Çocukların dizlerinden aşağı kan akmakta hâlâ. Canları uçup gitmiş az evvel. Sabilerde bu kadar kan var mı Ya Rabbi! Kan kırmızı olmuş arabanın arka koltuğu. Kırmızı, büyüdükçe büyüyor. Bir heyula gibi, Müslüman halklar coğrafyasının üzerine düşüyor gölgesi. O kırmızılık bir mahcubiyet olarak beliriyor yüzümüzde. Burası muzaffer Daraya’ya bağlı Deyr el-Asafir. Yahut başka bir yer. Ne fark eder artık! Şam’daki saraylarına sıkışıp kalmış katile, yardakçılarına, sırtını sıvazlayanlara, elini sıkanlara, birlikte poz verenlere, şakşakçılarına, analistlerine, soğukkanlılık adına demeçler verip köşe yazılarını dizen kalpsiz orta yolculara söylenecek söz yok artık. Binlerce çocuk, binlerce kadın… Rafeeh Zidaah’ın Gazze için kullandığı tabirle “hiçbir demeç geri getirmeyecek onları”. Resmi rakam kırk binin üzerinde. Gerçek sayılara ulaşmak onlarca yılı bulacak.
Kalanlar için yapılacak sayısız şey var. Daha kurtarılacak koca bir Suriye ve sonrası toparlanacak devasa bir Ortadoğu var. AB-ABD ile Rusya-Çin ekseninin arasında seçime zorlanan Müslümanların bu deli gömleğini yırtıp atmalarına ramak var. Bu büyük mücadele yüzyılın kalanını belirleyecek. Safların daha sıklaştırılması gereken zaman dilimlerinde fitne fücura fırsat vermeden mukavemet hattını diri tutmak gerekiyor.
Esed’in Şebbiha adlı barbar ordusunun girdikleri evde canlı komayıp doğradıkları gibi odalarda kullanılabilecek tek bir şey bırakmadıklarını biliyoruz. Suriye’nin içinden gelen haberlerde çocuklarının üzerine serecek bir şey bulamayan annelerin, yavrularını gazete kâğıtlarına sardıklarını öğrenmek, anlayana yeter de artar bile. Haydar Baş, Esed’i Hz. Hüseyin’e benzetmiş, Kamalak’ın kafası karışık. Ağabey dediğimiz yazar-çizer tayfasında dahi yaprak dökülmeleri yaşanırken Anadolu halkının zihni Suriye konusunda duru, dupduru. Sonsuz bilgeliklerin, stratejik analizlerin, politik angajmanların, taassupla örülmüş zihinlerin çok ötesinde vicdanıyla hareket eden kitlelerin reflekslerine tanık oluyoruz. Bosna Savaşında, Çeçen Cihadının en yoğun yıllarında, İntifadanın tüm aşamasında olduğu gibi Suriye’deki direniş için de elinden geleni yapıyor halkımız. Öncelikle Diyarbakır’da ve diğer Anadolu şehirlerinde battaniye gibi basit bir nesneden yola çıkan organizasyonlar, ablalarımızın, ağabeylerimizin elinde bir kartopu gibi büyüyor, anlamı ve değeri katlandıkça katlanıyor.
Yardım kampanyasını ilettiğimizde kardeşlerimizin ne kadar duyarlı olduklarını bir kez daha gördük. Öyle ki, ne tür şartlarda yaşadıklarına vakıf olamadığımız Suriyeli kardeşlerimize battaniye beklerken yorgan sırıyan (kaplayan) ablalarımızı gördük. “Mitil, nevresim, yorgan iğnesi, iplik, sırımak” gibi kavramların el ele verip bir araya gelmesiyle oluşan bu fiilin derinliği, üzerinde düşünülmeyi hak ediyor. Pratikliği, her türlü alanda kullanım kolaylığı, ucuzluğu ile tercih edilen battaniye seçeneğini elinin tersiyle itip yorgan göndermeye karar vermek, sonuçta bir duruştur. Kendi yatağının içindeki yünü bozup onunla, üşüyen kardeşlerine kendi elleriyle yorgan kaplayıp yollamak, bir tercihtir. Üstelik içindeki en saf duyguları ele verecek kalpli, çiçekli desenleri iliştirip haleti ruhiyesini kokulu bir kâğıda yazar gibi işleyip ivedilikle ulaşmasını istemek, bir mesajdır. Kardeşinin titreyen bedenini sarıp sarmalamak, derdiyle dertlenmek, onun için emek vermek, bir bilinçtir. Bu duruş, bu tercih, bu mesaj, bu bilinç salih amel eksenli hayatın hasenelerle süslenmiş adımlarıdır. Halkların birbirine böylesine fedakârlık yaptığı hangi savaş kaybedilmiştir ki? Elleriniz dert görmesin! Mevla’mız hepimize Hür Suriye’yi, bila istisna tüm Ortadoğu ve Afrika ile birlikte görmeyi nasip etsin.