Muharref kültürde fiten edebiyatının hiç şüphesiz en önemli başlıklarından birisini Hz. İsa'nın göğe yükselişi ve kıyamet alameti olarak geri dönüşü konusu oluşturur. Dinin asli kaynaklarında hiç bir yeri olmamasına rağmen, maalesef akaid kitaplarına kadar girmeyi başarmış olan bu mesele halk İslamı'nın vazgeçilmez inanç motiflerinden birisini ifade etmektedir. Hz. İsa'nın Mesihliği ve ricatı meselesi etrafında oluşturulan bu inanç, hiç şüphesiz halen Mesih'i bekleyen Yahudiler ve Hz. İsa'ya tanrısal nitelikler veren ve onun dönüşünü bekleyen Hıristiyanların inançları düşünüldüğünde dinler tarihi açısından da merkezi bir konu olma özelliği taşır.
Hz. İsa'nın Kur'an'daki konumu, fiten edebiyatında Hz. İsa'ya dair haberlerin sıhhati ya da Hz. İsa'nın ricatı meselesi ile ilgili bugüne kadar pek çok eser yazılmış olmasına rağmen bu eserler konunun diğer dinlerde nasıl geçtiğine pek değinmemişlerdir. Geçtiğimiz Mart ayında Ekin yayınları arasından çıkan Prof. Dr. İbrahim Sarmış'ın "Hz. İsa ve Mesih İnancı" adlı çalışması bu konuyu karşılaştırmalı dinler tarihi açısından ele alan bir eser niteliği taşımakta ve bu alandaki önemli bir eksikliği gidermektedir.
İbrahim Sarmış, eserinde öncelikle Mesihçilik inancının tarihini ve dinlerde yer alış şekillerine değinmiş, ardından ilgili hadisleri ve tevil yolu ile konuya delil olarak gösterilen ayetleri değerlendirerek İslam'da Mesih inancının olmadığını ortaya koymuştur.
Çalışmanın ele aldığı temel mesele tarih boyunca bütün toplumlarda; üstün bir kurtarıcı fikrinin bulunduğu, sıkıntılara ve çaresizliğe düşen toplumların kendilerini bu durumdan kurtaracak bir kurtarıcı bekleme fikrine sarılarak toplumsal varlıklarını diri tutma motivasyonu sağladıklarıdır. Bunun en açık örneği; tarihte sık sık yenilgi, esaret ve sürgün yaşamış olan Yahudilerin, doğuşundan uzun zaman sonraya dek güç elde edememiş Hıristiyanların ve Hz. Osman döneminden itibaren vahyi diriliklerini yitirmeye başlayan Müslümanların durumlarında görülmektedir. Bu açıdan bakıldığında aslında Mesih' in dönüşü telakkisi Yahudiliğin Hıristiyanlık üzerinde etkisiyle gelişmiş ve tam bir Yahudi-Hıristiyan akidesine dönüşmüştür.
Esasen Mesih doktrininin tarihsel olarak gelişmesini üç büyük dinin dışındaki kaynakları ele almadan anlamak imkansızdır, Bu nedenle yazar, Mesih inancının Antik Doğu'daki yansımalarına da değinmiş, Sümerler, Asurlular, Babilliler, Mısırlılardan başlayan ve Maneiheizme, eski Cermen dinlerine, Zerdüştiliğe, Hint kültürüne kadar süren bir çerçevede bu İnanışın varlığını ortaya koymuştur.
Yazarın kitabında verdiği bilgilerden ve atıf yaptığı araştırmaların ortaya koyduklarından sonra varılan en önemli sonuçlardan birisi tüm dinlerde Mesih inancı etrafında gelişen edebiyatın geliştirdiği söylemlerde, kullanılan motiflerdeki benzerlikler ve ortaklıklardır. Bu açıdan bakıldığında sadece Mesih inancı ile bütünleşmiş olan Mehdi, Deccal, Hızır, İlyas kültü de tüm dinlerde yer almıştır. Özellikle Yahudi Apokaliptikler'de ve fiten edebiyatında gördüğümüz Mesih/ Mehdi anlatımları ve Hıristiyanlık'ta Mesih'in ikinci gelişi ile rivayetlerdeki kıyamet alametleri arasındaki yakınlığa dikkat çeken yazar bu rivayetlerin sıhhatini tartışmanın zorunluluğuna vurgu yapmıştır.
Yazar bu konularda açıklayıcı dipnotlar vermiş, çeşitli makalelere kitabında atıfta bulunmuş, geniş alıntılar yapmıştır. Okuyucu açısından oldukça bilgilendirici olmasına rağmen kitapta yapılan uzun alıntıların sayfa altlarındaki dipnotlarda verilmiş olması kitabı okumayı zorlaştıran ve göze hoş gelmeyen bir sayfa düzenine sebeb olmuş. Bilgilendirmenin dipnotlar yerine bölüm sonlarında ya da ek bölümler şeklinde verilmesi daha güzel olabilirdi kanaatindeyiz.
"Dinlerde Mesih İnancı ve Kaynağı" adlı bölümde Sarmış, ilk olarak Zerdüştlükteki Mesih inancını açıklamış, ardından Yahudilikte Mesih fikrinin gelişmesinde Zerdüştiliğin etkisine değinmiştir. Yahudiler Babil esareti sırasında dönemin hakim gücü İran'ın dini olan Zerdüştlükten etkilenmişlerdir. Bu inanış zaman içinde gelişmiş ve yaşadıkları her felakette bir kurtarıcı bekleme düşüncesi adeta bir Yahudi alışkanlığı haline gelmiştir. Özellikle Zerdüştlükte yer alan milenyum (bin yıl) telakkisi önce Yahudilikte, ardından Hrıstiyanlıkta etkili olmuştur. İslam kültüründe de bu anlayışın etkilerini görmek mümkündür.
Hıristiyanlıktaki Mesih inanışına eserde çok geniş bir bölüm ayrılmıştır. Bu bölümde İncil'de Hz. İsa'nın konumu, Hıristiyanlıkta Mesih'in geliş amacı, ilk günah inancı ve kefaret olarak Hz. İsa'nın çarmıha gerilmesi, çarmıha geriliş inancını ortaya çıkaran ve besleyen kaynaklar gibi noktalarda bilgiler verilmiş, yazar bu konuda Hıristiyan akidesini açıkladıktan sonra İncillerdeki anlatımlar arasındaki çelişkilere, mantıksal tutarsızlıklara dikkat çekmiştir. İndilerin Hz. İsa'ya dair anlatımları ile Kur'an ayetlerindeki Hz. İsa'yı karşılaştırmıştır. Kitapta ayrıca İncillerin yazılışı ve otantikliği sorununa da yer verilmiştir.
Hıristiyanlıktaki Mesih inancının ve Hz. İsa'ya tanrısal nitelikler atfetmenin temelinde peygamber sevgisinde aşırılığın yattığını belirten Sarmış, İslam kültüründe Hz. Peygamber'e dair yanlış şefaat anlayışı, mevlid merasimi, na't edebiyatı gibi unsurların benzer bir sapmayı doğurduğuna dikkat çekmektedir.
"Kur'an'da Hz. İsa" başlığını taşıyan bölümde Hz. İsa'nın yaşamı Kur'an ayetlerinde verilen ipuçları ile tespite çalışılmıştır. Hıristiyanlık ve İslam'da Hz. İsa'nın yaşam öyküsü, ölümü ve risaletinin ilkeleri ile ilgili benzeşen ve ayrışan noktalara değinilmiştir.
İbrahim Sarmış'a göre; Hıristiyanları Hz. İsa'nın kişiliği ve nitelikleri hususunda sapmaya götüren temel neden İncillerde geçen kelimeleri veya kavramları yanlış anlamalarıdır. Bu noktada Sarmış, "rab, baba, oğul, kelime, ruh" gibi kavramlara dair değerlendirme ve açıklamalarda bulunur. Yazar, kelimelerin Kur'an'daki anlamlarına vurgu yaparak İncil'deki kavramların asıl anlamlarına dönmeye çalışır.
Kur'an'da Mesihçilik tezine / Hz. İsa'nın sözde dönüşüne delil gösterilen ayetleri değerlendiren yazar Hırıstiyanlıktakine benzer bir biçimde ayetlerde geçen kavramları ve ifadeleri yanlış anlamaktan korunmanın yolunun öncelikle Kur'an ayetlerini kavramada doğru bir yönteme sahip olmakla sağlanacağını belirtir. Bu yöntem ise Kur'an bütünlüğünü ve muhkem ayetlerini temel almaktır. Oysa İslam geleneğinde özellikle Mesih ve Hz. İsa'nın konumu ile ilgili tasavvurlarda bu yöntem değil, nassları anlamada rivayet kültürünü merkeze alan çarpık bir yöntem izlenmiştir. Ayetlerin Mesih ve ricat inancı doğrultusunda anlaşılması ne yazık ki İsrailiyyat bilgilerinin rivayetler/hadisler formuna sokulmasının ve zihinlerin o doğrultuda yönlendirilmesinin bir sonucudur. İşte bu nedenle Sarmış konuya delil gösterilen ayetleri Kur'an bütünlüğü ve açık nasslar ışığında ele almış, Hz. İsa'nın göğe yükselişi ve bir kıyamet alameti olarak dönüşü inancının Kur'ani hiçbir dayanağı olmadığım ortaya koymuştur.
Müslümanlar açısından Mesih inancını reddetmenin önemi kaçınılmazdır. Çünkü öncelikle Hz. İsa/Mesih'in dönüşü inancı Hz. Muhammed'in son peygamber olduğu inancına aykırıdır. Bunun yanında Hz. İsa Allah tarafından ölümden kurtarıldıktan sonra eceli gelinceye kadar yaşamış, yaşadığı süre içinde peygamberlik görevini yerine getirmiştir. Hz. İsa'nın risalet görevini eksik bıraktığı ve bunu tamamlamak için döneceğini söyleyen rivayetler mitolojik bir varsayımdan ibarettir. Sarmış, eserinde bu rivayetlerin sıhhatine dair geniş açıklamalarda bulunmuş, daha önce yapılmış değerlendirmelerden alıntılar yapmış ve Hz. İsa'nın göğe yükselişi ve dönüşü inancını rivayetlere dayanarak savunmanın imkansızlığını göstermiştir.
Yazar eserin son bölümünde "Hz. İsa'nın dönüşü" ile ilgili çağdaş alimlerin değerlendirmelerine yer vermiştir. Hz. İsa'nın dönüşü meselesini reddeden alimlerin konuyu birincisi; bu inancın oluşmasında yabancı kültürlerin etkisini, İkincisi; Hz. Muhammed'in son peygamber oluşuyla çelişmesi olmak üzere iki açıdan ele aldıkları anlatılmıştır. Bu minvalde çağdaş düşünürlerden Fazlurrahman, Mazharuddin Sıddıki, Abdülkerim el-Hatip, M. İzzet Derveze, İsmail Fenni Ertuğrul, Hüseyin Atay, Muhammed Abduh, Reşid Rıza ve Mahmud Şeltut'un görüşleri özetlenmiştir.
Eserin bu bölümünde mezkur konu daha önce hiç ele alınmadığı bir bağlamda "Hz. İsa/Mesih'in Gelişi İddiası, Hoşgörü ve Dinlerarası Diyalog" başlığıyla ele alınmıştır. Yazarın bu konudaki düşünceleri şöyledir: Kur'an gerek mevcut Yahudiliğin gerekse Hıristiyanlığın tahrif edildiği ve tevhidle bağdaşmayan inançlar içerdiğinden, kurtuluş için bunların giderilmesi gerektiğinden ve bu bağlamda Ehli Kitap'la diyalogdan bahsetmektedir. Oysa bugün "Hoşgörü ve diyalog adı altında yapılan her üç dini aynı kefeye koyarak ve Hz. İbrahim'den sonra ortaya çıkmış olmalarına rağmen bugünkü Yahudiliği ve Hıristiyanlığı da "İbrahimi Dinler" olarak niteleyip mensuplarının eşit olduğunu kabul etmekten ve tartışmalı konulara girmemeyi esas almaktan, yani suya sabuna dokunmamaktan başka birşey değildir."
Yazar şu soruyla konunun taşıdığı öneme ve siyasi boyuta dikkat çekmektedir: "Acaba dostlar alışverişte görsün, deyip bol kameralı ve muhabirli toplantılar, birlikte resim çektirmeler, mükellef ziyafetler ve uzatılan her mikrofona 'Semavi üç dinin mensupları olarak İbrahim Peygamber'de birleşiyoruz, yaratılanı severiz yaratandan ötürü, sevelim sevilelim.' türünden sade suya tirit mesajlarla dünyaya selam çakan akademisyenleri ve protestanlaşmış, daha doğrusu kalvinleşmiş din temsilcilerini konuşturmanın, BOP'u (Büyük Ortadoğu Projesi) gerçekleştirmeye ve ona karşı mücadele edenleri terörist ilan ederek mukavemeti kırmaya çalışan emperyalizmi perdelemekten başka kime ne yararı olur?"
Eser Hz. İsa'nın nüzulü ve Mesih inancı ile ilgili diğer dinlerdeki bakış açılarına, Kur'an ve rivayetlerdeki delillerin izahı ve eleştirisine ve konunun güncel boyutuna işaret ederek özgün bir çalışma ortaya koymuş, üstelik bunu oldukça iyi bir biçimde özetleme maharetini göstererek sistematik bir çalışmayı okuyucuya sunmuştur. Bu nedenle takdire şayan ve okunmaya değer bir kitap olarak karşımıza çıkmaktadır.