Her Sokakta Müslümanlar Var

Mehmet Ali Kaçmaz

Özgür-Der

Özgür-Der insan onurunu, izzetini zedeleyen, zarureti hamseyi tehdit eden durumlar ile ilgili süreçleri takip eden, bu bağlamda sahada eylemler yapan ve toplumu adaletsizliklere karşı bilinçlendirmeyi hedefleyen bir kuruluştur. Derneğimizin yardım çalışmaları ise yıllarca ramazan ve kurban bayramlarında gönüllülerinin infaklarını, zekâtlarını ve kurbanlarını Filistin’e ve özellikle de Siyonist abluka altındaki Gazze’ye göndermekle sınırlı kalmıştır. 2011 yılında Suriye’deki haklı başkaldırının, Esed rejimi tarafından vahşice bastırılmaya çalışılması sonrasında ortaya çıkan insani kriz nedeniyle yardım çalışmalarımızın seyri de değişti. Suriye intifadasının başından itibaren gönüllülerimiz İHH ve Fetih Vakfı üzerinden Suriye’de yardım çalışmalarına yoğunlaşmış ve kurumumuzun yardımları daha görünür hale gelmeye başlamıştır.

Kur’an ve Sünnet rehberliğinde tevhidi, adaleti, özgürlüğü getirecek yolda beraber yürüdüğümüz üyelerimizin desteğiyle derneğimizi yardım seferberliğine de iten yegâne dinamik Rabbimizin bize bahşettiği merhamet nimetinden başkası değildir. Bu dinamiğin İslami camiaların tümünü harekete geçiren bir dinamik olduğu izahtan varestedir. Şu günlerde yaşadığımız büyük afette bunu net bir şekilde görmekteyiz. Felaketin etkilediği coğrafyanın geniş olması sebebiyle devlet destekli kurumların yetişemediği bölgelerde İslami gönüllü kuruluşların çabalarına şahit olduk. AFAD, Kızılay, belediyeler, itfaiye ve madenci ekipleri birçok yerde özverili çalışmalar yaptılar ama birçok yerde de İslami kuruluşlar bu kurumlardan önce arama kurtarma ve yardım çalışmaları başlattılar. Bu süreçte yardım konusunda Müslümanlar açısından bir iftihar tablosunun ortaya çıktığını söylemezsek, içinde bulunduğumuz topluluğa büyük bir haksızlık etmiş oluruz.

Yardım, Mağdurun/Mazlumun Üzerimizdeki Hakkıdır!

Türkiye’de 40’a yakın şube ve temsilciliği olan derneğimizin, farklı şehirlerden üye ve gönüllüleri depremin ilk anından itibaren afet bölgelerine hızlıca hareket etmişlerdir. Depremin meydana geldiği Kahramanmaraş başta olmak üzere Adana, Diyarbakır ve Elazığ’da şubelerimizin olması sebebiyle yardım çalışmaları bu bölgelerde süratle başlamıştır. Yaşanan afet sırasında Kahramanmaraş şubemiz de yıkıldı. Yol ve hava muhalefeti sebebiyle derneğimizin İstanbul’daki genel merkezinden yola çıkan üyeleri ancak depremin ikinci gününde Hatay’a vardılar; bir kısmı Antakya’daki çalışmalara katılırken bir kısmı da Suriye’ye geçtiler. Deprem bölgesindeki şubelerimiz kendi mahallerinde çalışma başlatırken civardaki şubelerimiz ise depremden yoğun etkilenen illere geçiş yaptılar, aynı zamanda ülkedeki diğer şubelerimiz de topladıkları yardımları gönüllü üyeleriyle birlikte bölgeye gönderdiler. Hatay ve Kahramanmaraş’taki arama kurtarma çalışmalarında lojistik destek veren gönüllülerimiz, insani yardım malzemeleri ulaştırmak için ise depremin ilk saatlerinden itibaren seferber oldular. Mağdur ve mazlumlar üzerimizde hak sahibidirler. Bu hakkı gecikmeksizin ödemek üzere organizasyonumuzu mümkün olduğunca hızlı planlayıp harekete geçtik.

Kendileri de depremzede olan Diyarbakır’daki üyelerimiz, şubelerini ilk saatlerden itibaren yaklaşık 700 depremzedeye tahsis ettiler, üç öğün yemek ve diğer ihtiyaçlarının karşılanmasını sağladılar. Bu depremzedeler hâlâ Diyarbakır şubemizde konaklamaktadırlar.

Adıyaman Cumhuriyet Mahallesinde ve Hatay Millet Bahçesinde konumlanan üyelerimiz hem bulundukları konumlarda hem de kendi araçları ile çevre ilçeler ve köylere yardım dağıtımı yapmaya devam ediyorlar. Hatay'daki çalışmalarımız ülkemizin farklı illerinden gelen üyelerimiz tarafından nöbetleşe sürdürülmektedir.

Depremin yerle bir ettiği bir diğer bölge olan Suriye’de de ilk günlerden itibaren çalışmalara destek verdik. Özgür-Der gönülleri, Suriye'nin Cinderes/Afrin bölgesi ile İdlib'in Salkin ve Harim bölgelerini ziyaret ederek bölgeye yardım ulaştırdılar. Özgür-Der Başkanı Rıdvan Kaya ve beraberindeki heyet de yardım bölgelerini ziyaret ederek çalışmalara bizzat katıldılar ve yardım seferberliği çağrısında bulundular.

26 Şubat itibariyle yapılan çalışmalar sonucu, sahada bulunan 300’ün üzerinde gönüllü personelimiz aracılığıyla 10 TIR kuru gıda, 12 TIR un, 3 TIR su, 1 TIR sebze, 110 bin ekmek, bin kumanya, 2.5 ton beyaz et, 4.500 litre sıvı yağ, 80 bin porsiyon sıcak yemek, 20 bin sandviç, bin mont, bin bot, 3 TIR battaniye, 50 çadır, 500 tüp, 600 soba ve çeşitli miktarlarda yakacak, iç ve dış giysi, temizlik malzemesi ile konserve ve aperatifler ihtiyaç sahiplerine ulaştırıldı.

Sıradan Bir Felaket Değil

Depremin yıkıma sebep olduğu coğrafyanın büyüklüğünü göz önüne almadan yapılan değerlendirmelerin gerçekliği yansıtmayacağının altını çizmek gerekir. Yaşadığımız son afet İzmir ve Van depremleri gibi dar bir bölgede gerçekleşmemiştir. Eleştirilerimiz ve analizlerimizde bölgenin büyüklüğü hesaba katılmalıdır. Tabiî bunları devlet organlarının ve yetkili birimlerin organizasyon zaaflarını perdelemek maksadıyla değil, haksızlık yapmaktan kaçınmak amacıyla dile getirdiğimiz açıktır. Geçtiğimiz hafta yayınlanan Birleşmiş Milletler verilerine göre Marmara depreminde 13 milyon ton enkaz oluşurken, bu yeni afette enkazın 116-210 milyon ton aralığında olması vakıanın şiddetini gözler önüne sermektedir. En iyi ihtimalle Marmara depreminin 10 katı ya da daha büyük bir felaketten söz ettiğimiz unutulmamalıdır.

Bürokratik Sayıların Anlamsızlığı

Depremin kritik dönemleri olarak gösterilen ilk 24, 48 ve 72 saatlik süreçlerde mülkî amirler farklı uygulamalara imza attılar. Devlet aygıtının sayılar üzerinden yapmış olduğu ve kimi kurumlar için gösterişten öte olmayan çalışmaların felaket anında aslında sadece kâğıt üzerinde kaldığı ortaya çıkmıştır. Neredeyse her memura aldırılan ilk yardım eğitimi ya da binlerce kez tekrarlanan deprem tatbikatlarının, iç çalışmaların ve eğitimlerin pratiğe yansımadığını hep birlikte gördük. Hatta Pazarcık merkezli ve yedi şehri etkisi altına alacak bir depremin tatbikatının bile benzer durumda sahaya yansımadığını biliyoruz. Yetkililer ise gerçeği yeterince yansıtmayan hamasi söylemlerle durumu idare etme çabası güdüyor. Elbette hiçbir faydalı işin içinde olmayan, her hayırlı işi engelleyen ve genel olarak İslam düşmanlığı şemsiyesi altında toplanan Kemalist, sol, sosyalist kesimlerin eleştirilerini ve söylemlerini dikkate almıyoruz. Ama deprem anında enkaz altında çocuğunun, babasının, akrabalarının, komşularının seslerini duydukları halde müdahalenin gecikmesi sebebiyle yakınlarını kaybedenlerin hikâyeleri ve birebir şahit olduğumuz benzer durumları görmezden gelemeyiz. Depremin üzerinden 20 gün geçmesine rağmen hâlâ çadır konusunu konuşuyor olmak sistemin temelden sorunlu olduğunun bir tezahürüdür.

Koordinasyonsuzluğun oluşturduğu muğlaklık ve yakınlarını enkazdan çıkaramayanların hissettiği yalnızlık unutulacak gibi değil. Afeti duyar duymaz toparlanıp gelen arama kurtarma ekiplerinin nereye müdahale edeceğinin bile koordine edilemediği, her ekibin rastgele bir sokağa girdiği, kimin nerede ne çalışma yaptığının bilinmediği ama herkesin harıl harıl çabaladığı bir ortamda ancak bu kadar iş ortaya konabilirdi. Gönüllülerin ellerinden gelenin fazlasını yaptığını bile söylemek yanlış olmaz. Ama koordineli bir ortam olması durumunda daha da iyisinin olabileceğini sahadaki herkes rahatlıkla söyleyebilir. Devletin konuyu birkaç müteahhide ceza keserek kapatmaya çalışması da kabul edilemez.

Ahlak Enkazının Altında Kalanlar

Yardım çalışmalarına dair birçok konu konuşmak mümkün. İhtiyaç sahibini incitmemek, insanları teşhir etmemek, kargaşaya mahal vermemek vs. Ama bunlardan daha da önemlisi yardımı ulaştırırken ayrım yapmamaktır. Maalesef her noktada olmasa bile genel olarak muhacirlerin mağdur edildiği bir süreci gözlemliyoruz. Birinci sınıf beyaz Türk ırkçılarının köpürttüğü özellikle Suriyeli düşmanlığının böylesi bir felaketten sonra bile köpürmeye devam etmesi ahlaki bir çöküşün ve hatta yok oluşun bir sembolüdür. Öğrenci yurtlarının afetzedelere ayrılmasında isabet edilirken buralara yabancı uyruklu depremzedelerin alınmaması ahlakın da enkaz altında kaldığını göstermiyor mu? Depremzede muhacirlerin daha pek çok noktada mağdur edildiği biliniyor. Tüm bunlar genel olarak sergilenen örnek dayanışma sürecine halel getiriyor.

Müslümanlar Bu Ülkenin Yüz Akıdır

1999 Gölcük depremini İstanbul’da yaşayan biri olarak bölgeye bizden önce ulaşan kardeşlerimizin olayı çok fazla abarttıklarını düşünmüştüm. Çünkü 2023 yılında Türkiye’nin göbeğinde akaryakıttan suya kadar bu derece bir mağduriyetin oluşabileceği aklımın ucundan bile geçmemişti. Daha ilk anda Hatay’da karşılaştığım yıkım görüntüsü ile akşam almak zorunda kaldığım teyemmüm, zannımın ne kadar yersiz olduğunu gösterdi.

Bölgede hangi sokağa girerseniz girin simalarından, üzerlerindeki yeleklerde yazan dernek veya vakıf adlarından İslami bir kuruluşun mensubu olduklarını hemen anlayabileceğiniz Müslümanları ve çabalarını görüyorsunuz. Bu, bizler adına müthiş bir motivasyon kaynağı oldu. Her toplumda muhakkak ki “erdemli“ insanlar vardır ve deprem anında bunlar da özverili çalışmalar yapmışlardır ancak Müslümanlar topyekûn bir kalkışma ile meseleye dört koldan saldırarak sahanın her ihtiyacını karşılama yoluna gitmektedirler.

Suriye’nin Özgür Bölgelerinden Türkiye’ye Ekmek Taşımak

Aslında hayal etmesi bile zor olan ama biz Müslümanları haddinden fazla mutlu eden bir olayı da paylaşmak isterim. Suriye’nin özgürleştirilmiş bölgelerinden olan İdlib ve Azez’de bölge halkının ihtiyacı için kurulan fırınlar depremin ilk anlarından beri Hatay ve Kilis’e ekmek temin ediyor, yine bölgedeki mutfaklar Türkiye tarafına sıcak yemek yolluyor. Bölgenin kendisi de depremzede olmasına rağmen Suriyeli kardeşlerimiz Türkiye’deki afetzedeler için seferber olmuş durumda. Bölgede fırından markete her yerin yıkıldığı ya da kapandığı bir ortamda bu çok kıymetli ve işlevsel bir çaba olarak karşımıza çıkıyor. Bu çabalar Müslüman beldeler arasında çizilmiş olan suni sınırların anlamsızlığını bir kez daha gözler önüne seriyor. Bununla beraber İslam kardeşliğinin bu suni sınırlardan beri olduğunu görmek, Allah’a olan şükrümüzü ve imanımızı artırması açısından önem arz ediyor.

Sonuç olarak elbette Rabbimizden musibet isteme gibi bir durumumuz söz konusu değildir. Allah muhafaza etsin. Fakat böyle bir durumda hızlı şekilde organize olup hemen felaket bölgesine hareket etmenin elzem olduğu gerçeğini yalın bir şekilde gördük ve birkaç saat daha erken gitmediğimiz için pişmanlıklar yaşadık. İlk üç günden sonra ise hedef odaklı, daha sistematik çalışmaların yapılması ve bunun uzun bir süre devam ettirilmesinin gerekliliği şüphesizdir. Depremin hemen ardından toplumun tüm kesimlerinde ve ümmet coğrafyasında sergilenen yardım seferberliğinin zaman içinde zayıflayacağı gerçeğini unutmamalı; programımızı uzun bir zaman ihtiyaçların olacağı bölgede yardım çalışmalarını sürdürecek şekilde ayarlamalıyız.

Bir öncelikler fıkhı oluşturarak yardım çalışmalarının yeterince ulaşmadığı bölgelerin ve özellikle resmî genelgeler ile devlet yardımlarından mahrum bırakılan muhacirlerin gözetilmesi gerektiğinin altını çizmek isteriz. Samimi ve ihlaslı bir şekilde yapılan yardım çalışmalarının Rabbimizin yardımıyla artarak ve daha organize bir şekilde devam edeceğine olan inancımız tamdır.