Hükümet Meclis'ten aldığı Irak'a asker gönderme yetkisini kullanmama kararı alarak Ortadoğu'da yeni bir safha açmış oldu. Bu kararın alınmasında neyin ve nelerin etkili olduğunu anlamak Türk-ABD ilişkileri ile çok yakından alakalıdır. ABD, 1 Mart tezkeresinin Meclis'ten geçmemesi sonucu Türkiye'ye güvensizlik duymaya başladı. Ve Türk-ABD ilişkileri soğumaya bırakıldı. Daha sonra Meclis'ten hükümete Irak'a asker gönderme yetkisinin verilmesi, ABD'ye verilen bir rüşvet, ilişkileri düzeltmek için atılan tek taraflı bir iyi niyet belirtisi idi. Ancak fazla işe yaramadı. ABD yetkilileri Türk askerinin Irak'a girmesinden memnun olmadıklarını beyan ettiler.
Irak'ın yapılandırılması Türkiyesiz planlanıyor ve bu, Türk dış politikasının temel taşlarının yerinden oynatılması anlamına geliyor. TC 1950'den beri iki kutuplu dünyaya göre bir dış politika gütmüş, ülke içindeki yapılandırmasını da bu dış politikanın güdümünde şekillendirmiştir. ABD'nin yanında yer alarak güçlü görünmeye çalışmış, içerideki insanlık dışı uygulamalarını da bu güce dayanarak örtebilmiştir. Bu yeni duruma göre artık ne NATO kaldı, ne de ABD'nin oluşturduğu BM'nin fonksiyonu. Bu tür uluslararası kuruluşlar işlevsiz kalınca Türkiye çıplak olarak ABD'nin safına düştü. Artık NATO ve BM şemsiyesi yok. Sovyetler Birliği'nin ortadan kaldırılması ile hür dünya denilen kapitalist blok kendi arasında ihtilafa düştü, çatladı ve bölündü. Kapitalist sömürücü dünyanın bir numaralı aktörü ABD 1950'li yıllarda ihdas ettiği uluslararası kuruluşları hiçe sayarak kendine yeni bir düşman belirledi. Bu yeni düşman Müslümanlardı. Dolayısı ile ABD'nin düşmanlık alanına İslam coğrafyası girdi. Türkiye Rusya'ya karşı ABD'nin yanında yer alırken oluşturduğu kurum, kuruluş, mantık ve dünya algılayışı altüst oldu.
Türk-ABD ilişkileri 50 yıllık bir birliktelikten sonra çabucak ve hemen ortadan kalkamaz. Bunun toplumda ve uluslararası ilişkilerde doğuracağı sonuç, oluşturacağı boşluk tahminlerden çok daha fazladır. Bu boşluk ve karmaşa sadece Türkiye için değil, ABD için de geçerlidir. ABD'nin şu andaki hükümeti, merkeze İsrail'in güvenliğini koyduğu için aklı selim düşünemiyor. Kendi kaba gücüne güvenerek uluslararası dengeleri gözetmiyor. Bu da tarihi birliktelikleri ve dostlukları hiçe sayma manasına gelir. Türkiye'nin 50 yıllık ABD sadakati fazla işe yaramayacaktır. ABD İslam coğrafyasına hiçbir İslam ülkesini yanına alarak yerleşmek istemiyor. Belki güçsüz bazı devletçiklerden yararlanıyor. Onun için Türkiye ABD ilişkileri önce soğuyacak sonra da ABD, Türkiye'yi de hedef tahtasına yerleştirecektir. Türkiye, eğer ABD'nin bu yeni planını görmeyerek Kıbrıs ve Kürt korkusunu haddinden fazla büyüterek ABD'nin safında yer alırsa önemli tavizler vermesi gerekecektir. İlk önce İslam coğrafyasına ve Müslüman halklara savaş açması gerekecektir. Bu da Türkiye'nin kendi kendisi ile savaşı manasına gelir. ABD Türkiye'den boşalan yeri doldurmak için ara formüller arayacak ve zaman kazanmaya çalışacaktır. Bu oyalamanın altında Türkiye'nin yerine hazırlayacağı yeni aktörleri bulma çabası yatıyor. ABD'nin Türkiye'yi Irak'a bulaştırmak istememesinin altında bu yatıyor. Türkiye de bu oyalamayı fark edemeyip ABD'nin Türkiye'den vazgeçemeyeceği hissine kapılıyor. Türkiye'nin ABD'ye yarayabilmesi için İslam coğrafyasını ve Müslüman halkları düşman addedip Amerika'ya kayıtsız şartsız teslim olması ile mümkündür.
Türkiye-ABD arasındaki gerginlik sadece Irak'ta asker bulundurmaya ABD'nin izin vermemesi ile sınırlı kalmayacaktır. Kuzey Irak'taki Türk askerinin varlığı da gündeme gelecek, ABD kendine göre orada güveni sağladığı zaman Türkiye'den Kuzey Irak'tan askerini çekmesini isteyecektir. Türkiye böylece komşusu olan Irak'la ilişkilerini bitirmiş olacak, Kuzey Irak'ın güvenliği Kürt gruplarına bırakılacak ve arkasında da bir Amerikan gücü olacaktır. 1950'li yıllardaki Türkiye'nin konumunu Kuzey Irak'taki Kürtler üstlenmiş olacaktır.
Türkiye mevcut durumda ya AB standartlarına uyacak, Avrupa Birliği ile uluslararası ilişkilerde iş tutarak ayakta kalmaya çalışacak veya bölgesel bir oluşumun öncülüğünü yaparak ayakta kalacaktır. Her iki alternatif de çeşitli sıkıntıları barındırmaktadır. Evvela bölge ile iş tutarak bir oluşum sağlamaya çalışması Türkiye'deki zinde güçler tarafından hoş karşılanmayacaktır. Türkiye'nin bir Ortadoğu ülkesi olmayı belli çevreler hazmedemeyecek ve buna müsaade etmeyeceklerdir.
Türkiye artık kendi başarısı veya başarısızlıkları ile de başbaşa kalacaktır. NATO'nun ve hür dünyanın yapıp ettiklerinin arkasına sığınarak politika üretemeyecektir. Bu yönü ile iç işleyişteki insan hakları ihlalleri, gelir dağılımı adaletsizliği, demokrasiyi içine sindiremeyiş gibi hususlar uluslararası kuruluşlarca çokça gündeme getirilecek ve Türkiye uluslararası arenada sıkıştırılacaktır. Bu sıkıştırma sonucu ya beklenenin çok üstünde tavizler verecek, kendini, inkar politikasına teslim edecek veya tekrar askeri darbelerle dünyadan koparak kapalı bir toplum haline dönüşecektir.
Şu anda görünen Türkiye için en az riskli tercih AB'dir. AB ile ilgili gelişmeler yayınlanan ilerleme raporu Türkiye'yi sıkıntıya sokmuştur. Türkiye'de AB karşıtı çevreler harekete geçerek bir takım kargaşalar oluşturmaya çalışıyorlar. AB'den rahatsız olanlar; yerel kültürcüler, milli dindarlar, kemalist cumhuriyetçiler gibi gruplar bir cephe oluşturma çabasındadırlar. Bunlar ileride ortak bir eylem gücü oluşturarak milli refleksleri ile harekete geçecekler ve mevcut hükümeti çokça sıkıştıracaklar gibi görünüyor. Türkiye'nin yumuşak karnı Kuzey Irak'taki oluşum ve Kıbrıs'tır. Bu saatten sonra Kuzey Irak demek ABD tarafından desteklenen bir yerel güç demektir. Türkiye eskisi gibi sınır ötesi harekatta bulunamaz. Dolayısı ile Kürtlerle olan ilişkisini Türkiye'nin içindeki Kürtlerle ilişkiye geçmek ve onlarla sağlam bir bağ kurmakla mümkündür. Türkiye'nin Kürt politikası kendi iç problemi ile halledilebilir bir problemdir. Bunu dışarıda araması veya dışarıda çözmesi yanlıştır. Eğer Türkiye içerideki Kürtler ile uyum sağlar, insani ve İslami haklarını verirse rahatlayacak, bu iç rahat ve güvenle Kuzey Irak'a etki edebilecektir. Amerika tarafından desteklenen Talabani ve Barzani'ye karşı Türkiye Ensarul İslam ile diyaloga geçerse akıllılık etmiş olur. Ama devletin İslam düşmanlığı saplantısı buna engeldir. Korkarım ki TC, bu din karşıtı refleksinin esiri olarak tekrar devlet eli ile kurulduğu iddia edilen PKK ile belli bir müddet sonra iş tutmaya başlar. Bu çok garip gelebilir ama çok uzak bir ihtimal de değildir.
Kıbrıs konusu da milli bir mesele haline getirilmeye çalışılıyor. Yıllardır Doğu Akdeniz'in güvenliğini sağlamak için ABD ve İsrail'e hizmet sunan ada eski statüsünü koruyamaz durumdadır. ABD Ortadoğu güvenliğini başka yollarla sağlıyor, Kıbrıs'a ihtiyacı yok. Eğer Türkiye Mayıs 2004'e kadar Kıbrıs'ta bir çözüme varamazsa Rum kesimi adayı temsilen AB'ye girer. Ve Türkiye AB ile karşı karşıya gelir. Bunun getireceği sonuç çok vahim olur.
Bütün bu kargaşa ve kördüğümden sonra Türkiye ya kendi insanı ile, tarihi ile, dini ile coğrafyası ile barışacak, kendi ayakları ile ayakta durmaya çalışacak ve öyle var olacak. Bu varoluş da sahici bir varoluştur. Veya ABD'den boşalan yere başka bir efendi oturtmaya çalışacak. Bu ikinci alternatif Türkiye'yi yirmi-otuz sene oyalayacaktır. Eğer Türkiye kendi ayakları ile ayakta durur ve uluslararası dengelerde de işine yarayan güçle iş tutmaya çalışırsa yeni oluşmakta olan dünyada söz sahibi olabilir. Ama kendi insanı ile barışmayan bir ülke hiçbir zaman dünyada söz sahibi olamaz.
Birinci tehlike olarak İslam'ı, başörtüsünü, İmam-Hatibi, dindarlığı gören bir anlayışın; halkı ile tarihi ile coğrafyası ile barışması mümkün değildir. Hakim güçler, ABD yerine yeni bir efendi arayışına çıkacaklar bakalım zaman ne gösterecek.
Hükümet'in Irak'a asker göndermeme kararı kafa karışıklığının bir tezahürüdür. Bu kafa karışıklığı hükümetten ziyade Cumhuriyet sonrası devleti idare eden güçlerin kafa karışıklığı ve zihin çöküşünün belirtisidir. Hayalleri alt-üst olmuş Batılı aydının travmasının bedelini bütün bir ülke çekiyor. Müslüman olarak başkasının kafa konforunun hayallerinin ve öngörülerinin seraba dönüşmesinin bedelini ödemek zorunluluğumuz yoktur. Biz Müslüman halkların ve İslam anlayışının yanında yer alacağız. Batıya tapanlar kendi tarihleriyle hesaplaşsınlar. Ama şunu da bilsinler ki artık ABD ağabeyleri yok. Bizim gibi sahipsiz kaldılar. Şimdi herkes kendisi olarak sahnede olacak. Kimin ne kadar sahici var olduğunu çok yakın zamanda göreceğiz. Müslümanlar inşallah bu yeni durumda tökezlemezler, ülke sahibi bir sahibe kavuşur.