Kimi yerlerde başarı ve ümitlerle kimi yerlerdeyse büyük sıkıntı, ağır kayıplar ve gözyaşları içerisinde giriyoruz yeni bir hicri yıla. Ama geride bıraktıklarımız olsun ileride elde etmek istediklerimiz olsun Allah’ın rızasını kazanmak için her daim hicret etmekten ve hicret edenlere ensar olmaktan başka onurlu bir seçenek olmadığını işaretlemektedir bizlere. Bütün müminlere emredilen hicret, gerek anlam gerekse inşa etmek istediği bireysel ve toplumsal hayat itibariyle zulmü gidermeye, adalet ve merhameti tesis etmeye matuftur çünkü.
Suriye’de masum insanların dökülen kanlarına, katlanarak büyüyen acılarına sebep olanların sayısı giderek artıyor. Esed/Baas cuntasını ayakta tutan Rusya-İran/Hizbullah bloğunu Cenevre’deki sözde barış görüşmeleri bahanesiyle AB ve ABD de desteklemekte. Başta Suriye ve Mısır olmak üzere İslam coğrafyasının bütün bölgelerindeki “Radikal İslam tehdidi” için küresel bir seferberlik hayata geçiriliyor.
İran ve Hizbullah gibi Maliki yönetimindeki Irak hükümeti de “Selefi-cihadist” İslam’ın bölgeyi ve dünyayı istikrarsızlaştırma potansiyelini ezmek üzere yeni ittifaklar kurma konusunda ne kadar hevesli olduğunu ortaya koyuyor. Hemen herkes çok iyi görüyor ki, işbirlikçilik sadece eski rejimi temsil eden laik-ulusalcı despotlara özgü değilmiş. Rusya ile ABD ve İsrail’e karşı meşrulaştırılan stratejik işbirliğinin “Selefi-cihadist” teröre (!) karşı AB ve ABD ile safları sıklaştırmaya dönüşmesi hiç de zor olmuyormuş demek ki!
Kürt sorununu bütün bir bölgeyi saran kangrene dönüştüren Türk ulusalcılığının darbeci kanadının tasfiye sürecine girmesiyle birlikte yeni bir açılım süreci için ümit verici gelişmeler yaşanıyordu. Fakat Suriye’deki katliamları durdurmak bir tarafa daha da artıran, üstelik bu katliamlar karşısında Batı bloğunu da Rusya-İran safına yaklaştıran fırsatçı politikalar PKK-KCK cephesinde de hızla karşılık buldu. Açılım sürecini durdurma, yeniden silahlı eylemlere yönelme üzerine o kadar çok beyanatlar verilir oldu ki, bilmeyen de 90’lı yıllarda yaşananların tekerrür ettiğini sanacak. PKK’nın, Esed/Baas rejimiyle işbirliği yaparak ve İran’ın desteğini arkalayarak Suriye-Irak Kürdistanındaki tasallutunu artırma ve AK Parti hükümetine karşı da her zaman yaptığından daha fazla şantaj yapmanın peşine düştüğü bariz bir şekilde görülüyor.
Sevindirici gelişmeler de yok değil elbette. Okullardaki “Andımız” dayatmasının bitirilmesinin hemen ardından gelen kamu kurumlarındaki kıyafet serbestisi şimdi artık Meclis’te de fiiliyata geçti. Yakın bir zaman önce Meclis’te bir Merve Kavakçı üzerinden boşaltılan öfke ve düşmanlığı hatırlayalım. Bu öfke ve düşmanlık hayatın neredeyse diğer tüm alanlarında milyonlarca Müslüman kadına yönelen baskı ve saldırılar şeklinde güçlü bir teamüldü. Bu noktada yıllardır işlenen bir zulmün giderilmesi yolunda atılan adımları sadece sembolik olarak göremeyiz. Devletin, resmi ideoloji adına tesettür tercihini çiğneme ve kamusal alandan kazıyıp atma geleneğinden uzaklaştırılması elbette önemli bir kazanımdır.
Fakat bu kazanım ne resmi ideolojinin faşist karakterinin sorgulanıp değiştirilmesiyle alakalıdır ne de iktidar sınıflarının sağduyulu olmayı becerip zulümlerinde inat etmekten vazgeçmeleriyle. Kadın milletvekillerinin Meclise başörtülü girebilmelerine imkân sağlayan en önemli sebep darbe örgütlenmelerine karşı hükümet ve yargı tarafından gösterilen kararlı duruştur. Özellikle Ergenekon ve Balyoz davalarından çıkan ağır cezalar, 12 Eylül referandumu ile elde edilen yasal ve psikolojik üstünlük, durumdan vazife çıkarmakla mükellef asker ve sivil kadroları sağduyulu olmaları hususunda epeyce ikna etmiş görülüyor. Süngüsü düşürülen Mustafa Kemal’in Askerleri istedikleri gibi sonuçlandırabilecekleri gerilim ve çatışma imkânını bu şartlar altında elde edemeyeceklerini iyice anlamış durumdalar. Sıcak Sonbahar çırpınışları fiyaskoyla sonuçlanan Kemalist-sol kesimler şimdilerde ağlayıp zırlasa da tehditler ve borçlandırmalar üzerine cümleler kursalar da mecburen sağduyulu ve uzlaşmacı roller keseceklerdir.
İşte yeni bir hicri yıldönümündeyiz şimdi. Hayatımızın merkezine daha güçlü bir şekilde hicret etmeyi, muhacir olmayı yazacağız. Muhacir olanlara ensar olma sorumluluğumuz üzerinden bir hayat inşa etme gayretlerimizi artıracağız. Çünkü biz Allah’ın dinine yardım edersek biliyoruz ki, Allah da bize yardım edecektir.