I. Gerçeğin Kurgusallığı
Televizyonların evleri istila etmeye başladığı ilk zamanlarda Amerikalılar, bu küçük kara kutuya 'büyülü kutu' demekteydiler. Ne zamanki kara kutunun kodları çözüldü; o zaman bu isimlendirme de 'büyülü kutu'dan 'aptal kutusu'na çevrildi. Bununla 'televizyona sadece aptallar bakar' denilmek istenmemişti. Kastedilen televizyonun aptallaştırıcı etkisiydi. Zaman içinde televizyona zihni körelten, diğer yandan da körelen zihinleri istenilen şekilde bileyebilen bir araç gözüyle bakıldı. "İyi-kötü" bir kitle iletim aracı tartışmalarında argümanlar havada çarpışıp dururken; televizyonun dünyadaki yayılmacılığı da devrini tamamlamış, hemen her yere alıcılar ve vericiler çoktan yerleştirilmişti. Bugün televizyon, evlere uydulardan taşıyıp ekrana yansıttıklarıyla, yaşadığımız dünyadan ayrı, kendine has bir dünya kurmuştur. Sorun ise bu kurgusal dünyanın gerçek hayatla çakıştığı noktalarda ortaya çıkıyor: Televizyon yaşanılan gerçekliğin ne kadarını ve nasıl yansıtmaktadır?
Televizyon, kitlesel iletim araçlarının en işlevsellerinden biri. İletişim yerine 'iletim' kelimesini tercih ediyoruz; çünkü ekranın karşısındaki seyircinin iletilene bir karşılık verebilmesi ya da herhangi bir müdahalede bulunabilmesi mümkün değil. O, ekranın arkasında olan bitenlerden haberdar olamaz. Herhangi bir bilgi akışı söz konusuysa bunda bir işteşlikten bahsedilemediği için, burada sadece bir iletim gerçekleşiyor demekteyiz. İletilen ise elbette ki onu iletenin isteği doğrultusunda kodlanacaktır. Ekrandaki kurgusal dünyada olan bitenlerin altında birtakım kodlar bulunur. Çünkü televizyonun görsel dili, belirli bir zihniyetin ürünüdür ve dille zihin arasında birbirini besleyen bir etkileşim mevcuttur. Program türü ve içeriği, içeriğin şekillendirildiği ortam, haber seçimi, seçilen haberin işleniş biçimi ve bu esnada kullanılan dil gibi daha birçok konuyu belirleyenin tespiti, bizi televizyon kanalının kime hizmet ettiği sorusunun cevabına götürür. Araç, efendisinin hizmetindedir. Efendi oyunun kurallarını koyar, sahanın sınırlarını çizer ve her şey bu belirlenen bölgede cereyan eder. Günümüzde televizyon kanallarının kime hizmet ettiğini bilmek; ekranlara neyin niçin yansıtıldığını, programların hangi kanaldan nereye aktığını anlamamızı kolaylaştıracaktır.
II. Günümüzün Televizyon Programları
Son yıllarda Türkiye'deki televizyon kanallarında reality show (gerçeklik gösterisi?) programları ve yerli diziler popüler oldu. Farklı adlarla ve farklı formatlarda hazırlanan haber-kurgu programlarında, yakın çevremizden gazetelerin üçüncü sayfalarına aktarılacak türden haber öyküleri, üstüne basit senaryolar oturtularak bölümler halinde kurgulanıyor. Her biri soğuk bir şakaya benzeyen bu bölümlerden sonra, izleyicilerden iki gurup maç havasında karşılaştırılarak 'kim haklı kim haksız' oyununa geçiliyor. Kimi zaman buna gerek duymadan, programın sunucusu bize kıssadan kapmamız gereken hisseyi göstererek diğer bir bölüm geliyor ekrana. Olayların taraflarının birbirine girmesi reytingi artıran bir faktör olduğundan; ortamın bilerek gerilmesi gerekiyor. Temelinde çok derin sancılar bulunan konular dahi böylece bir iki bölümde çözüme kavuşturuluyor ve sorunlara çözüm önerileri getiriliyor!
Popülerliği artmaya başlayan diğer bir tür programda, izleyiciye sı(nı)rlı dünyaların kapıları aralanıyor. 'İbret' öykülerinin işlendiği bu tür programlarda dünyada kötülük yapanları "Allah'ın nasıl çarptığı", iyilik yapanları ise "nasıl mükafatlandırdığı" gösteriliyor. Yalnız bu olaylarda insanın herhangi bir etkenliği yok. Adalet, Allah'ın eliyle gerçekleşmekte. İnsanların haksızlık karşısındaki susuşlarına ve kötülerin belalarını bulana kadar sabırla(!) beklediklerine şahit oluyoruz. İnsanın kendisi hataları düzeltecek aktif bir role sahip olamıyor. Yaradanı, yaratılışın hikmetini, ölümü, din gününü ve ahireti metafizik meseleler olarak tartışanların, konuyu farklı bağlamlara çekenlerin; insanları kötülüklerden arındırmak için böyle programlara başvurması ve bunu bir davet yolu gibi görmeleri pek de şaşırtıcı gelmemeli aslında. Küçük dizilerde gördüğümüz insanlar, hayata müdahil olamayan kişiler. Ortak noktaları; kaderlerindeki edilgenlikleri. Yaptıklarının karşılığında ödül ya da ceza alacakları an gelene kadar her şey olduğu gibi devam eder. Takdir-i ilahi gerçekleşince insanların hayat çizgileri de değişir. O ana kadar hiçbir arayış çabası göstermeyen insanlar, aniden hakikate tüm benlikleriyle teslim olurlar. Bu dizilerdeki insanlar, hidayeti talep etmemelerine rağmen bir vesileyle hidayete ererler. İlahi bir dokunuş ve değişen kaderler! Bu, hidayet kavramının Kur'ani olmayan bir yorumlanışından kaynaklanmaktadır. Kur'an'ın hidayet etmesi, hak yolda arayışta olan insanlara hakikati göstermesindendir; yoksa hidayet gökten damla damla düşmekte ve yoldan geçenlerin kafasına rasgele düşmekte değildir.
Yerli diziler ise Edirne'den Van'a, evden okula, küçük işletmelerden holdinglere, kenar mahallelerden lüks malikanelere kadar her yeri; fakirlerden zenginlere, öğrenciden öğretmene, esnaftan ticaret adamına, memurdan milletvekiline, köylüden ağaya kadar herkesi içeriğine katarak; toplumdaki sınıfsal katmanları ve sınıflar arası ilişkileri işlemekte, toplumsal değişimin ve dönüşümün farklı yüzlerini ekrana taşımaktadır. Böylece dizilerde belirli toplumsal sınıflar ve olaylar yeniden kurgulanmakta; insanlar ise kurgulananların gerçeklerle paralel olduğu zannına kapılmaktadır.
III. Bu Bir Mafya Dizisidir; Gülmeyiniz!
"Türkiye'nin bu karanlık ve puslu vadisinde bir yılda paylaşılan para; şantaj ve haraçtan 100 milyon dolar, kaçak insan ticaretinden 200 milyon dolar, kumardan 1.5 milyar dolar, silah kaçakçılığından 3 milyar dolar, tahvil, bono, döviz ve borsa manipülasyonundan 10 milyar dolar, uyuşturucu ticaretinden ise 40 milyar dolardır. Para baronlarının masum her insana kestiği bu toplumsal haraç Türkiye Milli Geliri'nin yarısıdır. Burası Kurtlar Vadisi'dir. Kurtlar Vadisi'nde iz sürmek hem kahramanlıktır, hem de ölümüne yalnızlık."
Kurtlar Vadisi'ni, Osman Sınav, bir mafya dizisi olarak yukarıdaki jenerikle tanıttı. Dizinin 'gerçek olaylarla, kişilerle ve kurumlarla hiçbir ilgisi olmadığı' ikazı her bölümün başında yapılsa da; buna kimse inanmadı ve 'anlatılanların Türkiye'nin gerçekleri olduğu' iddiasının altı sürekli çizilip duruldu. Peki bu gerçekler nelerdir? Dizi üzerinden cevaplayalım: Türkiye'deki devlet mekanizması tüm kurumlarıyla çözülmüştür. Özellikle 'adaletin' devlet eliyle sağlanamaması 'mafya'yı bir çözüm kapısı yapmıştır. Mafyanın palazlanması, siyasetle ve yargıyla iç içe girmesindendir. Devletin istihbarat örgütü durumun farkındadır ve buna müdahale etmek için mafyanın içine gizlice kendi elemanlarını sokar. Böylece kirli işler de devletin ve milletin bekasının temini için kullanılacaktır. Madem yanlış yok edilemiyor, o halde ondan istifade edilmelidir. Böylece devletin içinde devlet için çalışan örgütler, siyasi yollardan halledilemeyecek meseleleri farklı yollardan çözüme kavuşturabilecektir. Medya ise bu konudan uzak duracak ve sus payını fazlasıyla alacaktır. Konuştuğu zaman ise neyi, nasıl haber edeceği, yayın yönetmenlerine izah edilecektir. Böylece 'mafya-siyaset-medya' üçgeni tamamlanacaktır. Sanki diziden değil de Türkiye'den bahsediliyor gibi bir durum ortaya çıktı. İşte mezkur dizinin tehlike arz eden tarafı da tam burası. Dizinin senaryosu, her ne kadar Susurluk kazasından sonra gündeme daha sık gelen, 'derin devlet'le ve "kirli-saklı bağlantılar"la ilişkilendiriliyorsa da, asıl sorun bunun nasıl yapıldığı.
İnternette dolaşan bir metinde; her karakterin gerçek hayatta kime denk geldiğinin ortaya çıktığı iddia ediliyor. Buna göre; Polat Alemdar, Abdullah Çatlı; Süleyman Çakır, Alaaddin Çakıcı; Arslan Akbey, Korkut Eken; Doğu Bey; Alparslan Türkeş, Mehmet Karahanlı, Tuncay Özilhan, Rahmi Koç ve ya Mehmet Ağar. Memati, Muradi Güler; Testere Necmi, Yaşar Avni Musullulu; Tombalacı Mehmet, Ali Fevzi Bir; Çakır'ın Kumarhanesinin Müdürü, Korkmaz Yiğit... Liste uzayıp gidiyor. Böylece izleyici, hayal ürünü olan karakterlerin, mezkur şahısların ta kendisi olduğuna inanıyor. Kahramanlar gerçeğe dönünce yaşananlar da hayal ürünü sıfatından sıyrılmış oluyor. Bu bir yanıltmaca ama bu yanıltmaca kimin, hangi hesabına yazılıyor acaba?
Bir televizyon dizisi üzerinden, ülkede yaşananları okumak ve anlamlandırmak, gerçekle kurgunun birbirine nasıl karıştırılabileceğine dair somut bir örnek teşkil ediyor. İzleyiciler 'neler oluyormuş da haberimiz yokmuş' modunda gözünü kırpmadan izlediği dizi sayesinde; Türkiye'nin iç ve dış siyasetinin içini dışını öğrenip bunlar üzerinden konuşuyor! Daha vahim durumlarsa, bir mafya babasının dizideki bir olaya tekzip yayınlamasıyla, senaryo icabı bir karakterin öldürülmesinin ardından camilerde salâ okutulmasıyla ya da bir futbol maçı öncesi oyuncuların saygı duruşunda bulunmasıyla kendini gösteriyor. Başrol oyuncusunun kendini role fazla kaptırdığı iddia ediliyor. Başka bir oyuncu ise Narkotik Şube Müdürlüğü tarafından 'gerçekten yapılan' bir operasyonda yakalanırken; 91 kilo 219 gram eroin ve 2 adet ruhsatsız tabanca ele geçiriliyor. Dizideki karakterlerin okuduğu kitaplar, bir sonraki hafta 'kitapçılara en çok sorulanlar listesi'nin başına yerleşiyor. Herkes siyah takım elbise satın alıyor. Bir izleyicinin dizideki heyecana kalbi dayanmıyor ölüyor. Bir başkası diziden etkilenip intihar ediyor. Liseli çocuklar şehrin vadilerinde sürüler halinde dolanıyor. 'Erkeklik' ve 'delikanlılık' şiddet üzerinden anlamlandırılıyor. Kısaca, insanlar izlediklerini fazlasıyla ciddiye alıyor ve bu sosyal bir vaka olarak önümüzde duruyor.
IV. Vadideki Kurtların Efendileri
Bu yapımın hangi siyasete ve kurumsal işleyişe hizmet ettiğini görmek için dizinin içeriğine ve içeriğin işleniş biçimine bakmamız gerekir. İlk olarak dizide 'milli' ve 'dini' motiflerin yoğun olarak kullanıldığı görüyoruz. Ulus devlet, bulaştığı tüm kirli işlere rağmen kutsiyetini koruyor. Hatalar sisteme değil, sistemin içindekilere mâl ediliyor. Çünkü "bizim için devlet, millete hizmet için vardır" görüşü savunulmakta. Böylece yapılanların ardındaki iyi niyet(!) ortaya koyularak, yapılanlar meşrulaştırılıyor. Derin devletin ve mafyanın adamları milliyetçi ve vatansever kahramanlar oluveriyor. Romantizm ise, gözünü kırpmadan kafa uçuran bu kahramanların yumuşak kalpliliğini gözler önüne seriyor. Aslında onlar da temiz, namuslu, dürüst insanlar ve ne yapıyorlarsa bu millet ve devlet için yapıyorlar! Milliyetçi reflekslerin sağlamlığını şu örnek de net olarak gösteriyor: Kaçakçılığı kontrol edip, uyuşturucunun diğer ülkelere sevkıyatını sağlayan mafyaya göre bu beyaz malın Türkiye'de satılması vatan hainliği ile eşdeğerdedir.
Dizide önceki yapımlarda olmadığı kadar çok dini göndermeler de var. Karakterler dini literatüre hakim bir görüntü veriyor. Bunu "Aslan yattığı yerden belli olur. Bizim yattığımız yerde mahpushanedir. Medreseyi Yusufiyedir. Bizden izinsiz burada rüya da gören olmaz tabir eden de..." repliğinden ve buna benzer daha birçok replikten çıkarabiliyoruz. Başka bir sahnede, bir babanın kızını öldürmek üzere olduğu anı sadakatle izleyen adam, sonraki sahnede abdest alıp namaz kılıyor. Böylece din, kirli ellerdeki kanı temizleyecek su gibi sunuluyor. Başka biri ise "madem cehenneme gideceğiz, bari bunu hak edelim" mantığını kurmuş.
Dizide güncel olaylara yönelik atıflar sürekli olarak yapılıyor. Türkiye'nin yeniden büyük bir devlet olması bir ideal olarak sunuluyor. Her şey bu amaca yöneltildiği için, birçok şey de haklılaştırılmış oluyor. Bu idealin önündeki engellerin tarihi kökenlerinin bugün nasıl temayüz ettiği ise farklı durumlarda tekrar tekrar ortaya koyuluyor. Örneğin, Kıbrıs konusunda derin devletin ve mafyanın ortak görüşü şu: "Adada Rus ve ABD çıkar çatışması yaşanıyor. Rusya adanın birleşerek nüfus ağırlığı nedeniyle adanın kontrolünün yıllardır müttefikliğini yapan Rumlara geçmesini istiyor. ABD ise adada birleşmenin olmasını istemiyor. ABD adada bölünmeden yana." Dizideki baronlardan Mehmet Karahanlı, bu iddiasını desteklemek için "Kıbrıs'ın birleşerek AB'ye girmesinin Rusya'nın işine geleceğini bu nedenle ABD'nin buna karşı çıktığını, adanın kuzeyinin Rusların kontrolüne geçmesini istemeyen ABD'nin, Yahudilerle iyi geçinemeyen Rumlar yerine Türkleri tercih ettiğini, bu nedenle de adanın bölünmesini ve adanın İsrail'e en yakın noktası Karpaz'da bir üs kurmak istediğini ve bunu da Büyük Ortadoğu Projesi'nin bir parçası olarak gördüğünü" söylüyor. Siyasi bir mevzu, dizinin senaryosunda böyle işlenirken, izleyicilere de Annan Planı'nın arkasında nelerin yattığı gösterilmiş oluyor! İnsanlar bu tezin gerçekliğine inanıyor ve bunu siyasi bir argüman olarak kullanıyor. Dizide uluslararası ilişkiler çerçevesinde kurulan diyaloglardan, Büyük Türkiye'nin diğer Türk devletleriyle kurmak istediği birlikteliğin önündeki tek engelin hep Rusya olduğunu ve bu ebedi düşmana karşı ABD ve İsrail'le gerekirse stratejik işbirliğinin yapılmasının da doğruluğunu öğreniyoruz. Ortaklığa rağmen bu iki devlete de pek sıcak yaklaşmayabiliriz. Unutulmamalıdır ki; "Türk'ün Türk'ten başka dostu yoktur"(!)
V. Depolitizasyonun Tükettiği İddialar
Milliyetçiliğin ve devletçiliğin yeniden üretildiği, derin devletin ve elemanlarının vatanseverler olarak aklandığı, örf ve geleneklerin uç noktalarıyla yaşatıldığı, İslam dininin Türk ulusal kimliğinin destekleyici motifi yapıldığı bu dizi neden çok fazla izleniyor? Durumu sadece 'popüler kültür' ya da 'halk kültürü' kapsamında değerlendirirsek, eksik bir cevap bulmuş oluruz. Her yaştan, her ideolojik gruptan, her zümreden insan bu diziyi izliyor. Bu kadar insanı buluşturan şey nedir? Soruya verilecek cevapta; halkın çoğunluğunun siyasetten arındırıldığı bir noktada, siyasi olarak konuşabilecek ve tartışabilecek sorunların unutulmaya yüz tuttuğu bir zamanda, dizinin ülkede yaşananlara çok sık göndermeler yaparak kendini sunmasının etkisine değinilmelidir. Bugün insanlar siyasi bir perspektife sahip değil. Bu, bir ilkokul mezunu için de geçerli, akademisyen için de. Eğitim düzeyi, sosyal statüsü ne olarsa olsun insanlar, ülke sorunlarını tartışabilecekleri, konuları enine boyuna değerlendirebilecekleri bakış açılarından yoksunlar. 1980'den beri devam ettirilen depolitizasyon çalışmaları işe yaradı. İnsanlar savundukları iddialardan vazgeçtiler. Konuştukları bir dil yok. Herhangi siyasi bir olaya, toplumsal bir soruna karşı ileri sürebilecekleri, herhangi bir temele oturamayan sığ tezler. Ellerinde kalan iddialarını düşünsel bir metinde ele alsalar kesinlikle ciddiye alınmayacakları belli.
Zihinsel bir dili kullanmanın zorluğu anlaşılınca; gazete kupürlerinden ve polisiye romanlardan kotarma senaryolara birkaç atasözü ekleyerek ve fona güzel türküler koyarak; görsel ve işitsel dilin tüm imkanlarından yararlanılan bu tür diziler ortaya çıkıyor ve insanlar bunları birer siyasi metin olarak görüyor. Toplumun kültürel ve tarihi kodlarına yapılan basit göndermelerin sıklığı ve güncelliği de her kesimi ortak bir paydada toplayabiliyor. Durumun böyle olması, senaryoyu belirli kesimlerin hizmetine de açık hale getiriyor. Dizide temanın işleniş biçimi, insanların kafasındaki 'devlet' ve 'millet' tasavvurundaki kutsallığı pekiştiriyor; yapılanlar gayri meşru olsa da olumlanıyor. Derin devletin zorunlu varlığının hikmetleri ortaya çıkıyor. Din, vatanı için kahramanlığa soyunanların günah çıkarmasına hizmet ediyor.
Türkiye'deki ve dünyadaki gelişmeler, haberlerden değil dizilerden takip ediliyor. İzleyici, bu dizilerde gördükleriyle derin devlet-mafya, Avrupa Birliği, Türkiye-ABD-İsrail ekseni, Büyük Ortadoğu Projesi, Kıbrıs, Irak, Azerbaycan Petrolü gibi birçok siyasi konuda tartışabilecekleri iddialara sahip oluyor. Bu bağlamda, televizyonun zihni manipülasyonlar için nasıl kullanışlı bir araç işlevi gördüğü tekrar kanıtlanmış oluyor. İnsanlar kurgusallıkla gerçekliği birbirine karıştırıyor. Basit bir dizi bile popülerleşince, izleyiciye mesajlarla dolu görsel bir metne dönüştürülüyor. İnsanlar diziler üzerinden siyaset üretiyor.
ABD'nin Irak'ı işgalinin Büyük Ortadoğu Projesi'nin neresinde olduğuna dair siz kendi tezinizi ortaya koyduğunuzda şöyle bir yanıtla karşılaşmanız pek muhtemel: "Ama Kurtlar Vadisi'nde öyle söylenmiyor!"