28 Aralık 1996 Cumartesi günü İDKAM'da Ömer Mahir Alper "Hermenötik ve Kur'an'a Tarihselci Yaklaşımlar" başlıklı bir konferans sundu.
Giriş konuşmasında konunun, modern bir konu olduğunu ve modernizmin İslam dünyasını etkisi altına almasıyla birlikte ortaya çıkmış bir problemi ifade ettiğini belirten Alper, hermenötik ve tarihselci yaklaşımların gerek Batı, gerekse İslam dünyası açısından farklı anlamlan ve arka planlarının olduğunu söyledi.
Konunun İslam dünyasında ortaya çıkışının Batı hegemonyasının bir sonucu olduğunu belirten Alper, modernitenin ideolojik ve kültürel egemenliğinin; siyasi, bilimsel ve teknolojik üstünlüğünün müslümanlar üzerinde oldukça olumsuz etkiler bıraktığını ve bilhassa onları ezilmişlik ve yenilmişlik duygusu içerisinde savunmacı, uzlaşmacı ve özür dileyici bir tavra sürüklediğini, Kur'an'a tarihselci yaklaşımlarda temelde bu tür duyguların rol oynadığını ortaya koymaya çalıştı.
Alper, Kur'an'a tarihselci yaklaşımın İslami öze bir yabancılaşmayı ifade ettiğini ve böyle bir yabancılaşmaya kolaylıkla geçişte tarihten ya da gelenekten devralınan vahye yabancılaşmış kültür ve anlayışların önemli etkilerinin olduğunun altını çizerek tarihselcilerin görüşlerini gelenekle temellendirmeye çalıştıklarına dikkat çekti. Doğrudan Kur'ani perspektife sahip olmayan ve gelenekle modernite arasına sıkışmış insanların sağlıklı sonuçlara varamayacağını, sadece bu konuda değil başka pek çok konuda da yabancı ideoloji ve anlayışlara temayül gösterilebileceğini belirten konuşmacı, Kur'an'ı kalkış noktası olarak almanın iddiadan öte anlamı olması gerektiğini ve bunun fiilen gerçekleştirilmesi gerektiğini ifade etti.
Batı dünyasında ise hermenötik ve tarihselci yaklaşımların İslam dünyasından farklı, tamamen Batı'nın yaşamış olduğu tarihsel süreçle irtibatlı olduğunu söyleyen konuşmacı, bu sürecin bugün geldiği noktada izafiyetçi, agnostik ve subjektivist bir karakter arz ettiğini dile getirdi.
Hermenötiğin Gadamer'le ulaştığı zirve noktada doğruluk iddialarına yer verilmediğini, tüm doğruluk iddialarının anlamsız görüldüğünü belirten konuşmacı, bu yaklaşımın Batı'nın yaşadığı postmodern durumun bir yansıması olduğunu da sözlerine ilave etti.
Ona göre Batı, modernite ile birlikte vahyi ve kilisenin kutsalını reddederek yerine aklın vahyini ya da doğanın vahyini ikame etmeye çalıştı. Fakat süreç içerisinde Batı, aklın insanlığı kurtuluşa götürmesini beklerken kapitalizmin devasa gelişimine ve ulus devletlerin ortaya çıkıp bireyleri amansız bir kontrol altına alışına sahne oldu. İki büyük dünya savaşının felaketlerine izah getiremeyen Batılı düşünürler, bugün hermenötikte ve tarihselci yaklaşımlarda ifadesini bulan rölativizme geçerek mutlak hakikat fikrine karşı gelir bir tavır içine girdi.
Tarihselciliğin belli olguların sadece tarih içerisinde belirli bir zaman ve mekan boyutu içerisinde geçerli olduğunu, bu olguların evrensel hakikati ifade edemeyeceğini belirttiğini zikreden Alper, tarihselci yaklaşımın Batı'da modernite ile birlikte yükselen değerler karşısında kitab-ı mukaddes'in taşıdığı çelişkileri açıklamak üzere kullanılan bir teknik olarak ortaya çıktığını ifade etti. Heideger'le başlayan ve Gadamer'le devam eden hermenötik tarihsellikte ise insanın bir süper egemen özne olarak eşyaya bakmasının eleştirildiğini ortaya koyan konuşmacı, bu yaklaşımın insanı tarihle malûl gördüğünü ve metin dahil eşyaya bakan insanın tarihi koşulların belirlenimi altında olduğunu dolayısıyla hakiki anlamanın mümkün olamayacağını iddia ettiğini söyledi.
Konuşmanın birinci bölümünde hermenötiğin kavramsal ve tarihsel anlamı üzerinde durularak onun felsefi anlamı çerçevesinde açıklamalar getirildi. Buna göre hermenötik, "yorumlama sanatı" anlamına gelen Yunanca "hermeneuein"den geliyor olup bugün bu terim insan ifadelerinin yorumlanmasının doğası ve ön kabulleri ile ilgili bir disiplini ifade etmeyle neredeyse özdeş bir duruma gelmiştir. Hermenötik sadece metni elde etmeye çalışmamakta; mutlak doğruyu elde etme çabasında da kendini göstermektedir.
Hermenötiğin bugün gelinen noktada asli iddialarından birini "ancak yorum vardır" ya da "yorumdan başka bir şey yoktur" sloganının oluşturduğu ifade edilerek temel sorularının ise şunları kapsadığı belirtildi: Elde etmeye çalıştığım objenin benim dışımda bir gerçekliği var, yorumlarım ne kadar kendini aşıp da o gerçekliğe varabilmektedir? Benim yorumumun karşılığı nedir, nereye referansta bulunuyor?. Benim anladığım şey gerçekten anladığım mıdır? Anlam sürecinde beni ne etkiliyor? Anlama nedir, metin nedir?
Reform hareketlerinden sonra, daha doğrusu protestanların incili doğru bir biçimde yorumlama ihtiyaçları doğunca hermenötikin önem kazandığını belirten Alper, Ortaçağ hermenötiğinin yani tefsir biliminin İncil'e dört türlü anlam verileceğini savunduğunu; bunların lafzı, mecazi, ahlaki ve uhrevi şeklinde olduklarını; fakat reformasyon hareketinin lafzi ya da gramatik yorum üzerinde ısrar ederek İbranice ve Yunanca çalışmayı ve öğrenmeyi ön gördüğünü söyledi. Alper konuyu şöyle sürdürdü.
Aslında modern hermenötiğin ortaya çıkışına kadar evrensel ve felsefi bir hermenötik söz konusu değildir. Sadece hukukla, tefsirle, edebiyatla İlgili hermenötiklerden ya da anlama ve yorumlama tekniklerinden, lokal hermenötiklerden söz edilebilir. Benzer yorumlama ve anlama teknik ve yöntemlerine İslam dünyasında da pekala rastlanabilir. Fakat hermenötiğin genel olarak anlamanın ve yorumlamanın doğası ve mahiyeti ile ilgilenen felsefi bir disiplin halini alması yeni bir olgudur ve burada Gadamer zirve noktayı oluşturmaktadır. Ondan önce genel bir hermenötik için ilk teşebbüsler Friedrich Schleiermacher ve Düthey tarafından ortaya konuluyor. Bununla birlikte bu ünlü kişiler doğru anlama için bir metod geliştirme çabasına girdiklerinden Gadamer tarafından eleştirilmişlerdir. Çünkü ona göre metod, anlamı yakalamaya olan inanca binaen düşünülebilecek bir şeydir. Oysa Gadamer metodun kendisinin tarihsel olduğunu ve sübjektiviteyi barındırdığını böylece tarihle kuşatılmış insanın anlamı da zaten yakalayamayacağını söyleyerek bu tür metod arayışlarının kendisini anlamsız görmektedir.
Dilthey'den sonra Heideger'le birlikte hermenötik, ontolojik bir temele çekiliyor ve varlık olarak önbelirlenimlere ve şartlanmalara sahip bir insanın anlamasından ziyade yorumlaması üzerinde durularak hermenötikte sübjektivitenin ve tarihselliğin temelleri atılıyor.
Heideger'in öğrencisi Gadamer, ontolojik bakışın yanında dili esas alıyor ve dilin ontolojik olarak her türlü anlamada önceliğini vurguluyor. Şunu soruyor: Benim bildiğim dil ve kelimeler içerik olarak acaba metnin kullandıklarıyla aynı mı? Bende sürekli bir ön anlam var; bu demektir ki anlamada beni belirleyen kavramlar ve o kavramların içeriğidir.
Gadamer'in kesin anlama inanmadığını, tarihsele!, izafiyetçi ve subjektivist olduğunu ifade eden Alper, onun görüşlerinden bazılarını başlıklar halinde şöyle ortaya koydu.
-Yorumlar tarihsel olduğundan hangisinin doğru olduğunu bilemeyiz. Tüm yorumlar aynı değere sahiptir.
-Anlama sadece bir yeniden üretme değildir. Fakat daima ona ilaveten bir üretici tutumdur. Metnin anlamını kazanma hiç bir zaman sonuca ulaşamaz. Metnin anlamı demek, bir İddiada bulunan metin ile o iddiaya kendini açan yorumcu arasındaki karşılaşmada karşılıklı belirlenimdir. O sizi belirler, siz onu belirlersiniz.
-Tüm anlama çabaları bir ön şartlanmadan geçmektedir. Bir ön belirlenmenin varlığını kabullenmeden bütün anlama gayreti bilimdışı bir bozulma olmaya mahkumdur. (Anlayan şahıs olarak özneyi ön belirleyen duruma Gademer etkin tarih demektedir. Yani o. sadece araştırma konusu olan şeyin tarihi etkisi değil aynı zamanda benim varlığımın bünyesini oluşturan diğer bütün etkilerin hepsidir). O halde nesnel anlama diye bir şey olamaz. Hatta bu ön şartlanmanın farkına varılsa dahi yani normal tarihsel bilinçten ayrı olarak etkin bir tarihsel bilinç dahi geliştirilse bu o kadar sınırlı olur ki ön şartlanmayı hiç bir zaman aşamayız.
-Aslında biz tarihe aitiz, tarih bize değil. Kişinin kendi benliğinin farkına varması sadece tarihsel hayatın kapalı devrelerindeki bir titreşimdir. O halde felsefi hermenötik açısından tarihsel ile dogmatik usul arasında fark yoktur.
Konuşmasının son bölümünde tarihsellik kavramı ve yorumsal tarihselciliğin mahiyet ve gelişim seyri üzerinde duran Ömer Mahir Alper Batı'da, İslam dünyasında ve Türkiye'de Kur'an'ı tarihselci bir perspektifle anlamaya ve yorumlamaya çalışan yaklaşımlara değinerek kendini müslüman olarak takdim eden bazı kimselerin Kur'an'a tarihselci yaklaşımlarının üç kategoride değerlendirilebileceğini söyledi. Batılıların Kur'an'a bütünüyle tarihsel baktıklarını, onu vahiy ürünü olarak görmediklerini ve "Muhammed"in kendi dönemindeki tarihi, sosyal siyasi ve ekonomik etmenlerin ışığında böyle bir metni "ürettiğini" iddia ettiklerini belirten konuşmacı, müslüman olduklarını iddia eden tarihselcilerin bu söylemle bir takım benzerlikler içerisinde olsalar da vahye inandıklarını söylemeleri bakımından onlardan ayrıldıklarını ifade ederek bu üç türlü yaklaşımı şöyle ortaya koydu.
1. Kur'an'ı Tarihsel Görüp O'nu Anlamayı Tarihsel Görmeyen Yaklaşımlar:
Bu yaklaşım, diğer tarihselci yaklaşımlarda olduğu gibi Kur'an'ın tümel (külli) ve tikel (cüz'i) olmak üzere iki tür hükme sahip bulunduğu varsayımına dayanmakta ve Kur'an'ın bu varsayılan tikel hükümlerinin (hukuk, ekonomi, aile ve politika gibi alanlarla ilgili hükümlerin) O'nun indiği dönemin tarihi (sosyal, siyasal, ekonomik vd.) şartlan ile belirlendiğini, bu nedenle genel geçer ve evrensel hükümler olamayacağını ve onların gerçek anlamlarının anlaşılmasının yani onların ardındaki tümel (evrensel) ilkelerin kavranmasının ancak bu tarihi şartların gereği gibi bilinmesiyle mümkün olabileceğini ileri sürmektedir. Yine buna göre ahlaki ilkeler Kur'an'ın vermek istediği temel ve evrensel ilkeler olarak ortaya çıkmaktadır.
Bu yaklaşımın temsilcisi olarak Fazlurrahman görülebilir. Ve o Kur'an'a tarihsel yaklaşım konusunda öncü bir isim olarak kendini gösteriyor. Fazlurrahman'a göre Kur'an'ın işlevi gerçeklikle mutabakat halinde olan evrensel bir değerler bütününü belli bir tarihilik içinde ortaya koymak olmaktadır. Mutlaklık ancak Kur'an'ın genel ilkelerine ait olabilir. Zira Kur'an peygamberin zamanındaki ahlaki ve toplumsal durumlara ve özellikle onun zamanında ticaretle uğraşan Mekke toplumunun sorunlarına gönderilen ilahi cevaptır. Ona göre ilk nesil müslümanları gerçekçi idi ve başarıları burada yatıyordu. Çünkü onlar İslam hukukuna hammadde teşkil eden elemanları, fethettikleri ülkelerin adet ve geleneklerinden alıp gerekli gördükleri yönleri Kur'an ışığında İslam'a uydurarak Kuran ile bütünleştirdiler. Ahlaki diyebileceğimiz bütün değerler, -ki asıl ilgilenilmesi gereken değerler bunlardır- tarih üstü yani aşkın bir varlığa sahiptirler. Bunların tarih içinde belli bir zamanda yer almaları, onların uygulanma alanlarını ortadan kaldırmaz. Tarihi değerler, mesela saf iktisadi değerler gibi, diğer bazı evrensel değerlere benzemezler. Belli bir toplumda ve belli bir geçmiş zaman içerisinde uygulanan her hangi bir iktisadi değerin tüm ömrü, o sosyo-ekonomik ortama hastır. Ve bu değerin anlamı kendi ortamını pek fazla aşamaz. Ama ahlaki değerler için durum pek böyle değildir. Kur'an Allah'ın tarih içinde cereyan eden durumlara peygamberin zihni vasıtasıyla verdiği cevaplar olduğu için onun indiği ortamı bilmek Kur'an'ı anlamak için bir zorunluluktur. Çözüm, sadece Kur'an'ın emirlerini tam manasıyla kendi bağlamları içinde ve evveliyatı açısından anlayarak, Kur'an ve sünnetin getirdiği hükümlerin arka planındaki ilkeleri ve değerleri bulup çıkarmaya çalışmaktır. Kur'an'ı literal (lafzi) manasıyla uygulamakta ısrar etmek O'nun toplumsal ve ahlaki gayelerini, hedeflerini kasten yok etmektir.
Ona göre Kur'an bize pek fazla genel ilke vermemekte; belli ve somut tarihi meselelere çözümler getirmekte, kararlar vermektedir. Ancak ya açık bir biçimde ya da imalı bir yolla bu çözümlerin ve kararların arka planındaki sebepleri de sunmaktadır. İşte genel ilkeler ancak bu sebeplerden çıkarılabilir. Genel ilkeler bu fiilen ortaya çıkmış olan meselelerin somut çözümlerinden ayrılıp çıkarılmalıdır. Her zaman geçerli olma özelliği Kur'an'ın özel çözümlerine değil de sadece genel ilkelerine aittir. Kuran ahlaki olanı somutlaştırma, genel ilkeleri özel durumlara uygulama ve ahlaki olanı hukuki ve hukuki mahiyetteki emirler şeklinde ifade etme eğilimindedir.
İslam ve Çağdaşlık adlı eserine sık sık atıfta bulunarak Fazlurrahman'ın yukarıdaki görüşlerini özet olarak veren Alper, onun Kur'an'daki sosyal ve hukuki düzenlemeleri tarihsel gördüğünü ve dolayısıyla bunların arkasındaki evrensel ilkeleri yakalamak için sebeb-i nüzulü bilmeyi şart koştuğunu belirtti. Yine onun Kur'an'ın anlaşılması için iki yönlü hareketi şart koştuğunu ve bunların: 1. Bağlamı yakalamak için sebeb-i nüzul ve bütünlüğü yakalamak, 2. Oradan günümüze gelmek ve evrensel ilkeleri yeniden hayata geçirmek şeklinde ifade ettiğini belirtti.
Fazlurrahman'ın yorumlama konusunda Gadamer'e karşı çıktığı ve fakat Betti'yi savunduğu söylenen konuşmada onun ve bu kategoride değerlendirilen şahsiyetlerin Kur'an'ın objektif ve doğru anlamının yakalanacağına inanmaları bakımından (yani anlamanın tarihsel olmadığını iddia etmeleri açısından) diğer kategoride değerlendirileceklerden farklılaştıkları ifade edilerek Kur'an'a tarihselci yaklaşımın ikinci türüne geçildi.
2. Hem Kur'an'ı Hem de O'nun Anlaşılmasını Tarihsel Gören Yaklaşımlar:
Bu yaklaşımın Kur'an'ın tarihselliği noktasında birinci yaklaşımla benzerliğini ortaya koyan Alper, burada Fazlurrahman'ın aksine Kur'an'ı anlamanın da tarihsel olduğunun savunulduğuna yer verdi. Mademki Kur'an tümel (evrensel) ve tikel (tarihsel) hükümlere sahip o halde tümel hükümlerin tikel hükümlerden çıkarılması gerekir ki bu bir içtihadı gerektirmektedir ve zannidir, yani sübjektiftir. İkinci husus bu çıkarılan sübjektif evrensel ilkelerin kendi zamanımıza uygulanması yani yeni bir düzenlemeye gidilmesi gerekmektedir ki bu da sübjektif ve tarihsel bir durumdur. Gerek evrensel ilkelere varmada gerekse bunları mevcut şartlara uygulama eyleminde tarihsel, sosyo-ekonomik şartların etkisi söz konusudur ve hakikati yansıtamaz.
Bu yaklaşıma belirgin örnek olarak Ankara İlahiyat Fakültesi Tefsir Anabilim Dalı Doçenti Mehmet Paçacı'nın verildiği konuşmada, onun Gadamer'in yaklaşımını benimsediği belirtilerek görüşleri üzerinde duruldu. Buna göre Paçacı'nın konuyla ilgili iddialarından bazıları şöyle sıralanabilir:
-Kur'an'ın işlevi, gerçeklikle mutabakat halinde olan evrensel bir değerler bütününü belli bir tarihilik içinde ortaya koymak olmaktadır.
-Kur'an bir ahlakî hükümler bütünüdür.
-Kur'an hüküm verme amelinden daha çok onda esas alınması gereken ilke ve öncülere dikkat çekmektedir. Bu tutum onun bir değer oluşturmak olan amacına da uygun düşmektedir.
-Hüküm verme ahlaki-ameli bir anlamaya varmadır..
-Kur'an tarihsel olarak okunmalı. Çünkü Kur'an tarihsel hükümlerden oluşmaktadır. Kur'an pek çok tikel hüküm içermekte; sosyal, siyasal, hukuki, ekonomik, ailevi, boşanma, nikah ve mirasla ilgili hükümler gibi. Bunlar o günkü tarihsel şartlar altında indirilmiş tikel hükümlerdir, Bunlar o günkü şartlar altında Kur'an'ın tümel hükümlerinin en iyi ve tutarlı uygulamalarıdır. Ama bugün bize düşen bu tikel hükümlerden tümel hükümlere vararak yeniden tikel hükümler oluşturmak. Tümel hükümlere varmak içtihadi bir olaydır; dolayısıyla zanni ve sübjektiftir, ikinci subjektifite alanı ise bu tümel hükümleri bizim tarihsel durumumuza uygulamada ortaya çıkmaktadır. Dolayısı ile Kur'an'ı anlamak sübjektif bir olaydır.
-Çıkardığımız ölçülerin doğruluğunu kanıtlayacak bir ölçüt yoktur. Çünkü herkes kendi bulunduğu tarihsel şartlar içinde olaya müdahale etmektedir.
Paçacı'nın, görüşlerini temellendirme noktasında Fazlurrahman gibi sık sık geleneksel din anlayışından mesnedler aradığına dikkat çeken Alper, zaman zaman istihsan, istislah ve maslahat gibi bir takım usuli kavramların istismar edildiğini de sözlerine ilave etti.
3. Kur'an'ı Tarihsel Görmeyip Anlaşılmasını Tarihsel Gören Yaklaşımlar:
Bu yaklaşıma göre Kur'an Allah'ın mutlak ilminden bir bilgidir. Allah'ın mutlak ilmi tarihsel olamayacağından Kur'an da tarihsel değildir. Fakat onun muhatabı olan biz insanlar tarihsel olduğumuzdan Kur'an'ı anlamamız da tarihseldir.
Bu yaklaşıma örnek olarak Fazlurrahman'ın öğrencisi olmuş ve şuanda Malezya'da öğretim görevlisi olan Prof.Dr. Alpaslan Açıkgenç'i veren Alper sonuç ve değerlendirme konuşmasında özetle şöyle dedi.
Kur'an'ın tarihselliğine ilişkin serdedilen iddiaların kesinlikle Kur'ani bir temeli söz konusu değildir. Bu yaklaşımlar, Modern Batı'nın dayatmaları ve zorlamaları sonucu ortaya çıkmış bir eziklik ve mahcubiyet psikozu içerisinde özür dileyici ve uzlaşıcı tavrın tezahürleridirler. Kur'an'ı evrensel ve tarihsel ya da külli ve cüz'i gibi ayırımlara tabi tutmak sunidir. Bu yaklaşımları ortaya atanların hiçbiri görüşlerini temellendirme noktasında Kur'an'a referansta bulunmamakta; ya geleneğe ya da moderniteye atıfta bulunmaktadırlar. Oysa her iki referans kaynağının furkan olan Kur'an tarafından eleştiriye ve sorgulanmaya tabi tutulması gerekmektedir. Gerek gelenekte yabancı kültürlerle temas ve onların benimsenmesi sonucu ortaya çıkan yabancılaşmanın- ki buna klasik İslam modernizmi denilebilir- gerekse günümüzdeki yabancılaşmanın -çağdaş (yeni)İslam modernizmi- aşılabilmesi ve net İslam kimliğine sahip olunabilmesi ancak referans kaynağının doğrudan Kur'an olmasıyla aşılabilir.
Gelenekte vücut bulan nasih-mensuh, sebeb-i nüzul vb. yanlış içeriklere sahip kavram ve teorilerden medet ummak ve Kur'an'ı tanımlamada modern paradigmayı esas almak yeni çıkmazlara ve özden uzaklaşmalara sebebiyet verecektir.
Tarihselci yaklaşımların, gerçekte tarihe müdahale etmek için indirilmiş Kur'an yerine, kendisine tarihin müdahale ettiği bir Kur'an anlayışına geçit verdiğini savunan Alper, vahyin ve ilahi hükümlerin zaman ve mekandan beri Allah tarafından indirilmiş olduklarını ve Kur'an'a, Batı'da beşeri objeler ya da metinler üzerine kurulu, "Dahiliği kabul etmeyen" bir yaklaşım ve ideoloji sonucu üretilmiş olan anlama ve yorumlama teori ve felsefeleriyle yaklaşılamayacağını söyledi.
Kur'an'a tarihselci yaklaşanların, O'nu indiği dönemin tarihsel şartlarıyla kayıtladıklarından, hükmün anlaşılması için, daha başka bir ifade ile o dönemin "etine kemiğine bürünmüş" olan evrensel prensiplerin çıkartılabilmesi için sebeb-i nüzul bilgisi üzerine vurgu yapmalarının anlaşılır olduğunu söyleyen Alper; bununla birlikte aslında Fazlurrahman gibi Kur'an'ı objektif olarak anlamayı savunanların bile sebeb-i nuzula yaklaşımları dolayısıyla Kur'an'ı zanni ve sübjektif bir temele oturttuklarına işaret etti.
Hükmün illetinin değişmesiyle hükmün de değişeceğini söyleyen Alper, yalnız bunun tesbitinin indi yorumlarla yapılamayacağını, illetin tesbitinde de açık ve kesin Kur'an naslarına dayanılması gerektiğini belirtti. Bu yaklaşımın tarihselci yaklaşımlardan bir farkının da illetin geri gelmesiyle hükmün de geri geleceğini vurgulaması olduğu belirtilen konuşmada nihai anlamda bir hüküm iptalinden söz edilemeyeceği zikredildi.
Kur'an'ı anlamanın sübjektif olduğunu ve yorumlar arası tercih yapmaya imkan verecek bir üst yorumun ya da anlamın olamayacağı iddialarına da deyinen konuşmacı sözlerini şöyle sürdürdü:
Kur'an'ın anlaşılmasını tarihsel, sübjektif ya da izafi görmek aslında Kur'an'ın belli bir doğrultuda tarihi değiştirici ve dönüştürücü bir mesajının, rehberliğinin ve de en önemlisi hidayete erdiriciliğinin olmadığını savunmak demektir. Çünkü kavranamayan mesajın hiç bir anlamı olmaz. Anlam, doğru kavranabiliyorsa bir anlam ifade eder.
Kur'an'ın kendisini apaçık (mübin), hidayete erdirici ve furkan (hakkı ile batılı ayırt eden) olarak tanımladığını ve bu tanımların onun objektif anlamına işaret ettiğini belirten Alper, Kur'an'ın anlaşılmasını sübjektif görmenin Kur'an adına bir iddiada bulunmayı ve vakıayı dönüştürme hedefini de ortadan kaldırdığını söyleyerek böyle izafiyetçi yaklaşımların egemen güçler tarafından desteklendiğini çünkü objektif hakikate sahip olduğuna iman edilmiş bir iddiaya sahip olmayanların kendilerinden emin olamayacaklarını ve egemen şirk düzenine meydan okuyamayacağını sözlerine ekledi.
Tarihselcilerin, ahlak esaslı bir Kur'an düşündüklerini iddia etmelerine rağmen en büyük ahlaksızlık olan şirke ve istikbara, zulüm düzenlerine ve emperyalizme karşı kesinlikle mücadele yürütmediklerini, bunun bir çelişki ve samimiyetsizlik olduğunu sözlerine ekleyen Alper, aksine Kur'an'a tarihselci yaklaşımların öncü siması olan Fazlurrahman'ın tarihselci tezlerini işlediği İslam Ve Çağdaşlık adlı eserinin Ford Vakfı gibi emperyalizmin ve kapitalizmin öncü kuruluşlarından birisi tara-fandan tasarlanan bir projenin neticesi olarak ortaya çıktığını ve bunun eserin giriş kısmında belirtildiğini zikretti.