Hz. Süleyman ve karınca kıssasını, onun verdiği mesajları doğru algılamak için öncelikle Süleyman (a)’ın kral/hükümdar ve ordu komutanı kişiliğini ve bu konuda yaptıklarını doğru algılamak gerekmektedir.
Yahudiler, Hz. Süleyman’ı peygamber kabul etmezler ancak bizim inanç ve hareket kaynağımız olan Kur’an, onun bir peygamber olduğunu açıklar. “Biz O'na İshak ve Yakub’u armağan ettik; hepsini de doğru yola ilettik. Daha önce de Nuh'u ve O'nun soyundan Davud'u, Süleyman'ı, Eyyub'u, Yusuf'u, Musa'yı ve Harun'u doğru yola iletmiştik. Biz iyi davrananları işte böyle mükâfatlandırırız.”1
Kur’an-ı Kerim, Tevrat’ın “hazfettiği” Hz. Süleyman’ın peygamberliği ile birlikte onun babası Davud’dan devraldığı, krallık/hükümdarlığa, dolayısıyla kişiliğinin diğer bir veçhesi olan ordu kumandanlığı statüsüne de dikkat çeker. “Süleyman'ın, cinlerden, insanlardan ve kuşlardan müteşekkil orduları toplandı; hepsi bir arada düzenli olarak sevk ediliyordu.”2 “…Süleyman ve ordusu farkına varmadan sizi ezmesin, dedi.”3 “(Süleyman ordusundaki) … kuşları gözden geçirdi.”4 Binaenaleyh Tevrat’a nazaran Kur’an-ı Kerim, Hz. Süleyman’ı, peygamber bir kral veya kral olan peygamber olarak tanıtır.
Tabi burada dikkat çekmemiz gereken hassas bir nokta vardır. Kur’an, bahsettiği diğer Kur’an kıssalarında olduğu gibi Süleyman ve karınca kıssasında da Hz. Süleyman’ın önemli ve bilinen bir vasfından mücmel/kısa/öz olarak bilgi vermektedir. Neden? Çünkü bu hususta Kur’an’ın nazil olduğu Arap toplumu alt yapısında genelde Tevrat’tan neşet eden geniş bir malumat vardır. Bundan dolayı Kur’an, öz olarak Hz. Süleyman’ın kumandanlığı ve ordularından bahseder. Ancak Kur’an’ın mücmel olarak bahsettiği bu hususlar; gerek Kur’an’ın ilk hitap ettiği Arap toplumunca sözlü kültür olarak bilinmiş, gerekse Tevrat’ta detaylı olarak anlatılmış olsa dahi, kıssa ve öğeleri, tevhidî ve hidayete yönelik bazda değildi. Ya da diğer bir deyişle; Hz. Süleyman’a yönelik bu vasıfların, tevhidî ve hidayete yönelik içeriği muharref hale getirildiği için Süleyman kıssası onun mezkûr vasıflarının örnek alınması açısından kâmil manada algılanamamaktaydı. İşte bu yüzden Kur’an, Tevrat veya Arap arka planında bulunan Hz. Süleyman’a dair özellikleri, tevhidî ve hidayet içerikli olarak ve aynı zamanda kısaca vazetmiştir.
Süleyman ve karınca kıssası, Tevrat metinlerinde bulunmamaktadır. Kur’an’da bu kıssanın beyan edilmesinden amaç; Tevrat’taki, Hz. Süleyman’ın komutanlığı ve ordusunun faaliyetlerine dair olumsuz ve yanlış algı ve ifadeleri tashih etmek ve ayrıca Tevrat’ın derlenmesi esnasında orijinal Tevrat metinlerinden “hazfedilen/kaybolmuş” tevhidî mesajları yeniden sunmaktır.
Tevrat’ta, Kur’an’da anlatılan Süleyman ve karınca kıssası benzeri bir kıssa bulunmamasına mukabil Süleyman’ın ordusuna yönelik altyapı bilgileri mevcuttur. Binaenaleyh bu yazımızda; Süleyman’ın ordusuna ait bu bilgileri Tevrat metinlerinden alarak, Kur’an’ın Neml Suresindeki Süleyman ordusu anlatımlarını mufassallaştırıp, geniş bir algı oluşturmaya çalışacağız.
Tevrat’ta Kral Süleyman ve Ordusu
Hz. Süleyman’ın krallık yaptığı hâkimiyet coğrafyası, ordusu ve bu ordunun yönetimi hakkında Tevrat’ın 1. Krallar ve 2. Tarihler kitaplarında detaylı anlatımlar mevcuttur. Buna mümasil ayrıca Süleyman öncesi ve sonrası krallarının orduları ve buna dair detaylı malumat da bulunmaktadır.
a) Coğrafya:
Tevrat’ta, Hz. Süleyman’ın hükmettiği coğrafya hakkında şu tanımlar yapılmaktadır: “Süleyman, Fırat Irmağından Filist'e (Filistin), oradan Mısır sınırına kadar bütün ülkelere egemendi. Bu ülkeler Süleyman'ın yaşamı boyunca ona haraç ödeyip hizmet ettiler.”5 “Tifsah'tan Gazze'ye kadar, Fırat Irmağının batısındaki bütün krallıkları Süleyman yönetiyordu.”6
Kur’an’daki Süleyman kıssasında açıkça yer almayan Tevrat’ın coğrafya tariflerindeki bölge; bugünkü Filistin, İsrail, Lübnan, Mısır, Suriye, Ürdün ve Irak’ın bir kısmını içine alan geniş bir coğrafyadır.7 Tevrat’taki coğrafi tarifin Kur’an açısından önemi nedir diye sorulacak olursa buna şöyle cevap vermek mümkündür: Kur’an, Tevrat’taki bu coğrafi bilgileri reddetmeyerek bu malumat üzerine Süleyman kıssasını mücmel/öz olarak bina etmiştir. Bunun yanı sıra ticari kervan seferleri tertip eden Mekke ve Medineli Araplar, bu bölgede yaşamış olan Süleyman ve krallığının eserlerini (Süleyman Mabedi kalıntıları gibi) bizzat müşahede ederek tecrübî bilgi sahibi olmuşlardır. Dolayısıyla Tevrat’ın, coğrafya bilgileri yanı sıra Mekke ve Medine Arap toplumunun da Süleyman kıssası coğrafyasından haberleri olduğu aşikârdır. Derveze, bu önemli olguya şöyle dikkat çekmektedir: “Hz. Peygamber’in çevresini oluşturan insanlar; Irak, Şam, Suriye, Mısır, Habeşistan ve Arabistan’ın güneyi gibi halkların ekseriyeti Ehl-i Kitab olan komşu ülkelere gider-gelir ve onlardan geçmişle ilgili pek çok değişik haberleri öğrenir, geçmiş kavimlerin akıbetlerini gösterici belge niteliğindeki kalıntılarına gözleriyle tanık olurlardı.”8
Bu yüzden Kur’an, Süleyman kıssasını mücmel olarak, yani coğrafi, kronolojik, biyografik vd. açıdan detaylandırmayarak beyan etmektedir. Mesela Neml Suresindeki Süleyman kıssasında yer alan “Süleyman'ın, cinlerden, insanlardan ve kuşlardan müteşekkil orduları toplandı; hepsi bir arada düzenli olarak sevk ediliyordu. Nihayet karınca vadisine geldikleri zaman, bir karınca: ‘Ey karıncalar! Yuvalarınıza girin; Süleyman ve ordusu farkına varmadan sizi ezmesin!’ dedi.”9 ifadesi aynı zamanda Tevrat’ta anlatılan ve Arap arka planında bilinen coğrafyayı (Arz-ı Mev’ud) veya onun herhangi bir parçasını ihsas etmektedir. Yani Kur’an, bilineni (mesela Süleyman’ın yaşadığı coğrafyayı) aynen tekrar etmeyerek, muhataplarını, bilinen üzerinden, tevhidî mesaj verilecek öğelere (karıncanın konuşması gibi) yoğunlaştırmaktadır. Nitekim Kur’an’ın karınca kıssası, “karınca” öğesi üzerinden hem Hz. Süleyman’ın ordusunu, mücmel/öz olarak beyan etmekte hem de anlatılan bu mücmel olay üzerinden hidayet içerikli mesajını muhataplara ulaştırmaktadır.
Kur’an’ın, Süleyman ve karınca kıssasını beyan etmesindeki amacı, geçmişte vuku bulmuş bir olayı tarihsel detayları ile anlatmak değildir. Aksine vuku bulan bir olay üzerinden hem geçmişteki davranışları hem de o an ve kıyamete kadar olması gereken olumlu ve olumsuz tavırları örneklemektir. Bu nedenle bilinen tarihsel unsurları aynen tekrar etmeyerek gerekli olan unsurlardan mücmel/öz olarak, belagat, fesahat ve icazatla bahsetmektedir.
b) Süleyman’ın Ordusu ve Teşkilatı:
Tevrat, Süleyman’ın ordusunun başında bir komutan olduğu bilgisini vermektedir. Buna göre ordu komutanı, Yehoyada oğlu Benaya’dır.10
Bugünkü modern ordulardaki en üst rütbe olan genelkurmay başkanlığına denk bir görev olarak yorumlayabileceğimiz bu mevkide Hz. Davud’un kendi hizmeti için seçtiği bir savaşçı olan Benaya isimli İsrailoğullarından bir şahıs bulunmaktadır. “Kral (Süleyman), Yoav'ın yerine Yehoyada oğlu Benaya'yı ordu komutanı yaptı.”11
Tevrat, Hz. Süleyman tarafından ordu komutanlığına getirilen Benaya’nın geçmişi/biyografisini şöyle aktarır: “…Mısırlının elinde mızrak vardı. Benaya sopayla onun üzerine yürüdü. Mızrağı elinden kaptığı gibi onu kendi mızrağıyla öldürdü. Yehoyada oğlu Benaya'nın yaptıkları bunlardır. Bu sayede o da üç yiğitler kadar ünlendi. (…) Davut onu muhafız birliği komutanlığına atadı.”12 Süleyman (a) zamanında ordu komutanlığına getirilen bu kişinin, Davud (a) zamanından beri seçilmiş kahraman bir asker olarak göze girdiğini ve bulunduğu mevkiye layık ve sadık olduğunu Tevrat’ın başka ifadelerinden de anlamaktayız.13
Hz. Süleyman’ın ordusunda askerî bir hiyerarşi14 olduğunu Tevrat’ın “Ancak (Süleyman) İsrail halkından hiç kimseye kölelik yaptırmadı. Onlar savaşçı, birlik komutanı, savaş arabalarıyla atlıların komutanı olarak görev yaptılar.”15 ifadesinden anlamaktayız.
Hz. Süleyman’ın ordusundaki askerî hiyerarşi içerisinde olan subaylardan ikisini binbaşı ve yüzbaşı rütbesinde olan subayların teşkil ettiğini öğrenmekteyiz; “Süleyman bütün İsraillileri -binbaşıları,16 yüzbaşıları,17 yargıçları, İsrail'in boy başları olan önderleri- çağırttı.”18 Hz. Süleyman zamanında devam eden bu askerî hiyerarşinin, Kral Talut (Saul) ve Kral Peygamber Davud döneminden beri uygulandığının altını çizelim. Tevrat’ta belirtilen Talut ve Davud zamanı ordu hiyerarşisi şöyledir: “Davut binbaşılara, yüzbaşılara ve subaylarına danıştı.”19 “İsrail'de görev yapan İsrailli boy başlarının, binbaşılarla yüzbaşıların ve görevlilerin listesi. Bunlar değişen birliklerde yıl boyunca aydan aya her konuda krala hizmet ederlerdi. Her birlik yirmi dört bin kişiden oluşurdu.”20 “Davut, İsrail'deki bütün reislerin/yöneticilerin, sıbt/oymakbaşlarının, Kralın hizmetindeki birlik komutanlarının, binbaşıların, yüzbaşıların, Kralla oğullarına ait servetten ve sürüden sorumlu kişilerin, saray görevlilerinin, bütün güçlü adamların ve yiğit savaşçıların Yeruşalim’de (Kudüs) toplanmasını buyurdu.”21
İslam kaynaklarında da Tevrat menşeli olduğuna inandığımız benzer yorumlar (askerî hiyerarşiye sahip sistematik ordu) yapıldığını gözlemlemekteyiz. “Mücahid der ki: Her bir sınıfın üzerine engelleyiciler, sınır bekçileri konulmuştu. Evvelkiler, yürüyüşte ileri geçmesinler diye arkalarda olanları geri çeviriyordu. Nitekim krallar bugün de böyle yapmaktadırlar.”22 “Katâde dedi ki: Her bir sınıfın rütbeleri, oturacakları yerler ve yürüdükleri vakitte yeryüzünde belirli amirleri vardı.”23
c) Atlı Savaş Birlikleri:
Hz. Süleyman’ın ordusunun piyade/yaya birliklerinin yanı sıra büyük ölçüde atlı/süvari ve savaş arabalı atlı muharip ana birliklerden oluştuğu anlaşılmaktadır. Tevrat, bu olguyu şöyle beyan etmektedir: “Süleyman'ın savaş arabalarının atları için kırk bin ahırı ve on iki bin atlısı vardı.”24 “Süleyman savaş arabalarıyla atlarını topladı. Bin dört yüz savaş arabası, on iki bin atı vardı. Bunların bir kısmını savaş arabaları için ayrılan kentlere, bir kısmını da kendi yanına, Yeruşalim'e yerleştirdi.”25
Süvari ve savaş arabalı atlı birlikleri için Arz-ı Mevud’un çeşitli yerlerinde mekanize birlik üsleri26 kuran Hz. Süleyman, buraların her türlü lojistiğini de mevcut üsse en yakın şehrin valilerine yaptırmaktaydı. “Her vali kendisine verilen buyruk uyarınca, savaş arabalarının atlarıyla öbür atlar için belirli bir yere arpa ve saman getirirdi.”27
d) Piyade/Yaya Birlikler:
Her ne kadar Tevrat spesifik olarak Süleyman (a)’ın ordusundaki yaya birliklerinden bahsetmemiş olsa bile bu hususta Hz. Süleyman öncesi ve sonrası İsrailoğulları ve karşıt düşman güçleri ordularının savaş düzeni ve yaya birlikleri hakkında şu örnekler anlatılmaktadır: Kral Talut öncesi: “Böylece Filistliler savaşıp İsraillileri bozguna uğrattılar. İsraillilerin hepsi evlerine kaçtı. Yenilgi öyle büyüktü ki, İsrailliler otuz bin yaya asker yitirdi.”28 “Filistliler, İsraillilerle savaşmak üzere toplandılar. Otuz bin savaş arabası, altı bin atlı asker ve kıyılardaki kum kadar kalabalık (piyade) bir orduya sahiptiler.”29 Talut dönemi: “Bunun üzerine Saul (Talut) askerlerini toplayıp Telaim Kentinde saydı. İki yüz bin yaya askerin yanı sıra Yahudalılardan da on bin kişi vardı.”30 Davud dönemi: “Davut bunu duyunca, bütün İsrail ordusunu topladı. Şeria Irmağından geçerek onlara doğru ilerleyip karşılarında savaş düzeni aldı. Davut savaşmak için düzen alınca, Aramlılar onunla savaştılar. (…) (Davud, Aramlıların) Bin savaş arabasını, yedi bin atlısını, yirmi bin yaya askerini ele geçirdi. Yüz savaş arabası için gereken atların dışındaki bütün atları da sakatladı.”31 Süleyman sonrası dönem: “(Kral) Yehoahaz'ın elli atlı, on savaş arabası, on bin de yaya asker dışında gücü kalmamıştı. Çünkü Aram Kralı ötekileri harman tozu gibi ezip yok etmişti.”32 “(Kral) Amasya, Yahudalıları topladı. Bütün Yahudalılarla Benyaminlileri boylarına göre binbaşıların ve yüzbaşıların denetimine verdi. Yaşları yirmi ve yirminin üstünde olanların sayımını yaptı. Savaşa hazır, mızrak ve kalkan kullanabilen üç yüz bin seçme asker olduğunu saptadı.”33
Tevrat’taki, yaya/piyade askerler hakkındaki bu anlatımlardan; Süleyman öncesi ve sonrası ordu düzeninin yaya/piyade ve süvari birlikler olarak iki ana kısımdan oluştuğunu anlamaktayız. Savaşa giden ya da savaşmak için savaş düzeni alan orduda en ön safta yaya/piyade birlikler yer almaktaydı onların yanlarında ve gerisinde süvari ve savaş arabalı atlı birlikler konuşlandırılmaktaydı. Yaya birlikler; bir nevi karşıdaki düşman askerî birliklerini oyalama, onların savaşma gücünü tükettirme, kalabalık ordu imajı ile psikolojik olarak üstünlük sağlama amacıyla savaş düzenini oluşturmaktaydılar. Asıl ve ana birlikler atlı ve savaş arabalı hızlı ve güçlü mekanize birliklerdir.
Ordu savaş düzeni hakkında Tevrat’taki şu ifadeyi de verelim: “Davut bunu duyunca, Yoav'ı ve güçlü adamlardan oluşan bütün ordusunu onlara karşı gönderdi. Ammonlular çıkıp kent kapısında savaş düzeni aldılar. Yardıma gelen krallar da kırda savaş düzenine girdiler. Önde, arkada düşman birliklerini gören Yoav, İsrail'in en iyi askerlerinden bazılarını seçerek Aramlıların karşısına yerleştirdi. Geri kalan birlikleri de kardeşi Avişay'ın komutasına vererek Ammonlulara karşı yerleştirdi.”34
Kur’an’da Süleyman Ordusu Anlatımları
Kur’an-ı Kerim’de Hz. Süleyman’ın ordusunun genel niteliği hakkında Neml Suresi 17. Ayette mücmel bir bilgi verilmektedir: “Süleyman'ın, cinlerden, insanlardan ve kuşlardan müteşekkil orduları toplandı; hepsi bir arada düzenli olarak sevk ediliyordu.”35 Hz. Süleyman’ın ordusunda onun çağdaşı orduların saf düzeninde bulunmayan üçüncü bir askerî birlik bulunmaktaydı: Kuşlar.
Bu ayet-i kerimede, Hz. Süleyman’ın ordusundaki oluşum ve yürüyüş kolu saf düzeni beyan edilerek bu ordunun hiyerarşik bir yapıda olduğu ve harekât için düzenli sevkinin gerçekleştirildiği veciz bir biçimde beyan edilmektedir.
Savaşmak için ülke sınırları (Arz-ı Mev’ud) içerisinden toplanan Süleyman ordusu askerlerinin ana çatısı süvari ve savaş arabalı atlı birliklerden oluşmaktadır. Bunun yanı sıra birliklere komutanlık yapan özel yetiştirilmiş subaylar, ordunun düzenini sağlamakta sevk ve idareyi gerçekleştirmekteydiler. İmam Râzî, bu hususu şöyle belirtmektedir: “Cenab-ı Hakk'ın ‘Süleyman'ın cinlerden, insanlardan, kuşlardan orduları toplandı’ ifadesindeki, ‘haşr’, çeşitli yerlerden bir araya gelip toplanmak ve toplamak demektir.”36 Bu yorum aynı zamanda Hz. Süleyman’ın “cin” birliklerinin; köle ve diğer kavim insanlarından bir araya getirilmesi sebebiyle toplanılmasını da ihsas etmektedir. Çünkü Arz-ı Mev’ud’un çeşitli yerlerinde üsleri olan ana savaşçı atlı süvari ve savaş arabalı atlı birlikler ve en büyük savaş kitlesi olan yaya/piyade birlikler muharebe zamanı veya harekâta sevk sırasında toplanabilmekteydi. Aksi halde böyle yüz binleri bulan büyük toplulukların profesyonel ordu anlamında kurulması ve idamesi mümkün değildir. Dolayısıyla “‘Süleyman'a cinlerden, insanlardan ve kuşlardan ordular toplandı.’ Yani değişik yerlerde bu askerler onun için toplandı. Ordusu bunlardan müteşekkildi. (…) Ayetin zahirinden anlaşıldığına göre burada hasretmek muharebeye gitmek üzere askerleri toplamaktır.”37
“Süleyman’ın orduları toplandı.” ifadesi; Süleyman’ın ordusunun yukarıda değindiğimiz tarihsel arka planını ihsas etmektedir. Dolayısıyla Süleyman (a)’ın ordusunu, Tevrat’ta anlatılan bu tarihsel alt yapıdan kopuk anlamaya çalıştığınızda, ordunun bir kısmını hem de çok büyük bir kısmını “latif38/saydam39/görülmeyen” cin varlıkları olduğunu yorumlamanız mümkündür ki, o zaman görülmeyen varlık cinlerin ordunun bir bölümü olarak bir araya toplanmasından; ne ile hareket ettiği bilinmeyen cin askerlerini yaya veya rüzgâr yardımı ile havadan sevkini40 izah etmeye kadar çok çeşitli “kelamî problemler” ortaya çıkacaktır. Bu problemlere istinaden ortaya çıkan problemleri “çözmek” için mesnedi olmayan/olamayacak yeni yeni “İsrailiyat” ve “indî” kaynaklı rivayetlere başvurmanız veya düşünceler üretmeniz gerekmektedir. Mesela, binlerce yıllık gaybi bir olayı görmüş gibi nakleden şu rivayet gibi; “Süleyman (s) askeriyle beraber havada hareket edip karıncanın çok bulunduğu bir dere üzerine gelerek inmek murad edince karıncaların reisi maiyetinde bulunan efradı zarardan vikaye için nasihate başladı ve ‘Ey karıncalar! Çekilin meskenlerinize ki. Süleyman ve onun askeri bilmeyerek sizi çiğnemesinler. Zira onlar bilmiş olsalar ehl-i takva olduklarından sizi incitmezler. Fakat cüsseleriniz küçük olduğu cihetle dikkat etmeyince görülmezsiniz. Binaenaleyh; bilmeyerek ayakaltında kalıp çiğnenirsiniz.’ demekle kendi cinsine tembihat icra etti.”41 Süleyman (s)’ın ordusunun, bir tabla üstünde rüzgâr marifetiyle seyahat ettiği gibi ayette bulunmayan bir olguya dair kadim kaynak rivayetine sarılan müellif; kıssadaki karıncanın orduyu görmesi ve ezilmeme çağrısı ile uyumlu hale getirmek için Süleyman ve ordusunu havadan yere indirmektedir! Her yere uçarak giden ordu, karıncayı ezmeme olgusuna binaen yere indirilmektedir.
Birçok müfessirin eserinde rastlanılan bu indî usul, kıssaların doğru anlaşılmasını engellemekte, müelliflerin kıssa anlatımlarına doldurduğu yeni obje ve ilavelerle kıssaların mesajları örtülmekte ve kıssalar efsane/mitoloji haline getirilmektedir.
Kur’an’daki Süleyman ordusunun sevk düzeninde en önde “cin”lerin olduğu beyan edilmektedir. Bu beyan, Tevrat’taki askerî sevk ve savaş düzeni anlatımlarına uygunluk taşıdığı halde; İslam kaynaklarında Süleyman ordusunun en önünde sıralanan “cin”ler, görülmeyen varlıklar olarak algılanmıştır. “Biz bu cinler meselesinde, İblis'in ve neslinin cinlerden olduğu görüşündeyiz. Nitekim Kehf Suresi’nin 50. Ayetinde ‘cinlerden olan İblis’ ve Nass Suresi’nin 5 ve 6. ayetlerinde ise ‘İnsanların kalbine ister insan olsun ister cin olsun vesvese veren’ deniyor. İşte bu cinler, Hz. Süleyman'ın zamanında da insanları aldatmaya, kötülüğe bulaştırmaya ve onların kalplerini kötülüğe kaydırmaya çalışıyordu. Eğer hepsi, doğru yola iletici bir peygamber olan Hz. Süleyman'ın emrine verilmiş olsalardı, onun hizmetinde ve emrinin altında oldukları halde bu işleri yapamazlardı. Böylece anlaşılıyor ki, Hz. Süleyman'ın emrine verilenler cinlerin sadece bir kesimiydi.”42
Geleneksel kaynaklardaki bu ve benzeri yorumlara rağmen; “Mantıken bir resulün emrine şeytanın verilmesi Kur’an esprisine uygun düşmez. Çünkü resul ve şeytan iki zıt kutuptur. İkisinin yan yana gelmesi vahye gölge düşürür.”43 “Böylece biz, her peygambere insan ve cin şeytanlarını düşman kıldık.”44
Tarihsel altyapı ile birlikte algılandığında Neml Suresi 17. Ayetinde en önde sıralanan cinlerle, Süleyman’ın ordusundaki yabancı kavimlerden oluşan piyade birlikler kastedilmektedir. “Bu ayette geçen ‘cin’ terimsel anlamda değildir. Ontolojik anlamda ‘cinler’ olsaydı bu kimseler ordunun önünde yer almışlardı. İnsanüstü varlıkların savaşması ile de insan birliklerinin gücüne ihtiyaç hâsıl olmazdı. Çünkü soyut varlıklara düşmanın ok ve mızraklarının, kılıçlarının zarar vermesi imkânsızdır.”45
Meydan muharebesi şeklinde geçen kadim dönem savaşlarında en önde savaşa sokulan piyade birlikleri karşı ordu birlikleri tarafından savaş meydanından silinmeden, bu piyade birliklerinin yan ve arkasında konuşlanan ana güçlerle (süvari birlikler) savaş yapması ve bunları alt etmesi mümkün değildi. Dolayısıyla karşı karşıya gelen ordulardan ilk saldırıya geçen ordu, bütün gücünü öndeki yaya birliklere yoğunlaştırmak zorunda kalmakta, bundan ötürü savaş gücü zayıflamaktaydı. Buna mümasil saldırıya muhatap olan ülkenin en önde savaşmak zorunda kalan yaya/piyade birlikleri, öz ülke insanlarından oluşturulduğunda zayiat fazla verilerek o ülkenin muharip insan sayısı ve gücü azalmaktaydı. Bu yüzden en öndeki saf düzeninde, ülkenin köle/angarya topluluklarından oluşan piyade/yaya birlikler sürülerek hem onların ölmemek için canla başla savaşması sağlanmakta hem de verilecek zayiatta ülkenin asıl muharip gücünün zayıflaması engellenmekteydi.
Neml Suresi 17. Ayetinde Süleyman ordusu yürüyüş kolunda ön sırada beyan edilen “cinler” yani piyade askerler; yaya oldukları için yürüyüş kolunda yavaş hareket etmelerinden dolayı asıl birliklerin mekanize (atlı/süvari) birliklerinin önünde sevk edildikleri bildirilmektedir. Önde sevk edilen bu yaya birlikler genelde köle ve yabancı askerlerden oluştuğu için onlar “cinler” olarak tanımlanan ordu birlikleridir. Bu birlikler, sevk ve idare eden birlikler harici, ülke halkı insanlarından değil, çeşitli vesilelerle edinilmiş (savaşlar, istilalar sonucu) köle ve diğer statüde insanlardan oluşmaktaydı.
Söz konusu ayette bildirilen “cinler”, sonradan “cin” kelimesine yüklenen görülmeyen varlıklar olsalardı, onların arkasından “insan” ve “kuş” birliklerinin sürülmesine gerek kalmazdı. Çünkü kılıç, ok, mızrak işlemeyen (ölüp-ölmedikleri, yaralandıkları bile bilinmeyen) bir orduya karşı kimse duramazdı. İnsan karşıtı görünmeyen bu varlıkların şekilleri, fiziksel yapıları, güçleri tam bir muamma iken bunları insanlara karşı savaştırmanın veya savaştıklarını iddia etmenin anlamsızlığı da ortadadır. Bu birliklerin ayakları mı var ki, ordunun yürüyüş kolunda en öndeler? Ya da hem beraber oldukları Süleyman ordusu hem de düşman ordusu tarafından bilinmeyen/görülemeyen varlıkların ordu saf düzenine sokulmalarına ne gerek vardır?
Bu sorulara kâmil manada cevap vermek mümkün değildir. Verilmeye çalışılan her cevap da kelami bir problem doğurmaktadır. Bundan dolayı kadim müfessirler -genellikle- tefsirlerinde detaya girmemiş, “cinler” ordusu deyip geçiştirmişlerdir.
Tevrat’ta yer alan şu ifade “cinler” mefhumunun tarihsel planını çok güzel açıklamaktadır. “Bunun üzerine Saul (Talut) askerlerini toplayıp Telaim Kenti'nde saydı. İki yüz bin yaya askerin yanı sıra Yahudalılar'dan da on bin kişi vardı.”46 Hz. Talut’un savaşmak için topladığı ve İsrailoğullarından (Yahudalılar) olmayan yaya askerleri, lejyoner47 usulü oluşturulan köle ve paralı askerler olarak algılamak gerekmektedir. Dolayısıyla ilgili ayette serdedilen “cinler”i bu kapsamdaki yabancı insanların oluşturduğu köle ve paralı/anlaşmalı askerler olarak algılamak daha doğru olacaktır.
Tevrat’ta bu hususta yer alan ilginç bir anlatım şudur: “Ammonlular, Davut'un nefretini kazandıklarını anlayınca, haber gönderip Beyt-Rehov ve Sova'dan yirmi bin Aramlı yaya asker, Maaka Kralıyla bin adamını ve Tov halkından on iki bin adamı kiraladılar.”48 Görüldüğü gibi savaşırken her türlü yabancı nitelikli askerler kullanılmaktaydı.
Bu tarihsel anlatımlara istinaden Hz. Süleyman’ın ordusunun önünde yer alan “cinler”in, Süleyman ordusunun köle ve diğer lejyoner usulü tedarik edilmiş askerlerine tekabül ettiği kanaatindeyiz.
Ayette “cinler”den sonra sıralanan “insanlar” ise İsrailoğulları kavminden olan asıl savaşçılar ve ana birliklerdir. Bu birlikler, Tevrat metinlerinde bildirilen Süleyman ordusunun süvari, savaş arabalı, hareketli/mekanize olarak tabir edeceğimiz vurucu birlikleridir.
Hz. Süleyman’ın ordusundaki en dikkat çekici birlik, kuşlardan oluşan birliktir. Cin birliklerinin izahında olduğu gibi kuşlardan müteşekkil bu birlik hakkında da polemik oluştuğu gözlemlenmektedir. Müfessirlerin büyük çoğunluğu bunların hayvan/kuş49 olduğuna inanıp bu doğrultuda50 yorum yaparken modern zamanların yorumcuları bunların insanlardan oluşan ve isimleri kuş ismi olan birlikler olduğu iddiasında bulunmuşlardır. “Demek ki Hz. Süleyman ordu içinde sembolleri kuş, kartal, atmaca veya horoz vs. olan kuvvetle muhtemel Hitit ve Mısır’dan katılan bölükleri denetlediği bir sırada kendine ‘Hüdhüd’ lakabı takan önemli bir subayın ortalıkta görünmediğini fark etti. (...) Eski dünya kültüründe böyle kuşları, kimi hayvanları vs. sembol olarak benimseyen ordularda kendine ‘atmaca, çakal, oturan boğa, Hüdhüd, kaplan’ vs. diyen insanlar olmuştur.”51
Karınca Vadisi
Karınca kıssasının anlatıldığı Neml Suresindeki52 ayetlerde Hz. Süleyman’ın ve ordusunun nereden hareket ettiği belirtilmemiş olsa da karınca olayının geçtiği mevki “karınca vadisi” olarak beyan edilmektedir: “Nihayet karınca vadisine geldikleri zaman…”53
Müfessirlerin çoğunluğu bu yerin Şam’da olduğu kanaatindedirler: “Hak Teâlâ'nın ‘Nihayet karınca vadisine geldikleri zaman’ ifadesine gelince, bu yerin, Şam'da karıncası çok bir vadi olduğu söylenmiştir.”54 “Katade dedi ki: Bize nakledildiğine göre bu Şam topraklarında bir vadidir.”55 Buna mukabil Taif56 ve Yemen57 olduğuna dair görüşler de bulunmaktadır.
Karınca vadisinin coğrafyası hakkında sahih bir bilgi sahibi olmak şu an için mümkün görünmemektedir. “Bununla birlikte, böyle muayyen bir mekân olmayıp çok sayıda karıncanın bulunduğu herhangi bir yer de olabilir.”58 Bu coğrafyanın elimizdeki veriler açısından en ideal tarifi, Hz. Süleyman’ın hâkimiyet alanı olan Arz-ı Mev’ud sınırları içerisi ve yakın çevresindeki topraklardan bir yer olabilir. Vadinin yeri tefsir ilminden ayrı olarak kurulacak “Kıssa Ana Bilim Dalı”na bağlı “Kıssa Coğrafyası” disiplini çerçevesinde araştırma yapılarak bulunmaya çalışılmalıdır. Günümüze kadar gelen anlayış; tarih, coğrafya, dinler tarihi, vb. disiplin veya ilimlerden bilgi sahibi olmayan ya da yeteri kadar bilgi sahibi olamayan çoğu müfessir ve tarihçinin indî yorumları ile adeta gelişigüzel bir yaklaşımla algılanılmaya çalışılmıştır.
İ. Eliaçık, Neml Suresinde beyan edilen karıncaların, Arabistan yarımadasının güneyinde yaşayan Sebeliler, karınca vadisinin de Sebelilerin yurdu olduğu iddiasındadır. “Sembolleri karınca olan (Sebeli) bir insan topluluğunun yanına gelince içlerinden birisi ‘Evlerinize çekilin!’ dedi.”59
Yemen ve Taif’in Kur’an’da geçen “karınca vadisi” tarifi açısından mümkün olmayacağı kanaatindeyiz. Tarihsel olarak Hz. Süleyman’ın bu coğrafyalara hiç gitmediğini, dolayısıyla buna dair sahih bir belge ve bilgi bulunmadığının altını çizelim. Hz. Süleyman’ın, Sebe Melikesi ile diyalogundan dolayı Hz. Süleyman’ın Sebe coğrafyasına askerî sefer tertip ettiğini düşünmek hem Kur’an’ın anlatımına hem Tevrat’ın verilerine ve hem de tarihsel gerçeklere aykırıdır.
Burada şu önemli tespiti yapalım: Hz. Süleyman’ın ordusunun ulaştığı ve karınca kıssasının geçtiği mevki “karınca vadisi” olarak Kur’an’da belirtilirken, Süleyman ordusunun hareket ettiği mevki hiç belirtilmemektedir. Ancak bu ilk hareket mevkiinin, Tevrat verileri nezdinde Kudüs şehri olduğunu söyleyebilmekteyiz. Dolayısıyla bu hareket mevkii ile “karınca vadisi”ni bir ordunun savaşabileceği ve ulaşabileceği mevki olarak doğru hesap etmek gerekmektedir. Bundan dolayı Şam coğrafyasını “karınca vadisi” olarak dillendirenlerin, kıssanın ruhuna uygun bir görüş belirttiklerini vurgulayalım. Şayet Süleyman ordusunun, havada bir yaygı üzerinde rüzgârla nakil olduğunu düşünenler varsa yerdeki karıncanın ezilmeme çağrısı üzerinden gelişen monologu izah etmesi güç olacaktır. Bundan doğan/doğacak kelami problemlerden hiç bahsetmeyeceğiz.
Karınca/Karıncalar İnsan mı Hayvan mı?
Hz. Süleyman’ın ve ordusunun vardığı vadideki bir karıncanın60 “Ey karıncalar! Yuvalarınıza girin; Süleyman ve ordusu farkına varmadan sizi ezmesin!” şeklindeki çağrısının, zahiri anlamda, hayvan olarak bir karıncanın diğer karıncalarla konuşması olarak algılanması, doğru algı olarak gözükmektedir. Çünkü Neml Suresindeki Süleyman kıssasına başlangıç ayetinde Cenabı Hakk’ın, Hz. Süleyman’a bahşettiği önemli bir özellik vurgulanmaktadır: “Süleyman Davud'a varis oldu ve dedi ki: Ey insanlar! Bize kuşdili öğretildi ve bize her şeyden (nasip) verildi. Doğrusu bu apaçık bir lütuftur.”61
Bizce, Süleyman kıssasına başlangıçta bu önemli lütfün beyan edilmesi, Hz. Süleyman’ın, daha sonraki karınca ve kuş (Hüdhüd) ile diyalog ve monologlarını iknaya ön hazırlık amaçlıdır. Sureye ismini veren ilk kıssa olan Süleyman ve karınca kıssasındaki karıncanın da bir hayvan62 olduğu ve Hz. Süleyman’ın onun dilinden anladığını kabul etmek en makul yorumdur. Bu bir mucizedir. Bu mucizenin aynı zamanda karıncanın Süleyman ordusu üzerinden konuşma/anlatımlarına da yansımaktadır. “Burada bir değil iki mucizeyle karşı karşıyayız: Hz. Süleyman’ın karıncasının hemcinslerini sakındırmasını anlama mucizesi… Karıncanın, gelenlerin Hz. Süleyman ve ordusunu bilmesi mucizesi.”63 Aksi yorumlar, yani karıncaların o vadideki Neml kabilesi insanları veya Sebeliler olduğuna dair yorumlar gaybi iddialar olmaktan öteye gidemezler. Çünkü bu hususta somut, sahih ve mesnetli hiçbir delil yoktur. Bütün söylenenler spekülasyondan ileri gidememektedir.
Mevdudi’nin bu konudaki yorumunun makul bir görüş olduğu kanaatindeyiz: “Vadi'n-neml terkibinin bir vadinin ismi olduğunu kabul etsek ve Beni Nemle adında da bir kabile ile de meskûn olduğunu farz etsek bile, böyle bir kabileye mensup birinden 'Nemle' diye bahsetmemiz Arapça ifade tarzına ve kullanımına aykırıdır. Hayvan isimleri ile anılan birçok Arap kabilesi -mesela esed (aslan), kelb (köpek) gibi- bulunmasına rağmen hiçbir Arap, Kelb veya Esed kabilesinin mensubundan; ‘Bir köpek dedi’ veya ‘Bir aslan dedi’ diye bahsetmez. Binaenaleyh Nemle kabilesine mensup birisinden; ‘Bir karınca dedi’ diye söz etmek Arapça ifade tarzına aykırı olur. Sonra, Nemle kabilesinden bir ferdin; ‘Ey Karıncalar! Yuvalarınıza girin ki, Süleyman ve orduları, farkında olmayarak sizi ezmesinler.’ diyerek konuşması anlamsız olur. İnsanlardan oluşmuş bir ordunun, bir grup insanı farkında olmayarak ezdiği (tarihte) hiç vaki değildir. Eğer bir ordu bir yere hücum niyeti ile gelmişse, baskına uğrayan tarafın evlerine sığınmaları zaten bir fayda vermez. Çünkü işgalciler onları evlerine kadar takip eder ve daha acımasız bir şekilde ezerdi. Fakat ordu sadece sefer yürüyüşü halinde ise ona, yalnızca yolu açmak yeterli olur. Orduların sefer yürüyüşlerinden insanlar zarar görebilir, ancak farkında olmayarak insanları ezmeleri hiç de olacak şey değildir. Binaenaleyh, şayet Beni Nemle insanlardan meydana gelen bir kabile ve böyle bir hücum anında, fertlerden biri kendi kabilesini uyarmak zorunda kalmış olsaydı, o şöyle demiş olurdu: ‘Ey Nemleliler! Süleyman'ın ordularının sizi ezip imha etmemeleri için, evlerinizi terk edip dağlara sığının.’ Dahası, bir hücum tehlikesinin söz konusu olmadığı bir durumda o şöyle demiş olurdu: ‘Ey Nemleliler! Süleyman'ın ordularının sizi ezip imha etmemesi için, evlerinizi terk edip dağlara sığının.’ Dahası, bir hücum tehlikesinin söz konusu olmadığı bir durumda o şöyle demiş olacaktı: ‘Ey Nemleliler! Süleyman'ın ordularının geçişinin size zarar vermemesi için yolları açınız.’”64
Süleyman ve Karınca Monologu65
Bir karıncanın “Ey karıncalar! Yuvalarınıza girin; Süleyman ve ordusu farkına varmadan sizi ezmesin!”66 çağrısını duyan Hz. Süleyman; “Onun sözünden dolayı gülümsedi ve dedi ki: Ey Rabbim! Beni, gerek bana gerekse ana-babama verdiğin nimete şükretmeye ve hoşnut olacağın iyi işler yapmaya muvaffak kıl. Rahmetinle, beni iyi kulların arasına kat.”67 şeklinde Allah’a dua etmiştir. Karınca kıssasının Kur’an perspektifi açısından en önemli noktası bu monologdur. Çünkü Kur’an vakii/yaşanmış bir olay örnekliğinde bu kısa monologdaki tevhidî ve hidayete yönelik mesajları vermek istemiştir.
Her şeyden önce karıncanın, Süleyman’ı ve onun ordusunu tanıması ve bu öğeler üzerinden diğer karıncalara çağrı yapmasının bir mucize68 olarak algılanması ve “Süleyman Davud'a varis oldu ve dedi ki: Ey insanlar! Bize kuşdili öğretildi ve bize her şeyden (nasip) verildi. Doğrusu bu apaçık bir lütuftur.” şeklindeki ayetin akla getirilmesi gerekmektedir. Böylece hem Süleyman (a)’ın resullüğü tescil edilmekte hem Allah’ın ona verdiği nimetler kabullenilmekte ve hem de o nimetlerden biri olan kuşdili mucizesi sayesinde bir karıncanın çağrısını duyduğu ve bunun aksülameli olan hamd’ı gerçekleştirdiğine inanmaktayız.
Hal böyle olunca Süleyman ve ordusunu tanıyıp diğer karıncalara çağrı yapan karıncanın; kendi dilinden verdiği mesajı Süleyman’ın duyması olayının kıssalaşması üzerinden bütün Kur’an muhataplarının duyduklarını algılamaktayız. Bu da bir tür mucize değil midir?
Süleyman zamanı yaşayan bir karıncanın mezkûr çağrısı, zamanlar ötesine öğüt ve ibret olarak yansımaktadır. Karıncanın çağrısındaki; “Yuvalarınıza girin ifadesine gelince, bil ki, karınca akıllı bir varlık olunca, şüphe yok ki, onlara, akıllı varlıklara hitap edildiği gibi hitap ederek, (cemi müzekker salim sığası kullanmıştır.) Bundan ötürü, böyle söylemiştir. Eğer, ‘Ayetteki, sizi kırmasın ifadesinin iraptaki yeri nedir?’ dersen, ben derim ki: Bunun, emrin cevabı olması muhtemel olduğu gibi, emirden bedel bir nehiy olması da mümkündür. Buna göre mana, ‘Yerinizde durmayın, yoksa onlar sizi yol üzerinde ezer, kırıp geçerler. Sizi, burada görmeyeyim.’ şeklinde olur. Bu ayetle, şu hususlara dikkat çekilmiştir: a) Yolda yürüyenin (yerdekilere) dikkat etmesi gerekmeyip, yol üzerindekilerden sakınması gerekmektedir. b) Karınca, peygamberin masum (günahsız) olduğunu ve ondan ancak hatâen canlıları öldürme işinin sâdır olacağını bildiği için, ‘bilmeyerek sizi kırmasınlar’ demiştir ki bu, peygamberlerin masum olduklarına kesin inanmak gerektiğine önemli dikkat çekmedir.”69
Mevdudi’nin şu yorumunu da kıssanın mesajları açısından kayda değer olarak görmekteyiz: “Böyle bir kıssa İsrail rivayetlerinde vardır. Ancak oradaki hikâyenin son bölümü, Hz. Süleyman (a)'ın vakarına olduğu kadar Kur'an'a da terstir. Bu açıklamaya göre Hz. Süleyman (a) karıncası bol vadiden geçerken karıncalardan birinin diğerine şöyle seslendiğini işitti: ‘Yuvalarınıza giriniz! Yoksa Hz. Süleyman'ın orduları sizi çiğneyecektir.’ Bu anda Hz. Süleyman (a) karıncanın önünde büyüklük tasladı. Bunun üzerine karınca, ‘Siz de kim oluyorsunuz, siz kimsiniz? Bir damla sudan meydana gelmiş mahlûk!’ diye sert bir karşılık verdi. Bunu duyan Hz. Süleyman (a), bu durum karşısında çok utandı ve mahcup oldu. (Yahudi Ansiklopedisi, c. 11, s. 440) Bu husus Kur'an-ı Kerim'in İsrailoğullarının çarpıtmış oldukları rivayetleri nasıl düzelttiğini ve peygamberlerinin temiz şahsiyetlerini, bizzat İsraillilerin bulaştırdığı çirkinlik ve ayıplardan nasıl temizlediğini gösterir. İsrailoğullarına gönderilen peygamberler hakkındaki Kur'an'ın bu açıklamalarını ele alan Batılı müsteşrikler, Kur'an'ın bu kısımları İsrailiyyattan aşırdığını hayâsızca iddia ederler.”70
Sonuç
Süleyman ve karınca kıssası; hükümdar/kral olan peygamberlerin, bulundukları coğrafyadaki tevhidî hâkimiyeti sağlamak dolayısıyla barış ve adaleti tesis etmek üzere oluşturdukları askerî güce ve bunun fonksiyonuna dikkat çekmektedir.
Karınca monologu aracılığıyla Süleyman gibi kral/hükümdar peygamberlerin ordularının, Tevrat’ta anlatıldığı gibi neredeyse keyfi katliamlar yaparak karşı toplum insanlarına eziyet ettiği anlatımlarının aslı esası olmadığı beyan edilmektedir. Tevrat’ta yer alan ve aralarında Musa ve Yeşu (Yuşa) peygamberlerin de olduğu yüzlerce katliam anlatılarından vereceğimiz örnekler karınca kıssasındaki, karınca monologunun ne ifade ettiğini daha iyi ortaya koyacaktır. “O kentte yaşayanları kesinlikle kılıçtan geçireceksiniz. Kenti yok edip orada yaşayan bütün halkı ve hayvanları kılıçtan geçireceksiniz.”71 “Sokakta kılıç onları çocuksuz bırakacak. Evlerinde dehşet egemen olacak. Delikanlısı, genç kızı, emzikteki çocuğu, ak saçlısı ölecek.”72 “Bunun üzerine kral, Doek'e, ‘Sen git, kâhinleri öldür’ diye buyurdu. Edomlu Doek de gidip kâhinleri öldürdü. O gün Doek keten efod giymiş seksen beş kişi öldürdü. Kadın erkek, çoluk çocuk demeden kâhinler kenti Nov'un halkını kılıçtan geçirdi. Sığırları, eşekleri, koyunları da öldürdü.”73 “Böylece Yeşu dağlık bölge, Negev, Şefela ve dağ yamaçları içinde olmak üzere, bütün ülkeyi ele geçirip buralardaki kralların tümünü yenilgiye uğrattı. Hiç kimseyi esirgemedi. İsrail'in Tanrısı Rab'bin buyruğu uyarınca kimseyi sağ bırakmadı, hepsini öldürdü.” “Kadeş-Barnea'dan Gazze'ye kadar, Givon'a kadar uzanan bütün Goşen bölgesini egemenliği altına aldı.”74 Tevrat’taki bu silahsız ve zararsız halka karşı gerçekleştirilen katliam anlatımlarını baz aldığımızda, Hz. Süleyman’ın ordusu hakkındaki “Süleyman ve ordusu farkına varmadan sizi ezmesin!” çağrısının ne anlama geldiğini daha iyi idrak edebiliriz.
Karıncanın, Kur’an kıssasındaki; “Süleyman ve ordusu farkına varmadan sizi ezmesin!” sözü, hükümdar resullerin ordularının savaşmak zorunda kaldıklarında bilmeden ve kasıt olmadan karşıt toplum insanlarına zarar veremeyeceğinin mesajı ile yüklüdür. Oysa Tevrat metinleri, önderleri peygamberler olan İsrailoğulları ordularının savaş yaptıkları ordular harici halk ve hayvanlar dâhil tüm canlılara yaptıkları katliam ve eziyet anlatımları ile doludur.
Karınca monologundaki “…ordusu farkına varmadan sizi ezmesin!” ifadesi aynı zamanda kıyamete kadar tüm ordu sahibi İslam yöneticilerine verilmiş genel bir mesajdır. Karıncanın bu mesajını, Süleyman kıssasının bir diğer varyantı olan Süleyman-Sebe Melikesi kıssasındaki Sebe Melikesine ait “Hükümdarlar bir memlekete girdiler mi, orayı perişan ederler.”75 sözü ile birleştirerek algılamak gerekmektedir.
Dipnotlar:
1-Kur’an: Enam, 6/84; Nisa, 4/163.
2-Kur’an: Neml, 27/17.
3-Kur’an: Neml, 27/18.
4-Kur’an: Neml, 27/20.
5-Tevrat: 1. Krallar, 4/21; 2. Tarihler, 9/26.
6-Tevrat: 1. Krallar, 4/24.
7-“…Onun hükmettiği bölge bugünkü Filistin, Suriye, Lübnan ve Fırat kıyılarına uzanan Irak’tan ibarettir.” Seyyid Kutub, Fi Zilali’l-Kur’an, c. VIII, s. 472.
8-İzzet Derveze, Kur’an Cevap Veriyor, s. 220, Yöneliş Yayınları
9-Kur’an: Neml, 27/17-1.
10-Tevrat: 1. Krallar, 4/4.
11-Tevrat: 1. Krallar, 2/35. Hz. Davud zamanında Seruya oğlu Yoav ordu komutanıdır. (2. Samuel, 8/16.)
12-Tevrat: 2. Samuel, 23/21-23; 1. Tarihler, 11/23-25.
13-Tevrat: 1. Krallar, 2/29-31.
14-“Hiyerarşi: Rütbe sırası, alttan üste doğru rütbe ve mevki sıralaması düzeni.” D. Mehmet Doğan, Büyük Türkçe Sözlük, s. 496.
15-Tevrat: 2. Tarihler, 8/9.
16-“Saul onlara şöyle dedi: "Ey Benyaminliler, şimdi dinleyin! Yişay'ın oğlu her birinize tarlalar, bağlar mı verecek? Her birinizi binbaşı, yüzbaşı mı yapacak?” (Tevrat: 2. Samuel, 22/7)
17-“Yedinci yıl gücünü gösteren Yehoyada yüzbaşı olan Yeroham oğlu Azarya, Yehohanan oğlu İsmail, Ovet oğlu Azarya, Adaya oğlu Maaseya, Zikri oğlu Elişafat'la bir antlaşma yaptı.” (Tevrat: 2. Tarihler, 23/1)
18-Tevrat: 2. Tarihler, 1/2.
19-Tevrat: 1. Tarihler, 13/1.
20-Tevrat: 1. Tarihler, 27/1.
21-Tevrat: 1. Tarihler, 28/1.
22-İbn-i Kesir, Muhtasar Kur’an-ı Kerim Tefsiri, c. IV, s. 1754; Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, c. X, s. 325; “İbn Abbas şöyle der: Yürüyüş sırasında öne geçmemeleri için, her grubun başına, ileri çıkanları geri çevirecek bir kumandan tayin olundu. Nitekim hükümdarlar böyle yaparlar.” Muhammed Ali es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, c. 4, s. 368.
23-İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an, C. XIII, s. 136.
24-Tevrat:1. Krallar, 4/26; 2. Tarihler, 9/25.
25-Tevrat: 1. Krallar, 10/26. “Kral Süleyman savaş arabalarıyla atlarını topladı. Bin dört yüz savaş arabası, on iki bin atı vardı. Bunların bir kısmını savaş arabaları için ayrılan kentlere, bir kısmını da kendi yanına, Yeruşalim'e yerleştirdi.” (Tevrat: 2. Tarihler, 1/14)
26-Hz. Süleyman’ın atlı birliklerinin üsleri hakkında Tevrat şöyle bilgi vermektedir: “Baalat'ı ve yönetimindeki bütün ambarlı kentleri, savaş arabalarıyla atların bulunduğu kentleri de onarıp güçlendirdi. Böylece Yeruşalim'de, Lübnan'da, yönetimi altındaki bütün topraklarda her istediğini yaptırmış oldu.” (2. Tarihler, 8/6)
27-Tevrat: 1. Krallar, 4/28.
28-Tevrat: 1. Samuel, 4/10.
29-Tevrat: 1. Samuel, 13/5.
30-Tevrat: 1. Samuel, 15/4.
31-Tevrat: 1. Tarihler, 19/17-18.
32-Tevrat: 2. Krallar, 13/7.
33-Tevrat: 2. Tarihler, 25/5.
34-Tevrat: 1. Tarihler, 19/8-11.
35-Kur’an: Neml, 27/17.
36-Fahruddin er-Râzî, Tefsir-i Kebir Mefâtihu’l-Gayb, c. XVII, s. 411.
37-Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, c. XII, s. 403.
38-“Sebe Suresi 12. Ayetinde bildirilen bu zincirlere vurulan latif cisimlerden ibaret olan cinler midir?” Süleyman Ateş, Yüce Kur’an’ın Çağdaş Tefsiri, c. VII, s. 473.
39-“Cübbaî kendi kendine şu soruyu sorarak şöyle demiştir: "Onların bedenleri, ağır işleri yapmayacak derecede saydam olduğu ve işleri de ancak vesvese vermek olduğu halde, onlar bu işleri nasıl yapabilirler?" Fahruddin er-Râzî, A.g.e., c. XVI, s. 197.
40-“Hazret-i Süleyman'ın kürsüsü ortada bulunup etrafında insanlardan vüzera ve vükelâsı, ulema, erbab-ı fen ve onun etrafında insandan askerler, onun etrafında Cinniler, onun etrafında kuşlar ve kuşların etrafında sair hayvanat bulunduğu halde rüzgâra emreder rüzgârın da tablayı havaya kaldırıp istediği mahalle seyr ü sefer ettiği mervidir.” Konyalı Mehmed Vehbi, Büyük Kur’an Tefsiri, c. IX-X, s. 3988.
41-Konyalı Mehmed Vehbi, A.g.e., c. IX-X, s. 9-10, s. 3990.
42-Seyyid Kutub, A.g.e., c. VIII, s. 472.
43-Cengiz Duman, Süleyman Peygamberi Anlamak I, Haksöz Dergisi, Sayı: 28, s. 40, Temmuz 1993
44-Kur’an: Enam, 6/112.
45-Yolumuzu Aydınlatan Kur’anî Kavramlar, Ekin Yayınları, s. 147; Cengiz Duman, A.g.m., Haksöz Dergisi, Sayı: 28, s. 37-40.
46-Tevrat: 1. Samuel, 15/4.
47-“Lejyoner: Yabancılardan meydana gelen askeri birlik” D. Mehmet Doğan, A.g.e., s. 714.
48-Tevrat: 2. Samuel, 10/6.
49-“Bize kuşdili öğretildi mealindeki cümle, Hz. Süleyman’ın, ilahî bir mucize olarak kuşların dilini öğrendiğini ifade eder. Süleyman, kuşların yalnız sesleri veya hareketlerini anlamakla kalmıyor, o duyguları idare eden ilahî yasaları da biliyordu.” Elmalılı, V, 3665–3666; D.İ.B. Kur’an Yolu Türkçe Meal ve Tefsir, c. IV, s. 189.
50-“Hz. Süleyman (s) bu kuş birliklerini, muhtemelen haberleşme, avlanma ve buna benzer görevler için kullanıyordu.” Mevdudi, Tefhimü’l Kur’an, c. IV, s. 102. “(Süleyman) kuşları da haberleşme, su bulma vb. hizmetlerde istihdam ediyordu.” D.İ.B. A.g.e., c. IV, s. 190. “Kuşlardan yararlanmasına gelince: Onları daha çok savaşlarda posta, haberleşme işlerinde kullandığı, bunun için de bazı kuşları eğittiği anlaşılıyor.” Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, c. IX, s. 4459. Müfessirlerin kuş birliği hakkındaki görüşlerinin isabetli olduğu kanaatindeyiz. Bugünkü bilinenler açısından düşünürsek, kuşları insansız hava aracı “Heron”lar gibi düşman birlikleri üzerinde bilgi toplayıp bu yolla askeri alanda istihdam edilen birlikler olarak kabul edebiliriz. Ayrıca Fil Suresindeki taş atan kuşlar gibi (Fil, 105/4) muharip olarak da kullanıldıklarını rahatlıkla iddia edebiliriz.
51-R. İhsan Eliaçık, Yaşayan Kur’an Türkçe Meal/Tefsir, c. II, s. 291.
52-“Bu surede karınca vadisi kıssasının yer alması ve buradaki karıncalardan birinin diğer karıncalara (…) ettiği nasihatin anlatılması sebebiyle bu sureye Neml (karınca) adı verilmiştir.” Vehbe Zuhayli, A.g.e., c. X, s.15.
53-Kur’an: Neml, 27/18.
54-Fahruddin er-Râzî, A.g.e., c. XVII, s. 411.
55-İmam Kurtubi, A.g.e., c. XIII, s. 137. “Suriye bölgesinde karıncası çok bir vadiye geldiklerinde…” Muhammed Ali es-Sabuni, A.g.e., c. V, s. 369.
56-Abdullah Aydemir, İslami Kaynaklara Göre Peygamberler, s. 198.
57-“Tefsirlerde karınca vadisinin Şam bölgesinde veya Taif’te yahut Yemen'de karıncası çok olan bir yerin adı olduğu bildirilmektedir.” D.İ.B. A.g.e., c. IV, s. 190. “Taif'te olduğuna dair rivayet varsa da Beyzâvî'nin beyanı veçhile Şam civarında olduğu mervidir.” Konyalı Mehmed Vehbi, A.g.e., c. IX-X, s. 3990.
58-D.İ.B., A.g.e., c. IV, s. 190.
59-İhsan Eliaçık, A.g.e., c. II, s. 290. Mevdudi ise şöyle der: “Terkibin vadi ismi ve orada oturan Beni Nemle kabilesinin ismi olmasına gelince bu, bilimsel hiçbir dayanağı olmayan sırf bir varsayımdan ibarettir. ‘Vadi'n-neml’in bir vadi ismi olduğunu kabul edenler, içinde çok miktarda karınca bulunması nedeniyle böyle bir isim almış olduğuna bizzat işaret etmiş bulunmaktadırlar. Nitekim Katade ve Mukatil, ‘Bu bölge, karıncası bol bir vadidir.’ derler. Hiçbir tarih ve coğrafya kitabı ile hiçbir arkeolojik kazı, bir önceki görüşün aksine orada, Beni Nemle adında bir kabilenin yaşamış olduğunu zikretmez. Öyleyse bundan böyle bir mana çıkarmak, kişinin kendi kişisel yorumunu desteklemek için ortaya attığı, tam bir hezeyanıdır.” Mevdudi, A.g.e., c. IV, s. 100.
60-“Karıncaya ‘nemle’ adının verilmesi, çokça hareket edip, az duraklamasından dolayıdır.” İmam Kurtubi, A.g.e., c. XIII, s. 137.
61-Kur’an: Neml, 27/16.
62-“Bu karıncanın iki kanadı vardı. Dolayısıyla bu da uçan kuşlardan sayılmıştır. Bundan dolayı Süleyman (a) bu karıncanın dilini bilmişti. Durum böyle olmasaydı, onun dilini anlayamazdı.” İmam Kurtubi, A.g.e., c. XIII, s. 137. “Ebu Hanife (r), o karıncanın dişi olduğunu söylemiş…” Fahruddin er-Râzî, A.g.e., c. XVII, s. 411.
63-Seyyid Kutub, A.g.e., c. VIII, s. 474.
64-Mevdudi, A.g.e., c. IV, s. 99-100.
65-“Monolog: Tek kişinin konuşması” D. Mehmet Doğan, A.g.e., s. 780.
66-Kur’an: Neml, 27/18.
67-Kur’an: Neml, 27/19.
68-“el-Mehdevi dedi ki: Yüce Allah'ın bu hususu karıncanın kavramasını sağlaması, Süleyman (a)'a mucize olması içindir.” İmam Kurtubi, A.g.e., c. XIII, s. 138.
69-Fahruddin er-Râzî, A.g.e., c. XVII, s. 412.
70-Mevdudi, A.g.e., c. IV, s. 100.
71-Tevrat: Tesniye, 13/15.
72-Tevrat: Tesniye, 32/35.
73-Tevrat: 1. Samuel, 22/19.
74-Tevrat: Yeşu, 10/40-41.
75-Kur’an: Neml, 27/34.