Rasulullah (s)'ın mücadelesi sonucu oluşturduğu ilk İslam toplumundan günümüze kadar İslam'ı yaşama ve yaşatma gayreti farklı tezahürlerle gelmiştir. Rasululullah'ın vefatının ardından vahiy kesildiği ve insanlara korunmuş olan Kuran ve Rasul ün pratik sünnetinden başka birşey kalmadığı günden bu tarafa herkes elimizde kalan materyallerden ve İslami gelenekten beslenerek dini yaşama gayretini sürdürmüştür. Aynı materyallerden beslendiğini iddia eden ekollerden kimisi, farklı dönemlerde farklı farklı şekillerde karşılaşılan, saltanatçı, seküler, hegemonik eğilimlerle uzlaşırken kimisi de direnişi seçerek din anlayışlarını pratize etmişlerdir.
Asli kaynaklarından kopartılmış İslam anlayışı ümmete hakim olduğunda bu müflis durumu değiştirmeye çalışan ıslahat önderleri ve önemli ıslah çabaları sergilemişlerdir. 19. yy'a gelindiğinde İslam telakkisi artık toplumu ayakta tutan ve aydınlatan bir din yerine, siyasi erkin kitleleri pasifize etme ve kendi çıkarları doğrultusunda toplumu yönlendirme aracı olarak kullanılan bir meta haline getirilmişti. Bu süreci yaşayan İslam ümmetinin önde gelen şahısları zillet halinden nasıl kurtulunacağına dair çözümler üretmeye başladılar. İşte Cemalettin Afgani bu süreçte emperyalizme karşı direniş ve mevcut din anlayışını asli kaynaklarla ıslah etme hedefini, kapanan içtihat kapısını yeniden açılması çabasını öncü görüş ve tavırlar olarak İslam ümmetine sundu. O dönemde atılan tohumlar, sömürge haline getirilmiş İslam ümmetinde farklı yankılar buldu. Bu yankılar hem fikri gelişimi sağladı hem de ciddi bir çözülüş içinde olan ümmete direniş perspektifim kazandırdı. Bunun yansıması ilk olarak Mısır'da Hasan el-Benna'nın kurduğu İhvan-ı Müslimin olarak ortaya çıktı. Özelde Mısır halkının genelde İslam ümmetinin çözülmesine karşı geleneksel bir direnişi ön gören İhvan-ı Müslimin eleştirilecek birçok strateji geliştirmişse de müslümanların geçmeleri gereken bir basamağı sağladığı için önemli bir değer ifade etmektedir.
Ortadoğu'da İhvan çizgisine eleştirel bir perspektifle ortaya çıkan Takiyyüddin Nebhani ve arkadaşları hem ideolojik hem de pratik politika açısından yaşadığımız çağa daha uygun bir örgütlenme oluşturdular. İşte bu örgütlenme 1953 yılında Ürdün'de kurulan Hizbu't-Tahrir'dir. Hizbu't-Tahrir hareketinin ideolojisi ve ülke deneyimlerini inceleyen önemli bir çalışma olarak "Hizbu't-Tahrir ve Hilafet" Yöneliş Yayınları taralından yayımlandı. Kitap, hareketi inceleyen beş bölümden oluşuyor ve hareketin İslam devleti İçin öngördüğü anayasayı ihtiva ediyor. Türkçe'de Hizbu't-Tahrir hakkında "Dünya İslam" dergisinde yayınlanan David Commis'in makalesi dışında yazılı bir materyalin olmaması açısından bakıldığında yayınlanan bu kitabın önemi kendini ilk elde hissettirmektedir.
"Ulaşılamayan Hedef, Hilafet Hareketinin Menşei ve Gelişimi" başlığı altında kitabın birinci bölümünde hareketin geçirdiği süreç 5 kısma ayrılarak incelenmiş.
1952 başlarında Nebhani ve bir grup arkadaşı özelde Ürdün'de daha sonra tüm İslam ümmetini kapsayacak bir hilafet devletini gerçekleştirmek için Hizbu't-Tahrir(HT)'i kurdular. İlk başta yasal bir görüntü vermek istedikleri birlikteliklerini dernekleşerek ifade etmeye çalıştılar. Ama müracaatları reddedildi. Hatta gözaltına alınarak 2 hafta bekletildiler. Tabi bu birliktelik oluşturulmadan önce partinin ideolojisi, programı, hareket stratejisi en ince ayrıntılarına varıncaya dek Nebhani tarafından kaleme alınan risale ve kitapçıklarla belirlenmişti. Bundan sonraki süreçte faaliyete başlayan parti (1952-1954) yılları arasında hareketin kadrolarının teşkilini hedefledi. Bu dönemde halka yönelik yoğun bir irşad faaliyeti ve parti yayınlarının dağıtımı ile kısa sürede Ortadoğu coğrafyasında seslerini duyurdular. Parti kaynaklarına göre bu kadrolaşma döneminde Ürdün'ün birçok bölgesinde genel halkın % 60 ile % 70 arasındaki desteği sağlanmıştı.
Kitapta "Arayışın Başlaması" başlığı ile incelenen 1954-1960 yılları arası hareket açısından önemli bir zaman dilimini ifade etmektedir. 1954 başlarında liderlik, hareket kadrolarının başarılı bir biçimde kurulduğu kanaatindeydi. Ve hareket, faaliyetlerin öncelikli hedefini kadroların inşasından topluma daha sistemli bir biçimde yöneltme kararı aldı. Hareket 1955'li yıllara kadar cami vaazlarıyla fikriyatını düzenli, hazır ve geniş tabanlı bir dinleyici kitlesine sunmada fevkalade başarılı oldu. Ama Ocak 1955'te izin alınmaksızın vaaz vermenin yasaklanması hareket açısından bir dönüm noktası sayılabilir. Çünkü artık partinin ideolojisini sunmak için sadece ders halkalarını kullanması gerekiyordu ki bu da partinin kısa sürede kitleselleşmesini engelliyordu. 1956 Nisanı'nda ABD'den geldiği iddia edilen 150 bin dolarlık çek skandalına yönetim tarafından Nebhani'nin adının karıştırılması halk içinde partinin prestijini kaybetmesine ve harekette bölünmelerin ortaya çıkmasına neden oldu. Ayrıca bu yıl İhvanla birleşme girişimlerinin sona erdiği bir tarihi ifade etmektedir. Bu tarihten sonra İhvanla ilişki biçimi birliktelikten öteye geçerek karalama kampanyalarına dönüştü. İdeolojik farklılıklar, teşkilat problemleri ve şahsi rekabet iki grup arasındaki ilişkileri geriyordu. Bu çatışma hali iki hizbin birbirini aşağılama kampanyalarından resmi otoriteye şikayet etmelerine kadar vardırıldı. 1957 yılında orduda darbe yapma girişimi başarısızlıkla sonuçlandığında rejim güvenlik tedbirlerini arttırdı ve ideolojik muhalefet yeraltına çekildi. Nebhani'nin partideki belirleyiciliği Nebhani ile çatışan unsurların ihracına yol açıyordu. Bu tesbiti yapan yazar bu ihraçların ideolojik farklılaşmadan mı yoksa kişisel çekişmelerden mi kaynaklandığını belirtmemiş.
1958'de ilginç bir gelişme yaşanıyor ve partinin faaliyet sahasındaki bir ülkeden -dahili kaynaklar bunun Irak olduğunu ima etmekteler- harekete hükümeti üstlenmesi teklifi yapılıyor. Fakat parti, hükümeti gereğince icra edecek hazırlığın henüz tamamlanmadığı gerekçesiyle bu teklifi geri çeviriyor.
Parti bu yıllarda faaliyet yürütülen bölgeleri; mahalli, demografik ve coğrafi kriterleri baz alarak mıntıkalara bölüyor ve bu şekilde yeni bir çalışma stratejisi geliştiriyor. Ama bu atılımların yapıldığı dönemde partinin en mümtaz şahsiyetlerinden birkaçı hakkında ihraç kararı alınması yeni üyeler kazanmayı imkansız hale getirdiği gibi üye sayısında da bir düşüş kaydediliyor.
"Toplumun İkna Edilmesi' {1960-1964) alt başlığı ile yeralan kısımda; 20 Nisan 1960 tarihinde liderlik merkezinin yayınladığı bildiride parti stratejisinin en kritik basamağına gelindiği vurgulanıyor, üyelere toplumdaki nüfuslu şahsiyetlerin ve parti ideolojisine olumlu bakan kamuoyunun etkilenerek popüler bir halk desteğinin sağlanması gerektiği belirtiliyor. 621i yıllara gelindiğinde hareket her yönden baskı altındaydı ve hareket misyonunu savunup destekleyebilecek bir kitle tabanından mahrumdu. 1963'îe Papa'nın Kudüs'e gelişini protesto etmek için halkın geniş katılımını örgütleyen hareket; işkence, takibat ve idam cezalarıyla karşılaştı. Ve 1963'te Aldülgani el-Vallah isimli parti üyesini ilk şehidi olarak Irak'ta verdi.
Hareketin ümitvar söyleminin sonuç vermemesi ve yeni stratejilerin geliştirilmesi "Meçhul Halifenin Aranışı" (1964'ten günümüze) başlığı altında incelenmiş. 1960'ın sonlarından 1970'in başlarına kadar geçen yıllar HT'nin en azından Ürdün'de kısa zamanda nihai hedefi olan hilafet devletine ulaşacağını umduğu ifade ediliyor. 68'li ve 69'lu yıllar iki darbe girişimiyle sonuçlanıyor, İlk darbe girişiminde plana katılan aktivistlerden birinin ispiyonu, ikinci darbe girişiminde ise Ürdün istihbaratının olayı farketmesi başarısızlık nedenleri olarak belirtilmiş. 72 yılında Irak'ta başarısız bir darbe girişimi gerçekleştiriliyor. Ama hareketi en çok etkileyen 71'de Ürdün'de resmi kaynakların belirtmediği darbe girişimidir. Liderlik bu olayın sonucundan o kadar eminmiş ki, Ürdün'de yeni İslami nizamın ve hilafetin ikame ediliş haberini ilan etmeye yönelik olarak medyaya dağıtılmak üzere önceden kasetler bile hazırlanmış. Bu girişimin başarısızlıkla sonuçlanması Nebhani'yi hayal kırıklığına uğratmış ve vefatından önceki son kitabı olan Süratü'l-Bediha isimli eseri yazmış. Eserde de yazar "Bölgedeki halkın -ve bilhassa müslümanların- yavaş düşünmekte ısrar ettikleri ve ani sezgiden ve kavrayıştan henüz uzak oldukları" işlenmiş. Bahsedilen bu kitap Taha Yayınları tarafından "Kıvrak Zeka" ismiyle Türkçe'ye kazandırılmış bulunmaktadır.
Bu tarihlerden sonra artık parti üyeleri hayal kırıklığına uğradı ve parti faaliyetleri azalmaya başladı. İran İslam Devrimi'nin başlangıcında parti İmam Humeyni'yle görüşmek üzere bir elçi gönderir ve 79 Nisanında Tahran'a anayasa taslağı sunulur. İran'ın önerilerini dikkate almadığını gören HT 79 Ağustosu'nda bir muhtıra göndererek hayal kırıklığını belirtir. Daha sonra bölgede hareketin başarısız olmasında suçlu etmenlerden birisi olarak İran İslam Devrimi'nin bölgedeki halkları kandırarak İslam adı altında halkın umutlarının yanıltıldığı parti tarafından deklare edilir.
80'li yıllarda meydana gelen olumsuzluklar ve belirlenen hedeflere ulaşılamaması hareketi ciddi bir özeleştiriye itiyor. Ama bu durgunluk 90'lı yıllarda İslami uyanışın canlanması ve İngiltere'de işlerin yoluna girmesiyle aşılıyor.
"Geleneksel Başlangıçlar, Modern Sorunlar Hareketin İdeolojisi" başlığıyla incelenen 2. bölümde HT'nin fikri arka planı ve karşılaştığı sorunlara getirdiği çözüm önerileri inceleniyor. Yazar; Nebhani'nin görüşlerini ortaya koyarken araştırma mekanından yoksun olması ve İslam'ın geçerli yegane tek düşünce olduğu öncülünden hareket etmesi nedeniyle sayısız yanlışlar yaptığını belirtiyor. Ancak bu görüşünü destekleyecek tutarlı örnekler kitapta yer vermiyor HT gerek oluştuğu ortamın sınırlılığı nedeniyle gerekse ümmetin diriliş sürecindeki birikim eksikliği münasebetiyle tam olarak vakıayı kuşatamamasından doğan yanlışlar yapmış olabilir ve yapmıştır da. Ancak ortaya koyduğu gerek fikri gerekse pratik örneklikler müslümanlar açısından birçok noktada ufuk açıcı da olmuştur.
Yazar devamla Nebhani'nin görüşlerinin temel vurgularını şu sıralama içerisinde inceliyor: Nebhani, ideolojiyi "bir sistem içeren akli bir doktrin" şeklinde tarif etmekte ve bu doktrinin insan, hayat, kainat, ölümden öncesi ve sonrasıyla ilişkili tutarlı görüşler serdetmesi gerektiğini belirtiyor. Ayrıca ideolojiyi fikir ve metoddan mürekkeb bir malzeme olarak tarif ediyor. İnsanların fiillerini hayat hakkındaki kabullerine göre belirlediği öncülüyle hareket edilerek öncelikle fikri değişim öngörülüyor. Nebhani aklı bilgiyi kesinliğin dayanağı olarak kabul ederken, İslam akidesinin delillerinin mantıktan ziyade idrak olunabilir bir esasa bina edilmesi gerektiği fikrini taşıyor. İslami şahsiyetin inşası için İslami akideye göre oluşturulmuş kavramların hem düşünceyi hem de ameli belirlemesi gerektiği üzerinde duruyor.
Nebhani ümmeti, bir doktrin veya belirli inançlar, fikirler, ölçüler etrafında birleşmiş insanlar bütünü şeklinde tarif ederek yürüttüğü siyasette ümmetin canlanışını hedeflemiştir. Ayrıca medeniyetle maddi kültürün farklılığına vurgu yapan Nebhani; medeniyetlerin belirli ideolojilerden doğduğu için alınamayacağını ama maddi kültürün insanlığın ortak üretimi olduğu için kullanılabileceği vurgusunu o yıllarda yapmaktaydı.
İçtihad kapısının kapanmasının şeriat'ı felç ettiği düşünülüyor ve tali konularda bile fetvalar veriliyordu. Bunları kadının şarkı söylemesinin ve bunun dinlenmesinin caiz olmasından, aya giden astronotun namaz konusunda nasıl davranacağına kadar sıralayabileceğimiz örneklerle çoğaltabiliriz. Nebhani, ashabında yanılabileceğini düşündüğünden ashabın görüşlerinin şer'i bir delil olarak kabul edilemeyeceğini vurguluyordu.
Nebhani "İslam Nizamı" kitabında, Osmanlı'nın yıkılış tarihi olan 1923 yılına kadar İslami kanunların hüküm sürdüğünü belirtiyor ve "İslam Devleti" tanımı çerçevesinde çelişik izahlar getiriyor. Kitapta bu gibi konuların geçiştirilmesi önemli bir eksiklik oluşturmaktadır. İnkılapla kurulacak devlette HT'ye daimi bir rol biçiliyor ve partinin yapısını koruyarak diğer partilerle rekabet edileceği belirtiliyor. Bu bölümün sonunda İran'ın demokrasi ve İran milliyetçiliği kavramlarına göre hareket etmesinin gayri İslami olduğu vurgulanıyor. İkinci bölümün son başlığında Nebhani, el-Benna karşılaştırılması yapılıyor ve el-Benna'nın modern kavramları kullanarak ürettiği siyasetle Nebhani'nin hilafet teorisi çerçevesinde ürettiği siyasetin ayrım noktaları irdeleniyor.
Yalnız kitabın başlıklarından anlaşılacağı ve HT'ye yöneltilen eleştirilere bakıldığında görülebileceği gibi yazarın bir müsteşrik olarak mı yoksa kimliği zaafa uğramış müslüman bir akademisyen olarak mı kitabı kaleme aldığı ayırt edilemiyor. Çünkü Nebhani'nin İslam dışındaki ideolojileri küfür olarak kabul etmesini yaftalama olarak görmesi gibi yazarın kullandığı birçok ibare akıllara soru işaretleri bırakıyor.
İslami Partiden İslami Devlete: Hareketin Stratejisi' başlığıyla işlenen bölüm hala güncelliğini koruyan tartışmaları içeriyor. Özellikle yaşadığımız coğrafyadaki İslami yapı ve çevrelerin küçük bir azınlık dışında kalanının aşamadığı ve tanımlama düzeyinde dahi algılanamayan konuları Nebhani 1953'lerde tanımlayarak stratejisini çiziyor. O yıllarda "amacın iktidarı ele geçirerek ümmete fikirlerini benimsetmekten ziyade maksadın ümmete daveti omuzlamaya çağırmak olduğu belirtiliyor". Osmanlı'nın yükselişinde sahih bir İslam anlayışından ziyade askeri bir gücün olduğu belirtilirken Osmanlı'nın çöküşünün sebebi olarak fikirsiz kalınması gösteriliyor. Nebhani oluşturulacak birlikteliklerde fikrin önceliğini ve bunu taşıyacak bir çekirdek kadronun oluşturulması gerektiğini belirterek müslümanların tali konulardan ziyade öncelikli hedefi gerçekleştirmeleri gerektiğini vurguluyor. Partinin bu yaklaşımı kitap boyunca görülebileceği gibi ürettiği siyasette de etkili oluyor. Parti örneğin İngiltere'de müslümanların helal et, mescid gibi ihtiyaçlarından ziyade siyasi tavra muhtaç olduğu açıklamasını yapıyor. Çünkü deniliyor; müslümanlar salata da yiyebilirler, parkta da namaz kılabilirler ama genel kitlenin İslami siyaseti olmazsa İslami kimliklerini kaybederler vurgusunu yapıyor. Bu tartışmaların yaşadığımız ülkede de gündemde olması gözönüne alındığında kitabın önemli veriler içerdiği görülebilir.
Birçok noktada çok iyi bir fikri çerçeve çizen hareketin hedeflediği siyasi zaferlere ulaşamaması hareketin bağlılarının heyecanını düşürüyor. Ama Hasan el-Benna'nın vefatı İhvan için büyük bir kayıp oluştururken Nebhani'nin vefatı HT açısından boşluklar oluşturmuyor. Ortaya konulan fikirde birlikteliklerini sağlayan parti mensupları yapının dayanıklılığını artırıyorlar. Ama hareketin politika belirlerken çok mekanik bir biçimde tarihler vererek şu tarihte devrim yapacağız gibi kesin ifadelere yer vermesi ve bunu siyerden pasajlar kullanarak delillendirmesi hareketin tıkanışının sebepleri arasında sayılabilir. Ayrıca Filistin gibi aktivitenin bol olduğu ve sıcak çatışmaların yaşandığı bölgelerde cihadı süresiz olarak tehir etmesi partinin kitlesel bir yankı bulmasını engellemekte.
HT kendisini programı belirlenmiş bir siyasi parti olarak kabul ettiği için katılımcılar ya programı benimsiyor ya da itirazları olanlar partiden ayrılıyorlar. Partinin ideolojik çerçevesinin temel referansları konusunda böyle bir yaklaşıma sahip olması doğru bir tavırdır. Ama hareket kendisini aynı zamanda bir mektep şeklinde tanımlamaz ve yeni sorunları gözardı ederse süreç içersinde programı vakıayı kuşatamaz hale gelir. En azından HT'nin 19601ı yıllar Türkiye'de oluşturduğu etkiyi sonraki yıllarda yenileyememiş olmasının başlıca nedenini hareket mektep bütünlüğünden kopuk bir statikliğe mahkum olmasından arayabiliriz.
Dördüncü bölüm Kardeşliğin Murakabesi. Teşkilat, Üyelik ve Liderlik başlığı altında parti metinlerinden alıntılar ve istihbarat bilgileriyle incelenmiş. Bu bölümde HT'nin pramidal bir örgütlenme yapısına sahip olduğu anlatılırken bir şekille birlikte nasıl bir ilişki ağı oluşturulduğu ortaya konulmuş.
Ayrıca İslami çalışmalarda kullanılan 'Ders Halkası" oluşturma modelinin ilk örnekliğinin HT tarafından nasıl ortaya konulduğu detaylı bir biçimde anlatılırken, finans sorunun hareketin üyelerinden toplanan gönüllü bağışlarla çözüldüğü belirtiliyor. Parti üyeliği için temel şartın parti ideolojisi ile kaynaşma olarak belirlenmesi, üyelere verilen görevi isterlerse kabul etmeme ama kabul etmişlerse de kesinlikle yapma sorumluluğunun yüklenilmesi, birliktelik anlayışının tanımlanması açısından ileri bir düzeyi ifade ediyor.
Liderlik, HT'nin toplumdaki rolünü motorun makinadaki rolüne benzetiyor ve partiyi bir kıvılcım olarak tanımlıyor. Bu anlayış sonucu oluşturulan birliktelikler de hareketin ilerlemesi için liderlik tarafından sürekli start verilmesi gerekmiyordu, bütün unsurlar enerjilerini direkt olarak ideolojiden alıyor ve otomatik bir şekilde yoluna devam ediyorlardı. Toplumda öncü bir birliğin ümmetin duygularına ayna olması ve onun dirilişine vesile olması öngörülüyordu.
"İslami Enternasyonalizm; Yeni Diyarlara Yayılma" beşinci bölümün başlığını oluşturmakta ve HT'nin yaşadığı ülke tecrübeleri bölge bölge incelenmekte. Ürdün'deki stratejileri ve başarısızlık nedenleri, Suriye, Lübnan, Libya, Tunus ve Mısır'daki aktivistlerin karşılaştıkları sorunlar etraflıca inceleniyor. Ve umut kırıklığını azaltan 90'lı yıllarda yeni bir heyecan oluşturan Avrupa'daki atılımlara dikkatler çekiliyor. Hareketin İngiltere'de özellikle Asya ve Afrika'dan gelen müslüman göçmenler üzerindeki etkisi 90'lardan sonra artıyor ve 1994 rakamlarına göre yaklaşık İngiltere'de 500 ders halkasının olduğu ve İngiltere'nin 50 üniversitesinin kampüsünde faaliyet gösterilmesinin yöneticileri tedirgin etliği belirtiliyor. Ama İngiltere'de dikkatleri en çok çeken faaliyet olarak 94 te düzenlenen Uluslararası İslami Hilafet Konferansı olduğu belirtiliyor.
Kitabın sonuç bölümde yazar Nebhani'nin görüşlerinin iki cihan harbi arasında şekillenmesi nedeniyle günümüze cevap veremeyeceğini belirtirken, HTnin ideolojik çerçevesine kendi eleştirilerini getiriyor. Sonuç bölümünde HT'nin dokümanlarından alınan şu cümleler müslümanların yaşadığımız süreçte takınması gereken tavra dikkat çekiyor: "Şayet gençler HT'den nefret ediyor fakat yine de İslam için çalışıyorlarsa biz başarılıyız. Yok eğer onlar HT'yi destekliyor fakat laiklik için çalışıyorlarsa işte bu hezimettir" (s. 273).
Kitap hakkında genel bir değerlendirmede bulunduğumuzda şunu söyleyebiliriz ki Türkiyeli müslümanlar olarak yaşadığımız süreçteki tıkanıklarımızı aşmamız için tartışma süreçlerimizde bu tip materyalleri kullanmamız verimli sonuçlar almamız açısından önemlidir. İslami hareket ismi altında yazılan veya çevrilen kitapların duygusal öngörülerden ileriye geçmemesi ve sistematik tahliller içermemesi kitaplardan sağlanacak verimi düşürmektedir. Gerek Hizbu't-Tahrir'in teorik arka planının işlenmesi gerekse Türkiye'de de faaliyet göstermiş olan bu yapı hakkındaki materyallerin yok denecek kadar az olması kitabın önemini artırmaktadır. Yöneliş Yayınları'nı böyle bir kitabı bu süreçte yayınlamalarından dolayı tebrik ediyoruz.