Müslümanlar, Hindistan’da şeytanlaştırıldı. Şimdi de şeytanlığın teşvik ettiği şiddete tanık oluyoruz.
Yeni Delhi ve diğer şehirlerde ‘Vatandaşlık Değişikliği Yasası’na karşı yapılan eylemler, hükümetin anti-demokratik ve haksız politikalarına karşı bir umut oluşturduysa da son zamanlarda Müslümanlara yapılan saldırılar bu umudu yerle bir etti.
Yeni yasa, Hindistan’daki bazı azınlıklara imtiyaz sağlıyor ancak Müslümanlar için değil. Hindistan’daki bazı hukukçular, aktivistler, entelektüel çevreler ve Müslüman topluluklar, yeni yasayı Hindistan Anayasasının 14 ve 15. Maddesinin eşitlik ilkesine aykırı görüyor. Hükümetin çıkardığı yasanın bütün vatandaşları kapsama noktasında öncü rol oynayacağına inanılıyordu.
Müslümanların başlattığı barışçıl protestolara kadınlar, siyasetçiler, aktivistler, yazarlar ve neredeyse toplumun tüm kesimi dahil olunca Hindistan’ın post-kolonyal tarihinde eşi görülmemiş eylemlereşahit olundu.
Bu protestolar Hindistan’daki farklı din grupları arasında güçlü bir bağ oluşturdu. Protestolarda, sınıf yapısından dolayı birbirinden ayrılan ve çoğunluğu Müslüman işçi sınıfından oluşan Yeni Delhi’nin Shaheen Bagh, Seelampur ve Jaffrabad mahalleleri yan yana geldi. Protestolar, sadece şiddet içermeyen direnişin etkisi noktasında önemli bilgiler sunmakla kalmadı, aynı zamanda inançlar arası diyalog noktasında da ders verdi. Ancak bu demokratik eylemler bile protestocuları, Hindistan’ın egemen sınıfını ve Hindu milliyetçilerini yumuşatmadı.
Hindistan Halk Partisi (Bharatiya Janata Party - BJP) liderlerinden Kapil Mishra, ABD Başkanı Donald Trump’ın Hindistan ziyaretinden sonra Vatandaşlık Değişikliği Yasası’nı protesto eden halka tehditler savurdu. Mishra, bu konuşmayı polislerin önünde yapmıştı, belki de bu yüzden Delhi Yüksek Mahkemesi Yargıcı S. Muralidhar, üst düzey bir polis memurunun konuşmayı duymadığını iddia etmesine şaşırmıştı.
Delhi polisinin şehrin kuzeyindeki Müslüman mahallelerine yapılan saldırıları önleyememesi rahatsız edici olmasının yanında aynı zamanda suç ortaklığıdır. Başkent sokaklarında kundakçılık yapan ve şiddet eylemlerinde bulunan bir çetenin suçu aşikâr iken cezasız kalmasını anlamak çok zor.
Yeni vatandaşlık yasasını protesto edenlere karşı şiddet eylemleri artmaya başladı. Saldırılarda 34 kişi yaşamını yitirirken 200’den fazla kişi de yaralandı. 70 kişi ise ateşli silahlarla yaralandı. Müslümanlar son günlerde Hindistan’ın başkentinde ölüm, yaralanma, terörist ilan edilme ve aşağılanma gibi durumlarla karşılaşıyorlar.
Hindu milliyetçi çeteler, Müslüman olan veya Müslüman görünen herkese saldırıyor, mülklerini talan ediyorlar. Bazı saldırganlar sahte hesaplarla web siteler üzerinden nefret söylemlerini ortaya koyuyorlar. Vatandaşlık yasasına karşı çıkan Müslümanlara kızgın olduklarını söylüyorlar. Müslümanların korku içinde yaşamasını umursamayan saldırganlar, onların haklarını savunmasına da tahammül etmiyorlar.
Delhi’nin kuzeydoğu banliyölerinden biri olan Ashok Nagar'da Hindu dinî sembolüne sahip bir bayrak, tahrip edilmiş bir caminin üzerine yerleştirildi. Bu tür vandalizm eylemleri, dinin yalnızca saldıran bir şey olduğu, inancın ruhsal köklerinden boşaltıldığı ve inancın etik kısıtlamalarının yerine pervasız barbarlığın getirildiği en kötümser din biçimini ifşa eder.
1956 yılında hayatını kaybeden Hintli politikacı ve düşünür Babasaheb Ambedkar, “Dokunulmazlar veya Hindistan Gettolarındaki Çocuklar” kitabında, Hindistan’da en ağır ve en kötü işler yaptırılan ve dokunulmazlar olarak tanımlanan “dalitlere” karşı ahlaki sorumluluk hissetmeyen Hinduların kamusal vicdanınıngelişmediği tezini reddetmişti. Bu durum suçluluk duygusunu ortadan kaldırıyor. Ambedkar, “Yabancılara karşı kanunsuzluk yasaldır.” diyerek “Ahlak bölgesi dışında kalan insanlara vahşet uygulamak suç sayılmaz!” söyleminde bulunuyordu.
Ambedkar’a göre, azınlık bir grup “yabancı” olarak algılanırsa onlar Hint ulusu için de yabancıdır. Ambedkar, böyle bir durumda azınlıkların haklarının gasp edilebileceğini belirtmişti. O günlerden sonraki 1984, 1992, 2002 ve 2020 yıllarında yeterince kan aktı. Hindistan’ın post-kolonyal tarihi yeterince yara aldı.
Delhi seçimlerinden bir hafta önce ve yeni vatandaşlık yasasına karşı protestoların hız kazandığı bir dönemde dönüş için havalimanına gittim. Orada Müslüman protestoculara karşı acımasızca yapılan propagandalara şahit oldum.
Beni götüren Hindu taksici, bıçaklı saldırılar yapıldığı için Müslüman mahallelerinson derece tehlikeli yerler olduğunu söylemişti. Ona, “Orada bıçaklanan herhangi birini gördün mü?” diye sorduğumda “hayır” diye cevap verdi. Sorduğum sorudan dolayı şaşırmıştı.
Ona aslında var olmayan hayali bıçakların kafasında olduğunu, dışardaki insanların şiddet söylemlerini yayarak gerçek şiddeti bıçak zoruyla yaydığını söyledim. Ve şimdi Müslümanlar kendi mahallelerinde gerçek şiddete maruz kalıyorlar. Gerçek, söylentinin acımasız bir anti-tezidir.
Bu söylentileri yaymak bir politik bir taktik. Önce azınlıkları şeytanlaştırıyorlar sonrasında ise onlara karşı yapılan şiddeti kabul edilebilir hale getiriyorlar. Çoğunluk paranoyası, kitlelerde bölünmüşlük hissi ve güvenlik sorunlarının olduğu algısını oluşturarak onları asılsız korkulara itiyor.
Sadece kaybedecek bir şeyi olmayanlar, her şeyi kaybettikleri hissine kapılırlar. Nefretin ortaya çıkması bu tür korkular nedeniyle belirerek çoğunluğun akıl sağlığını ve ahlaki görüntüsünü kaybetmesine yol açar. Bu durumda şiddet politikası milliyetçi kutuplaşmadan ve gergin ortamdan yararlanıyor.
-------------
* Manash Firaq Bhattacharjee, “Milleti Arıyorum: Hindistan'ın Başka Bir Düşüncesine Doğru” kitabının yazarıdır.
AlJazeera / 27 Şubat 2020 / Çeviren: Fırat Taşdemir