Peygamberimiz Hz. Muhammed'in, İslam devleti ile taçlaşan hicreti, daha sonraları sanki sadece Hz. Peygamber'e mahsus bir amelmiş görüntüsüne dönüştürülmüştür.
Kıyamete kadar Kur'an'a muhatap tüm Müslümanların bireysel ve toplumsal olarak yeri ve zamanı geldiğinde uyacakları bir ibadet olan hicret, geçmiş peygamberler döneminde de sıkça yaşanmıştır. Müslümanların, peygamberî bir gelenek olan hicretin yansımalarına da bakmak ve sonuçlarından dersler çıkarmaları gerekmektedir.
Bu yazımızda, Peygamberimizin Mekke'den Medine'ye hicretinin yıldönümü münasebetiyle geçmiş peygamberlerin hicretlerine göz atacak, onlardan dersler çıkarmaya çalışacağız.
Ragıb el-İsfehani, el-Mufredat fi Garibi'l-Kur'an adlı eserinde 'hicret'i şöyle tarif etmektedir: "Hicret, kişinin başkasını el, dil veya kalben terk etmesidir." Ayrıca İsfehani, hicretin ıstılahi olarak Hz. Muhammed'in (a) Mekke'den Medine'ye göç etmesi anlamına geldiğini belirtmektedir.
Hicret, bir diyardan başka bir diyara; iş bulmak, rızk temin etmek veya daha iyi yaşama sahip olmak için yapılan bir yer değiştirme değildir. Dinî manada hicret; dine uygun yaşam şartlarının bulunmadığı bir yerden, bu şartların sağlandığı yere göç etmedir. Bu eylemin içinde rızk temin etme ve daha iyi yaşam imkânlarına ulaşma gibi nedenler bulunsa da asıl sebep, dinin serbestçe yaşanacağı ortamlar oluşturmaktır. Bu sebeple Müslüman olan her fert, şartlar oluştuğunda dinini yaşayabileceği bir yere göç etmekle mükellef kılınmıştır. Nitekim Enfal Suresi 72. ayette gerekli şartlar oluştuğu halde hicret etmeyenler şu şekilde eleştirilmektedir:
"…İman edip de hicret etmeyenlere gelince, onlar hicret edinceye kadar size onların mirasından hiçbir pay yoktur."
Hz. İbrahim'in Hicreti
Hz. İbrahim Mezopotamya'da yaşamlarını sürdüren Kildanilere mensuptu. Allah tarafından resul seçilen Hz. İbrahim, tebliğine babasından başlamıştı: "Kitap'ta İbrahim'i an. Zira o, sıdkı bütün bir peygamberdi. Bir zaman o babasına dedi ki: 'Babacığım! Duymayan, görmeyen ve sana hiçbir fayda sağlamayan bir şeye niçin taparsın? Babacığım! Hakikaten sana gelmeyen bir ilim bana geldi. Öyle ise bana uy ki seni düz yola çıkarayım. Babacığım! Şeytana kulluk etme! Çünkü şeytan, çok merhametli olan Allah'a âsi oldu.' Babası, 'Ey İbrahim!' dedi, 'Sen benim tanrılarımdan yüz mü çeviriyorsun? Eğer vazgeçmezsen, andolsun seni taşlarım! Uzun bir zaman benden uzak dur!'" (Meryem, 41–46)
Hz. İbrahim, babasından başladığı tebliği aynı zamanda içinde yaşadığı insanlara da ulaştırmaya başlamıştı. Allah'ın birliğini, yalnızca O'na ibadet edilmesi gerektiğini her türlü yolla onlara aktarmaya çalışmış, her fırsatta hakkı tebliğ etmişti.
"O, babasına ve kavmine, 'Şu karşısına geçip tapmakta olduğunuz heykeller de ne oluyor?' demişti. Dediler ki, 'Biz, babalarımızı bunlara tapar kimseler bulduk.' 'Doğrusu, siz de babalarınız da açık bir sapıklık içindesiniz.' dedi. Dediler ki, 'Bize gerçeği mi getirdin, yoksa sen oyunbazlardan biri misin?' 'Hayır' dedi, 'Sizin Rabbiniz, yarattığı göklerin ve yerin de rabbidir ve ben buna şahitlik edenlerdenim.' Sonunda İbrahim onları paramparça etti. Yalnız onların büyüğünü bıraktı; belki ona müracaat ederler diye. 'Bunu tanrılarımıza kim yaptı? Muhakkak o, zalimlerden biridir.' dediler. (Bir kısmı) 'Bunları diline dolayan bir genç duyduk; kendisine İbrahim denilirmiş.' dediler. 'O halde onu hemen insanların gözü önüne getirin. Belki şahitlik ederler.' dediler. 'Bunu ilahlarımıza sen mi yaptın ey İbrahim?' dediler. 'Belki de bu işi, şu büyükleri yapmıştır. Hadi onlara sorun; eğer konuşuyorlarsa!' dedi. Bunun üzerine, kendi vicdanlarına dönüp (kendi kendilerine), 'Zalimler sizlersiniz, sizler!' dediler." (Enbiya, 52–64)
Sonunda kavminin yöneticisi Nemrut'un karşısına çıkarılan Hz. İbrahim, onu da bir olan Allah'a kulluğa çağırdı. Ancak o, büyüklenerek bu daveti reddetti, Hz. İbrahim'le tartışmaya girdi:
"Allah kendisine mülk (hükümdarlık ve zenginlik) verdiği için şımararak Rabbi hakkında İbrahim ile tartışmaya gireni (Nemrut'u) görmedin mi! İşte o zaman İbrahim, 'Rabbim hayat veren ve öldürendir.' demişti. O da, 'Hayat veren ve öldüren benim.' demişti. İbrahim, 'Allah, güneşi doğudan getirmektedir; haydi sen de onu batıdan getir.' dedi. Bunun üzerine kâfir apışıp kaldı. Allah zalim kimseleri hidayete erdirmez." (Bakara, 258)
Hz. İbrahim karşısında verecek cevabı kalmayan Nemrut, Hz. İbrahim'in davetini kendi otoritesi için tehlikeli bularak onu ateşe atarak cezalandırmak ister. Ancak Rabbimiz, Hz. İbrahim'i ateşten kurtarır:
"'Ey ateş! İbrahim için serinlik ve esenlik ol!' dedik. Böylece ona bir tuzak kurmak istediler; fakat biz onları, daha çok hüsrana uğrayanlar durumuna soktuk." (Enbiya, 69–71)
Kavmi, Hz. İbrahim'in davetine icabet etmez ve her geçen gün şartlar daha da ağırlaşır. Hz. İbrahim ise Allah'ın isteği ile ailesini de alarak Ur şehrinden Harran'a doğru yola çıkar. Tevrat'ta Hz. İbrahim'in hicreti şöyle anlatılmaktadır:
"Avram'ın karısı olan gelini Sara'yı yanına aldı. Kenan ülkesine gitmek üzere Kildanilerin kenti Ur'dan ayrıldılar. Harran'a gidip oraya yerleştiler." (Tekvin, 11/31)
Tevrat'a göre bir müddet Harran'a yerleşen Hz. İbrahim, daha sonra Kenan diyarına doğru yola çıkar: "Rab Avram'a, (İbrahim) 'Ülkeni, halkını, babanın evini bırak, sana göstereceğim topraklara git' dedi. (…) Avram, Rabbin buyurduğu gibi yola çıktı. Lut da onunla birlikte gitti. Avram, Harran'dan ayrıldığı zaman yetmiş beş yaşındaydı. Karısı Sara'yı, yeğeni Lut'u, Harran'da kazandıkları malları, edindikleri uşakları yanına alıp Kenan ülkesine doğru yola çıktı. Oraya vardılar." (Tekvin, 12/1-5)
Yerleştiği Kenan diyarında uygun bir ortam bulan Hz. İbrahim, Allah'ın emirleri doğrultusunda bu topraklarda yaşayarak insanları Allah'ın yoluna çağırmaya devam eder. Burada İsmail ve İshak adında iki çocuk sahibi olan Hz. İbrahim, büyük oğlu Hz. İsmail'i ve onun anası Hacer'i Mekke topraklarına götürerek orada yerleştirir.
Hz. İbrahim'in bu hicretinde; Ur şehrinden hicretindeki gibi dış etkenlerin rolü yoktur. Yani Allah düşmanlarının tuzak ve tehditleri bulunmamaktadır. Allah'ın emri ile oğlu İsmail ve anası Hacer'i alarak onları Mekke'ye yerleştirir. Hz. İbrahim'in ehlini Mekke'ye yerleştirdikten sonra yaptığı duasında; hicret eyleminin amaçlarını açıklamaktadır:
"Ey Rabbimiz! Ey sahibimiz! Namazı dosdoğru kılmaları için ben, neslimden bir kısmını senin Beyt-i Harem'inin (Kâbe'nin) yanında, ziraat yapılmayan bir vadiye yerleştirdim. Artık sen de insanlardan bir kısmının gönüllerini onlara meyledici kıl ve meyvelerden bunlara rızk ver! Umulur ki bu nimetlere şükrederler." (İbrahim, 37)
Hz. İbrahim'in hicreti tamamıyla, Allah için ve Allah'ın emirlerini hayata geçirecek bir toplum oluşturmak içindir. Tıpkı kendisinden asırlar sonra, Mekke'den Medine'ye hicret ederek Medine'de Allah'a itaatkâr bir toplum oluşmasını sağlamak isteyen ve gerçekleştiren Hz. Muhammed gibi.
Hz. Lut'un Hicreti
Hz. Lut, Hz. İbrahim'in yeğenidir. Amcasına ittiba etmiştir. Bunu Kur'an şöyle ifade eder:
(İbrahim onlara) dedi ki: Siz, sırf aranızdaki dünya hayatına has muhabbet uğruna Allah'ı bırakıp birtakım putlar edindiniz. Sonra kıyamet günü (gelip çattığında ise) birbirinizi tanımazlıktan gelecek ve birbirinize lânet okuyacaksınız. Varacağınız yer cehennemdir ve hiç yardımcınız da yoktur. Bunun üzerine Lût ona iman etti ve (İbrahim), 'Doğrusu ben Rabbime (emrettiği yere) hicret ediyorum. Şüphesiz O, mutlak güç ve hikmet sahibidir.' dedi." (Ankebut, 25–26)
Hz. Lut; Sodom ve Gomora olarak adlandırılan, Lut Gölü civarındaki Kenan topluluğuna elçi olarak gönderilir. Bu durum Tevrat'ta şu şekilde anlatılır:
"Avram, karısı ve sahip olduğu her şeyle birlikte Mısır'dan ayrılıp Negev'e doğru gitti. Lut da onunla birlikteydi. 'Bütün topraklar senin önünde. Gel, ayrılalım. Sen sola gidersen, ben sağa gideceğim. Sen sağa gidersen, ben sola gideceğim.' Lut çevresine baktı. Şeria Ovası'nın tümü Rabbin bahçesi gibiydi, Soar'a doğru giderken Mısır toprakları gibi. Her yerde bol su vardı. Rab Sodom'la Gomora kentlerini yok etmeden önce ova böyleydi." (Tekvin, 13/1–10)
Hz. Lut, diğer peygamberler gibi kavmini Allah'a kulluğa davet eder, yaptıkları hayâsızlıkları sona erdirmelerini ister. Kavmini sapıklıklarından vazgeçiremeyen, davetine karşılık bulamayan ve istediği toplumu oluşturamayan Hz. Lut, Allah'ın emri ile kavminden hicret eder. Bu esnada karısı dâhil diğer tüm inkârcılar helak edilir:
Hz. Musa ve Harun'un Hicreti
Hz. Musa, peygamber olarak görevlendirilip Mısır'a döndüğünde Firavun'a ve kavmine Allah'ın emirlerini tebliğ eder:
"Firavun'a git. Çünkü o iyice azdı. Ona yumuşak söz söyleyin. Belki o, aklını başına alır veya korkar. " (Taha, 43–44)
Risaleti değişik mucizelerle de desteklenen Hz. Musa'nın tüm uğraşıları sonuç vermez. Firavun ve kavmi Hz. Musa ve yardımcısı Hz. Harun'u reddeder:
"Dedi ki: Biz seni çocukken himayemize alıp büyütmedik mi? Hayatının birçok yıllarını aramızda geçirmedin mi? Sonunda o yaptığın (kötü) işi de yaptın. Sen nankörün birisin!" (Şuara, 18–19; bkz. Şuara, 27-29)
Hz. Musa ve Hz. Harun'un tüm çabalarına rağmen Firavun ve kavmi hidayete gelmez. Hz. Musa ve İsrailoğullarının Mısır'da yaşama imkânı kalmamıştır. Bunun üzerine Hz. Musa ve Hz. Harun Allah'ın emri ile yanlarına aldıkları İsrailoğulları ile birlikte Mısır'dan toplu olarak hicret ederler:
"Andolsun ki biz Musa'ya, 'Kullarımla birlikte geceleyin yola çık da (size) yetişilmesinden korkmaksızın ve (boğulmaktan) endişe etmeksizin onlara denizde kuru bir yol aç.' diye vahyetmiştik. Bunun üzerine o, askerleri ile birlikte onların peşine düştü. Deniz onları gömüp boğuverdi." (Taha, 77–78)
Hz. Musa, Harun ve İsrailoğulları böylece Firavun'un zulmünden kurtulurlar. Firavun'dan kaçışın asıl amacı Allah'a dayanan, tevhidi bir toplum oluşturmak ve onun emir ve nehiylerini yaşamak olduğu halde; İsrailoğullarının büyük bir kısmı, içlerindeki iki resule rağmen buzağıya tapınmaya başladı.
İsrailoğulları, bu sapkınlıkları yüzünden kırk yıl çöllerde hicret etmek zorunda kaldı. Hz. Musa ve Hz. Harun öncülüğündeki bu uzun süreli hicretin amacı, köleliğin etkilerinin görülmediği özgür, tevhidi bir neslin oluşmasını sağlamaktır.
Hz. Yunus'un Hicreti
Hz. Yunus, uzun süren tebliğ dönemine rağmen kavminin Allah'a itaat etmesini sağlayamamıştı. Bu yüzden derin bir üzüntü içersindeydi. Allah'tan bir emir olmaksızın toplumundan hicret etmeye karar verdi. Ona göre kavmi artık iman etmezdi. Allah'ın bu hicreti haklı bulacağı zannıyla kavmini bırakarak başka bir diyara doğru hicret etmeye başladı. Kur'an, bu durumu şöyle beyan eder.
"Zünnûn'u da (Yunus'u da zikret). O öfkeli bir halde geçip gitmişti; bizim kendisini asla sıkıştırmayacağımızı zannetmişti." (Enbiya, 87)
Oysa Allah, peygamberlerin hicretini iznine tabi kılmıştır. Diğer tüm resul hicretlerinde olduğu gibi.
"Hani o, dolu bir gemiye binip kaçmıştı. Gemide olanlarla karşılıklı kura çektiler de kaybedenlerden oldu. Yunus kendini kınayıp dururken onu bir balık yuttu. Eğer Allah'ı tesbih edenlerden olmasaydı, tekrar diriltilecekleri güne kadar onun karnında kalırdı. Halsiz bir vaziyette kendisini dışarı çıkardık. Ve üstüne (gölge yapması için) kabak türünden geniş yapraklı bir nebat bitirdik. Onu, yüz bin veya daha çok kişiye peygamber olarak gönderdik. Sonunda ona iman ettiler, bunun üzerine biz de onları bir süreye kadar yaşattık." (Saffat, 140–148)
Peygamberler Allah'ın emri ile hicret edebilirler; çünkü Allah gaybı bilen, insanlar ve toplumlar hakkında karar verendir. Resuller de insandır, gelecek ile ilgili kararlar alamazlar. Çünkü gaybı bilmezler. Yunus peygamberin toplumundan hicret ettikten sonra tekrar kavmine resul olarak dönmesi ve kavminin ona iman etmesi bu duruma en güzel örnektir.
Hicret, toplumlarda oluşan olumsuz koşulları terk ederek yeni bir hayata göç etmek olduğuna göre baskı ve tehditlerin sınır noktasını Allah belirleyecek ve resuller de buna göre hicret edeceklerdir. Bu yüzden Hz. Muhammed'e Yunus kıssası anlatılarak Peygamberimiz ve müminlerden Allah'ın emri gelinceye kadar sabretmeleri istenmiştir.
Hz. Muhammed'in Hicreti
Hz. Peygamber, risaletin onuncu yılında Akabe'de karşılaştığı bir grup Medineliye, Kur'an'dan ayetler okuyarak İslam'ın nasıl bir din olduğunu anlatır, onları İslâm'a davet eder. Medineliler de kendi aralarında görüşerek Müslüman olmaya karar verirler. Bunlar, Hz. Peygamber'in Medine'ye gelişini sağlayacak alt yapıyı oluşturan güzide topluluğun ilk üyeleridir.
Medine'de İslam yayılırken Mekke'de ise şartlar her geçen gün zorlaşmakta ve yaşam imkânları sürekli daralmaktadır. Hz. Peygamber'in ve müminlerin içinde bulunduğu durum Kur'an'da şu şekilde tasvir edilmektedir: "Hatırla ki kâfirler, seni tutup bağlamaları veya öldürmeleri yahut seni (yurdundan) çıkarmaları için sana tuzak kuruyorlardı. Onlar (sana) tuzak kurarlarken Allah da (onlara) tuzak kuruyordu. Çünkü Allah tuzak kuranların en iyisidir." (Enfal, 30)
Risaletin on üçüncü senesinde Hz. Peygamber, Hz. Ebu Bekir'le birlikte Sevr Dağı'na doğru gizlice yola çıkar. İslam tarihindeki önemli kilometre taşlarından biri olan hicret, böylece başlamıştır.
Bu, gelişigüzel bir hicret değildir. Allah'a tevekkülle birlikte her ayrıntısı düşünülmüş, hazırlıkları yapılmış; stratejileri, alt yapıları oluşturulmuş bir hicrettir.
Gizlice Mekke'den çıkan Hz. Peygamber ve Hz. Ebu Bekir, Sevr mağarasında bir müddet saklanırlar. Aslında gizlendikleri bu mağara, Medine tarafında değil, Mekke'nin kuzey batısında, Cidde tarafındadır. Hz. Peygamber, kaçış yönünün tam tersi istikamette yol alarak izleyenlerin takibinden kurtulmak istemiştir.
Hz Peygamber ile Hz. Ebu Bekir, Sevr mağarasında üç gün kaldılar. Kur'an'da bu olaydan şöyle bahsedilir: "Eğer siz ona (Resulullah'a) yardım etmezseniz (bu önemli değil); ona Allah yardım etmiştir: Hani, kâfirler onu, iki kişiden biri olarak (Ebu Bekir ile birlikte Mekke'den) çıkarmışlardı; hani onlar mağaradaydı; o, arkadaşına, 'Üzülme, çünkü Allah bizimle beraberdir!' diyordu. Bunun üzerine Allah ona (sükûnet sağlayan) emniyetini indirdi, onu sizin görmediğiniz bir ordu ile destekledi ve kafir olanların sözünü alçalttı. Allah'ın sözü ise zaten yücedir. Çünkü Allah üstündür, hikmet sahibidir." (Tevbe, 40)
Bu müddet esnasında Hz. Ebu Bekir'in oğlu Abdullah ve kızı Esma onlara yiyecek taşımışlardır. Hz. Peygamber, hicret esnasında aldığı tedbirlerle de ümmetine örnek olmuş, önemli işler için Allah'a tevekkülle birlikte uygulanacak taktik ve stratejilerin de ne kadar önemli olduğunu göstermiştir.
İslam devletinin kurulması ile sonuçlanan bu hicret vakası; önemine binaen Hz. Ömer döneminde Müslümanların kullandığı hicri takvimin başlangıcı kabul edilmiştir. Böylece Müslümanlar, İslam tarihinin önemli bir dönüm noktası olan hicrete verdikleri önemi kayda geçirmişlerdir.
Sonuç
Hz. İbrahim'den Hz. Muhammed'e uzanan süreçte peygamberlerin yaşadıkları hicretler, hiçbir zaman şuursuz bir yer değiştirme veya daha müreffeh bir yaşam için gerçekleştirilmemiştir.
Hicret sonrası da tevhidi eylemler devam ettirilmiş, Allah'ın emirleri toplumlara ulaştırılmıştır.
Her hicret, resullerin Allah'ın emirlerini tebliğ ve yaşama geçirme görevleri önündeki engellerin yoğunlaştığı zorlu dönemlerde gerçekleşmiştir.
Resullerin yaşamlarında meydana gelen bütün hicret hadiseleri Yunus (a) peygamber hariç, Allah'ın müsaadesi ile gerçekleşmiştir. Hz. Yunus'un hicreti, hicret eyleminin nasıl olması gerektiğine dair bir uyarı olarak Kur'an'da aktarılmıştır.
Allah'ın izni ile gerçekleşen her hicret; hicret edilen mevkideki toplumlara Allah'ın sunduğu bir hediyedir. "İman edip de hicret edenler, Allah yolunda mallarıyla, canlarıyla cihad edenler ve (muhacirleri) barındırıp yardım edenler var ya işte onların bir kısmi diğer bir kısmının dostlarıdır." (Enfal, 72)