Humus’tan Çıkış Yok!

Basil Kudat

Esed’e bağlı Suriye ordusunun Humus şehrine yönelik ağır bombardımanın üzerinden tam bir yıl geçti. Kuşatma ise dördüncü ayını doldurdu ve şehir halkının büyük çoğunluğu şehri terk etti. Yaklaşık 1.000 aile ise kuşatma altındaki bu yıkılmış şehirde mahsur durumda.

Bugün Suriye ordusu ağır toplarla Humus’u dövmeye devam ederken, hayalet kente benzeyen şehir eşitsiz taraflar arasındaki savaş alanına döndü.  

Bir yıl boyunca, Suriye Devlet Başkanı Beşşar Esed’e bağlı silahlı güçler Humus’u her gün bombaladı, çevredeki pek çok yerleşim bölgesini vurdu ve Suriyelilerin ‘devrimin başkenti’ olarak niteledikleri şehri kendi kontrollerinde göstermek adına binlerce binayı yerle bir etti.

Suriyeli yetkililer ve askerî liderleri “Humus’un kurtuluşunu” pek çok kere ilan etmelerine rağmen her iki ayda bir “silahlı terörist çetelerin” sonunu getirmekte olduklarını açıklamaya devam ediyorlar! Bununla beraber Humuslular, bütün yıkılmışlığına ve rutin hale gelen hava bombardımanlarına, havan topu saldırılarına ve roket atışlarına rağmen şehrin rejim güçlerince ele geçirilemediğini vurguluyorlar. Devrimciler şehrin yüzde 75’ini halen kontrollerinde bulundururken, rejim güçleri şehrin Alevi ağırlığa sahip yüzde 25’lik kısmını kontrol edebiliyor.

1.000’den fazla aile halen Humus’ta sayısı net olarak bilinmeyen Özgür Suriye Ordusu güçlerinin koruması altında yaşamlarını sürdürmekte. Sığınaklarda yaşayan aileler devamlı bombardımana maruz kalmakta ve her türlü tedarik eksikliği nedeniyle şiddetli psikolojik travma içinde.

İntifada başladığından beri Humus’u terk etmeyen bir aktivist olan Hadi Abdullah, kuşatma altındaki bölgede bulunan tek hastanenin ordu tarafından tahrip edildiği için ağır yaralı 450 kişinin tedavi edilemediğini bildiriyor. Abdullah, Ahram Weekly’e “Kuşatma 125 gündür devam ediyor!” açıklamasını yaptı. “Humus’ta geçit vermeyen kuşatmanın düğüm noktaları şunlar: Bab Hud, Bab el-Dureyb, el-Hamidiye, Bab es-Sibaa, el-Halidiye ve el-Karabis.”

“Bu mahallelerde 1.100 kadar aile, un sevkiyatı rejim tarafından bloke edildiğinden ekmek gibi temel maddelere ihtiyaç duyuyor. Pek çok aile ancak tek öğün yemek bulabiliyor. Yetersiz beslenme nedeniyle yaklaşık 170 kişi aşırı bitkinlik ve hastalıktan muzdarip. Bunların çoğu da çocuklar ve yaşlılar.”

“Şehrin eski yerleşim mahallerindeki tek hastanesi ilaç bittiği ve ekipmanlar tahrip edildiği için kapandı. Yaralıların hepsi potansiyel şehit durumunda. 450 kişi yaralı halde beklerken, ilaç eksikliği nedeniyle doktorlar 14 hastanın kol ve bacağını kesmek zorunda kaldı.”

Yerli aktivistler, uluslararası gruplar ve Birleşmiş Milletler mensupları rejime bağlı askeri güçleri Humus’ta yüzlerce insanı katletmekle suçluyorlar. Katledilen sivil sayısı Suriye’nin diğer şehirlerinden hayli yüksek seyrediyor.

Humus’ta ayaklanma boyunca, bazı tahminlere göre, 7.000’den fazla kişi öldürüldü. Yerli ve uluslararası kurumlar vaziyete bir ‘felaket bölgesi’ gözüyle bakıyor.

Suriye yetkilileri suyu, elektriği, yakıtı ve iletişim hatlarını kestiği için bölge halkı perişan koşullarda yaşıyor. Yüzlerce keskin nişancı çevredeki çatılarda pusuya yattığı için ulaşım da zor.

Bu yılın Şubat ayında, Suriye rejimi uluslararası topluluktan gelen ve Batılı gazetecilerin de aralarında bulunduğu yaralıların tahliyesi için Suriye’de güvenli bir koridor yaratma taleplerini bir kez daha reddetti. Aynı ay içinde, Suriye güvenlik güçleri ilaç ve solunum cihazlarını Humus’taki bölge hastanesine sokmaya çalışırken tutukladıkları yedi aktivisti idam etti. Çevre bölgelerdeki diğer aktivistler de kuşatma altındaki yerlere gıda dağıtmak isterken katledildiler.

Suriye rejimi sivillerin güvenli çıkışını sağlayacak bir ateşkesten çeşitli bahanelerle kaçıyor. Böyle bir ateşkes yaralıların nakline ve sivillere insani yardıma zemin hazırlayacağından, Suriye rejimi öncelikle silahlı unsurların silahlarını bırakmaları ve bizzat teslim olmaları talebinde bulundu. Devrimciler bu çağrıya uymayı reddettiler. Reddettiler çünkü Suriye ordusunun şehirde bulduğu herkesi öldüreceğini düşünüyorlar.

Rejimin, Humus’u neden ağır şekilde bombaladığına değinirken, Abdullah, “Rejim Humus’u devrimin mızrak başı gibi gördüğü için aşırı güç kullanıyor. ‘Devrimin beşiği’ olarak gördükleri Der’a’da da aynı şeyi yaptılar.” diye konuşuyor.

Abdullah, “Suriyeli yetkililer Humus’ta çarpışmaların üç kez sona erdiğini ve savaşanların temizlendiğini söylemelerine rağmen, gerçekte her defasında da başarısız oldular. Bu nedenle, her türlü araç ve silahı kullanarak muhalefetten intikam almak istiyorlar.” diyor.

Yüzölçümüyle Suriye’nin en büyük vilayeti olan Humus, Irak ve Lübnan’a sınır olarak yasadışı silahların sokulması ve saklanması için mümbit bir zemin oluşturuyor. Suriye’deki diğer şehirlerin aksine sadece rejim karşıtı olmakla kalmıyor, aynı zamanda halkın yüzde 75’ini Esed’in Alevi azınlığa dayalı rejimine karşı çıkan Sünniler oluşturuyor. Nüfusunun yüzde 20’sini oluşturan Alevilerin çoğu rejimi desteklerken yüzde 5’i de Hıristiyan azınlıklardan oluşuyor. Alevi azınlık son 30 yılda kırsal kesimden şehirlere göç ederken, güvenlik güçlerinin yardımı ve koruyucu şemsiyesinden yararlandılar.

Gözlemciler şehirdeki durumun son kertede bir mezhep savaşına dönüşeceği inancında. “Rejim, destek aldığı kesimin yaşadığı bölgelere konuşlanarak Humus çevresini tanklar ve roketatarlarla bombalıyor.” diye konuşan Abdullah, sözlerini “Ancak Özgür Suriye Ordusunun cesareti rejim güçlerinin Humus’a girişini engelleyecektir.” şeklinde sürdürüyor.

Uluslararası Kızılhaç Komitesi şehirde müteaddit defalar, aralarında yaşlı ve çocukların da olduğu yaralıları tahliye etmek için ateşkes çağrısında bulundu. Rejim, Kızılhaç’ın şehirde faaliyet göstermesine izin verdiğini ancak muhalif savaşçıların bu çalışmaları sekteye uğrattığını iddia ediyor. Buna cevaben, Humus’taki Suriye Devrimi Genel Komitesi, Ahram Weekly’e Kızılhaç’ın misyonunu yerine getirmesine engel olanın asıl rejimin kendisi olduğunu ifade ederken, silahlı tugayların yaralıların ve ailelerin şehirden tahliyesi için ateşkes istediklerini ifade ediyor.

Adını saklı tutmayı tercih eden bir sözcü, “Özgür Suriye Ordusu (ÖSO) yetkilileri, Uluslararası Kızılhaç Örgütüne şehir baskın yese dahi, tek kurşun atmayacaklarına dair söz verdiler.” açıklamasını yaptıktan sonra sözlerini şöyle sürdürdü: “Kızılhaç yetkilileri kendilerine rejimin de aynı sözü verdiğini ancak şehre giriş yapmak istediklerinde yerleşim bölgelerine saldırıların devam ettiğini söylediler. (Kızılhaç Yetkilileri), üç defa teşebbüs etmesine hatta şehir halkının kasabanın eteklerine kadar gelmesine rağmen şehre girmeyi başaramadılar ve hayal kırıklığıyla döndüler.” Bu haber birkaç Suriye insan hakları izleme kuruluşu tarafından doğrulandı.

Abdullah, yardımların şehre girmesini engelleyenlerin ‘silahlı milisler’ olduğu düşüncesinin yalandan ibaret olduğunu ifade ediyor ve “Rejimin ‘silahlı güçler’ ile kastı, ÖSO’nun kendisidir. İnsani yardımların şehre girmesini isteyen onlarken, nasıl olur da yardımların girişini bloke ediyor olabilirler?” diye konuştu.

“ÖSO mücahitleri gıda ve ilaç temin ederek sivillerin ihtiyaçlarını karşılamak için kendi hayatlarını riske ederken; rejimin, muhalifleri mütemadiyen suçlayarak kuşatma altındaki Suriye halkını ağır ağır ölüme götürmeyi meşrulaştırması bağışlanamaz. Sadece kadın ve çocukları tahliye edelim talebimizi dahi rejim reddetti.”

“Humus halkı uluslararası toplulukların kuşatmayı kaldıramamaları karşısında şoke oldu ve ümitlerini kaybetmeye başladı. İnsanlık öldü mü? İnsan hakları şampiyonlarına ne oldu?”

Suriyeli aktivistler ve muhalif unsurlar taarruzlarla şehrin yerle bir olduğunu ancak bunun şehrin rejimin eline geçeceği anlamına gelmediğini söylüyorlar. Çoğunluğu kökten bu şehirden olan ve babalarının, büyükbabalarının topraklarını savunan devrimciler de şehri yüz üstü bırakıp gidecek değiller.

Evleri harabe yığınına dönen Humus halkı halen sokaklarda rejimi lanetliyor ve yıkılmasına yönelik protesto eylemlerini sürdürüyor. Henüz barışçıl protestolarından vazgeçmiş değiller ve Humus’ta yaşananların devrimi amacından saptırmasına izin verilmemesi çağrısı yapmaya devam ediyorlar.

Ahram Weekly / 11-17 Ekim 2012 / Çev: Eyüp Togan