neden oldu. Mısır, cumhuriyetçilere yardım için asker sevkiyatına başlamış, 1967 İsrail savaşı başladığında Yemen’deki asker sayısı 80 bine ulaşmıştı. Yemen meselesi bir ara Suudi Arabistan ile Mısır’ı savaşın eşiğine getirmiştir. Gerginleşen ilişkiler nedeniyle Suudi Arabistan, Ürdün ile askeri anlaşma imzalarken Mısır da Yemen ile askeri anlaşma imzalamıştır. Hatta 1966’da Mısır uçakları bazı Suudi limanlarını bombalamıştı. Sovyetler, Yemen’deki cumhuriyetçileri destekliyordu. Mısır’ın S. Arabistan ve Ürdün üzerindeki siyasi ve askeri baskıları artmaya başlayınca ABD’nin Suudi Arabistan tarafında yer almasıyla güçler dengelenmiş ve gerilim sıcak çatışmaya dönüşmemiştir.
1967’de büyük oranda Sosyalist-Marksist hareketlerin çabaları sonucu İngilizlerin Güney Yemen’i terk etmeleri üzerine Güney Yemen bağımsızlığına kavuştu. 1970’te Güney Yemen Demokratik Cumhuriyeti kuruldu. Sovyetler ve Çin yanlısı Güney Yemen, 1990 yılına kadar Kuzey Yemen’le gerilimli bir şekilde varlığını sürdürdü. Ciddi iç mücadelelere sahne oldu, Kuzey Yemen’de çeşitli eylemler organize etti. Doğu Bloğunun çökmesi üzerine 1990’da Kuzey’le birleşti. 1994’te tekrar ayrılan Güney Yemen, Kuzey’in mutlak askeri başarısından sonra tarihte yerini aldı. Ancak 150 yıl kadar İngiliz idaresinde kalan Güney Yemen’in toplumsal yapısı ile Kuzey Yemen’in yapısı bugün bile birbirinden farklıdır. Her ne kadar bugün bariz sorunlar gözükmüyorsa da Güney’de de petrol gibi sahip oldukları zenginlikleri Kuzey’in tükettiği, orduda yüksek kademelere gelemedikleri gibi şikâyetler gittikçe artmakta ve potansiyel ihtilaflar varlığını sürdürmektedir. Nitekim bu yıl Güney Yemen’in bağımsızlığının yıl dönümünde bağımsızlık yanlısı kitlesel gösteriler yapılmıştır.
Sosyalist Güney Yemen’in ortaya çıkması S. Arabistan’ı olumsuz etkiledi. Kuzey’de Cumhuriyetçilerle İmamcılar arasında arabuluculuk yaparak İmam’ın tahttan feragat etmesi, imam yanlılarının yönetimde yer almaları, el-Bedr ailesinin Yemen’e dönmesi gibi şartlarla barışmalarını sağladı. 1970 yılında da resmen Yemen Arap Cumhuriyeti’ni tanıdı.
1970’ten itibaren Yemen, Soğuk Savaş döneminin çatışma alanlarından biri olmuştur. Ülkenin Sovyetler Birliği kontrolündeki Güney Yemen ve Batı yanlısı Kuzey Yemen olarak ikiye bölünmesi âdeta dünyanın bölünmüşlüğünün izdüşümüydü.
1990’da Kuzey ve Güney’in birleşmesiyle kurulan Yemen, çok partili bir cumhuriyettir. Halkoyu ile seçilen devlet başkanı tarafından atanan 111 üyeli şûranın yanında halk tarafından seçimle belirlenen 301 üyeli Temsilciler Meclisi yasama faaliyetini yürütmektedir. Yemen’de çok sayıda siyasi parti bulunmaktadır. Uzun yıllardır Genel Halk Kongresi iktidardadır.
Husi Hareketi ve Son Yıllardaki Çatışmalar
Bugün “Husiler” adıyla bilinen hareket, 1980’li yıllarda Zeydi âlim Hüseyin el-Husi tarafından “Mümin Gençler” adıyla kuruldu. Hüseyin el-Husi, Hak Partisi içerisinde yer alarak 90’lı yılların başında Yemen parlamentosunda milletvekili olarak siyasal çalışmalarda bulundu. Hükümetle kendi bölgesine ayrımcı politika uyguladığı gerekçesiyle mücadele etti. Hükümeti sık sık bölgesine yatırım yapmamakla, ordu ve devlet görevlerinde kendilerine yeterince yer vermemekle suçladı. 1997’de ise siyasetten çekildi. Kısa bir süre sonra Sa’d şehrine dönerek hızlı bir eğitim ve örgütlenme sürecine girdi. Hareketin güç kazanımıyla doğru orantı olarak Yemen hükümetiyle ihtilaflar da artmaya başladı.
Hareketin özellikle de Yemen’in kuzeyinde, Suud sınırında güç kazanması, uzun yıllar hükümetle mücadele etmiş olan bir tabana dayandığını göstermektedir. Zeydilerin çoğunlukta olduğu kuzey bölgelerinin cumhuriyet rejimi ile ilişkileri hiçbir zaman iyi olmamıştı. Bunda hükümetin, yönetimde kabile etkisini ve askeri güçlerini azaltma girişimlerinin etkisi büyüktür. Yaklaşık bin yıldır bölgede söz sahibi olmuş kabileler, sahip oldukları konumu terk etmek istememektedirler.
Çatışmaların yeniden nüksetmesinde İran etkisinden bahsedilmektedir. Sünni hareketleri bile bir şekilde etkileyen İran devriminin Zeydileri etkilememesi düşünülemez. Husi hareketinde ABD ve İsrail karşıtı siyasi bilincinin gelişmesinde İran’ın rolünün olması mümkündür. Hüseyin el-Husi 1997-2004 yılları arasında bölgede eğitim ve örgütlenme çalışmaları yaparken İran tecrübesinden mutlaka faydalanmıştır. Ancak Arap basınında da Husilerin, İran’ın bölgedeki kolu olduğu ve bunların Zeydilikten vazgeçerek Caferileştikleri yönündeki iddialar yer almaktadır. Bu iddia belki birkaç küçük grup için geçerli olabilir. Ancak en az Caferilik kadar eski ve kitabi kültüre dayanan Zeydiliğin kısa sürede Caferiliğe evrilme ihtimali oldukça zayıf olup gerçekçi değildir. Her ne kadar şu ana kadar somut deliller olmasa da Husilerin İran’dan yardım alıyor olmaları muhtemeldir. 1962-1967 yılları arasında İmam taraftarları Cumhuriyetçilerle mücadelelerinde nasıl Suud’dan yardım almışlarsa bugün de Husiler İran’dan yardım alabilirler. Yalnız Husileri İran’ın kışkırttığı ve kendi amaçlarına uygun kullandığı topluluk olarak değerlendirmek, İran devrimi öncesi Yemen’de yaşananları izah etmekten oldukça uzaktır.
Yemen’in birçok bölgesinde olduğu gibi Husilerin etkin olduğu bölgelerde de akrabalık ilişkileri ve kabilecilik oldukça belirleyicidir. Kabile reisleri seçimle iş başına geldikleri için toplumsal bir tabana dayanmaktadırlar. Merkezi hükümetin kabileciliği zayıflatma yönündeki tüm girişimleri doğal olarak tepki toplamaktadır. Yüzlerce yıldır kendi iç işlerinde özerk bir şekilde yaşayan, silahlı güce sahip serazat kabilelerin, merkezi devlet politikalarını benimsemeleri kolay değildir. Özellikle de merkezi hükümetin istekleri ABD’yle imzaladığı ‘terör’le mücadele konseptine uygunsa. Husilerin eğitim kurumlarına müdahale, İsrail karşıtı gösterileri yasaklamaya kalkma, günlük hayatta da baştan sona silahlı olan halkın kolay kabul edebileceği bir durum değildir.
Yemen nüfusunun yarıya yakını Zeydi, diğer yarısı Sünni-Şafidir. Mezhebi ayrım kabilelere de yansımış durumdadır. Ancak birçok şehirde iç içe yaşayan Zeydi ve Sünniler arasında mezhep savaşı olarak nitelendirilebilecek çatışmalar yaşanmamıştır. Nitekim Yemen Cumhurbaşkanı Abdullah Salih de Zeydidir ve Zeydi Haşhid kabileler topluluğu, Husilerin tabanını oluşturan Zeydi Bakil aşiretler topluluğuyla çatışma halindedir. Burada belirleyici olan mezhebi farklılıktan ziyade kabile nüfuzudur. Asıl mezhebi çatışmaları derinleştirme ihtimali Selefi grupların da savaşa katılmalarıdır. Zeydilerle Şafiler arasında sorun olmamakla birlikte Selefi gruplar ve Zeydiler birbirlerini açıkça suçlamakta ve tekfir etmektedirler.
Tiyatral bir şekilde aktarılan Başkan Abdullah Salih’in Hüseyin el-Husi’ye Körfez’de demirlemiş ABD savaş gemilerini göstererek ABD’nin kendisinden ABD karşıtı güçleri engellemesini istediğini, gücünün bu gemilere yetmeyeceğini ama içerideki muhaliflere yeteceğini söylediği rivayet ister yaşanmış isterse yaşanmamış olsun çatışmaların nedenini çok güzel özetlemektedir. 1990 Körfez Savaşı’nda Irak’ın yanında yer alarak hem Suud’un hem de ABD’nin hışmını üzerine çeken Yemen hükümeti, ilişkileri düzeltebilmek için topraklarındaki ABD karşıtı güçlere baskı uygulamaktadır. Hatta zaman zaman topraklarını ABD özel güçlerine açarak bunların operasyonlarına müsaade etmektedir.
Kuşkusuz Husi camilerinde cuma namazlarından sonra atılan ABD ve İsrail karşıtı sloganlar, Filistin’de gelişen önemli olaylar sonrası yapılan İsrail karşıtı gösteriler, hareketin özellikle de Suudi sınırında güç kazanması Suudi Arabistan’ı da ABD’yi de Yemen hükümetini de rahatsız etmekteydi. Yemen hükümetinin baskı ve saldırılarının iyice artması üzerine 2004 tarihinde silahlı çatışmalar başladı ve Hüseyin el-Husi öldürüldü. Yerine Abdulmelik el-Husi geçti. Hüseyin el-Husi’nin öldürülmesi ve ileri yaşına rağmen babası Bedreddin el-Husi’nin tutuklanması, Husilere güç kaybettirmediği gibi özellikle askeri açıdan gittikçe etkinliklerini artırmalarına neden oldu. 2009’a kadar toplam beş ciddi çatışma yaşandı hemen hepsini büyük kayıplara rağmen kazanan Husiler, ordu birliklerinin terk ettiği karakol ve mühimmatları ele geçirdi.
Husi hareketi Zeydi imamet geleneğinin bir devamı niteliğindedir ve sahip olduğu tarihî hakları koruma çabasındadır. Ancak yapılan eğitim çalışmaları ve örgütlemeler; hareketi dini duyarlılık ve siyasi bilinçlenme açısından 1962-1967 yılları arasında mücadele veren el-Bedr çizgisinin ilerisine taşımıştır. Buna rağmen Husi hareketi, Hizbullah ve Hamas’ta olduğu gibi ilkeler çerçevesinde oluşan bir hareket olmaktan ziyade bölgenin yerel şartlarının epeyce etkili olduğu bir örgütlenme modelidir. Bu modelde kabile gelenekleri epeyce belirleyicidir. Ancak gerek savaş öncesi gerekse savaş süreci boyunca hareket, kabile ilişkilerinden dinî-siyasi bir çerçeveye doğru gelişim göstermektedir.
Suud-Yemen İlişkileri
Suudi Arabistan’ın Yemen’le ilişkileri tamamen konjonktüreldir. Yemen monarşisini sona erdiren 1962 askeri darbesini kendisine yönelik bir tehdit olarak algılayan Suud yönetimi, cumhuriyetçilerle mücadele eden Zeydilere ekonomik ve askeri yardımlar yapmış, zaman zaman çatışmalara katılmıştı. 1967’den itibaren Marksist Güney Yemen’in oluşmasıyla birlikte Kuzey Yemen’de tarafları barıştırmış ve Güney’e karşı konuşlandırmıştır. 1994’te Güney Yemen’in Kuzey Yemen karşısında yenilmesi üzerine güneyli liderlere sığınma hakkı vererek muhalefetlerini sürdürmelerine imkân vermiştir. Suudi Arabistan’ın Yemen politikası, ABD’nin bölge politikasıyla dikkat çekici bir şekilde uyumludur. 1970’lerde tehdit olarak algılanan sol hareketler Doğu Bloğunun çökmesiyle tehdit olmaktan çıkınca Körfez Savaşı’nda Irak’ın yanında yer alan Yemen’i, Güneyli muhalifleri koruyarak baskı altında tutmak istemiştir. 2000’lerde ise Yemen’in Suud sınırlarında güçlenen Husileri tehdit olarak algılayan Suud hükümeti, Husilerle mücadele eden Yemen ordusuna imkânlarını açmış ve ciddi yardımlarda bulunmuştur. Oysa Suudi Arabistan, 1990 I. Körfez Savaşında Yemen, Irak’ın yanında yer aldığı için yüz binlerce Yemenliyi ani bir kararla sınır dışı etmişti. Arabistan’da onlarca yıldır yaşayan, mülk edinmiş binlerce aile, varlarını yoklarını bırakıp gitmek zorunda kalmış ve binlerce aile mağduriyet yaşamış ve Yemen ekonomisi de olumsuz etkilenmişti.
Yemen, Arabistan’ın Meksikasıdır. 1500 km’ye yakın dağlık bölgeyi Suud güvenlik güçleri kontrol edememektedir. Bu sınırdan her türlü kaçakçılık yapılabilmektedir. Yemen’den Arabistan’a uyuşturucu ve kaçak işçi sevkiyatı yapılırken Arabistan’da suç işleyenler bu sınırdan kolayca yurt dışına çıkabilmektedirler. Bu nedenle Suud yönetimi Yemen sınırına özel bir önem atfetmektedir.
Suudi Arabistan, Husi-Yemen ordusu çatışmasına fiilen katılmasına Husilerin zaman zaman topraklarına sızmasını ve karakollarına saldırmalarını gerekçe göstermektedir. Oysa Husiler, uzun süredir Suudi Arabistan’ı Yemen ordusuna ve bölgedeki Selefi akımlara yardımlarından dolayı eleştirmekteydiler. Husilerin Yemen ordusuyla uğraşırken Suud topraklarına saldırıp cepheyi ikiye çıkarmaları makul gözükmemektedir. Suudilerin yarısı Yemen’de yarısı Suud sınırları içinde olan Duhan Dağı’nın Suud tarafında kalan kısmını Yemen ordusunun kullanımına vermeleri ve Yemen ordusunun yenilip çekilmesiyle söz konusu bölgenin Husilerin eline geçtiği iddiası mantıklı gözükmektedir.
Husilerle çatışmalar, Suud basınında Suudi Arabistanlılık bilincini güçlendirme amacıyla kullanılmaktadır. ‘Kutsal vatan toprakları’nın saldırganlıklara karşı korunması teması, hemen her gün kitle iletişim araçlarının, konferansların ve camii vaazlarının en önemli konularından birini oluşturmakta ve şu ana kadar verilen 73 ‘şehit’ 400 küsur yaralı ve 26 kayıp üzerinden Suudîlik bilinci pekiştirilmeye çalışılmaktadır. Husiler; Rafızi, Mecusi olarak nitelenmekte yaşanan savaş, sapkınlara karşı verilen hak mücadelesi olarak yansıtılmakta ve mezhebi gerilim körüklenmektedir.
Savaşın sona erdirilmesi yönündeki istekler İhvan gibi İslami cemaatlerden gelmektedir. Arap ülkelerinin büyük bölümü kendini koruma hakkına sahip olduğunu belirterek Suudi Arabistan’a destek vermekteler. ABD uçakları resmen savaşa katıldı. Ürdün ve Fas özel birliklerinin bölgeye sevk edildiği haberleri basına yansıdı. Fakat bölgede sayıları 150 bine ulaşan ve çok ilkel şartlarla hayat mücadelesi veren sivillerle ilgili bugüne kadar herhangi bir çaba sarf edilmedi.
Suud-İran İlişkileri
Kral Abdullah’ın ilk yıllarında Suud-İran ilişkileri düzelme eğilimine girdiği şeklinde bir görüntü oluşmuştu. Ancak bu görüntü uzun sürmedi, ilişkiler yeniden gerildi. Körfez’in iki büyük ülkesi mezhebi, ekonomik ve askeri açıdan birbirlerini rakip olarak görmekteler ve ilişkiler neredeyse düşmanca.
Anlaşmazlık Körfez’in isminin ‘Arap’ mı ‘Fars’ mı olduğundan başlamakta ve İran’ın nükleer çalışmalarına kadar uzanmaktadır.
Suudi Arabistan, Basra Körfezi’nin en büyük silahlı gücü haline gelen İran’dan ve de Irak ve Körfez ülkelerinde gelişen Şii etkiden oldukça rahatsız durumdadır. Petrol rezervi yönünden zengin doğu vilayetlerinde yoğun Şii nüfusun, gelişen Şii dalgadan etkilenerek ayaklanacağı ve ülkeden kopabileceği endişesini taşımaktadır. Nitekim İran İslam Devrimi’nden sonra Suudi Şiilerle yönetim arasında çatışmalar yaşanmış binlerce insan tutuklanmıştı. 80’li yıllarda ülkeyi terk eden bazı Şiiler, I. Körfez Savaşı sonrası oluşturulan diyalogdan sonra ülkelerine dönmüşlerdi. Yemen’de başarılı olacak bir Zeydi isyanının domino etkisi göstererek kendisini ve Körfez ülkelerini etkileyeceğini düşünen Suudi Arabistan, Yemen ordusuna destek vermektedir. Bazı siyasi gözlemciler, Körfez’in en fakir ülkesi Yemen’in Suud yardımı olmadan çatışmaları uzun süre sürdürmesini mümkün görmemektedirler.
Husiler her ne kadar kendi savaşımlarını verseler de mevcut halin İran’ın Körfez’deki konumunu güçlendirdiği de açıktır. Körfez’de İran karşıtlığı sadece yönetimlere has değil. Halkın büyük bölümü de İran’ı tehdit olarak görmektedir. İran-Irak Savaşı boyunca yürütülen kampanyalar halkın büyük bölümünü etkilemiş durumdadır. İran’ın İslami kaygılardan çok ulusal çıkar peşinde koştuğu, kendisine yakın grupları kullandığı algısı çok yaygın. Hama olaylarına karşı tutumu, Şii gruplar aracılığıyla Irak’a müdahalesi, Körfez başta olmak üzere dünyanın birçok yerinde Şiileştirme çabaları, anayasasında Caferiliğin açıkça yer alması, Tahran’da Sünnilere ait bir caminin bile bulunmaması ve ülkede yaşayan Sünnilere ayrımcılık yapması şeklinde sıralanan liste genel kanaati yansıtmaktadır.
Ortadoğu’daki sınırlar hâlâ tartışmalıdır. En ufak bir ihtilafta ülkeler birbirlerinin sınırlarını sorgulamaktadır. 1960’larda Cumhuriyetçi Sellal, bölge haritasının emperyalistlerce çizildiğini, sınırların yeniden çizilmesi gerektiğini savunuyordu. Benzer bir iddiayı Saddam Hüseyin gündeme getirmiş, Kuveyt işgalini bu zemine oturtmuştu. Belirsizlikler ülke yönetimlerini tedirgin etmekte, onları teyakkuz haline sokmaktadır. Her an sınırların değişebileceği korkusu bölge ülkelerinde egemendir.
Son zamanlarda Suudi Arabistan, Kuveyt, Birleşik Arap Emirlikleri dünyanın en fazla silahlanan ülkeleri arasında yer almaktadır. İran’ın nükleer çalışmaları, Körfez ülkelerinde İsrail’den çok kendilerine yönelik şeklinde algılanmaktadır. Suudi Arabistan, Yemen ve İran’ın birbirlerini doğrudan suçlamaları gelecekte mezhep temelli bölgesel savaş endişelerine yol açmaktadır.