"Ve (İblis) onlara şöyle yemin etti: Ben gerçekten sizin iyiliğinizi isteyen biriyim. Ve böylece onları yanıltıcı düşüncelerle yönlendirdi. Fakat o ikisi, sözü geçen ağacın meyvesinden tadar tatmaz, birden çıplaklıklarının farkına vardılar ve bahçeden topladıkları yapraklarla üzerlerini örtmeye koyuldular…" (A'raf, 7/21–22)
İblis, kaybettiği ilk sınavının sorumlusu gördüğü insanın da kaybedenlerden olması için onu kandırıp saptırmayı nihai bir gaye edinmiştir. Bu nedenle hile, vesvese, desise ve tuzaklarla insanları kandırıp iyiyi kötü, kötüyü iyi göstermeye ve insanları Allah'ın rahmetinden uzaklaştırmaya çalışmaktadır.
Kendisi Allah'ın rahmetinden ümidini kestiği gibi etkileyebildiği insanların da O'nun rahmetinden umut kesmeleri için hiç durmaksızın çalışmaktadır. Allah'ın izin ve denetiminde gerçekleşmekte olan insanın İblis'le imtihanı, şeytan ve askerlerinin Allah'ın dininin şahidi olan tevhidî değerlere saldırma âdeti, şekil ve yöntemleri değişse de kıyamete kadar sürüp gidecektir.
İblis, insanın bir numaralı düşmanıdır. Dosdoğru yol üzerinde oturup insanı, Rabbin gösterdiği istikametten saptırmak isteyen bir düşman… İnsanları ebedî huzur ve mutluluğu, günah işleyerek -Allah'a itaatsizlik yaparak- yakalayacaklarına ikna etmeye çalışan bir düşman. Daha ilk sınavında insana, ebedî konfor ve mutluluğu günah işleyerek yakalayabileceği vehmini, "Yerseniz ebedî mutluluğa kavuşacaksınız!" diyerek süsleyip paketleyerek pazarlayan ve bu tutumunu kıyamete kadar sürdürecek olan bir düşman…
İlk sınavında şeytanın iğvasına kapılarak yaptığı iffetsizlikle birlikte hakikatten yoksun kalan 'insan' şeytana karşı savunmasız ve çıplak kaldığını yaşayarak öğrenmiştir.1
Aslında her günah, insanı hakikatten yoksun bırakarak Allah'ın gazabına karşı savunmasız hale getirir. Yaratıcıya karşı sorumluluk bilinci taşıyan, O'na karşı gelmekten utanır. Utanmayan insanlar ise maalesef şeytanı bile geride bırakan günahlara imza atarlar.
İblis'in cicili bicili paketlerle süslediği günahların başında iffetsizlik gelir. Hatta insanın ilk sınavında kaybetmesine yol açan zayıf yanı da bu noktada düğümlenmektedir.
Allah'a yakın olan İblis'e uzak, İblis'e yakın olan Allah'a uzaktır. Nasıl her salih amel insanı Allah'a yaklaştırıyorsa hayâ duygusunun yokluğundan cesaret alan iffetsizlik gibi her günah da insanları Allah'ın rahmetinden uzaklaştırarak şeytanlaştırır, İblis'e yaklaştırır.
1. Takva Elbisesi ve İçimizdeki Hayâ Duygusu
"Ey âdemoğulları! Size yücelerden hem çıplaklığınızı örtesiniz hem de bir görkem-güzellik nesnesi olarak giyim kuşam yapma (bilgisini) bahşettik. Ama takva elbisesi her şeyin üstündedir. İşte bunda da Allah'ın ayetlerinden biri var ki, insanoğlu belki ders alır." (A'raf, 7/26)
Takva elbisesi, hem mü'min erkeklerde hem mü'min kadınlarda bulunması gereken iffet örtüsüdür. Salih amellerin güç kaynağı ve itici gücü olan takva örtüsünün gayesi, tesettür ayetlerinde hıfzu'l-furûc2 olarak beyan edilmiştir. İffeti muhafaza etmek ise hem erkek hem kadın mü'minlerin ortak sorumluluklarındandır.
Takva elbisesi içimizdeki imandan, vahiy ahlakından kinayedir. Fıtri bir duygu olan örtü, insanı tabiat koşullarına ve şeytani güçlere karşı koruyan bir güvenlik kalkanıdır. Humr ve cilbab-siyab gibi tesettürün ana unsurları ise dışımızdaki takvanın şahitleridir.
Yakîni bir imanla gelişen içimizdeki takva örtüsü, günahlara ve şeytani tuzaklara karşı, bizi manevi bir güvenlik kuşağı içinde tutar. Bu güvenlik kuşağında savunma mekanizmalarının zayıflamasıyla takvanın dışımızdaki tezahürleri ve imanı görünür kılan şahitleri de zayıflayacaktır.
2. 'Takva Elbisesi'nin Şahitleri
Kur'an'ı anlamada söz mananın, mana da sözün şahididir. Bir başka deyişle lafzın hakemi mana, mananın hakemi lafızdır. Kur'an'ı tahrif etmekten aciz olan cin ve insan şeytanları, tarih boyunca zaman zaman ikisini birbirine karşı savaştırmaya, birbirine kırdırmaya çalışmışlardır. Çağın tağutları, günümüzde başörtüsü üzerinden yürüttükleri İslam düşmanlığını, Kur'an'ın lafızlarıyla manası arasındaki itidali bozmaya çalışarak da sürdürmektedirler. Rabbimize şükürler olsun, vahyin mesajının yüklendiği lafızlar, öyle tesadüfen seçilmediği için zalimler ve onların işbirlikçisi, müdahaneciler, kötü niyetlerini gerçekleştirmeye muktedir olamamışlar ve olamayacaklardır da.
Adaletli bir şekilde konuya yaklaştığımızda, kıyafetlerimizi ve davranışlarımızı 'içimizdeki takvanın şahitleri' olarak değerlendirebiliriz. Bu konudaki ölçü ise kalpte olan güzelliklerle bunların dışımızdaki yansımalarını birbirine kırdırmamak…
Nasıl ki Kur'an'ın lafızları manasının, manası da lafızlarının hakemi, ikisi bir bütün ise insanda da öz sözün, söz de özün; iç dışın, dış da için aynasıdır.
Nitekim cilbab ayetinde dış kıyafet, teârüf illetine bağlanarak bir takva ve iffet göstergesi olarak beyan edilmiştir.
2.1. Cilbab ve Ziyneti Teberrücden Sakınmak
"Ey peygamber! Eşlerine, kızlarına ve (öteki) bütün mü'min kadınlara (toplum içine çıktıklarında) cilbablarını üzerlerine almalarını söyle. Bu onların (temiz kadınlar olarak) tanınmalarını ve rahatsız edilmemelerini temin eder. Ama unutma ki, Allah çok bağışlayıcıdır ve rahmet kaynağıdır." (Ahzab, 33/59)
Ayet-i kerimede açıklandığına göre cilbabın amacı, "takvalı ve iffetli olarak tanınmak ve böylece eziyete uğramamak"tır. Bir emirden sonra, rahmet ve şefkat ifadeleriyle ayetin bitmesinin hikmeti, muhtemel aksaklıklardan dolayı, arınmak isteyenlere yönelik bir çağrıdır. Rabbimizin rahmet ve mağfiret kapıları, ye's durumuna kadar açıktır. İffetin korunmasına hizmet edecek olan cilbabın uygulanmasında, insan oluşumuzdan kaynaklanan birtakım aksaklıklar olabilir. Önemli olan bu hataları bilerek yapmamak, gerektiğinde tövbe istiğfarla erdemli bir tutum takınabilmektir. Mağfireti son derece güç olan ise nefsin hevasına kapılarak zalimlerin istediği şekilde ayetleri eğip bükmemektir.
Cilbab nedir?
Vücudun tamamını saran, düşman bakışlara karşı maddi bir kalkan olan cilbab3 bir dış kıyafettir.4 İçimizdeki takvanın tanığı olarak amacı, düşmanca bakışları ötelemektir.
Cilbab, bakışların mü'min hanımları rahatsız etmesine karşı alınması gereken şeklî bir tedbir, kem gözlü ve kötü niyetli kimselere karşı maddi ve manevi bir savunma mekanizmasıdır. İlahî mesajın beyanından, cilbabı seçen mü'min hanımların, kıyafetlerini tercih ederken, tasarlarken toplumsal hayatta rahatsız edilmeyecekleri bir tarz geliştirmeleri gerektiğini anlamaktayız. Yani dişiliğini değil, kişiliğini ön plana çıkaracak bir giyim tarzını geliştirmek, mü'min hanımların hedefi olmalıdır.
Siyab ve cilbab, 'takva elbisesinin şahidi' olmalıdır. Bir başka ifadeyle cinsel cazibe, süs ve güzelliğin erkeklere karşı sinsi bir silah olarak kullanılmaması gerekir. Başörtüsü, cilbab, siyab gibi tesettürün ana unsurları takva elbisesinin tanığı değilse imanın ve aklın merkezi olan kalpte bir sorun var demektir.
Cilbab, celbetme arzusunun bir denetim aracıdır. Cilbabı olmayan kadın, cinsel cazibesini ve dişiliğini öne çıkardığı için erkeklerin bakışından kendini koruyamaz. Hatta takva elbisesinin şahidi olmayan bir giyim tarzı, erkeklerin ilgisini ve bakışını kışkırtabilir. Bunu bilerek yapan kimse, büyük bir gaflet içinde cahilce İblis'in "insanı takva elbisesi ve şahitlerinden soyarak çıplak bırakma amacı"na hizmet etmiş olmaktadır.
Allah'a karşı kendisini sorumlu hisseden mü'minler olarak dış kıyafetlerimiz, içimizdeki takvanın bir tezahürü olmalıdır. Bu bağlamda, "Her cilbab dış elbisedir, fakat her dış elbise cilbab değildir."
Nur Suresi 60. ayet, takva elbisesinin korunmasıyla ilgili önemli bir ilkeden söz etmektedir: Ziyneti teberrrücden sakınmak.5 Ziyneti teberrüc; vücudun hatlarını ortaya çıkarmak, giyim tarzı ile cazibe ve güzellikleri sergilemektir:
"Ve artık cinsi arzu duymayacak kadar kocamış kadınların, cazibe ve güzelliklerini açığa vurmaksızın (dış) giysilerini çıkarmalarında bir sakınca yoktur. Ama böylelerinin bile sakınmaları kendileri için daha hayırlı olur. Allah mutlak ve sınırsız bilgi sahibi olarak her şeyi işitmektedir." (Nûr, 24/60)
Bu ayetin inzali hem bir ruhsattan, izinden hem de mü'min hanımların tesettürüyle ilgili önemli bir ilkeden -daha doğrusu yasaktan- söz etmektedir. Buna göre yaşlı hanımlar, sosyal ilişkilerinde siyabını/dış kıyafetlerini çıkarabilirler. Ancak yaşlı da olsa mü'min hanımların 'ziyneti teberrüc' etmesi yasaklanmıştır.
Ayete göre, mü'min hanımların, yaşlı bile olsa ziyneti teberrücte bulunması haramdır. Cilbab -ya da siyab- olmasa da onların içinde yer alan elbisenin taşıması gereken özellikler, ancak teberrüce engel olmak koşuluyla iffete uygun olarak kabul edilebilir. Aksi takdirde, takva elbisesinin şahidi olarak değerlendirilmeyecektir. Takvaya tanıklık etmeyen bir dış görünümle içtimai münasebet kurmak ise kendini Allah'a teslim etmiş, O'na adanmış bir dünya görüşüne, O'nun için yaşanan bir hayat telakkisine sahip olan mü'minlere haram kılınmıştır.
2.2. Kavlün Maruf ile Sözün Tesettürü
"Ey Peygamber eşleri! Siz (öteki) kadınlar gibi değilsiniz. Eğer takva sahibi olursanız, o halde sözü edalı bir şekilde konuşmayın ki kalplerinde hastalık bulunanlar size karşı bir arzuya kapılmasın. Kavlün ma'ruf konuşun/yerinde ve iffete uygun bir şekilde konuşun.
Evlerinizde sessizce oturun, eski cahiliye günlerindeki gibi cazibenizi sergilemeyin. Namazlarınızda dikkatli ve devamlı olun, arındırıcı yükümlülüklerinizi ifa edin. Allah'a ve elçisine itaat edin! Ey (Peygamberin) ev halkı, Allah sizden yalnızca çirkinlikleri gidermek ve sizi tertemiz yapmak istiyor." (Ahzab, 33/32-33)
Takva elbisesinin şahitlerinden biri de kavlün ma'ruftur; örfe uygun bir tarzda, münkeri engelleyecek şekilde sözün söylenmesidir. Erkek olsun kadın olsun söz, içimizin bir aynası mesabesinde olduğundan ma'ruf olarak söylenmeli, münkerden arındırılmalıdır. Mü'min kadınların sözleri de ağır başlı ve vakarlı bir tonda, kalplerindeki iffetin bir tezahürü olarak dışa yansımalıdır.
Mü'min kadınların yakın akraba olmayan erkeklerle konuşması, ma'ruf olması; bilinen örfe uygun, yani davetkâr bir ses tonu ile değil, normalde olduğu gibi doğal olma şartına bağlanmıştır. Konuşurken gözetilmesi gereken temel kaygı, iffetin korunmasıdır. Kavlün ma'ruf da içimizdeki takvanın bir şahididir. Kendilerini Allah'a teslim etmiş, davasına adamış olan mü'min hanımlar, kalplerinde hastalık bulunan, fitne çıkarmak isteyen erkeklere mazeret teşkil edecek tutum ve tavırlardan uzak durmalıdırlar.
Rabbimiz Nur Suresi 61. ayette evlerde kimlerle oturulup kalkılabileceğini ana hatlarıyla beyan etmiştir. Mü'min hanımların evlerinden nasıl ve hangi şartlarda çıkabileceklerini de yukarıdaki ayette beyan etmiştir: Vakar ve onurla… Cahiliye dönemindeki gibi Allah'a karşı sorumluluk bilinci taşımayanlara benzer şekilde açılıp saçılarak, değil.
2.3. Başörtüsünün Amacı ve Yakaların Örtülmesi
"Mü'min erkeklere söyle: Gözlerini bakılması yasak olandan çevirsinler ve iffetlerini korusunlar. Temiz ve erdemli kalmaları bakımından en uygun davranış tarzı budur. Şüphesiz Allah onların (iyi ya da kötü) işledikleri her şeyden haberdardır.
Mü'min kadınlara da söyle: Onlar da gözlerini bakılması yasak olandan çevirsinler; iffetlerini korusunlar; görünmesinde sakınca olmayan yerleri dışında, cazibe ve güzelliklerini açığa vurmasınlar ve bunun için başörtülerini ceplerinin/yakalarının (ve açıkta kalan göğüs yırtmaçlarının) üzerine doğru salsınlar…" (Nur, 24/31)
Kıyamete kadar sürecek olan hak-batıl mücadelesi nedeniyle mutlak hakikatin biricik rehberi olan Kur'an'ın tahrif ederek gerçekleri bulandırmak isteyen cin ve insan şeytanları hep var olacaktır. Günümüzde İblis'in çıplaklık kültürüne hizmet eden, yukarıdaki ayeti tahrif etme gayretlerini ibretle izlemekteyiz.
Yukarıdaki ayete göre 'humr'un6 öz olarak amacı 'takva elbisesinin baştaki şahidi' olmaktır; bir başka deyişle iffeti korumaktır.7 Başörtüsünün şeklî amacı ise, 'cuyub'un -ceplerin, gerdandaki dekoltelerin- tesettürüdür. Böylece süsleri gösteren açık yerler kapatılacak, ziynetler açığa vurulmayacaktır. Ayette sadece başörtüsünden söz edilmemiş, aynı zamanda onun nasıl uygulanacağı da tarif edilmiştir.
Nur Suresi 30. ayette iffeti korumak konusunda, kadınlardan önce bakmak, seyretmek konusunda zaaf taşıyan, kadınların süs ve güzelliklerine ilgisi olan tüm erkekler uyarılmıştır. Bakışların bir kısmının kısılması, tutulması bağlamında 'ebsâru gazzun' ilkesi, 'bakışların tesettürü'8 olarak değerlendirilebilir. İffetin korunması amacıyla atılması gereken ilk adımlardan biri de toplumsal münasebetlerde kadın erkek tüm mü'minlerin gözlerini haramdan sakınmalarıdır.
Bakışların kısılmasının gayesi ayeti kerimelerde, "fercleri muhafaza/iffetleri korumak" şeklinde beyan edilmiştir. Nefsi kötü arzulardan arındırmak için ön tedbirler almak sadece kadınların değil, kadın-erkek tüm mü'minlerin Allah'a karşı taşıması gereken aslî sorumluluklardandır.
Nur Suresi 31. ayete; ilgilenmek, seyretmek, beğenmek konusunda kadınlara göre daha zayıf olan erkeklere karşı, kadın tabiatında var olan beğenilmek, ilgi çekmek isteği, mü'min kadınlarda tesettürle denetim altına alınmak istenmiştir.
Allah'a karşı kendilerini sorumlu hisseden mü'min erkekler, bakışlarını kontrol altında tutacaklar; kendilerini Rablerine adayan mü'min kadınlar da cazibelerini toplumsal hayatta ön plana çıkarmayacaklardır.
Sözün Özü
Takva elbisesinin şahidi olarak hımâr/başörtüsü ve cilbab/dış elbise, iffetin korunmasında birer ilahî denetim araçları olarak karşımıza çıkmaktadır.
Takva elbisesi, kadın erkek bütün mü'minlerin kalplerinde bulunması gereken bir iman kıyafetidir. Fakat bu kıyafet tamamıyla soyut, afakî ve sadece içle ilgili olmayıp tezahürü olması gereken bir muhtevaya sahiptir. Takva elbisesinin tezahürü hiç şüphesiz, Allah'a teslimiyetin ve O'na adanmışlığın şahidi olan salih amellerdir.
Humr, cilbab, siyab gibi tesettür unsurları; takvanın ve iffetin, dıştaki yansıması, şahidi ve koruyucusudur. Bu bağlamda insanı hakikatten ve onun dışımızdaki şahitlerinden soyarak çıplak bırakmak isteyen şeytana ve şeytanî güçlere karşı bir güvenlik kuşağıdır.
Humrun/başörtüsünün başla ilgili olmadığına ilişkin şeytanî propagandalar, çorabın ayakla ilgili olmadığını söylemek kadar gülünçtür ve tahrif amacı taşımaktadır. Kur'an'ı lafız ve mana bakımından, tahrif edilemeyen bir kitap olarak koruyan Rabbimize hamdolsun. İyinin ve hayrın ne olduğu, hakikatin ne olduğu hususundaki Kur'an'ın rehberliğini kıyamete kadar hiçbir şeytânî güç engelleyemeyecektir.
Dipnot:
1- İnsanın ilk sınavı ve nasıl İblis tarafından çıplak bırakıldığına ilişkin ayetler için bkz. A'raf, 7/16-22.
2- İffeti muhafaza etmekten kinaye olan, 'hıfz-ı furûc' dört ayette erkeklerle ilgili olarak geçmektedir. Bkz. Mü'minun, 23/5; Nur, 24/30; Ahzab, 33/35; Mearic, 70/29. Hıfz-ı Furuc/iffeti muhafaza etmek, bir ayette de mü'min hanımlarla ilgili olarak geçmektedir; Nur, 24/31. Konuyla ilgili bir başka terkip de, 'iffeti muhafaza etmek' anlamına gelen hısnu'l-furûc olup, Meryem (a)'la ilgili olarak iki ayette geçmektedir. Bkz. Enbiya, 21/91; Tahrim, 66/12.
3- Cilbab c-l-b kök harflerinden türemiştir. C-l-b'den türeyen eclebe, "teşvik etmek, koşturmak, etrafını çevirerek, gürültü patırtı çıkararak düşmanı korkutmak" bağlamında bir ayette geçmiştir. (İsra, 17/64) Celb; getirmek, kazanmak, ilgi çekmek, gürültü çıkarmak, gösteriş yapmaktır. Celeb, 'insanların ilgisini çeken düğün ve bu düğünde çıkarılan gürültü' anlamında gelir. Yine celeb kelimesi, insanların ilgi gösterdiği 'hayvan pazarı ve bu pazarda yapılan pazarlıklar ve çığırtkanlıklar' için de kullanılır. Yemen yöresinde erkeklerin bellerinde bir gösteriş ve ilgi çekme aracı olarak taşıdıkları kamaya da celeb denilmektedir. Aynı kökten türeyen istif'al kalıbından gelen isticlâb; ilgisini çekmek, büyülemek için yoğun bir çaba içine girmektir. Mübalağa ismi fail kalıbından gelen cellâb ise, "büyüleyici, aşırı ilgi çekici" anlamına gelmektedir. Bir kavram olarak cilbâb, Kur'an'ın indiği dönemde, ilk muhataplarca entari, uzun gömlek olarak kullanılan kıyafetlere denilmekteydi. Cilbab çoğul bir isim olarak -celabib şeklinde- sadece Ahzab Suresi 59. ayetinde geçmiştir. Kök anlamını dikkate aldığımızda cilbab, vücudun etrafını çevirerek düşman bakışların dişiliğe yönelmesine engel olan dış kıyafetlerdir. Cilbab nefsin içinden gelen gürültüsüne patırtısına pabuç bırakmamak, dışımızdaki şeytani güçlerin ahlaksız tekliflerine ve kuru gürültüsüne karşı takva elbisesinin şahididir.
4- Türkçede dış kıyafet isimleri olarak kullanılan bazı kelimeler şunlardır: Örtü, çarşaf, ferace, bürgü, ehram, üstlük, yeldirme, pardösü, kaban vd.
5- B-r-c kök harflerinden türeyen teberrüc, "burçları göstermek, burç dikmek, kule yapmak, süslenip püslenmek" anlamına gelmektedir. Aynı kökten türeyen burc, kule; ibrac, "kule benzeri yüksek yapılar kurmak" demektir. Tebric, kule yapmak; anlamına gelmektedir. Burc kavramı isim olarak tekil ve çoğul şekilleriyle Kur'an'ın dört ayetinde geçmektedir: Nisa, 4/78; Hicr, 15/16; Furkan, 25/61; Burûc, 85/1.
6- Hamr, hımar, humr aynı kökten türeyen kelimeler olup, örtmek kaplamak, mayalamaktır. Humr ve hımar gibi hamr da başla ilgilidir. Ancak hamr başın içiyle ilgili iken, humr başın dışıyla ilgilidir. Hamr, sarhoşluk vererek başı döndüren, onun içini örtendir: Bkz. Bakara, 2/219; Maide, 5/90-91. Cennet içeceğine de hamr denilmiştir: Muhammed, 47/15. Başın içini örterek onun işlevlerini yitirmesine sebep olan şarabı satan kimseye, hammâr denir. Meyhaneye de aklı örten yer anlamında, hammâre, beyni mayalanmış, bakışları donuk ve anlamsız kimseye mahmur; içkinin meydana getirdiği baş ağrısına humar denilmiştir. Diğer yandan hımar, humrun tekili olup; "başın dışını örten örtü" anlamına gelmektedir. Hımarın başla ilgili olmayıp boyunla ilgili olduğunu söyleyen yorumcular kanaatimizce iyi niyetli değillerdir. Çorap nasıl ayakla, pantolon bacaklarla, kemer belle ilgili ise başörtüsü anlamına gelen hımar da tamamıyla başla ilgilidir. Türkçe bilen herhangi bir kadından hase, yazma, çember, yemeni, bone, tülbent, türban, eşarp, dolama, gacik, değirmi, harmani, yaşmak gibi kelimeleri kullanarak bunlardan birini takması istendiğinde, eğer aklı başında ise vücudunun herhangi bir yerinden değil, başından başlayacaktır. Aynı şekilde aklı başında olan herkes için içinde 'baş' kelimesi geçmese de sarık, fes, kattan, şapka, kasket, bere, takke, külah, kalpak, kavuk, fötr, papak gibi kelimelerin 'baş'a takıldığı son derece açıktır.
7- Kur'an'da geçen terkiple hıfzu'l-furûcdur ki Nur Suresi 30. ayette erkeklerin bakışlarının bir kısmını tutmasıyla ilgili olarak zikredilmiştir.
8- G-z-z kök harflerinden türeyen gazzun "kısmak" anlamına gelen bir kökten gelmiştir. "Hafeda" fiili ile eş anlamlıdır. Gazza savtehu, "Sesi kıstı." demektir. Gazzat el-mer'etü cümlesi, kadın kendini geri çekti, çekingen davrandı, nazik oldu, anlamlarına gelir. Kendini belli bir ayarda tutarak, toplumsal ilişkilerde itidali korumak hem kadın hem de erkeğin imanının bir tezahürüdür. Hayâ bu bağlamda insan ilişkilerinde gözetilmesi gereken imani bir sorumluluktur.